Garê hezimetinden sonra daha da netleşmiş olan şey, Erdoğan-Bahçeli Türkiye’sinin kendini satışa çıkarması oldu. Bana öyle geliyor ki son haftalarda gündeme alınan tüm konular Erdoğan-Bahçeli Türkiye’sinin kendini pazarlama tarzıyla tartışılıyor. Bir imkan yaratıp biraz daha güç toplayarak kendini pahalıya satmak için de Kürtlere ve Türkiye demokrasi güçlerine saldırıyor. Kürt siyasetinin ve demokrasi güçlerini sahne dışına iterek yerlerini kapmak istiyor. HDP’nin kapatılması, tutuklamalar bu saldırganlığın sonucunda ortaya çıkıyor.
Kendini satışa çıkarma meselesinde iki farklı görüş daha doğrusu fiyat koyma durumunun yaşandığı da görülüyor.
Birinci görüş Kürt soykırım politikaları ve demokrasi güçlerini tasfiye ederek ‘bu ülkede bizden başka kimseye yer yok, bu ülke ile iş yapmak isteyenler, siz bize mecbursunuz’ görüşüne dayanıyor. Bu ‘fiyat’ koymaya Bahçeli ve SS pazarlama müdürlüğü yapıyor. Erdoğan bu iki müdürün istediği biçimdeki pazarlama işini kendi çıkarına göre ayarlamaya çalışıyor. Şöyle ki; Bahçeli ve SS HDP kapatılsın, demokrasi güçleri ortadan kaldırılsın diyor. Erdoğan tamam diyor. Ancak bu işi seçimlerde daha fazla oy nasıl alırım hesabıyla yapmaya çalışıyor. Bu durum aralarında gerginliğe yol açıyor. Mesela, Berat Albayrak’ın ailesinin TV kanalının Garê hezimetinden sonra SS’i çıkarıp konuşturması, bu konuşma sırasında SS’in Erdoğan’ın temsil etiği devletle KCK arasındaki ilişkiyi sağlayan HDP’lilerin bu işi yaparken çektikleri resimleri ki hemen her yerde bulunan fotolardır, ekranda vermesini ‘Erdoğan’a mesaj verdi’ diyenler oldu. Bu yerinde bir yorumdur. Ve nedeni de anlatmaya çalıştığım kendini pazarlama işinde ‘alıcıların’ seçilmesinde aralarındaki çelişkilerin sonucudur.
Yaşananlar Erdoğan ile Bahçeli arasında giderek mesafe açılacağını gösteriyor. Erdoğan kişiliksiz ve korkak biridir. Sadece çıkarları söz konusu olduğunda cesaretli olabiliyor. Bahçeli bunu biliyor. Fakat ABD’de bunu çok iyi biliyor. Sanki ABD Erdoğan’ın çok zorlandığını bildiğinden havuç-sopa yöntemiyle, Bahçeli-SS-Perinçek kişilikleriyle kendini dışa vuran devlet kliğine karşı kullanabilir miyim diye düşünüyor. Bunu şuna dayanarak söylüyorum; Son bir ay içinde Erdoğan kendini ABD’ye kabul ettirmek için kırktan fazla takla attı. Ama henüz karşılık bulamadı. ABD’nin Bıden ile birlikte Erdoğan’a verdiği gözle görülür destek Garê saldırısına yeşil ışık yakması oldu. ABD, TC’nin Garê’de istediği sonucu alması halinde Erdoğan eliyle yeni bir darbe bile yapabilirdi. Bu olmayınca Bahçeli-SS-Perinçek yüzlü devlet kliği darbe yapma sürecini başlattı. Böylece HDP’nin kapatılmasını gündeme almaya başladılar. Her zaman olduğu gibi Erdoğan bu darbeyi kendi lehine çevirmeye çalışıyor. HDP tümden kapatılırsa mı yoksa bir gurup milletvekilinin vekilliği düşürülürse mi daha kazançlı çıkar hesabı yapıyor. Aslında Garê saldırısınnda istediğini alsaydı, HDP’yi tümden bizzat kendisi kapatacaktı, büyük yalan makinesine daha da yüklenecek ve baskın seçime giderek kazanmaya çalışacaktı. Olmadı. HPG buna izin vermedi.
Erdoğan’ın durumu tehlikededir. Tehlikeye girince yanındakileri satabileceğini bilenler kendilerince tedbir almaya başladılar. Garê planları tutmadığı için kendisine güvensizlik daha da artmıştır. Bahçeli-SS-Perinçek devletinin elemanlarından olan ordu istihbaratının eski şefi devlet adına Paris’te üç Kürt kadın devrimcinin katledilmesini üslenmesi de Erdoğan’a mesajdır. Çünkü MİT dış operasyonları eskiden başbakan şimdide cumhurbaşkanının onayı ile gerçekleşiyor. İsmail H. Pekin’in Paris katliamını MİT yaptı demesi cinayetin talimatının Erdoğan tarafından verildiğinin itiraf edilmesidir. Ben bu adamın ağzından en az üç defa Erdoğan’ı dolaylı yoldan öldürmekle tehdit eden sözler duydum. Hem de Türk basınında. Demek ki bu kanat Erdoğan’ı kontrol altında tutan militan kanat oluyor. Söyledikleriyle Erdoğan’a ne kadar güvenmediklerini, gerekirse öldürebileceklerini her fırsata dilendiriyorlar. Bundan olacak ki 28 şubat postmodern darbe denilen darbenin yıl dönümünde Erdoğan ’28 şubatın farkındayım’ diyerek bu kesimlere mesaj verir gibi konuştu. Unutmayalım 28 şubatın en amansız destekçisi Perinçekçilerdir.
Erdoğan, Bahçeli-SS-Perinçek yüzlü devletin esiri, rehinidir. Erdoğan’ın İşi Kürt katliamıdır. Görevi Kürt soykırımını tamamlamaktır. Erdoğan, Bahçeli-SS-Perinçek yüzlü devletin cinayetlerinin azmettiricisidir. Zaten Pekin’de bunu söyledi. Bunu yapmazsa yukarıda da anlattım öldürülecektir. Öldürülme korkusu ve parasal çıkarlar, Erdoğan’ı bu adamlara çalışmaya zorluyor. Fakat artık çalışacak takati kalmamıştır. Çalışmayınca ‘emek’ bulamayacağını bildiğinden kendini pazara çıkarmıştır. Çıkarmıştır çıkarmasına ancak kendini istediği müşteriye istediği fiyata satma özgürlüğü yoktur. Bana göre ABD tam olarak bunu görmektedir. Ve bu durumu derinleştirmek için çalışmaktadır. ABD bu çelişkiyi derinleştirmek için Kürtler üzerinden Erdoğan’a yeni tavizler vermek peşindedir. Garê saldırısı bu çerçevede gerçekleşmiştir.
Peki Erdoğan ve onun şahsında temsil edilen devlet kendini daha başka nasıl kurtarabilir. Elinde ne tür imkanlar, fırsatlar var? Yaşanan gelişmeler dış politika kaynaklı iki önemli argümanlarının olduğunu gösteriyor. Birincisi İran ile gerginlik politikası ikincisi Rusya ile arasına mesafe koymasıdır. Rusya ile arasında mesafe koyması şu günlerde pek mümkün görünmüyor. Arasını açmaya çalışsa Bahçeli-SS-Perinçek yüzlü devlet onu sıkıştırır. İstediği kıvamda ABD ve AB ile ilişkilendirir. Ondan Kürt soykırımını tamamlamak için ABD ve AB (Almanya)dan icazet almasını, destek bulması karşılığında Rusya ile arasına mesafe koymasını kabul edebilir. İran ile gerginlik meselesi daha çetrefili bir konudur. Önce İran’ı, Irak ve Suriye de zorlamak isteyebilir. ABD’nin istediğinin tümüyle bu olmadığını biliyoruz. ABD Türk devletinin Azerbaycan ve Azeriler üzerinden provokasyon yapmasını istiyor. Bana göre ABD Türkiye İran savaşına da sıcak bakıyor. Erdoğan’ı Halkbank, Kürt soykırım dosyaları, doğu Akdeniz gibi dosyalarla zorlayarak buna mecbur etmeyi bile deneye bilir.
Şimdi sorun şu; Büyük Türk devleti dünya lideri sayesinde nasıl bu hale geldi. Neden sokak pazarlamacılar gibi ‘beni alın beni alın’ diye basbas bağırıp duruyor? Bu soruya cevap vermek için ne çok iyi bir analist ne Türkiye uzmanı ne de öngörüsü yüksek biri olmak gerekmiyor. Kürt düşmanlığı Türkiye devletini bu hale getirmiştir. PKK ile savaşında kazanamaması bu sonuca yol açmıştır. Oysaki aldığı bunca riski PKK ile barışarak alsaydı sonuç bu anlattıklarımın tam tersi olurdu. Kürt halk önderi Abdullah Öcalan kendilerine çok büyük bir fırsat ve imkan sunmuştur. Bunu değerlendirmeyince mevcut tablo ortaya çıkmıştır. Gelinen noktada istese de artık Kürtler de kendisini desteklemeyecektir. Benim gibi düşünen milyonlarca Kürt uçurumda asılı Erdoğan-Bahçeli devletine bir tekmeyi de biz vuracağız deme noktasındadır.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi