31 Aralık 2019 Salı Saat 11:57
İnsan varlığı için hayat; doğuş,
yaşam ve ölüm evrelerinden oluşur. Bu evrelerin tümü insan ilişkilerinin ve
yaşamının fiziki varoluşunun toplamıdır. Ancak yaşamın kendisi bir insanın
biyolojik varlığıyla sınırlı olmayıp sadece fiziki olguyla izah edilemez. İnsan
yaşamı bunun ötesinde bir anlama sahiptir. Bir insan hayatta bulunduğu süre
zarfında insanlığa sağladığı katkılarıyla anılır ve ölümsüzleşir. Yaşamlarına
anlam yükleyen, ömürlerine büyük başarılar sığdıran, bunları insanlık için
değerlendiren kişiler ardından bıraktığı değerlerle daima yaşarlar. Bu kişiler
Tanrıça, kahraman, Peygamber, lider, önder, filozof, evliya, bilge, sanatçı,
aydın ve devrimci mertebesinde sıfatlandırılıp rehber olarak kabul edilirler. Yaşam
bilgeliktir, ilke ve ölçülerle süreklilik kazanmış bir olgudur. Yaşama ve ilişkilere
anlam katan, ölümsüzleştiren bir zihniyet, kültür ve yaşam biçimi olarak yeni
nesillere aktaran böylesi öncü insanlardır. Tarih boyunca tanrıçaların,
bilgelerin, peygamberlerin, filozofların, Önderlerin, devrimcilerin,
sanatçıların ve aydınların esas arayışları anlamlı, iyi ve güzel yaşam ve
ilişkiler olmuştur. Bu bağlamda “Nasıl
Yaşamalı?” sorusuna cevap aramışlardır. Yaşamdan kasıt fiziki olarak
yaşamak değildir. Önemli olan yaşamak değil, nasıl ve hangi ilkelerde, hangi
amaç ve ölçülerde yaşanıldığıdır. Her insan biyolojik olarak yaşamı yaşar,
ancak her insan yaşama büyük anlamlar sığdıramaz. Yaşamı anlamlandırmak
tarihsel ve evrensel bir bilinç gerektirir. Gerçek yaşam ancak bilgelik düzeyinde
yaşanılır. Bu noktada felsefik ve ideolojik tanımlamalara ihtiyaç vardır.
İnsandaki gerçek bilinç kendi farkına varan
bilinçtir. Özü ve hakikati anlama düzeyidir. Kendini tanımlama, bilme, dile
getirme, kendindeki toplumsal hakikati açığa çıkarma ve gerçekleştirme
yetisidir. Felsefik bilinç somut yaşam sınırlarına, mitolojik ve dini dogmalara
hapsolmadan yaşamı en üst düzeyde yorumlama gücüdür. Bilincin en gelişmiş hali
olup kendini bilmenin üst aşamasıdır. Burada biyolojik yaşam sınırlarını aşıp
kendi hakikatini felsefik, ideolojik ve sanatsal açıdan tanımlayan ve
anlamlandıran bilinçten, onun yaşam ve ilişkilerinden söz edilmektedir. Söz
konusu olan kendi farkına varmış, kendini doğru tanımlamış felsefik ve ideolojik
bilinçtir. Diğer bir tanımlamayla demokratik bilinç, cins bilinci, sınıf
bilinci ya da ideolojik bakış açısına ulaşmadır. Örneğin bilimsel düşünce insanlığın
gelişiminde devrimsel düzeyde belirleyici ve etkileyici bir yere sahiptir.
Bilim insanı, yaşamı ve evrensel oluşum
tarihini açıklayabilir, gerçeği birçok yönüyle aydınlatabilir ancak
anlamlandıramaz. Bilim olgucudur, pozitivist bir bakışa sahiptir. Var olan
olgular üzerinden açıklama ve varsayımlar yapabilir. Oysa yaşamın bir yönü
metafiziktir. Yaşama anlam katmak ancak metafizikle olabilir. Gerçek ile
hakikat ayrı şeylerdir. Hakikat gerçeğin kendi farkına ve anlamına varmasıdır.
Yaşamı ve insan ilişkilerini anlamlandırmak ancak ahlaki-manevi ve moral
değerlerle olabilir. Bunlar insanın metafizik yönlerini oluşturur. Bilim metafizik,
ahlaki ve manevi değerlerle hareket etmez. Tersine birçok yönde onları yadsır,
insan yaşamının ve ilişkilerinin yıkımına yol açar. Çağımız bilimin en gelişkin
olduğu fakat insan ahlaki ve manevi ilişkilerinin ve anlamının en zayıf olduğu
bir çağ olması bununla izah edilebilir. Eğer bilim felsefik, ideolojik ve
ahlaki bakımdan toplumun ihtiyaçlarına göre ve ekolojik dengeyi gözeterek hareket
ediyorsa o zaman geliştirici ve ilerletici bir rol oynar. Atom denen buluş müthiş
bir enerji gücünü kontrol altına almaktır. Hangi amaçla kullanıldığı önemlidir.
Hem yararlı hem de dehşet düzeyinde yok edicidir. Toplum yararına
kullanıldığında ahlakidir, faydalıdır ve yaşatır. Fakat iktidar, güç olma,
tahakküm ve sömürü sağlamak için kullanıldığında ise ahlak dışı bir savaş
aracıdır, yıkıcıdır ve öldürücüdür.
Sonsuz evrende küçük bir
noktadayız. Yaşamın ve ölümün ne olduğunu tam anlamıyla çözmüş değiliz. Bir
sivrisinek dünyayı ne kadar algılayabiliyorsa insanın evreni algılaması ancak o
sınırlardadır. Anlamaya ve anlam katmaya çalışıyoruz. Hakikat arayışı denen şey
budur. Yaşamın anlamlandırılması bilgelik düzeyinde bir iç yoğunlaşma, düşünce
gücü ve buna denk bir yaşam gerektirir. Tek bir düşünce biçimiyle ne evrensel gerçeklik
ne yaşam ne de insan ilişkilerinin hakikati kavranamaz. Yaşam ve ilişkiler
sadece bir düşünce tarzıyla izah edilip anlaşılamaz. Gerçeğin bir parçasına
ulaşmak ilgili olunan olgu hakkında hakikate ulaşıldığı anlamına gelmez. O
sadece hakikate ulaşma da bir başlangıç olabilir. Salt bir pencereden
bakıldığında hakikatin tüm parçaları algılanamaz. Yaşamın hakikatini anlamak
ancak insanın dört temel zihniyet biçimi olan; mitolojik, dinsel, felsefik ve
bilimsel düşünce tarzlarını toplumsal ölçülerde doğru temelde ve bütünlüklü değerlendirmekle
gerçekleşebilir.
Doğru Yaşama İlkeleriyle Doğru İlişkilenme
Yaşamın kendisi ilişkilerin
toplamı olduğuna göre, “Nasıl Yaşamalı?”
sorusu “Nasıl ilişkilenmeli ve yapmalı?”
sorusunu da beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla anlamsallık bakımından “nasıl
yaşamalı” sorusuna eğer net bir cevap verilmişse, yapısallık düzleminde de ona
göre ilişkiler formuna ulaşılması gerekir. Öz ve biçim denen denge bu sayede
kurulmuş olur. “Sözüyle, özüyle bir
yaşama “ deyimi bu gerçekliği dile getirir. Ancak böyle olursa tutarlılık
anlamında Fikir-Zikir-Eylem birlikteliği gerçekleşmiş olur. Eğer öz ile söz
arasında (Teori ve pratik-Söylem ve eylem) bir çelişki varsa öz ve biçim sorunu
yaşanıyor ve ciddi bir zihniyet ve kişilik sorunu var demektir. Halk deyimiyle;
iki yüzlülük, siyasi literatürde ise ortayolcu oportünizm denen anlayış açığa
çıkar. Her ne kadar sistem eleştirilse ve devrimci söylemlerde bulunsa da de bu
anlayış sistemin kendisini yaşamaktadır. Anlamsallığı, yani hakikati zayıf,
yanlış yaşam ve ilişkilerden çıkmamıştır. Yaşam ve ilişkiler doğru
tanımlanmamış ve doğru temelde kurulamamıştır. Dolayısıyla yanlış tanım yanlış
ilişkiler ve yanlış yaşamın oluşmasına neden olmuştur. Bu durum bir bakıma insan hakikati ve yaşamı
açısından yabancılaşmaya tekabül eder. Önderlik bunu; İki özlü ve ikiyüzlü
kişilik biçiminde değerlendirdi. Bu demektir ki, anlamsallık olan zihniyet
oluşumu ile bunun somut ilişkiler ve kurumsallıklar bütünü olan yapısallık
arasında uyumsuzluk yaşanmaktadır. Anlamsallığımız zihniyet düzeyimizi,
yapısallığımız ise bunun ideolojik, politik, örgütsel ve toplumsal yaşam ve
ilişkiler ağımızı ifade etmektedir. Anlam dünyamız ve yapısallığımız
birleştiğinde ideolojik ve felsefik ilkeler, ölçüler, yaşam ve ilişki tarzımız,
örgütsel bütünlüğümüz ve bunların pratik boyutta somutluk kazandığı kurumlaşmalarımız
meydana gelir. Tüm bunlar Politik ve Ahlaki toplumu tanımlamaktadır. Devrimci
ortamda biz buna Önderlik ve Parti yaşam ölçüleri, örgütsel ilkeleri, ahlakı ve
kültürü diyoruz. Önderliğin kadro için yaptığı; “Kadro örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir” belirlemesi
anlamsal ve yapısal bütünselliği dile getirmektedir. Önderliğin ilk işi yaşamın
tanımını yapmak olmuştur. Yaşam doğru tanımlanmadan bu uğurda doğru bir
özgürlük ilişkisi ve savaşı geliştirilemez. Önderliğin en temel çalışması doğru
yaşam ilkeleriyle, doğru insanı yaratmak olmuştur. Özgür ülke, özgür toplum,
özgür birey, özgür kadın ve erkek ilişkisi ancak doğru yaşam ve ilişki ölçüleriyle
mümkün olabilir.
Yaşam ilişkilerde başlar. Canlı demek
ilişki demektir, ilişki demek yaşam demektir. Yaşamın kendisi ilişkiler
yumağıdır. İster birinci doğada isterse ikinci doğada olsun, beslenme-korunma-çoğalma
ihtiyacına dayanan alıp-verme üzerinden kurulan her etkinlik bir ilişki
biçimidir. Yaşamın bu temel faaliyeti durduğu an ölümün başladığı andır. Evrenin
sonsuz genişleme ve büyüme istemi özünde sosuz ilişkilenme istemidir. Doğadaki
ilişkiler sınırlı bir zekaya (duygusal ve güdüsel) bağlı gelişirken insandaki
ilişkiler farklı bir kategorideki bilinç (analitik ve duygusal zekâ) ile
gerçekleşir. İnsan zekâsı ve ilişkileri farklı bir mekanizmaya sahiptir. İnsan
evrendeki tüm özellikleri kendinde barındıran bir varlıktır. Evrendeki tüm
oluşum ve ilişki aşamaları insan faktöründe gerçekleştiği için “mikro evren” tanımlanması yapılmıştır.
Her canlı ancak etrafıyla ilişkilendiği oranda yaşam için gerekli mineralleri ve
beslenme olanaklarını elde eder. Bu canlıya göre değişir. Kimisi için maddi
yön, çoğalma ve beslenme baskın olurken, insan varlığı için daha çok düşünsel
ve manevi yön belirleyici olmuş ve sosyal toplumsal ilişkilerin gelişmesine yol
açmıştır. İnsandaki temel fark kendi farkına vararak ilişkilerine tarihsel,
ahlaki, felsefik ve ideolojik boyutu eklemesidir. Yani toplumsallaşması ve
toplumsal ilişkiler düzleminde kendini var kılarak çoğaltmasıdır. Felsefik ve
ideolojik bakış açısıyla değerlendirildiğinde insan için ölüm aslında kendini
toplumdan yalıtma ve ilişkisizlik durumudur.
Olumlu veya olumsuz her ilişkide
bir etkileme ve etkilenme vardır. Her ilişki hem kendini hem de etrafını inşa
eder ve yapılandırır. Her insan iletişimde olduğu ortamdan hem etkiliyor hem de
etkileniyor. Her ilişkinin dayandığı bir paradigma (İdeoloji) vardır.
Paradigmalar (ideolojiler) kendi ilişki ve yaşam tarzlarını oluşturup
örgütlerler. Tek bir insan kendi başına toplumsal ilişkileri yaratamaz. İlişki
demek çoğul bağ demektir. Mesela burjuva bireysel ideolojisi ve felsefesine
dayanan bireycilik sınırlanmış, daraltılmış, toplumsallaşmamış ilişki demektir.
Toplumdan kopuk bir insan ancak primat düzeyinde kalır. Toplumsallığa ve
hakikate yabancıdır, uzaktır. Toplum tüm insan ilişkilerinin toplamıdır. Toplum,
topluluklar toplumundan meydana gelir. Ahlak ise bu toplumsal ilişkilerin temel
pekiştirici gücüdür. Kapitalist modernite de geliştirilen bireycilik felsefesi
toplumsal ilişkilerin ve ahlakın parçalanmasını sağlar. Bireycilik kapalı bir
ilişki durumunu ifade eder. Dardır, yereldir ve bir diğerine açılmaz.
Toplumsallaşamayan komünal Ahlaki ve Politik ilişki düzeyine ulaşamaz. Genele
açılmayan ilişkiler demokratik değildir, üretemez, büyütemez ve geliştiremez.
Üretmeyen ancak istismar eder küçültür ve tüketir. Var olanı parçalara bölmek,
küçültmek ve tüketmek Kapitalist modernitenin ilişki ve yaşam tarzıdır.
Toplumsal bilimlerin, çalışma alanlarının bu denli küçük birimlere bölünmesinin
nedeni toplumsal yaşam ve ilişiklerin parçalanmasıdır. Bir köyde herkes biriyle
ilgili ve ilişkidedir. Köy yaşamı sosyaldir, toplumsaldır. Ancak kentteki bir
apartman sakinleri aynı apartmanda ya da aynı iş yerinde yaşamalarına rağmen
birbiriyle ilgisiz ve alakasızdırlar.
Sıfır ilişki durumunu yaşayan a-sosyal insanlardır. Bu kapitalist sistemin
ilişki ve yaşam tarzını yansıtmaktadır. Kapitalist pazar etrafında
örgütlendirilen soyut, yüzeysel ve çıkar ilişkileridir. Birbirlerine karşı
duyarsız, sorumsuz, adeta güdülen “sürü
insan” toplulukları yaratılmıştır. Sosyal ve toplumsal özelliklerini
kaybetmiş karıncalaştırılmış ve robotlaştırılmış insan tipi tasarlanmıştır.
İlişkilerde Yansıyan Geleneksel ve Modernist Anlayışlar
Yanlış ilişkiler yanlış yaşamdır,
yanlış yaşam yanlış ilişkilerdir. Doğru
bir ilişki tarzı yaşamı sanatsal düzeyde güzelleştirir, güçlendirir ve toplumsallaştırırken,
yanlış ilişki ise tam tersini yozlaştırıp kurutur. Kapitalist modernitenin
yaşam tarzında toplumun ahlaki ve politik ilişki bağları aşındırılarak yok
edilir. İddiasız, coşkusuz, amaçsız, geleceği ve geçmişi içermeyen ilişkiler hakimdir.
Dil aldatma aracına dönüşmüştür. Duygular yüceltmek için değil köreltmek ve
düşürmek için kullanılır. Toplumsal ilişkiler günlük çıkarların çarkları
arasında lime lime edilmektedir. Yaşam ve ilişkiler hayatta kalma yarışı içinde
an’a indirgenmiştir. An’a indirgenen ilişkiler günlük biyolojik ihtiyaçlar
çerçevesinde gerçekleşir. Geçmiş ve gelecekten yoksun, günün öneminden de
bihaber olan bu ilişki (sizlik) durumu toplumsal ilişkinin ve insanın yitimi
anlamına gelir. İçinde tarihsellik ve soylu bir değer barındırmaz. Güçlü bir
bağa ve toplumsal amaca dayanmayan sanal, soyut, içeriksiz ilişkilerdir.
Kapitalist modernitedeki ilişkiler daha çok simülasyondur, öz değil sahte bir
kopyadır. Gerçeğin sahte bir kopyasıdır. En büyük vahamet bunu gerçek hayat
olarak benimsetilmesi ve benimsenmesidir. Sahte olan bir yaşam kader biçiminde
benimsetilmiştir. Sahte, çorak ilişkiler doğru yaşama imkân tanımaz ve bir
nitelik kazandırmaz. Ölü ilişkilerden yaşam tutkusu, direnci, sevinci, heyecanı,
morali ve umudu doğmaz. Bu yüzden kapitalist modernite çağı “karamsarlık ve umutsuzluk çağıdır.”
Çünkü zihniyet yapılanması yanlıştır. Özellikle kaotik geçiş dönemlerinde
zihniyet bulanıklığı ve karmaşası hakikat algısının çarpıtılmasına daha fazla olanak
sunar. Nihilist anlayışların ve ilişki tarzlarının en çok geliştiği bu tür süreçlerdir.
Günümüzdeki postmodern kültür ve bilgi tekeli bunu gerçekleştirmektedir. Binlerce
düşünce kuruluşu, istihbarat örgütleri, yazar-çizer cemiyetleri, basın-medya
kuruluşları, film ve dizi sektörleri sahte yaşamın zihniyet kodlarını,
argümanlarını ve ilişki modelini topluma taşımakta ve hakikat olarak benimsetmektedir.
Yaşamın en fazla tahrip edildiği bir dönemdeyiz. Adorno’ nun; “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” tespiti tamda
bu zeminde anlam kazanmaktadır. Zihniyeti yanlış kurgulanmış yaşam ve ilişkiler
de yanlış olacaktır. En fazla ihtiyaç duyulan ahlaki ve manevi öğretilerin en
fazla anlamsızlaştığı bir çağda geçmekteyiz. İnsanlık adeta an’da çakılmıştır. Felsefik
olarak ana hapsedilmiş yaşamın anlamı hayvanlaşmadır. Hayvanların geçmiş ve
gelecek diye bir bilinci yoktur ve sadece an’da yaşarlar. Geleceğin kaygısı,
amacı ve özgür inşası ancak kendi farkına varmış ve toplumsal hakikatini
kavramış tarihsel bilinci olan insan özelliğidir. Bilinçli toplumsal insan geçmiş
tarihsellik bağlamında geleceğe yönelen amaçlı yaşayan insandır.
Kapitalist sistemde insan
ilişkileri çıkar ve kâr amaçlı özel mülkiyet etrafında şekillenir. Maddi
uygarlık ölçülerinde gelişen ilişkiler insanı yabancılaştırır ve hakikaten
uzaklaştırır. Kapitalist modernite bireyci, çıkarcı ve bencil insanların
dünyasıdır. Kapitalist modernite de ahlak, vicdan, adalet ve maneviyatın bir
önemi yoktur. Belirleyici olan sevgisiz, duygusuz ahlaki ve manevi ilkelerden
yoksun maddi çıkarlar etrafında geliştirilen ilişkilerdir. İnsan ilişkileri
piyasa-pazar etrafında şekillenir ve günübirliktir. İnsanlar kapital ekseninde
dönen birer uydu, nesne konumundadırlar. Bu yaşam ve ilişki tarzında ahlaki ve
manevi değerlerin bir anlamı yoktur. Maddi yaşamla kuşatılan insan ilişkileri
bireyi iradesiz, amaçsız ve umutsuz kılar.
Amaçsız ve ütopyasız birey kaybetmeye mahkumdur çünkü iradesizdir ve savrulma
halindedir. Tek gündemi iş, aş gibi günlük ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bunun
için sisteme biat etmekte ve çağdaş kölelik koşullarını kabul etmektedir. Yaşamın
ve ilişiklerin bir anlamı kalmadığından geleceğe aktarılacak soylu bir değer de
söz konusu olmaz. An’ da yaşanan o anda kalıp yok olacaktır. Bu ilişki tarzında
üretme, büyütme, yüceltme ve insanlığa mal etme yoktur. Tüketme, daraltma,
yozlaştırma ve çürüme vardır. İnsan ucuzladıkça insana dair ne kadar değer
varsa aynı ölçüde anlamsızlaşıp ucuzlar. En büyük yozlaşma yaşam ve ilişkilerde
başlar. Bu durumda yapılması gereken zihniyet savaşı yürütmektir. Zihniyet
savaşı ancak ahlak ve vicdan devrimiyle manevi-moral değerlerle birlikte
yürütüldükçe başarı sağlar. Özellikle geçiş çağlarının kaos ortamında
manevi-ahlaki değerler belirleyici bir roldedir. Aksi halde manevi-moral
değerlerden yoksun birey veya toplum her şeyi istismar eden kapitalist sistem
tarafından yok edilebilir.
Doğu tarzında dogmatik ve katı
bir iktidar ilişki tarzı hakimdir. Batı ilişki biçiminde ise daha esnek ve
yaygın bir bio-iktidar tarzı egemendir. Doğu’nun dogmatizminde şekillenen ilişki
tarzı, kuru, katı, köle ilişkisi olurken, Batı ilişkisi ise liberalizm
zihniyetiyle anlamsızlaştırılıp, parçalanmıştır. Sahte bir özgürlük anlayışıyla
her şeyi bireycileştirerek pozitivist bir zihniyetle aşındırmakta,
anlamsızlaştırmakta ve yozlaştırmaktadır. Aslında her iki ilişki tarzı da aynı
sonuca varmaktadır. Birisi tek biçime, kalıba sokup dondurmakta, diğeri ise çok
türlü kalıba sokan liberalizm ile sahte özgürlük seçenekleriyle ölçüsüz ve ilkesizleştirerek
aşındırmakta ve yozlaştırmaktadır. Her iki ilişki tarzı da sömürücü ataerkil iktidar
ve tahakküm ilişiklerine dayanmaktadır.
İlişkilere ideolojik bakış açısıyla, yani
tarih, cins ve sınıf bilinciyle bakılırsa o zaman ilişki tarzlarının ilerici ya
da gerici karakteri anlaşılabilir. Ayrıca felsefik, estetik ve sanatsal anlayış
ne kadar gelişkin olursa ilişkilerdeki özgürleştirici, geliştirici ve
güzelleştirici boyut o denli yüksek olur. Efendi koca-hizmetçi kadın, tanrı-kul,
efendi-köle, burjuva-işçi ayrımına dayalı gelişen ilişkiler kadından başlamak
üzere toplumun düşürülerek kullaştırılmasını, köleleştirilmesini,
sömürgeleştirilerek tahakküm altına alınışını ifade etmektedir. İktidar ve
sömürüye dayalı bu ilişkiler insanın iki yönlü yabancılaşmasına neden olmuştur.
Birincisi sınıfsal ve cins ayrımıyla insanın insana yabancılaşmasını
sağlanmıştır. Kadın ve erkek arasında eşitsizlik yaratılmıştır. Ezen ve ezilen,
sömüren ile sömürülen gibi toplumsal sınıflaşma meydana gelmiştir. İkincisi;
insanın kendisini var kıldığı doğaya karşı yabancılaşması ve insan gibi doğayı da
tahakküm altına alarak yaşanılmaz kılmasıdır. Her iki durumda da insan yaratıcı ve üretici iki ANA olgu olan Ana
kadın ve Ana Doğa’dan koparak yabancılaşmıştır. Neolitik Kutsal ana etrafında
örülen ilişkiler toplumsaldır, eşitlikçi ve demokratiktir. Kadını tahakküm
ilişkileriyle düşüren ataerkil sistemle birlikte insan ilişkilerinde iktidarcı
ve yabancılaştırıcı bir karaktere bürünmüştür. Kadının düşürülmesi toplumsal
demokratik ilişkilerin düşürülmesi anlamındadır. İlk ve kölelik çağlarında
mitolojik uydurmalarla kadının tapınaklara kapatılarak erkek tanrılar adına
fahişeleştirilmesi, feodalizm çağında din adına cariyeleştirilmesi ve kapitalist
modernite sisteminde “süper meta”
haline getirilmesi kadın ulusunun düşürülüş tarihini ifade etmektedir. Bu
bakımdan kadının düşürülmesi toplumsal düşüşün düzeyi olurken, kadın özgürlüğü
de toplumsal özgürleşmenin ölçütü olmaktadır. Nasıl ki, toplumsal ayrışma,
iktidar ve sömürü ilişkileri kadın üzerinden geliştirilerek tüm topluma
yayılmışsa toplumsal özgürleşme de ancak kadın özgürlüğü ve kadın-erkek
ilişkilerinin demokratikleşmesiyle sağlanabilir.
Devrimci İlişkiler Toplumsallığın Tüm Damarlarına Açılan İlişkilerdir
Devrimci
ilişkiler toplumsallığın tüm damarlarına açılan ilişkilerdir. Bu aynı zamanda
PKK kadro özelliğidir. PKK toplumsallığı böylesi bir ilişki sonucu bu günlere
gelmiştir. Birkaç kişilik bir gruptan milyonlara varan bir toplumsallık ancak
anlamsallığı yüksek böylesi bir ilişki tarzıyla mümkün olabilirdi. Bir Önderden
bir zihniyet, bir zihniyetten bir ilişki, bir ilişkiden bir örgüt, bir örgütten
bir eylem, bir eylemden bir halkın doğuşu ve bir halkın doğuşundan özgür bir
dünyanın doğuşu bu sayede gerçekleşmiştir. Önderlik ve PKK ilişki diyalektiği
böyle gelişmiştir. Örneğin; Rojava’ da
Önderlik bir-iki ilişkiyle başlamıştır. İki ilişkiden bugünkü halk devrimi
doğmuştur. Bu tıpkı büyük bir itinayla işlenen ham uranyumdan atom gücünde bir
enerjiyi açığa çıkartmaya benzemektedir. İnsan da düşünen canlı bir madde
olduğuna göre özgür insan bilinci ve zihniyeti de anlamlaşmak isteyen maddenin
en gelişmiş düzeyini ifade eder. Önderliğin özgür bir insan atom kadar güçlüdür
benzetmesi bu bağlamdadır. İnsanda tıpkı itinayla işlenen ve bir cevhere
dönüşen bir madde gibidir. Bunun için çaba, emek, doğru yöntem ve amaç
gereklidir. Önderlik Kürt kişiliğini büyük bir özenle atomlarına kadar
çözümleyerek ve yeniden işleyerek değerli bir hale getirirmiştir. Önderlik ilişki
tarzında büyütmek esastır. Önderlik ilişki tarzında bir toz zerresi kadar
olumlu yön varsa onu bir potansiyele dönüştürme, açığa çıkartma ve yeşertme
vardır. Bizim asla düşünemediğimiz, ciddiye almadığımız, hatta “bundan bir şey
çıkmaz, bu yaramazdır, karşıttır” dediğimiz kişiler önderlik tarzıyla aktif hale
gelmektedir. Bu ilişki tarzına direnenler açığa çıkartılıp etkisizleşmektedir.
Önderlik ilişki tarzında sistemin düşürmüş olduğu ayağa kalkar, lanetli hale
getirilen kutsallığa yönelir, hainleştirilen direnişçi kesilir. Bizim
tarzımızda ise genellikle güç ve potansiyel ya tüketiliyor ya da çok az bir
kısmı harekete geçirilebiliyor. Tutkumuz, ısrarımız ve örgütleme düzeyimiz çok
düşüktür. Potansiyeli değerlendiremiyoruz. Örneğin Önderlik; “tam devrim
zamanıdır, koşullar oluştu” demektedir. Ancak biz bu potansiyeli işletip
harekete geçiremiyoruz. Önderlikte bilenen ilişki bizde körelmektedir.
Önderlikte yeşerirken bizde kurumaktadır. Önderlik aydınlatır ve parlatırken
bizde sönmektedir. Önderlikte yüzde yüz olan bizde belki de yüzde
beş-onlardadır. Önderlikte stratejik olan bizde taktiktir ve kısa dönemlidir.
Bundan dolayı ilişkilerde ve örgütlenmede istenen başarıyı yakalayamıyor ve
sinerjiye dönüştüremiyoruz. Daha çok var olanı yürütme, bazen onu da kaybetme
yaşanmaktadır.
Eleştiri konusu yapılan ilişkilerimizdeki
geri ve karanlık olan tıpkı Zerdüşt felsefesindeki Ehriman tarafını yansıtıyor.
Birde özümüzü, aydınlığımızı, Önderlik ve Parti çizgisini ifade eden
güzelliklerle örülü, yücelikler, fedailikler, eşitliğe, özgürlüğe, emeğe ve
sevgiye dayalı yoldaşlık bağlarımızı tanımlayan Hürmüz yanı vardır ki, bunlar Hakikat Yoldaşlığı’na dayanmaktadır.
Esas devrimci özümüzü oluşturan bunlardır. Hakikate dayanan ilişkiler ilkeli ve
güzel insanı yaratır. Demokratik toplum ve özgür toplumsallığımızın temeli olan
ve büyütülmesi gereken bu ilişkilerdir.
Kürdistan sömürge ilişkileri
insanı özünden, hakikatinden uzaklaştırıp yabancılaştırmıştır. Düşürmüş,
köleleştirmiştir. Yaşam ve ilişkileri
yabancı güçlerin hizmetine sokmuştur. İlkel milliyetçi, orta sınıf veya küçük burjuva
yaşam tarzları Kürt toplumunu egemen sömürge sistemlerine, onun işbirlikçi
yaşam tarzlarına entegre etme işlevi görmüştür. Düşürücü ve ihanet eden
ilişkiler yaratılmıştır. Geri ve yabancı ideolojilerin etkisinde kalan ilişki
ve yaşam tarzı Kürt toplumunu adeta tarih dışına itmiş, kendi olmaktan
çıkartmıştır. Asimilasyon sonucu inkâr edilen özün üzerine farklı kılıflar çekilerek
tam anlamıyla çarpık ve tanımı zor olan bir kişilik özelliği şekillenmiştir. Ne
kendi özünden tam çıkabilmiş nede özendiği yabancı ideolojilerin ve sistemlerin
öznesi olabilmiştir. Kültür aşınmasına, dejenerasyonuna uğrayarak bozulmuş ve
asimile olmuştur. Kürdistan devrimi özünden çıkarılmış bu Kürt yaşam ve
ilişkilerini yeniden özüne kavuşturarak yüceltmiş, özgürleştirmiş, demokratik
ulus düzeyinde güç ve irade sahibi yaparak kendi toplumsallığının öznesi haline
getirmiştir. Özgür kadın ve erkek ilişkilerini açığa çıkartmıştır. İktidar ve sömürüye
dayanan, yabancı ideolojilerin etkisinde olan ilişkilerden eşit, özgür ve aynı
mücadele siperlerinde buluşmuş yoldaş
düzeyine gelen bir ilişki tarzı yaratmıştır. Sadece kendisiyle sınırlı
kalmayan, bölgedeki halklarla da demokratik ilişkileri geliştirip alternatif
bir sisteme öncülük eden bir duruma gelmiştir. Bunu sağlayan Önderliğin sosyalist
ideolojisi, yaşam tarzı ve ilişkileridir. PKK’nin sosyalist demokratik yaşam
paradigmasıdır. Kürdistan’da kazandıran devrimci Partinin sosyalist anlayışı ve
yaşam tarzıdır. Bunun dışındaki tüm anlayış ve yaşam tarzları başarısız ve
düşürücü olmuşlardır. Sosyalist ilişkiler toplumsallaştırır, büyütür, insanı tüm
maddi bağlardan kurtararak özgürleştirir. Kapitalist ilişkiler insanı maddiyata
bağlayarak bireycileştirir, küçültür ve köleleştirir. Eşit, özgür ilişkiler
ancak sosyalist yaşam temelinde gerçekleştirilebilir. Sosyalist olmayanın
ilişkileri özgür, eşit ve geliştirici olamaz. Sosyalizm demokratik yaşam ve
ilişkilerin sosyal bilimi ve ideolojisidir. Sosyalizm komünal toplumun yaşam
tarzıdır.
Önderlik ve PKK ilişki tarzı Kürt
ve Kürdistan’i özgünlük kadar bölgesel ve evrensel karakterdedir. Yerelliği
aşan bir evrenselliğe sahiptir. İlkelere dayalı ilişkiler ideolojik, politik, anlamlı
ve ciddi ilişkilerdir. Yoldaşın yoldaşı olmak ilkelere dayalı ilişkiler
demektir. PKK yoldaşlık ilişkileri anlamsallığın dolayısıyla tarihselliğin ve
toplumsallığın en fazla yoğunlaştığı alan olmaktadır. Çünkü anlam hakikatin
potansiyelidir. Anlam zihniyet düzeyidir, ideolojidir. Anlamın dile ve pratiğe
gelişi politikadır. Yani ilişkilerdeki anlam geliştikçe ideolojik ve politik
düzeyimiz gelişir. Parti demek zihniyet birliği demektir. Partileşmek devrimci
bilinç ve anlam yoğunluğu kazanmaktır. Anlam geliştikçe ilişkilerde ideolojik
bakımdan o denli hakikatleşir ve yaşanır. Devrimci ilişkiler ahlaki ve manevi
değerlerle örülmüş felsefik, ideolojik ve politik ilişkilerdir. Önderlik buna
aynı ideolojiden beslenenlerin “hakikat
yoldaşlığı” şeklinde belirledi. Bunun savaşımını da “hakikat savaşçılığı” olarak tanımladı. Hakikat savaşçılığı mutlak
anlamda ortak zihniyet birliğini gerektirir.
Sonuç olarak: Hakikatle örülmüş toplumsal ilişkiler bir baraj gibi
PKK’de toplanmakta, işlenmekte ve yeniden kadro üzerinden toplumun kılcal
damarlarına yayılarak İyi, güzel, doğru ve özgür bir dünya inşa etme hedefiyle
çoğalmaktadır. Böylesi tarihi bir çalışmaya katılmak ancak tarihi bir misyon
üstlenmiş, kendini adamış kadrolarla mümkün olur. Sonsuz arayış ve yücelme varken
neden kendi bireyci-bencil kabuğumuzda hapsolalım ki. Bizlere düşen Önder
APO’nun göklere merdiven dikecek kadar geniş ufuklu sorgulayıcı, eleştirici,
eğitici, dönüştürücü, örgütleyici, özgürleştirici ve yüceltici ilişkiler
felsefesini benimsemek ve kendi yaşam-ilişki tarzına dönüştürmektir.
Demokratik, Ekolojik ve Kadın özgürlüğüne dayalı sosyalist bir dünya ancak bu
temelde hakikatleşecektir.
Dıjwar SASON
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html