Bakur ve Türkiye;
Hiç şüphesiz Türk Devlet faşizminin geliştirdiği saldırıların ilk elden etkileneni ve aralıksız saldırıya maruz kalan toplumun direnişi, faşistleri çaresiz bırakmaktadır. Ancak bilinmelidir ki izlenen çizgiye karşı saldırılar durmak bilmez. Başta HDP’ye yönelik yapılan baskıların, Gerilla’ya karşı yapılan her başarısız saldırıda HDP’ye ve halka saldırmaya dönen bir düşman özel savaş politikası sürecini yaşamaktayız. Saldırıların ne denli geniş bir alana yayıldığını direnişinde aynı ölçüde geliştiğini bilmek, yıkılışa doğru sürüklenen bir gücün izlediği politikaları anlamakta yarar getirir. Öncelikle döneme özgü politika saldırıların her tarafta gelişiyor olmasıdır.
Türk Devleti’nin ekonomik, siyasi ve askeri açıdan zayıf olması kontrol altına alınmasını daha da kolaylaştırıyor. Türk Devleti kendi başına herhangi bir işe kalkışabilecek bir pozisyona, güce ve yetiye sahip değildir. Bu açıdan işleyen günümüz saldırılarının tarihsel altyapılarının yanında geleceğe dönük hesaplamalarıda vardır. İnsani yaşamın temsilcileri olarak Orta Doğuda en çetin mücadeleyi veren güçlerin hepsi, Türk Devleti tarafından saldırıya maruz kalıyor. Üstelik gelişen saldırılara bir taraftan yeni osmanlı kılıfı giydirilirken göz ardı edilmemesi gereken bir başka husus Türk Devleti’nin ateşe itilen bir maşa olduğu bir başka hedef olarak Orta Doğu’nun şimdiki parçalı halinden daha da parçalı hale getirilmesi baskısıdır. Bundan kastımız da ölümü gösterip sıtmaya razı eden hegemon güçler politikasıdır. Türk Devleti bu güçler için öldürme makinesi rolü görürken kendileri de getirecekleri sistem ile sıtmaya razı etme peşindedir.
Türk Devleti’nin oynadığı rol bu biçimde değerlendirilebilinir. Bunun yanında bu role karşı gelişen direniş cephesinin ne denli önemli olduğu da sürekli hatırlanması ve hatırlatılması gereken bir durumdur. Başta da belirttiğimiz gibi mevcut saldırılar ve gündemler üzerinden gidilecek olunursa faşist şef Tayyip Erdoğan ve faşist Devlet Bahçeli şahsında somutlaşan Devlet aklının “Yeni Osmanlı” hayalleri, öte taraftan Türk Devleti’nin yaptığı saldırılar üzerine kopardığı yaygaraları bir kenara bırakıp sahada olup bitene bakacak olursak Türk Devleti’ni istediği biçimde yönlendiren hegemon güçlerin Orta Doğuyu yeni devletlere boğma uğraşları görünür bir biçimdedir. Şüphesiz PKK üzerine gelişen saldırılar bu emel ve hedeflerden kaynaklıdır. PKK’nin öncülüğünü üstlendiği 3. yol ve tüm halkların çıkarlarını esas alan duruşu Yeni Osmanlı kurmak isteyen ve Yeni Devletler kurmak isteyen güçlerin istemediği bir duruştur. Bu bakımdan özellikle Türkiye’de 3. Yolu temsil eden HDP’ye, Irak’ta PKK’ye, Suriye’de PYD’ye ve İran’da PJAK’a saldırıların olması, sadece türk devleti saldırıları olmamaktadır.
Başur ve Irak;
Mevcut kargaşa ortamı ile durumu en iyi özetleyen bölge olarak, Irak karşımızda durmaktadır. Parçalı devletler ve Yeni Osmanlı hedeflerinin mevcut süreçte en yoğun karşımıza çıkan değiştirilmesi hedeflenen Irak topraklarıdır. Irak mevcut haliyle Orta Doğu’dan pay kapmak isteyen bütün güçlerin bir şekilde konumlandığı ülke özelliğindedir. Irak’daki karmaşayı bilen Türk Devleti bu durumdan faydalanarak saldırılarını arttırıyor. 15 Haziran gecesi 60’dan fazla uçakla Irak topraklarında Mexmur mülteci kampı, Ezidilerin kutsal kenti Şengal ve Medya Savunma alanlarına sonrasını kara saldırıların izlediği bir hava saldırsı gerçekleştirdi. Saldırıların Rojava’daki Ulusal Birlik çalışmalarının mesafe katettiği tarihten hemen sonra gelişmesi elbetteki Türk Devletinin Kürtlerin birliğine karşı tutumunun bir parçasıdır. Irak’ın ekonomik yönden sıkıştığı, askeri açıdan da onlarca parçaya bölündüğü durumunun yanında gerek İran’dan gerek ABD ve Avrupa ülkelerinden gelen baskılar Türk Devleti için Irak topraklarına saldırabilmenin başlıca nedenidir. Türk Devleti Irak’da ve Suriye’ye saldırılarının gerekçesi olarak PKK’yi gösterse de PKK’yi hem Suriye’de hem de Irak’da geliştireceği geniş çaplı saldırıların önüne engel gördüğü için bunu geliştirmektedir. Öte taraftan Türkiye’nin yaptığı saldırıları istediği vakit durdurabilecek güce sahip güçlerin bu saldırılara neden izin verdiğini “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” politikası olduğunu tekrar belirtebiliriz.
Şüphesiz bu saldırıların gelişmesindeki tek etken Irak’taki güçler karmaşası değil. Güney Kürdistan Hükümeti’nin hükümet oluşuna yaraşır bir tavır sahibi olamayışından da kaynaklıdır. Güney Kürdistan Hükümetindeki sarhoş kesimlerin Türk Devleti’nin ekmeğine yağ süren tutum ve davranışları da bu saldırılarda önemli bir pay sahibidir. Türk Devleti’nin geliştirdiği saldırıların sebebi olarak PKK gösteriliyor. Bu saldırıların Rojava’daki Ulusal Birlik çalışmaları döneminde gelişmesi ve Süleymaniye’nin Şarbajar ilçesinin Kunamasi beldesinde ve Şeladize de sivillere yönelik geliştirilen saldırılar durumun sadece bundan ibaret olmadığını gösteriyor. Türk Devleti’nin başlıca hedefi kendisi için karşısında direnebilecek güç olan PKK’nin Irak’ta sınırlandırılması veya tasfiye edilmesidir. Hem Irak’ın hem Güney Kürdistan halkının gelişen saldırıları Misak-ı Milli hayallerinin ön adımları olarak görmesi gerekir.
Öte yandan Faşist Devletin, KCK Yürütme Konseyinin’de 26 Haziran 2020’de yaptığı açıklamada dikkat çektiği nokta olarak Kürt partileri arasındaki ilişkileride hedefine alıp Kürdü Kürde kırdırma çabası vardır. Nitekim Türk Devleti’nin bu politikalarına hali hazırda uyan bir tarafın olduğu bilinmelidir. Xakurke işgalinden Zine Werte’ye Zine Werte’den de Haftanin’e gelişen süreç Kürdü Kürde kırdırma politikasına uymanın ürünüdür. Bu kesimlere kendilerininde içinde bulunduğu Rojava’daki Ulusal Birlik görüşmeleri sürecine denk getirilen bu saldırılar ile ne tür bir amaç güdüldüğünü bu biçimde belirterek, Türk Devleti’ne tanıdıkları tolerans ve beraber kurdukları hayallerin istedikleri gibi bir sonuca varmayacağını ifade edelim.
Rojava ve Suriye;
Rojava’da 25 siyasi partinin bir araya gelerek oluşturduğu çatı parti Kürt Ulusal Birliği Partisi (PYNK)’ne ENKS’nin katılımı ile “Bir Olamaz” denilen Kürt Ulusu, birliğe hiç olmadığı kadar yakın duruyor. Atılan adımlar ile birliğin oluşmasındaki kararlılık düzeyi belirginleşiyor. Tarafların takındığı tutum, bu görüşmelerin başarıya ulaşmasında şüphesiz etkilidir. Birleşmede esas alınan ve çözülmesi gereken sorunlar olarak gösterilen problemler, şimdiye kadar doğru ve gerektiği biçimde gösterilen tutumlar ile ileri doğru gitmeye devam ediyor.
Ulusal Birlik çalışmalarında PYNK’nin gösterdiği halka açıklık ilkesi tutumu Kürtlerde güven uyandırıyor. YPG sözcüsü Nuri Mehmud hiç tereddütsüz 2013’te Rojava’nın Cizre Kantonuna bağlı Amudê kentinde yaşanan bir karmaşada yaşamını yitirenlerin ailesinden ve tüm Kürt Ulusundan özür diledi. Bu tutum kendi başına PYD’nin görüşmelerde ne denli ciddi olduğunu, sonuca ulaşması adına Efrin’de ENKS’liler tarafından işkence ile şehit düşürülen Çekdar’a ve daha nice hainliklere rağmen PYD’nin görüşmelerin sürdürülmesindeki misyonunu üstlendiğini gösteriyor.
İşin özü tümüyle halkın yararına olan Ulusal Birlik görüşmelerinde halkın temennisi ve umudu istikametinde hareket etmeye kararlı tarafların olduğunu görmek, ENKS tarafının geçmiş dönemdeki pratiklerinin uyandırdığı şüpheyi dindirebilmektedir. Ancak bu şüphenin tamamen kalkmasına yol açacak tutum ENKS’den gelmelidir.
Rojava’da somut zemine oturacak bir Ulusal Birliğin Kürtlere hem Uluslararası hem de Suriye’de kazandırmakta kolaylık sağlayacağı açıktır. ENKS’nin göstereceği tutum kazanımların Kürtlere’mi geleceğini yoksa düşmanlarına mı bırakılacağını belirleme potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla ENKS’nin masa başında yapılan anlaşma uyarınca hareket edip nifak tohumu ekme çabalarını diğer partiler ve halk ile birlikte boşa çıkarması gereklidir. Nitekim dilenen özür ile birlikte çokça mesafe katedilebilecekken geriye doğru çekmek ve sorun üstüne sorun çıkarmada mesafe katetmenin başta ENKS’ye bir faydası olmayacaktır. ENKS Kürtlerin çıkarları ile hareket etmelidir. Ulusu etkileyecek görüşmelere keyfe keder bir biçimde yaklaşmamalıdır.
Kobane’ye bağlı Helincê köyüne yapılan 3 sivil kadının şehit düştüğü saldırı da Türk Devleti’nin Kürt Ulusunun Birliğine karşı duyduğu korkunun eseridir. Haftanin, Süleymaniye ve Rojava Ulusal Birlik görüşmeleri sürecini layıkıyla yüklenen verdiği bedeller ışığında mücadelesini yükselten direniş cepheleridir.
Rojhilat ve İran
Bölgedeki devletlerin hepsinin kürtler üzerine ortak bir geçmişi vardır. Özgürlüklerinin peşini hiçbir biçimde bırakmayan kürtler günümüze dek onlarca direniş göstermiştir. Her 4 devletin kürtler üzerindeki ortak geçmişi de bu direnişler üzerinedir. Ortak katliam hazırlıkları, komplo planları, soykırım amacı güden planlamalarının yapılması amacı ile kurulan masalarda her daim 4 devlet de yerini almıştır. Rojhilat Kürdistan bunu yakın tarihte yaşamıştır. Qazi Mihemmed’in öncülüğünde kurulan Mahabad Cumhuriyeti’ne her ne kadar içerden de ihanet edilmiş olsa 4 devlet de ortak tepki koymuştur. Aynı şekilde Rojhilat Kürdistan ağırlıklı çalışmalar yürüten tüm kürt hareketleri hem Devlet işbirlikçisi kürt kesimleri kısa adıyla KDP hem de devletlerin bizzat eliyle saldırı altında tutulmuştur.
Mahabad Cumhuriyeti örneği 4 Devletin bir olup saldırdığı kürt partilerine biraz uzak bir örnek sayılabilir de. PKK’ye yönelik yapılan geniş çaplı saldırıların tümünde ve diğer bütün Kürt oluşumlarına yapılan saldırılarda da her 4 devlet daima ortak bir payda da buluşmuştur. Son gelişen saldırılarda da aynı durum ortaya çıktı. İranda Türk Devleti ile birlikte Irak Hükümetininde içinde bulunduğu bir konsept ile Kürtlere yönelik saldırı başlattı. Onyıllarca süren ve köklerini Kürdistan topraklarının ve insanlarının en derinlerine salan direnişçi kürtler bu saldırılardan da güçlenerek çıkmasını bilecektir. Zira her dönemin kendine özgü direniş biçimi vardır. Bu dönemin direniş biçimi de “Hep Birlikte Direnmek”tir. İran’ın Türk Devleti ile birlikte geliştirdiği saldırıların da bu direniş biçimini geliştirmeye çalışan kürt partilerini korkutmak ve birlik görüşmelerinden uzaklaştırmaktır. Buna göre izlenmesi gereken yol bu devletlere karşı örgütlü ve zekice bir birlikteliğe derhal ulaşmaktır.
“Faşizm korkunca saldırıya geçer. Demokrasi ve Özgürlükçü güçlerin ve halkların izledikleri yolda gösterecekleri kararlılık tutumu sonucu belirleyecektir. Faşizm bir sonuç elde edebilecek üstünlükte değildir, faşizme kazandıran demokrasi ve özgürlük arayışçılarının ortak paydada buluşamamasıdır.”
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi