14 Aralık 2009 Pazartesi Saat 15:45
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
DTP’nin kapatılmasının hukukla bir ilgisi olmadığını
söyleyen Koma Civaken Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan,
“DTP’nin kapatılmasının sorumlusu AKP’dir dedi. Karayılan DTP’nin fiilen ve
resmen Meclis’ten çekilmesinin doğru bir karar olacağını belirtirken, devletin
aldığı bu kararın Kürt halkı açısından hiçbir biçimde geçerli olmadığını
kaydetti.
ANF’nin sorularını yanıtlayan Murat Karayılan, DTP’nin
kapatılması kararını “çifte standartlı, ayrımcı bir siyasal ve hukuk
anlayışı na bağladı. Karayılan, kararın “Kürt halkına karşı geliştirilmiş yeni
bir bastırma planının bir gereği olduğunu söyleyerek üç aşamalı bu planı şöyle
dile getirdi: “Bu planın birinci adımı Önderliğe yönelik bir saldırı, ikincisi
DTP’yi kapatma, üçüncüsü de gerillaya yönelik kapsamlı bir imha hareketidir.
DTP’nin kapatılmasından AKP hükümetini sorumlu tutan
Karayılan, “AKP süreci adım adım buraya getirmiştir. Bu bir plandır ve bu
planın uygulayıcısı AKP’dir dedi. DTP’nin aldığı sine-i millet kararını ise
Karayılan, “Sine-i millete dönme biçimindeki karar doğru ve ilkelidir diye
konuştu.
“Türk devletinin bu kararı Kürt halkı açısından hiçbir
biçimde geçerli olamaz diyen Karayılan, “Kürtleri silahla hizaya getirerek
sorunu çözmek istiyorlar. Şimdi bu sorunu silahla çözmek isteyen biz değiliz,
Türk devletidir. Altını çizerek söylüyorum, Türk devletidir ve AKP’dir
ifadelerini kullandı.
Karayılan, süreci dikkatle izlediklerini belirterek, Kürt
halkının yeni cenazeleri kaldırmaya tahammülünün olmadığını söyledi. Karayılan,
“Her koşul altında saldırılar karşısında Kürt halkı da meşru müdafaa hakkına
sahiptir diyerek Kürtlerin tepkisinin haklı ve meşru olduğunu dile getirdi.
Gençlere çağrıda bulunan Karayılan, “Kürt gençliğinin yönü
dağlar olmalı, gerilla saflarına akın edilmeli, saflara katılım olmalıdır
dedi. Karayılan ANF’nin sorularını yanıtladı:
*Bir yandan
demokratik açılım sürecinden bahsedilirken, öbür yandan 17 Kasım’dan bu yana
İmralı’daki tecrit koşulları daha da ağırlaştırıldı. Buna paralel olarak 11
Aralık’ta ise DTP hakkında oy birliği ile anayasa mahkemesince kapatılma kararı
verildi. Bazı milletvekilleri ve içinde belediye başkanlarının da olduğu 37
kişiye siyasi yasak getirildi. Verilen bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Kürt Özgürlük Hareketi olarak özellikle 29 Mart yerel
seçimlerinden sonra Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde siyasal bir süreci
başlatmak istedik. Barışçıl bir sürecin gelişmesi için ciddi çabalar
sergiledik. Bizim bu çabalarımız tek yönlü çabalar olarak bir arayış
durumundaydı. Mücadelemizde yaşanan bir takım askeri, ideolojik, örgütsel ve
siyasal gelişmelerle Kürt halkının kendisini iradi bir güç olarak ortaya
koyması gerçekleşti. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve hükümetinin
bu gerçeği gözeterek, bizim bu barışçıl süreci başlatmamıza karşılık
verebileceğini düşünmekteydik. Biz fiili olarak 2008 Aralık ayından itibaren ve
resmen de 13 Nisan 2009 tarihinden itibaren bir ateşkes sürecini bugüne kadar
sürdürdük. Bu süreci başlatmaktaki tek amacımız barışçıl-demokratik süreci
geliştirmekti.
BARIŞÇIL POLİTİKAMIZ AKP HÜKÜMETİNİ ZORLADI
Kürt halkına karşı şimdiye kadar uygulanan Türk devlet
politikalarının sonuç vermediği artık açığa çıkmıştır. İktidarda bulunan AKP
ise değişik bir üslup ve söylem kullanarak halka şirin gözükmeye çalışıyordu.
Ama başlattığımız bu süreç ve barışçıl politikamız Türk devletini ve AKP
hükümetini ciddi bir biçimde zorladı. Bunun karşılığında AKP hükümeti üç-dört
ay bekledikten sonra başta “Kürt açılımı daha sonra “demokratik açılım
ardından da “milli birlik ve beraberlik projesi diye adlandırdıkları yeni bir
söylemle ortaya çıktılar. Bu belirli çevrelerde belli bir umut da yarattı. Biz
de sürecin barışçıl bir yöne doğru evirilmesi için çabalar sergiledik. Fakat bu
zaman içerisinde bütün bu sürecin özünde AKP’nin “demokratik açılım dediği
şeyin bir manevra ve göz boyama olduğu açığa çıktı. “Demokratik açılım denildi
ama hiçbir pratik adım atılmadı, demagojiden öteye gidilmedi operasyonlar
devam etti, Kürt siyasetçileri tutuklandı ve Kürt çocuklarının öldürülmesi,
tutuklanması devam etti. Her bakımdan ayrımcı siyaset sürdürüldü. Fakat
kamuoyunu kandırmaya dönük demokratik söylem sürekli gündemleştirildi.
Geldiğimiz aşamada esasta Kürt özgürlük hareketine karşı bir
tasfiye planının geliştirilmek istendiği açığa çıkmıştır. Bu tasfiye planını
gizlemek ve buna gerekçe oluşturmak için “demokratik açılım söylemi ortaya
atılmıştır. Çünkü gerçekten Kürt sorununda bir adım atmak isteyen akıllı bir
kimse kalkıp Kürt meselesinin en önemli aktörü durumundaki bir güce, bir
Önderliğe böyle yaklaşmaz. Bu sorunu Türkiye Cumhuriyeti kapsamı içerisinde
çözmede en önemli işlevi görecek olan DTP gibi bir partiyi kapatmaz veya
öncesinden görüşmeme, ötekileştirme, tecrit etme gibi yöntemlerle hedef
göstermezdi. Sürekli “terör örgütüyle arasına mesafe koymuyor, PKK’ye
teröristtir demiyor diyerek, gündemleştirmezdi. Mademki bu sorunu çözmek
istiyordu o zaman bu sorunun tarafına karşı demokratik bir dil ve yumuşak bir
politikayı esas alabilirdi. Ama sorunu çözme değil, muhatapları tasfiye etme
amacı olduğu için bir tarafta “demokratik açılım diyerek, diğer taraftan da
Kürt özgürlük hareketinin iradeleşmiş gücünü tasfiye etmeyi amaçladığı için
bunları yapıyor.
ÇİRKEFÇE VE ALÇAKÇA BİR İŞKENCE
Örneğin Başbakan yurtdışı dönüşünde konuyla ilgili
konuşurken DTP’yi suçlayarak “bir taraftan İmralı’yı adres göstereceksin, diğer
yandan da demokratik açılımdan yana olacaksın, bu olur mu? cümlelerini
kullandı. Bu kadar abes, çarpık ve işi yokuşa süren bir anlayış
sergilemektedir. Bu işin özünde Türk devletinin ve AKP hükümetinin Kürt
özgürlük hareketini tasfiye etme projesi var. Kürt halkının iradesini tanımama
projesi var. Kürdü hiçbir biçimde kabul etmeme anlayışı var. Bu anlayışa göre
“en iyi Kürt köle Kürt’tür veya ölü Kürt’tür, özgür Kürt düşman Kürt’tür .
Devletin dayandığı esas paradigma budur. Bu paradigmaya göre
Kürtler hiçbir biçimde bir irade olarak tanınamaz. Kürtler Türk milleti
içerisinde asimile olmaya mahkumdur anlayışı sürdürülmektedir. Bu anlayış
sürdürülmek istendiği için Kürt Halk Önderliği tanınmak istenmiyor. “Hatta sen
bu kadar kişinin ölümünden sorumlusun denilerek, sürekli bir psikolojik
işkence altında tutuluyor ve kamuoyu kışkırtılıyor. Ceza üzerine ceza
veriliyor. Dünyanın hiçbir yerinde bir halkın önderliği 11 yıl boyunca bu kadar
ağır bir tecrit ve işkence altında tutulmamıştır. Ama AKP hükümeti ve Türk devleti
bunu yapıyor.
Önder Apo’nun sağlık durumunu biliyorlar. Bir kişinin ölüm
çukurunda sağlıklı yaşayamayacağını da bilmektedirler. O zaman neden oraya
koydular? Önderliğimize “ya geri adım atacaksın, teslim olacaksın yada milim
milim öleceksin denilmektedir. Önderliğin nefes sorunu olduğunu biliyorlar ve
bunu kullanıyorlar. Bu çok çirkefçe ve alçakça bir işkence yöntemidir.
Dolayısıyla Önderliğimiz “ben yarı ölü yarı diriyim dedi. Halkımız buna karşı
üç haftadan bu yana çeşitli düzeylerde tepkisini ortaya koymaktadır. Ama
sözümona kendisine demokrat diyen, sorunların çözümünden yana gözüken bazı kişi
ve çevreler işi 17 santimetre karenin azaltılmasına bağladı. Sorunu bu kadar
çarpıtarak, Önderlik şahsında tüm Kürt halkına hakaret etmeye başladılar.
En çirkef yöntemlerle işkence yöntemini uygulayacaksın “ya
teslim olacaksın ya seni öldüreceğim dercesine bir ölüm çukuruna atacaksın,
halkımız da meydanlara çıkacak, sizler de “Kürt sorunu 17 santimetre kareye
hapsedilmiştir diyeceksiniz. Bu kadar acımasız, bu kadar çifte standartlı, bir
halkı bu kadar ötekileştiren, bir halkın öncüsünü, önderini bu denli küçümseyen
daha kötü bir anlayış olamaz.
Önderliğimize karşı çok çirkefçe, namertçe işkence
yöntemleri uygulanmaktadır. Bu uygulamalarla ya geri adım attırmak ya da seni
böyle yarı ölü yarı diri bir yerde tutacağım amacı güdülmekte ve imha
hedeflenmektedir. Bu bir darbedir. Önderlik buna “17 Kasım darbesi dedi.
Ardından 11 Aralık darbesi de geldi. Belli ki bu uygulanan planın bir ayağıdır.
Bu planla Kürt halk iradesi hedeflenmiştir. Kürt halkının “benim siyasal
irademdir dediği Önder Apo’yu ağır bir tecrit ve işkence altına almadır. Legal
siyasal zeminde parlamentoda Kürt halkının iradesini temsil eden seçilmiş grubu
bulunan DTP’yi de kapatarak, bu iradeyi çiğneme durumudur. Bununla Kürt halkına
şu denmektedir “siz irade olamazsınız, sizin iradenizi kabul edemem, siz ancak
uydulaşmış, iradesizleşmiş, kişiliksizleştirilmiş bir duruşu sergilemek
durumundasınız, başka bir şey kabul etmem denmektedir.
ÇİFTE STANDARTLI, AYRIMCI, SİYASİ BİR KARAR
Sayın Ahmet Türk yaptığı açıklamasında “ırkçılığı teşvik
edenler, tahrik edenler, terör örgütü denen Ergenekon’a açıkça sahip çıkanlara
karşı neden dava açmadılar dedi. Çifte standartlı, ayrımcı bir siyasal ve hukuk
anlayışının olduğu açık ortadadır. Burada hukuk ne arar? Tamamen Kürt halkına
karşı geliştirilmiş yeni bir bastırma planının bir gereğidir. Kürt halkını yok
etme, iradesini tanımama, asimile etme projesinin bir parçasıdır. O zaman
Erdoğan’ın “milli birlik ve beraberlik projesi dediği budur. Nisan ayından bu
yana suçsuz yere yüzlerce Kürt siyasetçisi boşuna zindanda tutulmamaktadır.
Kürt halkı siyasal zeminde silinmek, sindirilmek ve iradesizleştirilmek
istenmektedir.
ÜÇ AŞAMALI PLAN
Bütün bunları aslında özgürlük hareketinin gerilla gücünü
marjinalleştirmek ve kapsamlı bir operasyonla yok etmenin zeminini hazırlamak
için yapmaktadırlar. Bu planın birinci adımı Önderliğe yönelik bir saldırı,
ikincisi DTP’yi kapatma, üçüncüsü de gerillaya yönelik kapsamlı bir imha
hareketidir. Bunun için Amerika’yla, güneyli güçlerle görüşme yapılmaktadır.
Başbakan Erdoğan PKK’yi tasfiye etmede “sadece askeri yöntemler yetmez, bunun
psikolojik, diplomatik ve ekonomik boyutu var demişti ve bugün de o boyutları
uygulamaktadır. Esasen bu bir tasfiye hamlesidir. Kürt halkının iradesine karşı
geliştirilmiş kapsamlı bir saldırının başlatılmış olmasıdır. Bunun başka bir
izahı olamaz. Bu ırkçı, tekçi, faşizan bir zihniyetin pratik politikaya
dönüştürülmesinin sonuçlarıdır. Bugün AKP bunun temsilciliğini çok şarlatanca
“demokratik açılım söylemleri adı altında yapmaktadır. İki yüzlü bir
politikayla bunu geliştirmektedir.
DTP’NİN KAPATILMASININ SORUMLUSU AKP’DİR
*DTP’nin kapatılması
kararından önce AKP hükümeti yetkilileri Batasuna ve ETA örneklerini de vererek
kapatma sinyalleri vermişti. Bu karada AKP’nin nasıl bir rolü var?
-DTP’nin kapatılmasının sorumlusu AKP’dir. AKP süreci adım
adım buraya getirmiştir. Bu bir plandır ve bu planın uygulayıcısı AKP’dir. Tüm
halkımız bunu doğru okumalı, doğru bilmelidir. Çok pişkin bir biçimde “biz
parti kapatmalarına karşıyız diyorlar. Ama DTP’ye sıra gelince Batasuna
örneklerini verdiler. Daha baştan beri aslında DTP’yi tecride alarak, DTP’yi
ikide bir hedef göstererek süreci bu noktaya kadar getirdiler. Onların istemi
Kürt halkının iradesini temsil eden güçlere geri adım attırmak ve teslim
almaktı. Barış ve demokratik çözüm sürecini kalıcılaştırmak için Önderlik yol
haritasını hazırladı. Yol haritasına el koydukları gibi Yol haritasındaki
ilkeleri benimsemedikleri için böyle öfkeli ve intikamcı yaklaşmaktadırlar.
Önderliğin ölüm çukuruna atılmasının nedeni budur.
DTP’ye de Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmede bir rol
biçmişlerdi. Bir tür cellatlık rolünü öngörüyorlardı. Ama DTP bu çizgiye
girmedi, bunu kabul etmedi. AKP Kürtler arası bir ikilik yaratma, Kürt siyasal
iradesini özü itibarıyla tasfiye etme, böylece teslim alma projesi amacıyla
DTP’ye çok yüklendi. DTP buna karşı direndi. Bu anlamda DTP’nin duruşu çok
onurlu, anlamlı ve değerli olmuştur. DTP dürüst siyaseti esas aldı. Zaten
açıkça “ben cellat olmam dedi. Çünkü DTP’ye dayatılan buydu. AKP bu zihniyeti
güneyli güçlere de dayatıyor. Güney Kürdistan’daki yerel hükümete de aynı şeyi
dayatıyor. Bu çok alçakça bir yöntemdir. Kürtler arasına fitne sokma, Kürtleri
birbirine bırakarak, böylece sonuç alma girişimidir. DTP bu politikanın önünü
kestiği ve bu oyunu bozduğu için DTP’yi cezalandırdılar. DTP bu konuda herhangi
bir biçimde gevşek bir tutum sergileseydi, bunu yapmazlardı. Dayatılan çirkefçe
politikalara karşı DTP’nin direnmesi, bu politikalara girmemesi sonucu devlet
DTP’yi gözden çıkardı ve böylece Kürt halkının hiçbir biçimde özgür iradesini
kabul etmeyeceğini ortaya koydu. Türkiye’nin anayasal, yasal, hukuksal, siyasal
sisteminin özgür, iradeli Kürde kapalı olduğu bu adımla bir kez daha teyit
edilmiştir.
DTP’NİN ALDIĞI KARAR DOĞRUDUR
*DTP kapatılma
kararının ardından bundan sonra parlamentoda fiili çalışmalara katılmayacağını
açıkladı. Siz DTP’nin bu kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-DTP’nin nasıl hareket etmesi gerektiğini söylemek bana
düşmez. Onlar kendi özgür iradeleriyle karar almışlardır. Kendi meclisleri var,
ayrıca DTK var, tartışıyorlar, tartışmışlar ve karar vermişler. Biz bu karara
saygı duyuyor ve kararlarını ana hatlarıyla doğru görüyoruz.
DTP’nin Kürt halk iradesini parlamentoda siyasal planda
temsil etme gibi bir misyonu var. Devlet buna karşı bir saldırı ve darbe
gerçekleştirdi. Bu herhangi bir darbe değil, DTP’nin kapatılması siyasal bir
soykırım ve siyasal bir idamdır. Kürt temsilcilerini gruptan düşürdü. Buna
karşı DTP’li milletvekillerinin önceden aldıkları sine-i millete dönme
biçimindeki karar doğru ve ilkeli bir karardır. Bu çerçevede aldıkları kararı
Kürt halkı da daha şimdiden desteklemektedir ve kararın arkasında
bulunmaktadır. Kanımca bu duruşlarından dolayı Kürt halkı da kendilerini taktir
edecektir. Çünkü eğer başka biçimde davranmış olsalardı halkın iradesini temsil
etme misyonlarına zarar verici bir duruş olabilirdi.
Mademki bir halkın iradesini temsil ediyorlar ve devlet
adına ana yasa mahkemesi bu halk iradesini tanımayan bir karar almışsa o zaman
yapılacak olan şey mahkemenin bu kararını tanımama ve iradeli duruşa sahip
çıkmaktır. Bunun için fiilen ve resmen çekilmek daha doğru bir karar olacaktır
diye düşünüyorum. Ayrıca yerel yönetimleri buna karıştırmamak lazım. Sözkonusu
olan yerel yönetimler değil parlamentodur. Parlamentoya ilişkin anayasa
mahkemesi çok haksız Kürt halkının inkarına dayalı bir siyasal karar almıştır.
Bu kararın hukukla hiçbir ilişkisi yoktur. Eğer anayasa mahkemesi evrensel
hukuku esas alsaydı Kürt halkının doğuştan gelen haklarını da teyit eder ve
böyle bir karar almazdı. Ama anayasa mahkemesi hukuku falan değil oy birliği
ile devletin kararını uygulamıştır. Bu devletin ve hükümetin yürüttüğü Kürt
halkını iradesizleştirme politikasın sonucu verilmiş bir karardır.
Sayın Ahmet Türk de basın toplantısında bazı hususları dile
getirdi. Gerçekten de barış için çok çabaladılar, gerçekçi bir barışçıl duruş
sergilediler. Taraf tutmadılar ve “bu sorunun çözümü taraflar arası olur, bu
taraflar da PKK’dir, Öcalan’dır, Türk devletidir, biz de bir taraf olabiliriz
ama biz hepsini kapsayamayız dediler. Bu doğru, gerçekçi ve objektif bir
tespittir. Yoksa DTP savaşan taraf değil ki “ben bu işin muhatabıyım desin.
Sen “neden kendini tek muhatap görmüyor, PKK ve Öcalan muhataptır diyorsun,
diye suçluyorlar. Israrla DTP’nin Kürt özgürlük hareketine karşı devletten yana
tutum almasını dayattılar.
DTP bunu nasıl yapsın? Taraf tutma değil sorunu çözmek
isteyen bir misyonla ortaya çıkmış bir siyasal harekettir. AKP’nin dayattığı
gibi bir çözüm olamaz. Biz PKK olarak bir gücüz. DTP’yi bir yana bırakalım
koskoca Türk devleti 30 senedir bizi aşmak istiyor. Ama aşabildiler mi? Aşmak
ve tasfiye etmek isteyenlerin hepsi kendileri tasfiye oldular? Tansu Çiller
nerededir? Mesut Yılmaz nerededir? Şimdi kalkıp bunu DTP’den istemek akıl karı
mıdır, kaldı ki DTP demokratik, yurtsever, devrimci bir çizgide mücadele
yürüten insanların topluluğudur. Buna gelmeleri zaten mümkün değildi.
BU KARAR KÜRT HALKI İÇİN GEÇERLİ DEĞİL
DTP aslında tüm baskılara rağmen ısrarla gerçekleri ifade
etti, doğru bir duruş sergiledi ve çözüm istedi. Devlet de bundan rahatsız
oldu. Çünkü devlet sorunu çözmek istemiyor, Kürt özgürlük hareketini tasfiye
etmek istiyor. DTP de tasfiye ayağına gelmedi. Kürt siyasetinde tanınan Ahmet
Türk, Aysel Tuğluk, Selim Sadak ve toplam 37 kişiye beş yıl siyaset yasağı
cezası verdiler ama herkes bilmeli ki Kürt halkı da bu değerli siyasetçilerine
gönlünde yer vermiş ve onlara kendi adına siyaset yapma diplomasını vermiştir.
Türk devletinin bu kararı Kürt halkı açısından hiçbir biçimde geçerli olamaz.
Kürtleri silahla hizaya getirerek sorunu çözmek istiyorlar.
Şimdi bu sorunu silahla çözmek isteyen biz değiliz, Türk devletidir. Altını
çizerek söylüyorum, Türk devletidir ve AKP’dir. Biz Kürt tarafı olarak sorunu
siyasal yöntemlerle çözmek için çok çaba sarf ettik ama gördük ki AKP hükümeti
ya bizi hiç anlamadı yada esasen devletin politikasındaki silahlı yöntemlerle
çözme anlayışına kendisini tam olarak yatırdı. Maalesef gösterdiğimiz çabalar
bu konuda sürecin barışçıl bir yöne evirilmesine yetmedi. AKP’nin bu konudaki
çifte standardı, sadece demagojiye dayalı mevcut yürüttüğü yöntemler sorunu
çıkmaza sokmuştur. Yeni bir çatışma sürecinin eşiğine getirmiştir.
TOKAT EYLEMİ İDDİALARI İNSAFSIZLIK
*Bazı kesimler
açılımın Tokat eylemi provoke edildiği edildiğini ileri sürdü. Özellikle
liberal demokrat çevreler tarafından hareketinize karşı geliştirilen bu tavrı
nasıl görüyorsunuz?
-Bazıları “açılım Tokat eyleminin duvarına çarptı diyorlar.
Bu kadar insafsızlık, bu kadar körlük, bu kadar çifte standartlık olunamaz.
Birileri Kürt sorununun çözümünden yana olduğunu söylüyor, kendisine liberal
demokrat adını takıyor, daha sonra da “PKK bu yedi askeri vurdu, ben artık
bundan sonra da PKK’ye karşıyım, tutum değiştirdim diyebilmektedirler. Ben
onlara şunu söylüyorum bütün bu eylemsizlik süreci boyunca şehit düşen 80
arkadaşımız can değil mi? Sayın demokrat bey efendiler Kürt gerillaları insan
değil midir? Sadece Türk askeri mi insandır? Siz neden her gün genelkurmayın
gerillaların ölümlerini basına açıklarken böyle bir tepki gösterdiniz mi? Daha
4 Aralıkta Cudi’de iki arkadaşımız gencecik Zafer ve Harun arkadaşlar, yine
Gabar’da bir arkadaşımız şehit düşmedi mi? Bir ay önce Çukurca’da sekiz
arkadaşımız şehit düşmedi mi? Siz o zaman neredeydiniz?
‘Açılım gitmiş, Tokat duvarına çarpmış’, deniliyor. Bu kadar
demagoji, gerçeklerin bu kadar çarpıtılması durumu da olamaz. Aslında biz bu
zihniyetin altında hakim ulus anlayışının yattığını iyi biliyoruz. Kendisine ne
kadar solcu, demokrat dese desin özü itibarıyla bu tutum hakim ulus
zihniyetinin dışa vurumudur. Bu zihniyette ezilen ulusu insan yerine koymama
vardır. Her ne kadar “çözüm istiyoruz, baskı olmamalı denilse de bilinçaltında
ezen ulustan bazıları ölebilir ama önemli olan devlet güçleridir, yaklaşımı söz
konusudur. Ben bu tür çevre ve kişileri bu konuda vicdanlı davranmaya, samimi
olmaya ve çifte standart tutumları bırakmaya davet ediyorum. Hergün sokaklarda
Kürt gençleri öldürülmektedir, buna ses çıkarmamaktadırlar. Askere karşı bir
tepkisel çıkış olduğunda avazları çıktığı kadar bağırmaktadırlar.
Peki ya DTP’nin kapatılmasına ne diyeceklerdir? Açık ki Kürt
halkına karşı “demokratik açılım adı altında bir saldırı vardır. Biz bunu
nasıl görmeyelim? Siz istediğiniz kadar bu söylemleri süsleyip, topluma farklı
yansıtın biz bunları görüyoruz. Dolayısıyla Kürt halkı ve dostları bu tür
demagoji ve propagandalara kanmayacaktır. Gerçekler ortaya çıkmış bulunmakta ve
artık Kürt halkı da kendisini savunmak durumundadır. Siz illa bir savaş
sürecini mi dayatıyorsunuz? Kürt halkı buna karşı da bu süreçte kendisini
savunabilecek güce sahiptir. Pratik bunu da gösterecektir.
TETİĞE BASMAYACAĞIZ AMA TETİKTE BEKLEYECEĞİZ
*Peki
gerçekleştirilen bu eylemi nasıl okumak lazım? HPG bundan sonra buna benzer
eylemler gerçekleştirebilir mi?
-Eylemi HPG açıkladı. Eylemin yanlış yansıma durumu da oldu.
Eylem Dersim eyaleti değil, Dersim sahası kapsamındaki Karadeniz eyalet güçleri
tarafından yapılmıştır. İlgili birim kendi inisiyatifiyle yapmıştır. Merkezin
bu konuda herhangi bir planlaması söz konusu değildir.
Genel olarak gelişmeler karşısında sürece ilişkin tutumumuzu
şu biçimde netleştirebilirim: Biz tetiğe basmayacağız fakat tetikte
bekleyeceğiz. Daha doğrusu mevcut gelişen saldırılar karşısında tetikte olmak
zorundayız. DTP’yi bile yasaklayan zihniyetin özgürlük hareketine nasıl
yaklaşacağını kestirmek zor değildir. Bir imha planının gündemde olduğu açık
ortadır. Bu açıdan dakik ve her türlü olasılığa hazır olmak zorundayız. Her
koşul altında saldırılar karşısında Kürt halkı da meşru müdafaa hakkına
sahiptir. Biz sürece bu çerçevede yaklaşmak ve süreci izleyerek ona göre tavır
geliştirmek durumunda olacağız.
Sen saldırırsan elbette ki savunma olur, misilleme hakkı
vardır. Bu süreci geliştiren kişiler bunu düşünsünler. Onlar yaşananlardan
sorumludur. AKP hükümeti sorumludur. O İmralı zindanını yapan anlayış
sorumludur. O ölüm çukurunu yapan anlayış sorumludur. Sürecin giderek şiddete
doğru kaydığı ve bu konuda bizim barışçıl çabalarımızın şiddetle karşılandığı,
özellikle AKP hükümetinin çok pişkince hem bizi tasfiye etme söylemi hem de
Kürtleri kazanma girişimi gibi karşısındakini adeta aptal yerine koyma tutumu
süreci bir çıkmaza götürmüştür. Bu da beraberinde ister istemez farklı bir
sürecin boyutlanmasını getirecektir.
OBAMA İLE 5 KASIM’DAKİ GİBİ NET BİR SONUCA ULAŞTIKLARINI
DÜŞÜNMÜYORUM
*Başbakan Erdoğan
Amerika’da Obama ile yaptığı görüşmede 5 Kasım sürecini teyit ettiklerini ve
PKK’ye karşı mücadelenin süreciğini açıkladı. Amerika’dan verilen bu mesajları
nasıl yorumluyorsunuz?
-Erdoğan hareketimize karşı uluslararası yeni bir planı
geliştirmek üzere bir çaba sergiliyor. Devletin tasfiye konsepti çerçevesinde
Amerika’yı da destekçi kılma, bu anlamda Güney Kürdistan’daki bazı alanlarımıza
dönük Amerika’yı, Irak devletini, güneyli güçleri ortak hareket etmeye çekme
doğrultusunda ciddi bir çabası vardır. Kendi içindeki bir toplumsal sorunu ABD
ve Irak’la anlaşma yoluyla çözmeye çalışma çok akıllı bir politika olmasa
gerek. Herhalde bu da toplumsal sorunları çözmenin yeni bir yöntemidir.
Bu çok akıllı Erdoğan’ın bir icadı oluyor. İstediği kadar
dış güçlerle ittifak yapsın bu zihniyetle Kürt sorununu çözmeleri mümkün
değildir: Kürt sorunu ancak ancak Kürtlerle anlaşma masasına oturarak
çözülebilir. Başka hiçbir biçimde çözülemez. Başka yol ve yöntemde ısrar etmek
savaşta ısrar etmektir. Şimdi Erdoğan ABD ile Irak’la ne için anlaşma yapıyor?
Bize karşı ortak operasyon yapmak ve savaşmak için. Hani anaların gözyaşı
dökmesine karşıydı? Her halde şimdi sahtekarlık daha iyi açığa çıkıyor. ABD’den
aldıkları ileri teknoloji desteği yetmiyor, daha fazla insan öldürmek için daha
fazla destek istiyor. Ama bütün bu çabalarına rağmen 5 Kasım 2007’deki gibi net
bir sonuca ulaşmış olduklarını düşünmüyorum.
Kendini İran’a karşı kullandırtma karşılığında ABD’den kısmi
bazı yeni destekler alabilir. Ama ABD de bu sorunun artık askeri yöntemlerle
çözülemeyeceği sonucuna varmış bulunuyor. Dolayısıyla Türkiye ne kadar çabalasa
da istediği sonucu almada zorlanacaktır. Çünkü Türkiye hiçbir adım atmadan
sağdan soldan Kürt özgürlük hareketinin bastırılması için kendisine destek
istemektedir. Başarısızlığı ortaya çıkmış bu politikada sonuç alması mümkün
değildir. Yapılan açıklamalardan ziyade pratiğe bakarak nelerin olacağını
anlamak mümkün olacaktır. Ama ben bu gezinin Türkiye açısından pek başarılı
olduğunu düşünmüyorum.
*Bahsettiğiniz
tasfiye girişimleri, Öcalan’ın cezaevi koşullarının ağırlaştırılması, DTP’nin
kapatılması ve Kürt siyasetçilerine yönelik siyasi yasaklar göz önüne
alındığında Kürtler bundan sonra mücadelesini hangi perspektifle yürütecek?
-1 Haziran 2004’ten bu yana geliştirdiğimiz süreç özellikle
de 2007 Edi Bese hamlesiyle askeri, siyasal, ideolojik ve örgütsel mücadele
süreci bir hamle biçiminde bir yükselişi yaşadı ve beraberinde önemli
gelişmeler yarattı. Her şeyden önce uluslar arası komplonun sonuçsuzluğunu
ortaya koydu. Türk devletinin uyguladığı inkar ve imha politikasının iflasını
da gözler önüne serdi. Yine Kürt halkının iradeleşmiş düzeyini ortaya koydu.
Önderlik, halk ve hareketimizin bütünselliğini net bir biçimde pratikte
gösterdi. Bu dönem mücadelesi Kürt halkının askeri, siyasal ve örgütsel gücünü
ortaya koydu. Ama görülüyor ki bütün bunlar demokratik çözüm sürecinin
gelişmesine yetmedi. Yetersizlik buradadır. Aslında bir özeleştiri ve eleştiri
konusu olabilecek bir husustur. Yürütülen mücadele çok önemli gelişmeleri
ortaya çıkarmış olmasına rağmen demokratik çözüm sürecinin gündemleşmesini
bütün boyutlarıyla sağlayamadı ve hala yetersiz yanları bulunmaktadır. Bu
açıdan bizim bu tarihten itibaren yeni bir mücadele sürecini başlatmamız
gündemdedir. Biz bu yeni mücadele süreciyle demokratik çözümü gündemleştiren,
bunu bütün boyutlarını organize ederek, gündeme koyan bir biçimde geliştirmek
ve hazırlamak durumundayız. Mücadelenin daha da kapsamlılaşması gereken yeni
bir sürecin geliştirilmesi gündemdedir.
*Kürtler Öcalan’ın
cezaevi koşullarına ilişkin 17 Kasım’daki düzenleme ardından yoğun serhildan
eylemlilikleri gerçekleştirdiler. En son Diyarbakır’da bir Kürt genci polis
kurşunuyla öldürüldü. Bu vesileyle Kürt halkına ve Kürt gençlerine nasıl bir
mesaj vermek istiyorsunuz?
-Öncelikle yirmi günden bu yana meydanlarda olan çok değerli
halkımızı ve Kürdistan gençliğini selamlıyorum. Mücadelelerini ve eylemsel
duruşlarını saygıyla karşılıyorum. Onların bu anlamlı duruşu ve direnişi
karşısında üstümüze düşen görev ve sorumlulukların bilincinde olduğumuzu belirtmek
istiyorum. bu mücadele de halkımızın yurtsever gençlik militanı olan Aydın
Erdem gibi değerli bir mücadelecisini şehit verdi. Aydın Erdem’in ailesine ve
tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Yine Cudi de şehit düşen Zafer
(Metin Güleç) ve Harun arkadaşların ailelerine ve Kürdistan halkına baş sağlığı
diliyorum. Özellikle kısa süre önce zaferin amcası oğlu olan Çekdar arkadaşı da
şehit veren ve önemli devrimci militanları yetiştiren tüm Gundike Remo köyüne
ve değerli güleç ailesine başsağlığı diliyor bu değerli şehitlerimizin
anılarını mücadelemizde yaşatacağımızın sözünü ve kararlılığını ifade ediyorum.
Halkımız iradeleşmeye karar vermiş bir halk olduğunu
gösterdi ve kendi Önderliğine sahip çıktı. Kürdistan’ın dört bir yanından bütün
baskı ve şiddete rağmen ortaya konulan halk hareketi gerçek anlamda bir
iradeleşme düzeyini ifade etmektedir. Türk basını ve Türkiye devleti bunu
istediği kadar görmezden gelsin ve küçümsesin, halkımızın Önderliğine sahip
çıkması “Önderliğimizin sağlığı bizim sağlığımızdır diyerek, bu biçimde
sokaklara dökülmesi çok anlamlıdır.
ÖCALAN’IN KOŞULLARINDA CİDDİ DEĞİŞİKLİK YOK
Önderliğimizin koşullarında hala çok ciddi bir değişiklik
olmamıştır. Mevcut oradaki işkence sistemi ve tecrit devam etmektedir.
Halkımızın sahiplenmesi karşısında kısmi bir düzeltmeden söz ediliyor. “Bir
pencere yapılmış denmektedir. Bu sorunun çözülmesine ne kadar cevap olabilir?
Önderliğimizin koşullarında ciddi bir değişiklik yoktur. Bir de üstelik DTP
kapatıldı. DTP davasının böyle hassas bir süreçte gündemleşmesi adeta ikinci
bir darbeyi vurarak, Kürt toplumunun iradesini, umudunu kırma ve böyle sindirme
konsepti çerçevesinde gündeme getirilmiştir. Bu açıdan ciddi bir irade savaşı
ve mücadelesi söz konusu olmaktadır. Halkımız bir iradi güç olduğunu iddia
etmekte, bu temelde sokaklara dökülmekte, devlet de “ben senin iradeni
tanımıyorum, iradeni ezeceğim demektedir. Bu bir irade mücadelesidir. Bu irade
mücadelesi bir haysiyet, bir kişilik ve onur meselesidir. Onurlu bir halk
olmaya karar vermiş Kürt halkı hiçbir zaman ne Önderliğinden vazgeçecek ne de
kendi siyasal temsilcilerini yalnız bırakacaktır. Onlara da sahip çıkacaktır.
Son dört gün içerisinde başta Hakkari, Gever, Şırnak, Batman, Amed, Van olmak
üzere bütün Kürdistan illerinde ve metropollerdeki Kürtlerde, yine Avrupa’daki
Kürtlerde gelişen direniş boyutu bunu çok net bir biçimde ortaya koymaktadır.
Halkımızın bu direnişi çok anlamlıdır. Bu daha da devam etmelidir.
HALKIMIZIN TEPKİSİ HAKLIDIR
Herkes şunu bilmelidir Kürt halkı kendi iradesine karşı
yapılan saygısızlığa ve saldırıya karşı sessiz kalamaz. Kürt halkının
mücadelesi meşru bir mücadeledir. Ama polisin saldırıları sonucu bir şehit
verdik. Aydın Erdem Kürt gençliğinin bir militanı, bir özgürlük
mücadelecisidir. Yaşanan şahadetin ardından son günlerde polisin benzer
saldırıları olmaktadır. Sözüm ona “demokratik açılımın koordinatörü olan iç
işleri bakanı şunu iyi bilmelidir eğer Kürt gençlerine dönük polis gerçek
silahla saldırı yapar, ikinci bir Aydın Erdem olayı yaşanırsa buna karşı öz
savunma kuvvetleri de polise karşı misilleme yapacaktır. Bunu her yerde
yapabilecek güçler vardır. Bunu iyi bilsinler. Açıkça söylüyorum Kürt halkı
sahipsiz değildir ve Kürt halkı barışçıl yöntemlerle demokratik tepkilerini
ortaya koymaktadır. Taşkınlık olabilir ama siz de onların iradesini
çiğniyorsunuz. Umut bağladığı partisini kapatıyorsunuz. Değerlerine hakaret
ediyorsunuz. Halkımızın bu haklı toplumsal tepkisine karşı silah kullanmayın,
hakaret etmeyin. Silah kullanılırsa bu iş tırmanır. Nereye gideceği
kestirilemeyecek bir düzeye vardırılır. Bunu açıkça söylüyorum. Halkımızın
tepkisi haklıdır. Kendi iradi gücüyle silahsız bir biçimde tepkisini ortaya
koymaktadır ama buna karşı silahla bastırılmaya kalkılırsa ve şahadetlere yol
açılırsa o zaman halk savunma güçlerinin de misilleme hakkı doğacaktır. Herkes
bunu bilmelidir. Halkımızın tepkileri doğal, demokratik tepkilerdir, meşru
tepkilerdir. Halkımız kendisine karşı yapılmış bu saldırılara karşı sessiz
kalmayacaktır. Ama buna karşı silah kullanma yöntemiyle bastırma girişimleri
süreci daha da körükleyecek ve çıkmaz bir yöne doğru götürecektir. Bu açıdan
bundan sakınılmalıdır. Biz süreci dikkatle izliyoruz. Halkımızın yeni
cenazeleri kaldırma tahammülü yoktur. Bunun bilinmesi gerekmektedir.
KÜRDİSTAN GENÇLİĞİNE ÇAĞRI
Ben burada yurtsever Kürdistan gençliğine bir çağrı yapmak
istiyorum. Kürdistan gençliğinin bu süreci dikkatle izlemesi gerektiğini ve
özellikle eylemci gençliğin onurlu duruşuna ve mücadelesine katılması
gerektiğini söylemek istiyorum. Tüm Kürt gençliğinin daha eylemsel ve bir
örgütsel bütünlük içerisinde olması gerekmektedir. Bununla birlikte gelişmeler
şunu çok iyi ortaya koydu ki Türk devleti halkımızın iradesini tanımak
istemiyor, kırmak istiyor. Özgürlük hareketini şiddetle ezmek istiyor. Türk
devletinin bu politikasına karşı kendine güvenen tüm yurtsever Kürt gençliğinin
yönü dağlar olmalı, gerilla saflarına akın edilmeli, saflara katılım olmalıdır.
Hiçbir Kürt genci kadın olsun erkek olsun bu dönemde bu sürece sorumsuz
yaklaşmamalıdır. Sorumlu yaklaşmalı, bu ülkenin birer evladı olarak ülkenin
geleceğinin belirlenmesinde rol üstlenmelidir. Ya halkımızın iradesine sahip
çıkmak üzere geliştirilen kitlesel eylemlere öncülük etmek üzere katılmalı ya
da dağlara çıkarak özgürlük zeminlerinde gerilla saflarında yerini almalıdır.
Yurtsever tüm Kürdistan gençliğinin tarihin bu önemli
döneminde misyonunun gereklerine sahip çıkması gerektiğini özellikle belirtmek
istiyor ve bu temelde tüm Kürt gençliğini bu tarihi süreçte görevine sahip
çıkmaya çağırıyorum. -HALİT ERMİŞ-ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info