24 Aralık 2010 Cuma Saat 13:41
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, demokratik özerkliğin “Kürt tarafının çözüm projesi olduğunu belirterek, bu sistemin olduğu her yerde o özerk sistemin kendisine ait bayrağı, amblemi ve onu yürütecek meclisinin de olacağını vurguladı. Karayılan, çok tartışılan öz savunma konusunda ise “Öz savunmanın biçimi devletle yapılacak müzakerelerle netleştirilir dedi.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, son dönemlerde Türkiye siyasetinde Kürt sorunu etrafında yaşanan tartışmalara ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. ANF’nin sorularını yanıtlayan Karayılan, demokratik özerklik konusundaki görüşlerini ifade ederken, “Her şeyden önce çağımızda merkeziyetçi, bürokratik yönetim sistemleri giderek aşılmaktadır diye vurguladı.
AKP hükümetinin tepkisi için “Çözüm zihniyeti oluşmamıştır. Mesele budur. Eğer bir çözüm zihniyeti oluşmuş olsa bu tür tartışmaları da hoş karşılama olurdu diyen Karayılan, Kürt halkının iki dilli yaşamı kurması gerektiği çağrısında bulundu.
Karayılan’ın sorularımıza verdiği yanıtlar:
BU PROJE KÜRT TARAFININ ÇÖZÜM PROJESİDİR
*Demokratik özerklik tartışmaları ile başlayıp ana dil kampanyası ile devam eden süreç şimdi Demokratik Özerklik Çalıştayı ile yeni bir tartışmayı başlattı. Çalıştayı ve bileşenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Kürt sorunu açısından Türkiye önemli bir sürece girmiş bulunmaktadır. Aynı biçimde Kürt Özgürlük Hareketi de çok tarihi bir aşamayı yaşıyor. Önder Apo’nun çabalarıyla bugün Kürt sorununda barışçıl ve demokratik bir sürecin gelişmesi için önemli bir fırsat yaratılmıştır. Bu fırsatın doğru değerlendirilmesi, bu süreçte çözüm projelerinin gündemleştirilmesi ve tartışılması büyük bir önem taşımaktadır. Bugün bir eylemsizlik durumu vardır. Böyle bir süreci Önderliğimizden devlet tarafı talep etmiştir. Bu çerçevede diyalog halinde olan heyetin İmralı’da yürüttüğü bazı tartışmalar vardır. Kuşkusuz biz buna önemli bir değer biçiyoruz. Ancak pratikte gözüken herhangi bir gelişme yoktur. Yine kamuoyuna açık, çözüme dönük bir tartışma durumu da yoktur. AKP hükümetinin bu dönemde bir adım atma durumu söz konusu olmamıştır. “Demokratik açılım’ adı altında kendilerinin de izah edemediği ve esas olarak çözümü değil tasfiyeyi öngören bir tasarıları vardı, artık bundan da bahsetmiyorlar. Çünkü içi boş bir şeydi. Şimdi beş aydır yürürlükte olan bir ateşkes süreci var. Ama çözüme dönük ciddi bir adım yok, bir tartışma yok, hükümetin ortaya koyduğu bir proje yok. Devlet böyle bir adım atmış değil, AKP hükümeti bu yönlü bir çaba geliştirmiş değildir. Kürt tarafı olarak DTK’nın geliştirdiği çeşitli çabalar ve çalıştaylar vardır. En son geliştirdiği “demokratik özerklik çalıştay ıyla bu sorunun köklü çözümü nasıl olabilir konusu gündemleştirilmiştir, bu bir projedir. Bu proje esas itibarıyla Kürt tarafının bir çözüm projesidir, AKP’nin bir projesi yoktur. Kürt tarafı bunu ortaya koydu ve dolayısıyla sorun bu biçimde çözülebilir dedi. Kürt halkı bu biçimde “Türk devleti ile ilişki içinde olmak ve kendi özgür yaşamını örgütlemek istiyor tasarısını ortaya koymuştur. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Tamamen barışçıl, savaşı tümden bitirecek, kalıcı bir çözümü geliştirecek bir projenin tartışılması kadar daha doğru, daha isabetli ve daha doğal bir şey olabilir mi? Açıkçası Kürt tarafının yaptığı da budur. Bu anlamda biz DTK’nın yaptığını olumlu buluyoruz.
EN MAKUL ÇÖZÜM YOLU
Çalıştay bileşenleri daha geniş olabilirdi ama mevcut katılımcılar da çok değerli, konuya duyarlı, konu hakkında bilgi-birikimi olan insanlardır ve bunlar tartışmışlardır. Ortada bir tartışma taslağı vardır. Bu Kürt tarafının bir çözüm projesidir. Kaldı ki sadece şimdi ifade edilmiş değildir. Üç-dört yıldan bu yana demokratik özerkliğin bir çözüm formülü olarak gündeme konulması ve üzerinde durulması yönünde çok çeşitli çalışmalar yürütülmüştür. Bu açıdan DTK’nın geliştirdiği demokratik özerklik çalıştayı ve onun tartışma çerçevesi bu sorunun kalıcı çözümü için önemli bir projeyi içermektedir, diye düşünüyorum. Eğer bu sorunda köklü bir çözüm ve bir daha çatışmalara yol açmayacak bir adım atılmak isteniliyorsa bu proje çerçevesinde konunun gündemleştirilmesi ve konuya ilişkin karşılıklı tartışmalarla sürecin somutlaştırılması gerekmektedir. Köklü bir toplumsal sorun olan Kürt sorununda çözümün tek yolu budur. En makul çözüm yolu böyle olabilir.
ÖZ SAVUNMA SİVİL-SİLAHSIZ BİR ÖZ SAVUNMA ÖRGÜTLENMESİDİR
*Demokratik Özerklik taslağının özellikle özsavunma alanı ya anlaşılmadı ya da Türk cenahını ürküttü. Bu konuda sizin uygulamaya dair net bir çerçeveniz var mı?
-Bundan bir süre önce yine DTK tarafından yayınlanan bir bildiri ile gündeme giren öz savunma örgütlenmesi tartışmaları olmuştu. Şu an geliştirilmeye çalışılan öz savunma daha çok toplumsal düzeni muhafaza etmek, düşürücü yönelimlere karşı toplumun kendisini savunmaya, bilinçlenmeye dönük öz savunmadan bahsedilmişti. Bahsedilen bu öz savunma sivil-silahsız bir öz savunma örgütlenmesidir. Düşünülen bu öz savunma faaliyeti bu çerçevede gündemleştirilmiştir. Yalnız ileri sürülen demokratik özerklik taslağındaki öz savunmanın farklı bir nitelikte olması gerektiğini düşünmek gerekiyor. Yani henüz demokratik özerkliğin tüm boyutlarıyla pratikleşmediği bir aşamada öz savunma sivil bir biçimde örgütlenmek durumundadır.
ÖZ SAVUNMA DEVLETLE MÜZAKERELER SONUCU NETLEŞEBİLİR
Ama demokratik özerkliğin devlet tarafından kabul görmesi ve demokratik özerk Kürdistan’ın oluşum sürecinin tamamlanması temelinde geliştirilecek olan öz savunmanın biçimi devletle yapılacak müzakerelerle netleştirilir. Doğal olarak özerklik sisteminin resmileşmesiyle birlikte öz savunma da biçim değiştirebilir. Örneğin sivil kurumlara bağlı bir güvenlik gücü veya bir asayiş gücü olarak düşünülebilir. Bu açıdan şu an için düşünülen öz savunma ile ilerde resmileşecek özerk Kürdistan’ın öz savunma örgütlenmesinin farklı olacağını belirtmek mümkün.
KÜRT BAYRAĞI VE MECLİSİ ELBETTE Kİ OLACAK
Bu tür hususlar daha çok müzakerelerle netleştirilecek hususlardır. Eğer demokratik özerk Kürdistan olacaksa elbette bunun yerel kurumları olacaktır. Bu sivil-yerel kurumların denetiminde bir öz savunma gücünün de olması pekala doğaldır. Yine özerkliğin olduğu yerde elbette ki bu özerkliği geliştirecek olan bir meclis ve onu sembolize eden bayrakları olacak. Ama bunların yerinde olmayan konular olarak gösterilmeye çalışılması bir çarpıtmadır. Demokratik özerklik sisteminin olduğu bir yerde o özerk sistemin kendine ait bayrağı, amblemi, onu yürütecek bir meclisi elbette ki olacaktır. Bir de demokratik özerkliği dar ele alma, bölünme paranoyalarıyla ele alma tutumu öne çıkmaktadır. Özellikle de topluma bir kısım basın ve siyasi çevreler yanlış yansıtmaktadır.
ZATEN MEVCUT BİRLİK ASKER VE SOPA ZORUYLA SÜRDÜRÜLEN BİRLİK
Her şeyden önce çağımızda merkeziyetçi, bürokratik yönetim sistemleri giderek aşılmaktadır. Bugün yeryüzünde Türkiye’deki gibi her şeyin merkezden kararlaştırıldığı merkeziyetçi, bürokratik, ulus-devlet zihniyetinin çok sığ ele alındığı yönetim ve devlet biçimleri çok azalmıştır. Gelişen teknoloji ve bilim giderek bu tür ağır merkeziyetçi sistemleri aşmaktadır. Evrensel çağdaş demokrasilerde, yerinde yönetim anlayışı gelişmektedir. Türkiye ister istemez böyle bir sürecek girmek zorundadır. Bugün öcü gibi görse ve korksa da eni sonunda böyle bir yönetim tarzına gitmek zorundadır. Dolayısıyla sadece Kürt sorunu açısından değil, gerçek demokrasinin gelişmesi için tüm Türkiye’de yerinde yönetim anlayışına dayalı yeni bir yapılanmanın geliştirilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleştirilmesinden yana olan kesimler şunu bilmeli ki tek elden yönetilen ve her şeyin Ankara’da kararlaştırıldığı bir sistemin demokratikleşmesi mümkün değildir. Demokratik bir toplum ve demokratik bir yapılanma geliştirilecekse önce sistemde bazı reformlara gitmek zorunludur. Bu açıdan Kürt tarafı olarak bizim sunduğumuz demokratik özerklik formülü tüm Türkiye için bir çözüm formüldür. Tüm Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için bir projedir. Ama diyelim ki Türkiye toplumu bunu şuan için benimsemiyor. O zaman salt Kürt sorununun çözümü için bu formülü bir çözüm anahtarı olarak geliştirmek gerekiyor. Biz Kürt sorununun çözümünde temel bir formül olarak görüyoruz. Ama bu genele de uygulansa demokrasinin gücü artacaktır. Salt Kürdistan’da böyle bir formülün uygulanması da Türkiye’yi demokratikleşmeye zorlayacaktır. Yani böyle bir uygulama bile Türkiye’nin demokratikleşmesinde rol oynayacaktır. Merkeziyetçi bürokratik bir yapının esnediği bir yerde demokratikleşmenin gelişim göstermesi olanakları daha da güçlenecektir. Bu açıdan her şeyden önce demokratik özerklik Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve gerçek anlamda demokratik bir cumhuriyetin gelişmesi için gereklidir. Bu bir. İkincisi, bölünme paranoyalarıyla yaklaşarak, “bölünecektir, bölüyorlar söylemlerinin tam tersine gönüllü, kalıcı birliği geliştirecek bir formüldür. Şuan mevcut durumda var olana birlik diyebilir miyiz? Şuan ki birlik dört yüz bin askerle sopa zoruyla sürdürülen bir birliktir. Biz bu zoraki birliği değil, gönüllü birliği geliştirmenin anayasasını oluşturalım, diyoruz. Anayasa bir toplumsal mutabakat belgesi değil midir? Eğer anayasa bir toplumsal mutabakat belgesi ise o zaman Türkiye cumhuriyeti anayasasında zoraki bir vaziyeti değil de gönüllü bir bütünleşmenin ön görülmesini içermesi gerekmektedir. Biz bu çerçevede yeni oluşturulacak demokratik anayasanın Kürt sorununun çözümünü de kapsaması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü temelde Kürt sorunu bir anayasal sorundur. Ama bunun öncelikle tartışılması gerekmektedir. Bunu tartışırken, yok öz savunma böyle olacak, şöyle olacak gibi korkularla, bu önyargılarla sorunun sağlıklı ele alınması mümkün değildir. Bu açıdan Türkiye’nin artık bir noktaya gelmesi, çağı doğru okuması gerekiyor. Kürt sorununun gelip dayandığı noktayı doğru görmesi önem taşıyor. Türkiye’nin bunları doğru görmesi çok önemli bir husustur.
ÖZAL 18 YIL ÖNCE ‘TARTIŞMADAN KORKMAMAK GEREKİYOR’ DEMİŞTİ
*İki dil ve demokratik özerklik gündeminin ardından cumhurbaşkanı, meclis başkanı ve içişleri bakanı açıklamalar yaptılar. Genelkurmay muhtıra verdi. Yargı harekete geçti. Ardından gündemde olmamasına rağmen “terör zirvesi toplandı ve hiçbir açıklama yapılmadı. Öncesinde AKP genelbaşkan yardımcısı Ömer Çelik “bu tartışmaların yapılması gerçek demokratikleşmeye yapılmış bir suikasttır dedi. Ancak bütün bunlara rağmen Başbakan henüz suskunluğunu bozmadı. Siz devletin bu refleksini nasıl yorumluyorsunuz?
-Çözüme herhangi bir hazırlığı olmayan ve Kürt iradeleşmesini henüz hazmetmemiş bulunan devletin ve hükümetin zirveler yapıp, konuyu görüşmesi anlaşılır bir şeydir. Çünkü bu Türkiye için çok önemlidir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye’nin çözülemeyen en temel sorunudur. Ancak devlet ve hükümet şimdiye kadar bir çözüm formülünü geliştirmekten ziyade sopayla çözmeyi esas almıştır. Artık sopayla çözülemeyeceği anlaşıldı. Ama ortada devletin ve hükümetin bir çözüm projesi de yoktur veya vardır ama gizlidir, açıklanmamaktadır. Eğer açıklanmıyorsa o zaman samimiyetten de uzaktır. Kürt tarafı çok samimi bir çözüm formülünü, projesini ortaya koyunca devlet ve hükümet hazırlıksız yakalanmış oldu. Bunun için toplanıp, yeni durum karşısında karar almaktadırlar. Özellikle dün akşam gerçekleşen zirve ardından hiçbir açıklamanın yapılmaması çok manidardır. Belli ki politika oluşturuyorlar ve bunu topluma da yansıtmak istemiyorlar. Zaten Kürt sorunu sürekli gizli kapılar ardından özel savaş politikalarıyla ele alınan bir sorun durumunda kalmıştır. Şimdi de öyle yaklaşmaktadırlar. Eğer tekrar şiddeti gündeme koymak istemiyorlarsa, gerçek anlamda Kürt sorununu şiddet dışı çözmek istiyorlarsa devlet ve hükümetin bu tartışmalardan rahatsız olmaması gerekirdi.
Daha 1993’te Özal bile “özerklik de tartışılmalı, federasyon da tartışılmalı diyerek, tartışmadan korkamamak gerektiğini 18 yıl önce dile getirmişti. Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde yerinde yönetim ve Kürt özerkliği vardır. Atatürk kendisi özerklikten bahsetmemiş midir? Bahsetmiştir. Ama daha sonra durumlar değişti, farklı koşullarda bastırma politikası gündeme geldi. İsyan ve isyanları katliamlarla bastırma süreci büyük trajedileri yaşattı. 1920’li ve 30’lu yıllardaşekillenen cumhuriyet sistemi kuşkusuz o günkü koşullarda dünya genelinde gelişen diktatöryal rejim biçimlerinden etkilenmiştir. Tek devlet, tek millet, tek dil olgusunu sopayla, zorla dayatma politikası sadece Türkiye’nin politikası değil, o zaman Hitlerin, hatta Sovyetlerin de bir biçimde politikasıydı. Yani genelde tekçi ve diktatoryal rejimler söz konusuydu. Fakat günümüze kadar çok köklü değişiklikler yaşandı ve dünyanın bütün toplumsal sistemlerinde değişmeler yaşandı, devletlerde de değişiklikler yaşandı. Ama Türkiye’nin cumhuriyet biçimi ve Kürt politikası daha 1920’lerin ve ‘30’ların politikasıdır. 1920’lerin ve ‘30’ların politikası başka bir halkın dilini, kültürünü şiddetle, sopayla zorla ortadan kaldırma politikasıdır. Günümüzde artık bu çağdışı bir zihniyet durumundadır. Türkiye’de hala birçoğu bu çağ dışı zihniyeti günümüzde de sürdürmek istiyor. Fakat artık bunun sürdürülmesi mümkün değildir.
ÇÖZÜM ZİHNİYETİ OLUŞMAMIŞ
Kürt sorununun artık bir toplumsal sorun olduğunu herkes bilmektedir. Eğer bir toplumsal sorun olmasaydı DTK’nın bu tartışması bu kadar yankı yaratmazdı. Sen bir toplumsal sorunu asker ve şiddet yoluyla bastırmak istiyorsun. Bunu yapamazsın. Devlet aklının bunu iyi görmesi gerekmektedir. Onun çözüm formülü nedir, bu formülü tartışmak gerekiyor. Kürtler olarak bizler çözüm formülünü ortaya koyuyoruz. Bu en makul çözüm formülüdür. Öyle bireysel haklar deyip, teğet geçerek, üstünden atlarım denilemez, bunu kimse de yutmaz. Artık Kürt toplumu o tür manevralara kanmaz. Bu toplumu tanıyacaksınız. 85 yıllık süreç içerisinde yaşanan büyük trajediler söz konusudur. Bugün çözüm fırsatı doğmuştur. Bunu doğru görmek, doğru anlamak ve buna doğru yaklaşmak lazım. Soruna ilişkin yapılanlar henüz bir tartışmadır, bir tartışma taslağı ortaya konulmuştur. Meclis başkanı bunun karşısında hemen savcılara çağrı yapıyor. Genelkurmay başkanı muhtıra mahiyetinde tehditler savuruyor. O zaman siz bu halkı ne yapacaksınız? Sorunu nasıl çözeceksiniz? Demek ki sizin zihniyetinizde sorunu hala şiddetle çözme vardır. Sizin zihniyetinizde hala savaş vardır. Bu muhtıra ve AKP’lilerin geliştirdiği bu tür saldırgan politikalar aslında onların Kürt sorununda gerçekliği kabul ederek çözme değil de, şiddeti dayatarak tasfiye ederek, zayıflatarak çözme zihniyeti taşıdığını ortaya koymaktadır. AKP’nin bir temsilcisi “bu geliştirilmek istenen gerçek demokrasiye bir suikasttır diyor, yani demokratik özerklik tartışmasını gerçek demokrasiye karşı bir suikast olarak görüyor. Neden böyle görüyor? Çünkü onun demokrasisi Kürtsüz bir demokrasidir. Kürtsüz bir demokrasi de gerçek olamaz. Uydurma bir demokrasi olur. Eğer sen Kürtsüz bir demokrasiyi düşünmüyorsan Kürt sorununun tartışılmasını demokrasinin temeli haline getirmek zorundasın. Kürt sorununu çözmeden ve tartışmadan demokrasiyi nasıl geliştireceksin? “Zamanı değil miş deniliyor. Üzerinden beş ay geçti, Mart ayına iki ay kaldı. Bu tartışma geç yapılan bir tartışmadır. Bütün Kürt tarafının demokratik kurum ve kuruluşları, devrimci hareket bu konuda bir eksikliği gidermiş olmaktadır. Ama AKP’li bay temsilciye göre bu tür konuların tartışılmaması gerekiyormuş. Neden? Demokratikleşmeyi önlüyormuş. En temel sorunu tartışmadan ne biçim bir demokrasi geliştirilecek ki? Bütün bunlar öteden beri Kürt gerçekliğini göz ardı eden ve inkarı esas alan siyasi bakış açısının bir sonucudur. Türkiye’nin en temel sorunu açık bir biçimde tartışılmadan, demokratikleşmede bir milim bile ilerlenemeyeceğini herkes bilmektedir. Ama Kürtsüz demokrasiyi düşünenler için durum farklı oluyor. Geliştirilen diğer bir çarpıtma ise “AKP’ye zarar vermek için yapılıyormuş çarpıtmasıdır. Bütün bunlarla hiç bir alakası yoktur. Belki AKP’nin oyalayıcı, “herkes sussun bana oyunu versin, ben kazanayım politikasına zarar veriyor olabilir. Ama bunun Kürt sorununun çözümünde ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde gerekli bir tartışma olduğu da açıktır. Fakat biz bu tür söylemlerin neye dayandığını biliyoruz. Çözüm zihniyeti oluşmamıştır. Mesele budur. Eğer bir çözüm zihniyeti oluşmuş olsa bu tür tartışmaları da hoş karşılama olurdu.
KÜRTLER ARTIK SUSKUNLUĞA YETER DİYEN, DİRENEN BİR HALKTIR
BDP “iki dilli yaşam demiş deniliyor. DTK demokratik özerkliği tartışmış ortamı germektedir, diyorlar. Halbuki siz sert karşı çıkışlarla ortamı geriyorsunuz. Şimdi Kürdistan’da iki dil yok mudur? Kürt halkının dilini kullanmasını yeniden yasaklayacak mısınız? Kendi dilini sadece evinin içinde mi konuşacak? Dükkanına neden bir tabela asamayacak? Doğal bir hak olan dile sınırlamaların getirilmesi nerede görülmüştür? Esasında geren kendileri, gerçeği yadsıyan, inkarı sürdüren kendileridir. Bu bir tarz haline dönüşmüştür ve her şeyi Kürtlere yükleme anlayışları vardır. Çünkü onların zihniyetine göre Kürtler aslında yoklar. “Kendilerini yok saymalı, sessiz olmalı biçiminde yaklaşıyorlar. Oysa Kürtler artık bu suskunluğa yeter diyen ve direnen bir halk durumundadır, artık susturulması mümkün değildir.
ÇÖZÜM PROJELERİ TARTIŞILMADAN NASIL ÇATIŞMA POZİSYONU AŞILACAK?
Bazıları da “silahların gölgesinde tartışma yürütülmez diyorlar. Otuz yıllık mücadele ve savaş gerçeğini görmek istemeyenler böyle konuşuyor. Zaten sorun çatışmalı durumu aşma sorunudur. Çözüm projelerini tartışmadan nasıl çatışma pozisyonu aşılacaktır. Eğer siz gerçekten Kürt sorununu çözmek ve artık Kürt sorununda şiddeti ortadan kaldırmak istiyorsanız önce siyasal çözüm projesini ortaya koyar, uygularsınız, ondan sonra sorun çözülünce zaten silah kullanmanın zemini de kalmamış olur. Ortada bir çatışma var ve sorun çözülmezse bu çatışmanın daha da derinleşme durumu söz konusudur. Bu çatışmanın dayandığı bir toplumsal sorun var. Sen bu toplumsal sorunun çözüm biçimini tartışmazsan bu tartışma ve çatışma ortadan kalkmaz. Konuyu saptırma, manipüle etme politikaları ile kimse bir yere varamaz. Kürt halkı önderliğiyle, özgürlük hareketiyle, bütün kurum ve kuruluşlarıyla sorunu ortaya koymaktadır. Siz bundan kaçamazsınız. Sorunun çözüm formülünü bu biçimde ortaya koymak çözüme dair bir iradeyi belirlemektir. Çözümde ısrar ve samimiyeti ortaya koymaktadır.
AKP ÇÖZÜM PROJESİ OLMADIĞI İÇİN TEPKİLİ
AKP hükümetinin çözüm konusundaki zihniyeti ve samimiyeti gelişmediği için çözüm projeleri karşısında bu kadar tepkisel yaklaşmaktadır. Bu konuda başbakanın ne söyleyeceği önemlidir. Ama henüz konuşmamıştır. Burada bir pay bırakmak istiyorum. Ama AKP’li birçok yetkilinin konuya yaklaşımı çözüm zihniyetini içermiyor. Sorunun barışçıl yöntemlerle çözüm formülüne karşı olmak, çözüm formülünün tartışılmasını bu denli tepki ve muhtırayla karşılamak, sorunun çözümünü istememek demektir. Kürt toplumunu bastırmadan ve inkar siyasetinden vazgeçmemek demektir. Esas olarak demokratik özerkliği bir bölünme paranoyası olarak göstermek isteyenler, bilinçli bir biçimde konuyu çarpıtanlar Kürt halk gerçekliğini ve yaşanan savaş gerçekliğini görmek istemeyenlerdir. Büyük toplumsal sorunu ve iki ayrı toplum gerçeğini görmek istemeyenlerdir. Herkesi Türk sayma tutumundan vazgeçmeyenlerdir. Çağdışı bir uygulamayla Kürt toplumuna zorla Türkleşmeyi dayatma politikasından vazgeçmeyenlerdir. 85 yıldır yüz binlerce insan katledilmiştir. Onlarca kere mecburi iskan kanunları çıkarılmış, binlerce köy yakılıp-yıkılmış, Dersim’den Zilanlara kadar katliamlar gerçekleşmiş, hala biz özerkliği nasıl veririz, diyorlar. Sanki kendileri keselerinden bir şey veriyorlarmış gibi yaklaşıyorlar. Bu zaten bu toplumun vazgeçilmez bir hakkıdır. Kendi kültürüyle, kendi diliyle kendini yönetme bir haktır. İnkar siyasetinin bu tartışmalar sürecinde bu biçimde nasıl kendisini dışa vurduğunu görüyorum bu tartışmalarda. Ama bütün bunlara rağmen iyi niyetli, sorunu düşünen ve çözmek isteyen birçok çevrenin de olduğunu görmüş oluyoruz. Türkiye’de basın-yayın, aydın çevrelerinde Türkiye’nin sorunlarını sahiplenmek isteyen, sorunu tartışmadan yana olan birçok çevre ve şahsiyetin olması da bize umut vermektedir. Zaten Türk halkının onuru ve gerçek vicdanı konumunda olan kişiler ancak bu sorunun çözümünde rol oynayabilirler.
KÜRT TOPLUMUNU ELE GEÇİRME PROJESİ
*Yüksekova ve Cizre’nin il yapılması politikasını da devletin bu sözünü ettiğiniz inkar politikasının bir devam olarak görmek mümkün mü?
-Evet o politikanın farklı bir biçimde pratikleşmesi olarak görülebilir. Geçen ağustos ayında içişleri bakanının bölgeyi gelip dolaşması sürecinde sarf ettiği cümleler vardır. Kapsamlı bir stratejik politikanın uygulanacağını ifade eden şeyler söylemişti. Biz zaten devletin Şırnak ve Hakkari’ye dönük yeni bir konsept oluşturduğunu söyledik. Bu sözü edilen kapsamlı stratejinin bir parçası olarak Cizre ve Gever’in il yapılması durumu ortaya çıkıyor. Bu konuda halkımız, yine demokratik Kürt siyasetçileri de görüş belirttiler. Yani iyi niyete dayalı bir il yapma durumu söz konusu değil. Halkımız bunu bilmelidir. Denetimi güçlendirmek, iflas etmiş şiddet politikalarında detaylarda derinleşmek, daha fazla güç ve daha fazla yerinde inisiyatif kullanıp, denetimi derinliğine sağlamak için yani şiddeti, baskıyı daha etkili uygulamak için il yapılma projesi gündemleştirilmiştir. Güvenlik kapsamı çerçevesinde düşündüklerini de saklamadılar. Bakan, komutanların da böyle onayladıklarını söyledi. Bugün AKP hükümetinin Kürdistan’da yapıp düşündüğü her şey aslında Kürt toplumunu cendereye, baskıya ve teslim almaya dönüktür. Örneğin barajlar politikası gibi projelerin hepsi ekonomik amaçlarla ele alınmıyor. Kürt toplumunu ele geçirme projesi olarak ön görülüyor.
Özellikle bu iki alan önemli alanlardır. Cizre, 1990 serhildanlarının öncülüğünü yapmış önemli bir serhildan ve direniş merkezi olmuş, öncülük rolünü oynamış, şimdi de aynı konumunu sürdürmekte olan önemli bir yurtseverlik merkezidir. Gever’in ise baştan beri yoğunlaşan yurtsever yapısı günümüzde toplumsal harekete öncülük yapma misyonu söz konusudur. Gever halkı onurlu direnişi ve fedakarlığı ile kahramanlığını ortaya koyan bir halktır. Her iki alanda bu tutumunu boykota katılma oranıyla ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla buraları bir nevi cezalandırma politikası söz konusudur. Fakat, sanki halka bir iyilik yapılıyormuş gibi de göstermek istiyorlar. Halbuki il yaparak daha fazla tepesine binme politikası hedefleniyor. Halkımızın bunu iyi görmesi gerekiyor. Belki halkın bir takım işlemleri açısından kolaylıklar da gelebilir. Zaten onlar bunu abartarak, kullanmak isteyeceklerdir. Ama iyi bilelim ki bu bir özel savaş projesi sonucu geliştirilmiş bir karardır, bir uygulamadır. Dolayısıyla kimsenin hayrına değildir. Ama bu tür tedbirler sonuçsuz kalacaktır. Halkımız buna karşı da gerekli tutumu alarak, bunu da boşa çıkaracaktır. Asıl olan AKP hükümetinin bu tür politikalardan vazgeçmesi gerektiğidir. Bu tür politikalardan vazgeçerek, Kürt halkının ve demokratik siyasetinin ortaya koyduğu çözüm formülü üzerinde durarak, ancak çözüm gelişebilir. Başka bir biçimde sonuç almaları mümkün değildir.
HALK İKİ DİLLİ YAŞAMI KURMALIDIR
*Kürtçenin mevcut yasaları zorlayarak fiilen bazı alanlarda da kullanılmasının, gelecekteki yasal düzenlemeler için etkili olacağını ve bu konuda yeterince teşvik edici olduğunuzu düşünüyor musunuz?
-Yasal düzenlemeler için etkili ve teşvik edici olabilir. Yalnız sorun o değildir. Sorun Türk devleti ve AKP hükümetinin çözüme dönük hiçbir fiili adımı atmamasıdır. Mesela Kürt diline ilişkin çokça şey söylenmiştir. AKP kendi propagandası için bir TV kanalı bile açmıştır. Fakat bir tabelanın Kürtçe yazılmasında sorun çıkarıyor. Sorunu çözmeye dönük atılan küçük adımlara bile tepki duyuyor. Kendini kapatıyor. Bu nedenle Kürt halkının çözümü kendi gücüyle geliştirme ve dayatma durumu ortaya çıkmıştır. Yani ortada çözüm isteyen bir halk var. Bu halk bu kadar sokaklara çıkıyor, çağrı yapıyor. Onlarca kez barış çağrıları yapıyor. Yine defalarca ateşkesler yapılmıştır. Çözüme gelmiyor. Çözüme gelmiyorsa o zaman ne yapmak gerekiyor? Kendi çözümünü kendin geliştirmek durumundasın.
Bu çerçevede halkımız her yerde iki dilli yaşamı kurmalıdır. Bu anlamda kendi sistemini her yerde geliştirmeli, meclislerini kurmalıdır. Kendi dilini her yerde kullanmayı esas almalıdır. Buraya devlet geliyorsa o zaman Kürtçeyi kaale almak zorunda, gerekirse Kürtçe öğrenecek ya da tercüman bulunduracaktır. Artık hiçbir mahkemede hiçbir yurtsever Kürt kendi ana dilinden başka bir dil konuşmamalıdır. Bunlar artık vazgeçilmez prensipler haline gelmiştir. Bu konuda dayatma mücadelesi zorunludur. Yoksa bekleyelim de AKP yasa çıkarsın. Ama AKP yasa çıkarmıyor. Seçimden seçime havale ediyorlar. Çözüm zihniyetinin gelişmesi söz konusu değil. O nedenle Kürt halkı çözüme dönük kendi projesi çerçevesinde adım adım uygulama sürecine girmek zorundadır. Dilini, kendi sistemini adım adım geliştirmek, kendisini bir iradi güç haline getirme, toplumsal konumunu bu biçimde örgütleyerek geliştirme ve çözümü olmazsa olmaz bir biçimde dayatmayı esas almalıdır. Bunu gerekirse direnerek, gerekirse örgütlenerek, nerede ne gerekiyorsa onu yapabilmelidir. Direnmenin gerekli olduğu yerde direnme, örgütlenmenin gerekli olduğu yerde örgütlenme, eylemin gerekli olduğu yerde eylemle bunu geliştirerek, kendi çözümünü kendisi geliştirerek, ortaya koyarak, çözümü herkese dayatmalıdır.
SİLAHLAR SUSTU, AYLAR GEÇTİ, TARTIŞAN YOK
*DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, ‘’Silahlar sussun bunu ondan sonra tartışalım diyenler, şimdi farklı bir yaklaşım sergiliyorlar’’ dedi. Katılıyor musunuz bu görüşe?
-Elbette ki doğru bir görüş ve tespittir. Kuşkusuz katılıyorum. “Silahlar sussun ondan sonra tartışalım denilirdi. Şimdi silahlar sustu, aylar geçiyor, tartışan yok. Tartışmayı başlatanlara da bu sefer “neden geriyorsun, suikast yapıyorsun diyerek tartışmayı bastırmak istiyorlar. Bir kere eğer insani bir yaklaşım olsa, adil bir adalet ve hukuk anlayışı olsa Kürtler bir takım yazar-aydın kesimlerle birlikte bir çözüm projesini tartışıyorsa bunu normal görür ve bunu hemen mahkemeye vermez ve hemen askeriye muhtıra gibi tehditler savurmazlardı. Mehmet Ali Şahin bir meclis başkanıdır. Olguları anlayışla karşılaması gereken bir kurum gibi hareket etmesi gerekir. Tartışmayı önemsemesi gereken bir kurumun başındadır. Yani meclisler tartışır, kararlaştırırlar. Şimdi bir yerde bir tasarı tartışılıyor, o hemen savcıları göreve çağırıyor, ihbarcılık yapıyor. Yani bir meclis başkanı nerede ihbarcı konumuna düşmüştür? Bir tartışma var, tartışmayı hemen bastıracaksın, ondan sonra “ben demokrasiyi geliştiriyorum diyeceksin. Demokrasi bir tartışma kültürü değil mi? Tartışarak, sorunları ortaya koyarak, bu temelde uzlaşı zeminini geliştirme, demokratikleşmenin temel bir ilkesi değil midir? O zaman niye bu kadar bağırıp, çağırma, zirveler üstüne zirveler toplayarak, kararlar alma neden? Belli ki Kürt halkının varlığı, bir güç, irade ve özerk bir yapılanmaya kavuşmasını hazmedememe vardır. Hala köle gibi denetiminde tutabileceğini düşünme vardır. Yani inkar siyasetinde bir türlü vazgeçmeme tutumu bu tür şeylere yol açmaktadır.
KÜRTLERİN TÜMÜNÜN ÇÖZÜMÜ DEĞİL DENİLİYORSA, KÜRTLER ARASINDA REFERANDUM YAPILSIN
*Bazıları, “Bu Demokratik Özerklik Tasarısı tüm Kürtlerin bir istemi değildir daha çok PKK ve BDP çizgisindeki Kürtlerin bir istemidir demektedir. Buna ne diyorsunuz?
-Kürt sorununun çözümünde Demokratik Özerklik projesinin Önder Apo’nun yeni paradigması çerçevesinde ortaya atıldığı ve çeşitli Kürt kurumları tarafından benimsenen bir çözüm perspektifi olduğu doğrudur. Bu anlamda ezici bir çoğunluğun hedeflediği bir çözüm formülü durumundadır. Kürt toplumda büyük çoğunluğun benimsediği ve arzuladığı bir çözüm formülüdür. Kaldı ki DTK platformu herkesi dahil etmek istemektedir. Özellikle tüm demokratik sivil toplum kuruluşlarının, yine samimi İslami kesimlerin ve farklı siyasal çevrelerin bir çatı altında bir araya gelerek çözüm perspektifinde bütünlük sağlama çalışmaları vardır. Bu konuda kimsenin dıştalanma durumu söz konusu değildir. Kürt sorununda çözüm projesi olan herkes gelebilir ve düşüncesini tartışmaya koyabilir. Biz tartışmaya açığız. Burada önemli olan bir sorun var ve bu soruna bir çözüm bulma arayışının somutlaşmasıdır. İlk kez Kürt cephesinde bu düzeyde bir netleşme ve somut bir proje düzeyine ulaşma söz konusudur. Bu projenin dayandığı çok güçlü, dinamik bir toplumsal yapı vardır. Hiç kimse bunu küçümseyemez. Bütün değişik Kürt çevreleri de bunu göz ardı edemez. Biz Kürt halkının Demokratik Özerklikle özgürleşeceğini, özgür-özerk Kürdistan’da demokratik yaşamı inşa edeceğini düşünüyoruz. Başka bazı Kürt kesimleri bunu da aşan federasyon, vb. çözüm formüllerini de savunuyor. Ama bize göre en makul ve kalıcı çözüm biçimi Demokratik Özerklikle mümkün olacaktır. Eğer böyle bir durum gelişirse tüm Kürtler buna katılır ve bunu sahiplenecektir. Biz buna inanıyoruz. Yani çözüme farklı bakış açısı olanlar da sahiplenirler. Bunun tersini iddia edenler varsa, ben de onlara karşı şunu söylüyorum: Hodri meydan! Demokratik Özerklik için Kürtler arasında bir referandum geliştirelim. Demokratik Özerkliği istiyor musunuz, istemiyor musunuz? biçiminde bir soruyla referanduma gidilebilir. Eğer AKP çevreleri tüm Kürtlerin bir istemi değil, sadece BDP ve PKK’nin bir istemidir diyorsa bölgesel bir referandum yasasıyla Kürtler arasında bir ay içerisinde referandumu yapılabilir ve gayet demokratik bir şey olur. Biz düşündüğümüz şeyin Kürdistan halkının çok ezici çoğunluğunun düşündüğünü söylüyoruz. Bunun tersini iddia eden varsa buyursun referandum yapsın. Kaldı ki farklı dil ve farklı kültürlere sahip olan toplumların bir arada, saygı içinde demokratik yaşamı inşa etme sistemi ancak ve ancak özerk yöntemlerle mümkün olabilir. Bu açıdan özerklik hem Kürt sorununun çözümünde hem de Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde artık kaçınılmaz bir olgudur.
KETUMLUK VAR
*Son zamanlarda Türk aydınları da ülkede sadece Kürt hareketi ve Öcalan’ın siyaset yaptığını AKP’nin de içinde olduğu geniş bir kesimin sadece izleyici olduğunu dile getiriyor. Bu durum Kürt siyasal hareketi açısından bir avantaj mıdır? Yoksa yeni bir dönemin yeni gerekleri konusunda dikkatli olmayı mı gerektirir?
-Daha doğrusu bir gerçektir. Yani Kürdistan’da Önder Apo gibi bir liderliğin şekillenmesi söz konusudur. Bu öyle sıradan bir liderlik ve sıradan bir şekillenme değildir. Tarih, toplum ve siyaset biliminde oldukça derinleşmiş, bir düzey söz konusudur. Bu biçimdeki bir Önderliğin hem Kürt halkına hem tüm Türkiye’ye yapacağı önemli hizmetler ve katkılar vardır. Biz bunu farklı durumda değerlendirmeye pek katılmıyoruz. Bunun hem görülmesi gereken olumlu yanları hem de olumsuz yanları vardır. Yani hem pozitif hem de negatif yanları vardır. Pozitif yanı önderliğin düzeyi Kürt özgürlük hareketinin derli-toplu olması, örgütsel yapısında, düşüncesinde konuları gündeme getirmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesiyle Kürt sorununun çözümünü dayatıyor olmasıdır. Ama negatif yanı ise karşı taraftan bu yönlü bir ketumluğun olması, bu yönlü bir üreticiliğin gelişmemesi, bir siyasal iradenin, bilincin, zihniyetin yeterli düzeyde gelişmemesi veya sorunun çözümü ve derinleşme açısından bir derinleşen düzeyin ortaya çıkmamasıdır. Yani sorunun çözümünde toplumsal temele dayalı bir siyasal iradenin gelişmemesi, ya da zayıf olması durumu vardır. Bu beraberinde bazı riskleri de getirebilir. Yani böyle bir dengesizlik söz konusudur. Ama şurası bir gerçektir ki Kürt halk Önderliği ve Kürt Özgürlük Hareketi gündemi belirlemede esastır. Artık Kürt halkına akıl verme dönemi aşılmıştır. Herkesin, herkesten öğreneceği şeyler vardır. Önderlik ve Özgürlük Hareketinin yakalamış olduğu bu düzey öyle kolay yakalanmamıştır. Bunun dayandığı çok önemli bir birikim ve emek durumu, derin fedakarlık düzeyi söz konusudur. Bu açıdan ele alıp, doğru değerlendirmek hem Kürt sorununun çözümü hem de Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından ortaya çıkmış bu durumu bir fırsat olarak görmek, bu fırsatı doğru değerlendirmek önem taşımaktadır.
MARAŞ KATLİAMI
* Bugün “24 Aralık Maraş Katliamı ’nın yıldönümü. Bu konuda bir şey belirtiyor musunuz?
-Evet. 24 Aralık önemli bir gün. Türk sömürgeci rejiminin Alevi Kürt halkımıza dönük Maraş’ta gerçekleştirdiği katliam günüdür. Biz buna ilişkin dün basın açıklaması yaptık. Orada da belirttiğimiz gibi Maraş Katliamı her ne kadar bir Alevi-Sünni çatışması gibi gösterilse de özünde Alevi-Kürt toplumunu bastırmaya ve Kürdistan’ın sınır kentlerini boşaltmaya dönük bir derin devlet politikası olarak uygulanmış ve katliam gerçekleştirilmiştir. O zaman partimiz daha yeni kurulmuştu. Yapılan katliam bir sindirme ve tehdit niteliğindeydi. Adeta bize de verilmiş bir mesajdı. Biz hareket olarak Maraş Katliamı’nda yaşamını yitiren insanlarımızın anısına bağlılığın bir gereği olarak özgürlük mücadelesindeki kararlılığımızı daha da biledik. Ve o günden bu güne kadar aynı kararlılıkla bu uğurda yaşamını yitiren ve direnen tüm insanlarımızın anısına sahip çıkmayı yaşamımızın temel bir gayesi haline getirmiş bulunuyoruz. Tüm Kürt ve Alevi halkımızın bugün de Maraş Katliamı’nda yaşamını yitiren insanlarımıza sahip çıkma görevi vardır. Katliamı gerçekleştiren, gerçek failler bütün boyutlarıyla henüz açığa çıkartılmamıştır. Kürt sorununun çözümünde kurulmasına ve faaliyetlerine büyük önem verdiğimiz “Hakikat ve Adalet Komisyonu ’nun yapacağı işlerden birisi de bu tür karanlıkta kalmış katliamların açığa çıkartılmasıdır. Hiçbir katliamcı hesapsız kalmamalıdır. Bunun mücadelesini bugün daha etkim bir biçimde vermek gerekmektedir. Biz bu mücadelede derinleşerek yaşamını yitiren tüm değerli insanlarımızın anısını yaşatacağımızı bir kez daha belirtiyoruz.
Ayrıca bugün KCK operasyonu adı altında Kürt siyasetine dönük geliştirilen ve soykırım düzeyine çıkarılan operasyonun 2. dalgasının geliştiği gün olmaktadır. Halkımız bu vesile ile çeşitli eylemler yapıyor. Kürt sorununun çözümünde ya da çözümsüzlüğünde en önemli noktalardan birisidir. Türk devleti ve AKP hükümeti Kürt halkıyla toplumsal bir uzlaşma içerisinde sorunu çözmek istiyorsa öncelikle Kürt halkının siyasal iradesine bir saldırı olan bu operasyon sürecinde tutuklanan tüm Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması gerekmektedir. Bu olmadan Kürt sorununun çözümünden bahsetmenin mümkün olmayacağını belirtmek istiyorum.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info