Bir taraftan Muhalefet adına Kemal Kılıçdaroğlu Kürdistan’da Kürtlere karşı tam bir özel savaş elemanı gibi hareket ederek, Kürtleri yanına çekmeye çalışmaktadır. Diğer taraftan Tayyip Erdoğan adlı Kürt soykırımcısı ruh ikizi Devlet Bahçeli ile birlikte tüm gücü ile çöktürme planını uygulamaya çalışmaktadır. Ama tüm bunların yetmediği görülmektedir. Bu nedenle Önder APO üzerinde bir buçuk yıldan bu yana uygulanan ağır tecridi psikolojik işkence eşliğinde sürdürülürken, bir özel savaş uygulaması olarak “Edirne’deki İmralı’ya hesap verecektir” söylemi ile yurtsever halk kesimleri içinde bir ikilik yaratma, o olmuyorsa bir tereddüt oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Bu durumda hem iktidarda bulunan Kürt katili Tayyip Erdoğan hem de, sözüm ona Tayyip Erdoğan’a karşı muhalefet etme adına Kürt soykırımının mimarı CHP’nin genel başkanı K.Kılıçdaroğlu, bir noktada buluşmaktadırlar: Kürtleri bölme, parçalama, kazanma ve yönetme! Zaten 1923 yılından bu yana egemen sınıflar iktidar mücadelesi için ayrı partiler adına örgütlenip iktidar-muhalefet adına birbiriyle en sert bir biçimde mücadele yürütürken bile, Kürt ve Kürdistan hakkındaki politikalarının ana ekseni şark Islahat planının başarıya ulaştırılmasıdır.
Tam da, Faşist TC’nin 7 yıldan bu yan tüm imkanlarını kullanarak Kürdistan özgürlük gerillasına saldırı üstüne saldırı yaptığı, fakat artık, çökertme planını başarıya ulaştırma yerine, siyasi, ekonomik, hukuki, kültürel vb. bir çözülmeyi yaşadığı, askeri olarak da yenilgiyle yüz yüze kaldığı bir durumda birden bire, bazıları tarafından her iki tarafın da kullanabileceği bir can yeleği ortaya atılmaktadır.
Nedir bu can yeleği? Kim atıyor?
Son günlerde ‘PKK’nin silah bırakması gerektiğine’ ilişkin bir tartışma gündeme oturtulmak istenmektedir. Hem de uzaktan-yakından savaş ile bir ilişkisi olmayan, hayatları boyunca silah,bomba görmemiş, barut gazı, kimyasal bomba gazı solumamış kişilikler,oturdukları yerden PKK’ye silahları susturma ve bırakma çağrısını yapabilmektedirler.
Böyle çağrı yapıldıktan ve K.Kılıçdaroğlu, çağrı sahibine “HDP’nin Türkiye partisi olması yolunda atılan çok ciddi bir adım. Bunun devamının gelmesi lazım. Bunun partinin diğer organları tarafından da dillendirilmesi lazım.” diyerek bir kamyon dolusu övgü düzdükten sonra, bu kez faşizme ve soykırımcı savaşa karşı tek sözleri olmayan ‘aydınlar’ devreye girdiler. Öyle anlaşılıyorki, Türkiyelileşme eşittir, PKK’ye silah bırakmasını dayatmaktır. Bir adım ötesi de, dünyada milyonlarca insanın PKK’yi terör örgütü listesinden çıkarmaya çalıştığı bir dönemde, PKK’yi sahipleri gibi terörist ilan etmesini dayatmaktır.
Zaten Faşist TC’nin resmi ideoloji ve politikası neydi ki? Onların hepsi de, PKK özgürlük gerillasına kayıtsız şartsız silah bıraktırma temelinde çağrı ve baskı yapmadılar mı? Şimdi bazıları Kürtlük, demokratlık ve yurtseverlik adına bunu yapmaktadır….Yazık!
Hangi dönemde?
Şengal’in soykırım saldırısınının yıldönümüne birkaç gün kala!
Önder APO üzerinde bir buçuk yıldan bu yana ağır bir tecridin sürdüğü, tek bir sözünün dahi dışarıya çıkılmasına izin verilmediği bir dönemde!
Dünyada kapitalist modernite güçlerinin hızla militarizasyona yöneldiği,Kürdistan’da ise yukarda söylediğimiz gibi düşmanın çöktürme planında direttiği ve tüm imkanlarını Kürdistan özgürlük gerillasını imha etmeye, yarattığı tüm değerleri ise ortadan kaldırmaya yöneldiği bir süreçte “PKK silahı susturmalı ve bırakmalı” denilmektedir.
Bununla bir taraftan çok karşıymış gibi durduğu AKP-MHP faşizminin tam da istediklerini tekrarlamış, yapmış bir konuma düşülmekte, öte yandan da, Kürt soykırımının mimarı CHP’ye de, Kürt oylarını açık hale getirme gibi bir yardım sunulmaktadır.
Türk Özel savaş kalemşörlerinin habire alttan alta,”İmralı ya gidilecek,ha bugün ha yarın,şu kişi gidecek,olmadı bu kişi gidecek” dedikleri bir dönemde…
Hem de, Kürt halkının, gençlik ve kadının savaşa, gerillaya, direnişe, serhıldana odaklandığı bir durumda….Herkesin gerilla direnişi etrafında harekete geçmeye çağrıldığı bir zamanda…silahları susturun,bırakın, ne demektir? Kime hizmet etmektedir?
Soykırım kıskacındaki bir halkın kendini öz savunmalı kılması, böyle bir gündeme kilitlenmesi niye bu kadar rahatsız edicidir?
Kapitalist modernite sistemin krizden çıkışın yolunu savaşta ve bunun için de silahlanma üstüne silahlanma yaptığı, kazananın yaşayacağı, kaybedenin ise her türlü sömürüye ve yokoluşa açık hale geleceği ve bu ortamdan yararlanarak Faşist TC’nin mutlak soykırımı dayattığı şu günlerde Kürtlerin kendi topraklarını, onurunu savunmak için silaha sarılması neden bazılarının mutluluğunu bozuyor?!
Önderlik, “Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır.” Diyordu. Peki,tarihe ve toprağa başka türlü nasıl sahip çıkılacak? Tepeden tırnağa militarize olmuş soykırımı planını sonuca vardırmaya çalışan bir güç nasıl durdurulacaktır?
Bu ölüm kalım savaşında seçim, oyların ve siyasetin değil,-bunların yerine-zamanına göre önemini yadsımamakla birlikte- fiili gücün her şey olduğu bir durumda bulunuyoruz. Böylesi bir durumda Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü garanti altına almanın yolu devrimci halk savaşını geliştirmekten geçmektedir. Bunun içinde Türkiyeli devrimci demokratik güçleri ile sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmek gerekir. Başka türlü Kürtler 21. YY’da da ezilmekten kendilerini koruyamazlar. Türkiye halkları da demokrasi ve özgürlük yüzü görmez. Bu da öz düşünce ve öz güce dayalı bir felsefe ile mücadeleyi gerekli kılmaktadır.
Böylesi bir süreçte silahların tartışılması akıl karı değildir. Gündemi geriye çekmektir. Eğer Türk sömürgecilerine, Önder APO üzerindeki tecriti öncelikle kaldır, Kuzey Kürdistan’daki soykırımcı savaşı durdur,güneyi işgal etmekten vazgeç,anayasanın tekçi,ırkçı,inkarcı maddelerini değiştir dedikten sonra, PKK ateşkes yapmalıdır,deseydi belki bir anlamı olabilirdi. Silahlar keyfi olarak ele alınmamış ki,keyfi olarak bırakılsın veya susturulsun.
Tüm bunlar birer gerçeklik iken, tam da böylesi bir süreçte silahları bırakması gereken PKK ise bu şu anlama gelir. “PKK bütün bu sorunların kaynağıdır.Dolayısı ile PKK silahları bırakmalıdır. Çünkü gerçek barışın önünde engeldir.” Peki bu kimin tezi,iddiası veya görüşüdür? O halde gerçek barış isteyen Türk devleti, savaşı isteyen PKK mi oluyor?
En çok savaşanlar gerçek barışı ister ve ararlar. Çünkü savaşın da,barışın da anlamını yaşarken iliklerinde hissederler. Ama Che Guevara’nın dediği gibi adına barış denilen rezilce barışları değil. Zaten PKK öncesi süreç, Türk devleti için barış yıllarıdır. “PKK Türkiye’de barışı, refahı, istikrarı bozdu” demelerinin anlamı tam da budur. Onların barıştan anladıkları Kürtlerin sessizce yok edilişlerine razı olmalarıydı ve bunun adına da barış diyorlardı. Tıpkı Roma’nın bütün halkları, Ortadoğu, Kuzey Afrika’nın bütün halklarını köleleştirdikten,Akdenizi bir Roma gölü haline getirdikten sonra adına Pax Romana, dedikleri gibi bir barış! Tıpkı Pax Biritannica, Pax Americana … Türk barışı da aynıdır.Zaten önce de, Pax Ottomana demiyorlar mıydı?
İşte biz bu barışa rezilce ve utanmazca barış diyoruz. Biraz ulusal-toplumsal sorunu kendisine dert edinenler böyle ucuz çözüm ve barış söylemlerini kullanırken bin kez düşünmelidirler. Şimdiden bir eylül dünya barış gününe hazırlananlar olduğunu biliyoruz. İnanıyoruz ki şu anda hem bu dünyadaki savaşların zeminini döşeyenler, kışkırtanlar ve bundan büyük karlar sağlayanlar, 1 Eylül’de barış üzerine nutuk çekeceklerdir.
İşte Che Guevara’nın sözünü ettiği sahtekarlık ve rezilce barış buydu. Kimse Kürtlere, Kürdün silahsızlandırılması, teslimiyete ve mücadelesizliğe, sömürgecilere hizmet temelinde çağrıda bulunmamalıdır. Ve yine kimse Kürtlerin kendi yok oluşlarına razı olmayı da ‘barış’ olarak sunmamalıdır.
Fırat ALİ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi