Küresel kapitalist sistem çok boyutlu krizler yaşamakta ve sürekli kaos üreterek ömrünü uzatmaktadır. Küresel çapta derinleşen iktisadi durgunluk, devletlerin ve özel sektörün katlanarak büyüyen borçları, üretimin düşmesi ve işsizliğin artması bir-birini besleyerek bir yanda siyasal-sosyal ve silahlı çatışmaları tetiklemekte, diger yanda finansal istikrarsızlığı ve kaosu derinleştirmektedir. Dünya genelinde gelir eşitsizliğinin derinleşmesi sosyal çalkantıları yaygınlaştırmakta,bu durum kurulu düzeni felç ederek kitlesel göçleri tetiklemektedir. Siyasal-sosyal karmaşa, finansal bozulma ve yaygınlık kazanan göçler gitikçe küresel çapta bir alt üst oluşun zemini haline gelmektedir. Bu ortamda ulus devlet formlarının aşılmaları hızlanmaktadır. Ulus devletler,kuram,kurum ve uygulamaları ile toplumların hiç bir sorununu çözemez hale gelmektedirler. Halkların Siyasal,sosyal,ekonomik sorunlarını çözemedikleri gibi her geçen gün karmaşıklaşarak devasa düzeye gelen güvenlik sorunları karşısındada çözümsüz kalmaktadırlar. Bu kaos ortamında otoriterleşme arayışları hızlanmakta, ırkçılığın yükselişi ivme kazanmaktadır. Son olarak bu sorunlara eklemlenen corona salgını kapitalist sistemi tam anlamıyla felç etmiştir. Sistem insanları evine hapsetme dışında insanlığa bir seçenek sunamamıştır. Bu yönüyle dünya genelinde büyük altüst oluşların yaşandığı bir dönemdeyiz. Tarafların ve karşıtların sürekli değişken olduğu ve her geçen gün daha fazla kaos-çatışma ürettiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Karşıt olanların yanısıra, yan-yana, iç-içe olan ve müttefik görünenlerin bile büyük bir siyasi, ekonomik ve askeri mücadele içinde olduğu üçüncü dünya savaşının en kaotik aşamasındayız. Bu kaotik ortamda boy veren corona salgını sistemin sürdürülmezliği daha fazla derinleşmekte, gözler önüne sermektedir.
Bu ortamda güç merkezlerinin derinleşen çelişkileri her an değişik yerlerde vekalet savaşları biçiminde silahlı çatışmaya dönüşmekte,daha geniş alanlara yayılma riskini taşımaktadır. ABD-Çin, ABD-Rusya çelişkileri her gün değişik versiyonlarla farklı alanlarda çatışma üretmektedir. Bu durum siyasi, diplomatik, iktisadi olduğu kadar askeri çatışmalarıda derinleştirmektedir. Bu çelişkilerin sonucu olarak petrol fiatlarının düşürülmesi, Rusya –İran ve bunların çevresine kümelemiş güçleri derin bir kriz ile güz-yüze bırakırken, ABD ve mutefiklerine avantaj sağlamıştır. Ekonomisi büyük oranda dışta tedarik edilen petrole bağımlı Çin’in bu durumda yararlanmaması için ABD, Çin’e dönük süreklileşen bir gerginlik politikasını devreye sokmuştur. Gümrük tarifelerini günceleyip, Uygur Türkleri sorununu yeniden gündemleştirmiştir. Bir çok alanda Çin’e dönük iktisadi yaptırımlara başvurulmuştur. Küresel güç merkezlerinin bu çelişkileri yerel ve bölgesel düzeye daha yıkıcı bir biçimde yansımaktadır. Mevcut durumda bu çelişkilerin yerel düzeyde en fazla odaklandığı yerler Suriye, Libya, Irak,Yemen vb. merkezlerdir. Bu merkezlerde halkların daha iyi yaşam arayışları maniple edilerek küresel güçlerin vekalet savaşlarına kurban edilmektedir. Bir kaç yıldır üçüncü dünya savaşının merkezi durumunda olan Suriye ve Irak’a yakın dönemde Libya eklenlenmiştir. Akdeniz’de enerji kaynaklarının paylaşımı ve alana hakimiyet kavgası her geçen gün Libya’yı daha fazla insani dram yaratan bir savaş sahasına dönüştürmüştür. Temel kavga alandaki enerji kaynakları-hatları ve akdenizin hakimiyetidir. Libyada iç-içe, yan-yana olan ve mütefik görünenler dahil adeta herkes herkes ile kavgalıdır. NATO üyesi ülkeler bile karşıt cephede yer almaktadırlar. Burada bir yanda Fransa, Mısır, BAE, Arabistan, Yunanistan ve kimi bölge ülkeleri yer alırken, karşı cephede ABD ve İngiltere’nin örtülü desteği ile TC ve yakın döneme kadar İtalya yer almaktaydı. Fakat bu cepheleşme konjektöreldir. TC bir aktör değil, ABD ve İngiltere adına vekalet savaşı yürütmektedir. ABD’nin Akdenizde Rusya’yı frenlemek için kulandığı bir aracıdır. Gelinen aşamada buradaki vekalet savaşının her an bölgesel bir çatışmaya dönüşme ihtimali her geçen gün artmaktadır.
Bölgesel düzeyde ise salgın hastalık sürecini fırsat bilen başta sömürgeci TC ve gerici bölge devletleri içte otoriteleşmeyi derinleştirme ve faşizmi kurumsallaştırma, dışta ise yayılımcılığı yaygınlaştırma arayışlarını hızlandırmışlardır. Kuşkusuz içte kurumsallaştırılmaya çalışılan faşizmin de, dıştaki yayılmacılığında ilk hedefi halkların daha insanca yaşam ve özgürlik taleplerinin ezilmesidir.
İran Kasım Süleymani’nin ölümü ile başlayan süreçle bir çok alanda peş-peşe mevzi kaybetmektedir. İsrail’in, Suriye’de,İran’a karşı geliştirdiği askeri hamleler ve ABD’nin derinleştirdiği siyasi ve iktisadi kuşatma karşısında İran ciddi bir güç kaybı yaşamıştır. Son olarak Suriye sahasında Rusya ile yaşadığı çelişkiler İran açısında ciddi bir gerilemeye yol açmıştır. Lübnan’da derinleşen yoksuluk bir yandan hükümeti sembolik hale getirirken, diğer yandan İran’ın alandaki konumunu kökte sarsmaktadır. İran benzer bir durumla Irak’ta da karşı-karşıyadır. Daha şimdiden Irak’taki birçok mezvisini yitirmiş durumdadır. Buna karşı kendisine yönelecek savaşı Suriye ve Irak zemininde tutarak ve içte daha fazla otoriterleşip, halkların özgürlük taleplerini ezerek tutunmaya çalışmaktadır.
Suriye rejimi İdlib savaşı öncesi askeri alanda yaptığı hamleler ile savaşı kazanmış bir tablo çizsede kısa süre içinde bunun yanıltıcı olduğu görülmüştür. İdlib savaşı bir çok yönü ile vekalet savaşlarında kazananın olmayacağını göstermiştir. Öncesinde zaferini ilan eden Suriye’nin de, savaşta zafer kazanacağını söyleyen TC’nin de sahada bu güçte olmadıkları netleşmiştir. Savaş sonrası Suriye rejiminin çöküşü hızlanmıştır. Özelikle ABD’nin devreye koyduğu Sezar Yasası ile birlikte rejimin sürdürülmezliği daha fazla görünür hale gelmiştir. Askeri olarak daha mevcut pozisyonunu korumakta zorlanırken, ekonomik çöküntü ile birlikte Deraa ve Suwayda gibi alanlarda rejime karşı kitlesel gösteriler boy vermiştir. Her alanda yaşadığı çürüme ve ekonomik alandaki yıkım derinleştikçe Rusya ve İran içinde rejimin bu haliyle ayakta tutulması imkansız hale gelmiştir.
Irak, uzun yıllardır küresel savaşın ana merkezi durumundadır. Güncelde çatışmaların inişli-çıkışlı seyrine rağmen bu durum değişmemiştir. Bu alanın küresel güçlerin, onların yerel işbirlikçilerinin çatışma sahası olması ve bu durumun sosyal yapıya yansıyarak toplumsal dinamikleri tahrip etmesi gitikçe çözüme dönük tüm çabaları anlamsızlaştırmakta ve çözümsüz bırakmaktadır. Ülkedeki ABD-İran eksenli ayrışma, Şia-Suni, Arap-Kürt çelişkilerine güncelde İran yanlısı Şia, Arap milliyetçisi Şialar arasındaki çelişki,bölünme ve çatışmalar eklenmiştir. Bu durum Kürdistan bölgesine daha yıkıcı biçimde yansımaktadır. Bir yanda KDP-Yekiti arasındaki bölünme ve karşıtlaşma zirve yapıp-kamuoyu nezdinde bir-birini ihanet, hırsızlıkla suçlanma halini alırken, diğer yanda hem KDP, hemde Yekiti kendi içlerinde derin bir ayrışma ve kriz yaşamaktadırlar. Petrol fiatlarındaki keskin düşüş ve hayatın her alanına sirayet eden yolsuzluk sonucu Irak merkezi hükümeti ve Kürdistan bölgesel hükümeti memur maaşlarını ödemeyez hale gelmiş ve en hayati kamu hizmetlerini yürütemeyecek durumdadır. Kazimi’nin hükümet kurması sonrasında göreceli bir iyimselik havası oluşsa da başta Bağdat ve Nasıriye olmak üzere birçok kentte salgın hastalığa rağmen halk eylemlilikleri sona ermemiştir. Mevcut durumda bir çok büyük yerleşim alanında hükümetin, hatta devletin varlığı sembolik düzeydedir. Bu tür alanlarda esas otorite yerel güçler ve halktır. ABD ve İran’ın zımmi uzlaşmasının ürünü olarak şekillenen hükümetin mevcut tabloyu değiştirme gücü olmadığı gibi, halkın acil ve ertelenemez ihtiyaçlarını karşılama imkanı da bulunmamaktadır. Bu nedenle Irak’da dini otorite kabul edilen Gazzali bile ‘Allah’da gelse bizim sorunlarımızı çözemez’ demektedir.
Başur Kürdistan ise hem kendi iç sorunları, hem de Irak’daki bölünmüşlüğün, kaosun yansımalarını fazlasıyla yaşamakta, sorunları her geçen gün derinleşmektedir. En son YNK yetkililerinin ‘ hükümetten çekilme dışında bir seçenek yoktur’biçimindeki açıklamaları durumun özetlenmesidir. Burada bir kaç ailede de somutlaşan aşırı zenginleşme, olağanlaşan yolsuzluk,kanunsuzluk ve buna ters orantılı geniş halk kitlelerinde katlanamaz hale gelen yoksuluk, artan baskılar gitikçe toplumsal yapıyı eriten bir asit işlev görmektedir. Bölgesel hükümet memur maaşlarını ödeyemediği gibi, zorunlu kamu hüzmetlerinide asgari düzeyde yerine getirmemektedir.
TC, bölgedeki vekalet savaşlarının esas yürütücü gücüdür. Tarihsel olarak Halklar ve inançlar düşmanı karekteri ve yayılmcı emellerini günceleyip-sentezleyerek ,bir yıkım aracı olarak küresel güçlerin hizmetine sunmuştur. Bu durumu ile Suriye, Libya, Kürdistan, Irak vb. tüm bölgelerde küresel güç merkezlerinin paralı askeri gücü ve yıkım aracı olarak rol oynamaktadır. Bu konumlanması ile tarihte olduğu gibi günceldede varlığını öncelikle Kürt soykırımına endekslemiştir. Bir akrep misali yok etmek isterken kendisi yok olmaya doğru gitsede bu emelinde vazgeçmemektedir. ABD ile Rusya arasında kendini pazarlama ve şantaja dayalı olarak kurmak istediği denge politikası gelinen aşamada onu her iki güç nezdinde güvenilmez,birlikte iş yapılmaz mafyatik bir merkez haline getirmiştir. Neo osmanlı hayalleri ile giriştiği yayılmıcı politika dışta tamamen kuşatılmasına ve her yerde dışlanmasına yol açmıştır. Katar vb. birkaç şehir devleti dışında asgari düzeyde ilişkisi, itibarı ve güvenilirliği kalmamıştır. Tüm uğraşları vekalet savaşında yeni roller üstlenme ve kendini pazarlama üzerinedir. İçte ise devlet yapısı tamamen çeteleşmiş, ahlaki değerler sisteminde dibe vurmuş, ekonomisi iflas etmiştir. Geliştirdiği tüm faşizan saldırı, yasak-baskılara rağmen halk muhalefetini ezememiş, kendisi çözülmeye başlamıştır. İçteki siyasi belirsizlik, ahlaki çöküntü, idari olarak felç hale gelme, savaşın yaratığı yükle iflas noktasına gelen ekonomik durumla birleşince sistem sürdürülemez hale gelmektedir. En iyimser analizciler bile mevcut haliyle TC ekonomisinin sonbahara kadar dayanmayacağını ifade etmektedirler. Özellikle Suriye, Libya, Kürdistan savaşları TC için gerçek anlamda birer bataklığa dönüşmüştür.
Her yönüyle kaos durumunun hakim olduğu bölgede, TC, Kürdistan halkı ve kazanımlarına karşı’nın yürütüğü soykırım savaşını zirveye taşımak istemektedir. Bir yanda halka dönük yoğun baskı-tutuklama gerçekleştirilirken, diğer yanda parçalar gözetilmeden sınırsız bir saldırı dalgası yürütülmektedir. Halkın ve kazanımların temel güvencesi gerillaya, öncü militanlara karşı girişilen yoğun saldırılarla, halk öncüsüz ve örgütsüz bir hale getirerek tarihine ikinci Ermeni Soykırımını yazdırmak istenmektdir. Bu amaçla savaşı sadece bir alana ve zaman dilimine sıkıştırmadan,sınırsız bir zamana ve hayatın her alanına taşınmıştır. Yürütülen savaş merkezinde piyadenin yer aldığı klasik orduların savaş tarzı yerine, daha çok gelişkin tekniğe ve istihbarat operasyonlarına dayanmaktadır. Şengal, Maxmur, Medya savunma alanları, Haftanin, Kobani ve en son Süleymaniye’deki saldırılar soykırım amacının teknik ve istihbarata dayalı operasyonlarla sonuca götürme çabasıdır. Bu durum siyasi, sosyal, diplomatik ve iktisadi kuşatma ve amborgolarla tamamlanmak istenmektedir. Bu yolla varlığını Kürtlerin soykırımına endeksleyen sistem iç krizlerini görünmez kılmak, yönetilir hale getirerek ömrünü uzatmak istemektedir.
Bu saldırıları boşa çıkarmak ise ancak doğru strateji, yaratıcı taktikler ve çelikten disiplinle yönetilen kurumsallaşmış bir örgütlülükle mümkündür. Bu ortamda başarı-başarısızlığı, zafer yâda mağlubiyeti yaratacak olan silah gücü, maddi imkânlardan çok, doğru strateji, taktik, örgütlenme ve kurumsallaşmadır. Bu gerçekliği özgürlük isteyen, bu uğurda mücadele edip-bedel ödeyen herkes kendinden başlatarak, içinde bulunduğu ortama hakim kıldığı oranda faşizmin topyekûn saldırılarını boşa çıkarmak ve hamlesel çıkış yapmak mümkündür. Son yaşananlar bu durumu fazlasıyla kanıtlanmıştır. Bir çok devleti felç edecek son hava saldırılarının boşa çıkarılması, Kürdistan gerillasının Haftanin’de yaratığı direniş destanı ve baharla birlikte bir-birini besleyen, güçlendiren ve her geçen gün yaygınlaşan gerilla direnişi bunu kanıtlamıştır. Bu konuda gelişen saldırı düzeyinin iyi görülmesi,buna karşı sabırlı hareket edilmesi, aklı ve inancı birleştiren bir duruşun sahibi olunması düşman saldırılarını boşa çıkaracağı gibi, zaferinde teminatı olacaktır.
Can Toprak
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi