03 Kasım 2011 Perşembe Saat 13:11
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Çukurca’da 22-24 Ekim tarihleri arasında hayatını kaybeden gerillalara karşı önce bayıltıcı gazlar kullanıldığını, ardından da yoğun bir şekilde napalm bombaları yağdırıldığını kaydetti. Karayılan, “Bu yöntemde mertlik ve yiğitlik yoktur namertlik, korkaklık ve çözümsüzlük vardır dedi.
ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Çukurca’da hayatını kaybeden gerillalar, Türk medyasında PKK hakkında ardı arkası kesilmeyen iddialar, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’daki suçlamaları ile Fethullah Gülen-AKP hükümeti ortaklığına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
İLERİ TEKNOLOJİ VE KİMYASAL SİLAHLARLA KATLEDİLDİLER
* HPG gerillalarının Çukurca’da gerçekleştirdiği eylem ardından düzenlenen operasyonda çok sayıda gerilla yaşamını yitirdi. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Öncelikle Çelê (Çukurca) alanında düşmanın alçakça yöntemlerle ve uluslararası yasaların yasakladığı silahlarla katlettiği tüm arkadaşları anıyorum. Bu arkadaşların şahadetinden dolayı tüm halkımıza, hareketimize ve şehit arkadaşlarımızın ailelerine başsağlığı diliyorum onların anılarını özgürlük mücadelesinde yaşatacağımız sözünü veriyorum.
Brusk Amed, Ruken Bingöl ve Berwar Gever arkadaşların komutasındaki bu değerli arkadaşlar ileri teknolojiyle ve kimyasal silahlarla gerçekleştirilen bu alçakça saldırıya karşı bir milim bile esnemeden büyük bir direnişi gerçekleştirmişlerdir. Onlar kahramanca direnerek büyük birer kahraman olduklarını tüm dünyaya ispatladılar asla ve asla boyun eğmeyeceklerini, teslim olmayacaklarını herkese gösterdiler. Büyük bir fedai ruhla çarpışarak, direnerek bunu sergilediler. Kürdistan halkı bu yiğit kızlarını ve oğullarını hiçbir zaman unutmamalıdır. Unutmayacaktır da.
Herkes bilmeli ki bu arkadaşların böylesine iki gün boyunca süren kahramanlık direnişleri bizim için bir perspektif ve direniş çağrısıdır. Kürdistan özgürlük gerillasının ve yurtsever Kürdistan halkının direniş mücadelesinin bu doğrultuda daha da yükseleceği kesindir. Nasıl ki, mücadele tarihimiz boyunca her büyük şahadette güçlü hamleler yaratılmışsa bu arkadaşlarımızın büyük direnişi ve şahadetiyle de Özgürlük Hareketi büyük bir hamlenin gerçekleşmesini başaracaktır. Hem Xakurke’de şehit düşen Rüstemlerin, Çiçeklerin ve Alişerlerin anısı hem de bu değerli direnişçi militanların anıları bizim için her zaman yolumuza ışık tutacak birer meşaledir. Biz şimdiye kadar hareket olarak şehitlerimizin çizgisinde onurlu bir direnişi sergileyerek bu noktaya geldik ve aynı çizgide ilerleyerek zafere yürüme kesinleşecektir.
Tüm halkımız ve tüm yoldaşlar bu arkadaşlarımızın kahramanlık direnişinden güç almalı, onların bu kahramanlık direnişini mücadelede kendisine örnek alarak daha güçlü bir biçimde direniş hamlesine katılım yapmakla mükellef olduğunu unutmamalıdır.
TÜRK ORDUSUNUN ÇUKURCA’DADAKİ DURUMU REZALETTİR, GÜÇSÜZLÜKTÜR
* Türk medyası ve hükümet çevresi Çukurca olayını “Türk ordusunun gücü ve büyük bir başarısı olarak gösterirken, Türk ordusunun yasaklı silahlar kullandığı belirtiliyor. Yaşanan durumu nasıl izah ediyorsunuz?
Türk ordusunun Çelê’de içine düştüğü konum bir rezalet konumudur. Bir güç değil, güçsüzlük ve çaresizliktir. Çaresiz bir konuma düşmeyen bir askeri güç, uluslararası yasalar tarafından yasaklanmış bulunan insanlık dışı iğrenç silahları hiçbir zaman kullanmaz. Türk ordusunun Çelê’de bu silahlara başvurması aslında onun güçlülüğünü değil, çaresizliğini ortaya koymaktadır. Bununla övünen ve bunu bir başarı sayan kişilere insan demek mümkün değildir. Bu insanlık dışı silahları kullanarak hiç kimse hiçbir yere varamaz.
BU YÖNTEMDE MERTLİK VE YİĞİTLİK YOKTUR, KORKAKLIKTIR
Gerek bu ordunun şu an başında bulunan zatın daha önceki pratiğine bakıldığında, gerekse de AKP’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı mücadele tarzına bakıldığında tek şey görürsün: Namertlik. Bu yöntemde mertlik ve yiğitlik yoktur namertlik, korkaklık ve çözümsüzlük vardır. Sadece Çelê’de değil, bu yıl içerisinde Amanos’da ve Dersim’de de aynı yöntemleri kullanarak arkadaşlarımızı katlettiler.
BAYILTAN GAZLAR KULLANILDI
Karşıdaki kişiyi öldürmeyen ama bayıltan, onu boğacak düzeye getiren ve böylece halsizleştiren gelişmiş bir kimyasal maddeyi kullandıktan sonra hedefin üzerine gidip imha eden alçakça bir yöntem kullanılmaktadır. Yani önce hedeflediği kişiyi bayıltıyor, sonrasında ise vuruyor. Bunun nedeni o maddenin etkisinin bir buçuk – iki saat gibi kısa bir süre olmasıdır. Daha önceki örneklerde bu silah kullanıldıktan sonra askerler arkadaşların üzerine gidiyor ve silahla şehit ediyorlardı. Ancak Çelê’de karadan arkadaşların üzerine gidemedikleri için yerde baygın yatan insanların üzerine napalm yağdırılarak şehit etmişlerdir. Bir kısmı bu şekildeyken diğer bir kısmını ise o kayalar içerisinde çok yüksek teknolojiyi kullanarak günlerce bombalayarak şehit etmişlerdir.
ERDOĞAN KAN İÇİCİLİKLE ÖVÜNÜYOR
Türk ordusunun insanlık dışı yöntemlerle, savaş yasalarınca yasaklanmış silahlarla bu arkadaşlarımızı katletmesi, Türk sömürgeciliğinin Kürt halkına karşı kin ve nefretini dışa vuran, bu sömürgeciliğin faşizan-sadist uygulamalarını açığa çıkaran bir pratik olmuştur. Yani Türk ordusu, hiçbir uluslararası yasayı gözetmeden bir avuç insana karşı her türlü teknolojiyi-tekniği kullanarak başarılı olduğunu iddia edemez. Zaten ortada öyle bir durum da yoktur gerilla karşısında çaresizleşen bir pratiğin ortaya çıkması vardır. Başbakan Tayip Erdoğan yaptığı açıklamada övünerek, Güney’e dönük saldırılarda 200 ile 270 civarında kişinin şehit edildiğini (onların deyimiyle etkisiz kılındığını), Çelê’de de 54 kişinin şehit edildiğini ifade ederek, bu sürece ne kadar katıldığını, nasıl bir zihniyetle kan içiciliği bir övünme meselesi haline getirdiğini tüm kamuoyuna göstermiştir. Belirttiği şeyler de yalandır.
KAYIPLARI GİZLEMEDİK, BİZE ULAŞAN BİLGİ YOKTU
* Yaşanan çatışmalar ve kayıplarla ilgili olarak ilk günlerde hareketinizden olayı yalanlayan açıklamalar geldi. Ancak ardından bu kayıpların açıklanması kamuoyunda “kayıplar gizleniyor gibi kimi haberlerin yayılmasına yol açtı. Buna dönük olarak neler belirteceksiniz?
Biz bugüne kadar gerek Güney’de gerekse Kuzey’de olsun ne kadar kaybımız varsa hepsini açıkladık ve açıklamaya da devam edeceğiz. Öte yandan tabii ki bizim de kendi yetersizliklerimizi görmemiz gerekiyor. Her şeyden önce şunu söyleyeyim: Ben 23 Ekim’de katıldığım bir TV programında Çelê’de herhangi bir çatışmanın olmadığını beyan etmiştim. Çünkü orada bu kadar gücün bulunmaması gerektiğini biliyoruz. Bize ulaşmış olan böyle bir bilgi olmadığı için böyle bir çatışma durumunun olmadığını belirttik. Hatta HPG, çatışma için “senaryodur dedi. Neden? Çünkü bilgilerimize göre bu arkadaşların orada olmaması lazım ama şu an için tam olarak bilemediğimiz nedenlerden dolayı bu arkadaşlar o alanda gereğinden fazla bir hareket etme durumunda bulunmuşlar. Belli ki bir hata sonucu güçlerin o alana kayma durumları söz konusu olmuştur. Ben o zaman bildiklerimi doğru bir biçimde söyledim. Biz herhangi bir olayı kamuoyundan ve halkımızdan gizleyecek değiliz. Fakat daha sonra açığa çıktı ki bu arkadaşlar orada bulunmuş ve 22-24 Ekim tarihleri arasında yaşanan çatışmalarda daha çok bayıltan kimyasal silahlar kullanılarak kazan ve napalm bombalarıyla imha edilmişlerdir.
* Bu olayla ilgili son olarak halka yönelik belirtmek istedikleriniz var mı?
Biz kendi açımızdan bu olay üzerinde durarak gereken sonuçları çıkarmak için bir inceleme içindeyiz. Bizim için önemli olan bu arkadaşların gerçekleştirdiği büyük kahramanlıktan gereken mesajı almak, varsa hatalarından gereken sonuçları çıkarmak ve onların anılarını adına yaraşır bir biçimde yaşatmaktır.
Tabi biz hem değerli annelerimizin, ailelerimizin ve tüm yurtsever halkımızın bu kahraman evlatlarına gereği gibi sahip çıkacaklarına ve onların kahramanlıklarına yaraşır bir sahiplenmeyle naaşlarını karşılayacaklarına yürekten inanıyor ve bunu pratikte görüyoruz. Tüm Kürdistan halkı, bu yiğit insanların zalim sömürgeciliğin bütün kalleşçe-namertçe saldırılarına karşı bir insanlık, bir onur ve bir şeref direnişi içerisinde olduğunu bilerek ve bu direnişin tüm halkımıza mal edilen bir direniş olduğunu göz önünde bulundurarak bu değerli evlatlarına en iyi biçimde sahip çıkıyor ve güçlü çıkmalıdır.
KÜRDİSTAN’DAN FAŞİST SÖMÜRGE SİSTEMİ UYGULAMADA
*Başbakan Tayip Erdoğan Çarşamba günü Almanya’nın başkenti Berlin’de yaptığı konuşmada hareketinize dönük ağır suçlamalarda bulunarak tüm Avrupa devletlerinin size karşı tedbir almasını istedi. Yine bu paralelde Hollanda ve Avrupa’daki değişik kimi merkezlerde Kürt derneklerine yönelik bazı ırkçı saldırıları yapıldı. Bunlara ilişkin neler belirteceksiniz?
Öncelikle şunu belirtmem lazım: Bugün AKP’nin Kürt halkının haklı özgürlük ve demokrasi mücadelesine karşı yürüttüğü hoyratça saldırıların -yani bir taraftan kimyasal silah dâhil her türlü imha edici yöntemin kullanılarak gerillayı yok etme istemi, öte yandan her önüne geleni KCK’li diyerek Kürt siyasetine karşı yürüttüğü soykırım uygulaması ve yine kendi yasalarını çiğneyerek 3 ayı aşkın bir zamandır Kürt Halk Önderi Başkan Apo üzerinde ağırlaştırılmış bir tecrit uygulamasının- temel nedeni, başta AB olmak üzere uluslararası güçlerin AKP hükümetine cesaret veren tutum ve politikalarıdır. Yani AKP hükümeti ABD ve AB’den gördüğü destekten dolayı bugün mazlum Kürt halkına karşı büyük bir zulüm siyasetini yürütmektedir. 21. yüzyılda yaşıyoruz ama bugün Kürdistan’da bir faşist sömürge sistemi uygulamadadır. Arkasına aldığı onlarca kanal ve gazete ile sağladığı büyük medya imkânıyla gerçekleri tersyüz ederek ve Kürt halkına karşı en insanlık dışı yöntemlerle bir zulüm siyasetini gün geçtikçe daha da pervasızlaşan bir biçimde uygulamaktadır. Bu politikanın bu kadar çekincesiz bir biçimde hayata geçirilmiş olmasının temel nedeni içeride ve dışarıda aldığı destektir. Yani Türkiye’de basının destek sunması, Kürdistan’daki vahşetin ve faşizan uygulamaların arkasında durması ve uluslararası güçlerin de bu uygulamalara sessiz kalması sonucu bugün Kürt halkına karşı yeryüzünde olmadık işkence yöntemleri ve uygulamaları hayata geçirebilmektedirler.
ERDOĞAN GERÇEKLERİ TAMAMAN TERS YÜZ EDİYOR
Şimdi Berlin’de Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan gerçekleri tamamen tersyüz ederek konuşmuştur. Doğru konuşmamıştır, yalan konuşmuştur. Her şeyden önce sadece AKP iktidarı döneminde şimdiye kadar toplam 71 Kürt çocuğunu katletmiş ancak bunların hiçbirisinde ciddi bir tahkikat yapılmamış, yapanlar cezalandırılmamıştır. Diğer önemli nokta Erdoğan’ın konuşmasında esas eksen yaptığı Batman olayını gerilla güçleri değil, Türk polisleri yapmıştır. Türk polisleri Mizgîn Doru ile karnındaki bebeğini, yine 4 yaşındaki Sultan adındaki kız çocuğunu katletmiştir. Eğer Türk polisi katletmemişse niye olayı bağımsız heyetlerin incelemesine fırsat verilmedi. Kaldı ki, kendi olanaklarıyla gidip inceleme yapan tüm çevreler olayı polisin yaptığını söylemişlerdir. Kısaca Erdoğan’a bağlı polislerin yaptığı cinayeti Kürt gerillalarına yüklemesi, büyük bir yalan ve çarpıtmadır. Diğer bir önemli örnek ise dünyanın gözü önünde, Kandil’de biri 6 aylık Solin bebek olmak üzere 7 insanımız Türk uçakları tarafından katledildi ama Erdoğan inkâr etti. Batman olayında olmamış diyemediği için gerillaya yüklemektedir. Fakat herkes biliyor ki gerilla değil, polis yapmıştır. Aynı gün halktan sivil bir insan ile iki gerilla da farklı bir yerde polisler tarafından infaz edilmiştir. Kısaca Türk polisi Kürdistan’da terör uygulamakta, Kürt insanlarını öldürmekte ama çok pişkin bir biçimde yaptığı olayları da yine Kürtlere yüklemektedir.
BERLİN’DE SUÇLULUK PSİKOLOJİSİYLE KONUŞTU
Erdoğan’ın Berlin’deki konuşması bu açıdan çok ilginçtir. Aslında orada bir suçluluk psikolojisiyle konuşmuştur. Suçlu olmanın verdiği telaş içerisinde yapılan bir konuşmadır. Çünkü gerillaya karşı 22-24 Ekim tarihlerinde kimyasal silah kullanma talimatını verdi. Aynı biçimde Kürt siyasetine karşı soykırım politikasını gün geçtikçe daha da pervasızlaştırmaktadır. Kimyasal silah olayıyla ilgili Almanya’da bazı hukukçu-aydın çevreler Türk devleti ve Erdoğan için suç duyurusunda bulundular. Yani bu kimyasal silah kullanma durumunun bir suç olduğunu belirterek bunu açığa çıkaracaklarına dair bazı işaretler verdiler. İşte Erdoğan’ın yaşadığı telaşın altında yatan gerçek budur. Uluslararası güçlerce suçunun açığa çıkarılabileceğinin telaşı içindedir. Bu telaş içinde Berlin’e giderek orada Avrupa devletlerini suçluyor, adeta herkesin gelip de mazlum Kürt halkına karşı katliamlara katılmasını dayatıyor. “Neden buradaki Kürtlerin derneklerini kapatmıyorsunuz? diyerek herkesin Kürtlere karşı tavır almasını ve siyasal soykırım sürecine katılmasını istiyor. Bu cesareti göstermesinin nedeni Avrupa devletlerinin Kürdistan’da uyguladığı katliamlara göz yummasıdır. İşte Almanya’da bazı çevreler ses çıkardılar, hemen oraya gidip baskılama yapmak istemektedir.
AVRUPA’DA KÜRT-TÜRK KAVGASI ÇIKARSA SORUMLUSU ERDOĞAN OLACKATIR
Yine resmen ırkçılığı geliştiriyor. Yeşiller Partisi’nden Türkiye kökenli bir milletvekili de “gerilimin Avrupa’ya taşınmasının sakıncalı olduğunu, Erdoğan’ın bunu yapmaya çalıştığını ifade etmiş. Çok doğru tabii… Avrupa’da Kürtleri faşist kesimlere hedef gösteriyor. Nitekim Avrupa’da da Türk ırkçılarından Kürtlere karşı bazı saldırılar da başlamış bulunuyor. Aslında Avrupa devletleri elini vicdanına koyup doğru yaklaşırlarsa Erdoğan’ın uluslararası yasalar karşısında işlediği suçlar somuttur. Hem Kürdistan’da yaptığı uygulamalar, insanlık dışı silahları onaylama suretiyle Kürt gençlerini katletme suçu, hem de bizzat Avrupa zemininde Türk şovenistlerini-ırkçı kesimleri kışkırtma suretiyle gerilimi Avrupa sahasına taşıma girişiminde bulunmuştur. Yarın Avrupa’da Türk-Kürt kavgası çıkarsa sorumlusu Erdoğan olacaktır. Bunu Avrupa devletleri niye görmüyorlar?
ALMAN HALKI KATLİAMLARA ORTAK OLMAMALI
Ama Erdoğan’ın oynadığı cambazlığı göreceklerine kendi kirli çıkarları için Türk devletinin bütün bu oyunlarını görmezden gelmektedirler. Fakat Alman Başbakanı Merkel’in tam desteğiyle Türk sömürgeci uygulamalarıyla birlikte olacağını ifade etmiş olması Almanya adına bir talihsizliktir. Alman halkı Türk devletinin Kürtlere dönük katliamlarına ortak olmamalıdır. Bunun vebali insani ve ahlaki açıdan çok ağır olacaktır. Alman Başbakan bunu diyeceğine Kürt sorununun demokratik-barışçıl çözümü için bir tavır sahibi olsaydı onurlu olacaktı. Mevcut aldığı tavır, bir onur değil, mazlum Kürt halkına karşı vicdansız bir devletin vahşet uygulamalarına ortak olmaktır. Bütün Avrupa devletleri ve kamuoyu Erdoğan’ın gerçeği hakkında Türk devletinin şu anda Malatya morgunda bulunan Kürt gençlerine yaptığı uygulamalara ve vahşete bakarak karar vermelidirler.
Erdoğan’ın telaşı suçunun üstünü örtme telaşıdır. Onun için Kürdistan’da bu kadar katliam yapan, sömürgeci uygulamalar geliştiren, kadın-çocuk demeden insanlarımızı öldüren sömürgeci devletin başı gidiyor, Berlin’de bizim çocuk öldürdüğümüzü, insanların elini vicdanlarına koymaları gerektiği demagojisini kullanarak suçunun üstünü örtmeye çalışıyor. Vicdanı olan kişiler asıl bu çarpıtma karşısında sessiz kalmamalıdır.
PİŞKİN PİŞKİN KONUŞUYOR
Hem Kürdistan’da katliam yapacaksın, bir halkın anadilini yasaklayacaksın, anadiliyle eğitim hakkını vermeyeceksin, o halkın tarihini öğrenme hakkını tanımayacaksın, kendini yönetme hakkını tanımayacaksın hem de gidip Avrupa’daki insanların anadili öğrenmeleri üzerine söz söyleyeceksin. “Terörizm var diyerek herkesi Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı harekete geçirmeye çalışacaksın. Bu kadar faşist uygulamaları yapan, anti-demokratik bir sistemle Kürt halkını zulüm altında tutan ve onları teslim almak isteyen bir zat, Berlin’e gidip çok pişkin bir biçimde konuşabilmektedir. Yani bu kadar ikiyüzlü yaklaşıma ve bu kadar çarpıtmaya da pes doğrusu. Savaşa karar veren sen, günde tonlarca bombayı bu halkın üzerine atan sen, yüz binlerce askeri-polisi baskı gücü olarak devreye sokan sen, kalkıp özgürlüğü için anadil hakkı için mücadele eden Kürt halkını ve Kürt gençlerini hedef göstereceksin. Artık bunu yutmazlar. Belki uluslararası güçler kendi ekonomik çıkarları için göz yumuyorlar ama insanlığın demokratik vicdanı bu uygulamalara karşı artık dur diyecektir. Her şeyden önce Kürt halkının haklı davası ve mücadelesi buna en güçlü cevabı her yerde verecektir.
KİMSEYİ KANDIRAMAZLAR
AKP hükümeti ve Erdoğan, Fethullah Gülen’le birlikte Kürt halkına karşı bu faşizan uygulamaların üstünü örtemezler. Suçlarının üstünü örtemezler. İstedikleri kadar timsah gözyaşlarını döksünler kimseyi kandıramazlar. Çünkü Kürt halkı en doğal haklarını isteyen bir halk olarak yola çıkmış ve bu temelde mücadele yürütmektedir. Bir taraftan bu haklarını vermeye yanaşmayacaksın, özgürlük savaşçılarını kimyasal silahlarla yok edeceksin, hukuk dışı uygulamalarla tecrit siyaseti uygulayacaksın ve her önüne geleni de terör örgüt üyesi diye zindana atarak binlerce insanı rehin tutacaksın, öbür taraftan da ileri demokrasiden ve özgürlüklerden bahsedeceksin. Burada ikiyüzlü, yalan ve zorbaca bir politikanın uygulanmakta olduğu açık ortadadır.
TÜRK SÖMÜRGECİ DEVLET GERÇEKLİĞİ VAN’DA ORTAYA ÇIKTI
* Van depreminde de ayrımcılık yapıldığından söz ediliyor…
Tabii. Türk sömürgeci devletinin gerçekliği en çok Van depreminde açığa çıkmıştır. Ne kadar ayrımcı bir politikaya sahip olduğu açıkça görülmüştür. Önce depremin şiddetini küçük gösterdiler 7.3 değil, 6.6’dır dediler. Sonra 7.3 düzeyinde bir deprem olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Dünyada birçok devlet ilk günde yardım teklifi yapmasına rağmen 4 gün boyunca dış yardımı kabul etmeyerek durdurdular ama kendileri de gereken yardımı götürmediler. Halkımız büyük acılar içerisinde kıvrandı. Ne zaman ki ayrımcı politikaları tartışma konusu yapıldı, ondan sonra dış yardıma kapıyı açtılar. Ancak o zamana kadar birçok insanımız yaşamını yitirdi. Deprem üzerinden bir hafta geçmesine rağmen devletin gitmediği onlarca köy vardı. Kendisi yardım yapmadığı gibi, BDP’nin ve bağımsız kurumların yardım dağıtmasını da engellemeye çalıştı. Ama Batı tarafında deprem olduğunda ise yine yetersizlikleri olsa da tüm helikopterleriyle bütün ordu-polis yardıma koşmaktadır. Fakat Van’da böyle bir şey olmadı. Halkımız o soğuk altında çile içinde kıvranırken helikopterler Kürt gençlerini öldürmek için seferber edilmişti. Kısaca bu deprem de Türk devletinin ayırımcı gerçeğini açığa vuran bir süreç oldu.
* Bütün bu yaşananların yanı sıra basında hareketinize yönelik her gün yeni iddialar ortaya atılıyor. Şırnak’ta bir mısır tarlasında hareketinize ait silahların yakalandığı iddiası, Çukurca’daki eylemde Suriye desteği gibi… Bu iddialar konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Evet. Şimdi Hareketimize karşı çok yoğun bir psikolojik savaş söz konusu. Onun için yoğun bir tarzda bir bilgi kirliliği yaratılmak istenmektedir. Suriye ile birlikte daha üç ay öncesinde bize karşı mücadele yürüten Türk devleti, şimdi aralarında çelişkileri doğunca hemen bizi Suriye ile irtibatlandırmaya çalışmaktadır. Bu doğru değildir, böyle bir şey yoktur. Yani biz kendi öz gücümüze dayanarak yıllardan beri, Türkiye, İran ve Suriye’nin oluşturduğu anti-Kürt ittifakına karşı direnen bir hareketiz. Bu Türk devletinin kendisine düşman gördüğü kişileri, çelişkili olduğu güçleri suçlamaya dönük bir uydurmasıdır.
BAHOZ ERDAL SURİYE REJİMİYLE NE ALAKASI VAR?
Mesela Dr. Bahoz (Fehman Hüseyin) arkadaştan çok bahsediyorlar. Bu arkadaş HPG içerisinde bir bölümün sorumlusudur ancak Hakkâri-Çukurca, vb. alanların sorumlusu değildir. O alanlar başka bir arkadaşa bağlıdır. Ama Türk özel savaş elemanları, basın-yayın organları hiç buna bakmadan, hiçbir alakası olmadan “Çukurca eylemini falankes yapmış-filankes yapmış diyerek tamamen yalana dayalı bilgi kirliliği oluşturmaktadır. Hâlbuki o bölge başka arkadaşlara bağlıdır. Yine Dr. Bahoz arkadaş Suriye rejimine de isyan ederek yola çıkmış ve Kürdistan dağlarına gelerek mücadele yürütmüş bir kimsedir. Suriye rejimiyle ne alakası vardır? Yani bunların hepsi yakıştırmadır, doğru değildir.
SİLAHLARIMIZIN MISIR TARLASINDA NE İŞİ VAR?
Öte yandan bizim öyle dürbünlü, bilmem özel alınmış silahlarımız yakalanmamıştır. Bizim silahlarımız Şırnak’ta mısır tarlası içinde ne gezecek? O kadar olanağımız var, kendi imkânlarımızla her tarafa alabiliriz. Yani o silahların bizimle alakası yoktur. Yine Lice’de yakalanan bir takım esrar, vb. şeyler varmış. Bunların asla ve asla bizimle alakası yoktur. Bu dönemde öyle olmuş ki, bütün kaçakçılıkları, bütün var olan gayrı meşru şeyleri bize yükleme çabası söz konusudur. Bunların hiç biri doğru değildir. Bizim herhangi bir cephanemiz yakalanmamıştır. Bizi esrar, eroin, vb. şeylerle irtibatlandırmaya çalışmaları da beyhude bir çabadır. Biz ilkesel ve ahlaki olarak tümden o tür maddelere karşıyız. Ticaretine de, kullanılmasına da karşıyız. Hiçbir ilişkimiz yoktur. O tamamen bir uydurma ve yalandır.
ÖCALAN’IN DURUMU HALKIN GELECEĞİYLE BAĞLANTILI
* PKK lideri Abdullah Öcalan’ın aylardır avukatları ile görüştürülmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu durum ne kadar sürecek?
AKP ve Gülen Cemaati’nin Kürt halkının iradeleşmesine karşı topyekûn taarruz konseptinin başında Önderliğimize karşı İmralı İşkence Sistemi’ni uygulamak gelmektedir. İmralı’da Önderliğimize karşı bir baskı vardır. Bir psikolojik işkence sistemi uygulanmaktadır. Önderliğimize, hareketimize ve halkımıza karşı geliştirilen bu taarruzda herhangi bir kural, kaide veya hukuk esas alınmamaktadır. AKP hükümeti kendi koyduğu yasaları da çiğneyerek İmralı tecridini sürdürmektedir. Gerillaya karşı da uluslararası yasaları çiğneyerek her türlü silah ve yöntemi uygulamaktadır. Aynı biçimde Kürt siyasetine karşı da yalan senaryolar oluşturarak insan vicdanını zorlayan bir hukuksuzluğu yaşamaktadır. Bütün bunlarla amaç Kürt halkını iradesizleştirme, sömürgeci sisteme boyun eğdirmedir. Bunun için Önderliğimize karşı tecridi sürdürmektedirler. Bunun ne kadar sürüp sürmeyeceği konusunda bir şey söyleyemem ama sürecin gelişmesi ve halkımızın geleceği ile bağlantılı bir konudur. Halkımızın Önderliğine sahip çıkma düzeyinin ve genel mücadelesinin, sonucu tayin etmede önemli bir rolü olacağı tartışmasızdır. Genel gelişme biraz da buna göre belirlenecektir. -ANF
Deniz Kendal/Behdinan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info