16 Nisan 2014 Çarşamba Saat 07:05
Kalıntıları Kürdistan ve Ortadoğu’da günümüze kadar devam eden, Avrupa’da ise cadı avlarının dehşeti nedeniyle büyük oranda silinen şifacılık, kadınların binlerce yıllık kültüründe çok önemli bir yere sahiptir. Jeanne Achterberg bunu “Kadınlar her zaman şifacı olmuşlardır. Dünyanın her yerindeki kültürel söylenceler, yaşam ve ölümün gizemlerini yalnızca kadınların bildiği, dolayısıyla yalnızca onların büyülü şifacılık sanatını uygulayabildikleri bir zamandan söz eder. Kriz ve felaketlerde(bazı öykülere göre), kutsal bilgeliğin koruyucusu kadınların bu saygın konumu kasten ve zorla ellerinden alındı. Başka yerlerde, başka dönemlerde, kadınların şifacılık mesleğini yasal olarak uygulama hakları değişen adet ve dinsel öğretilerle yavaş yavaş aşındı. Sözleri ile ifade eder. Sağlık ve şifada kullanılan simgeler de bunu doğrular. Doğum yapan kadının yaşamın ve ölümün sahibi olduğu düşünüldüğünde ve bitkilerin bilgisine sahip olanın kadınlar olduğu dikkate alındığında buna çok fazla şaşmamak gerekir. Tıp tarihinde bu geleneğin yaşadığı dönüşümü Fatmagül Berktay “Tarihsel süreç antik kültürlerin hastalıkları sağaltıcı “bilge kadınlarından ve “hekim kraliçelerinden Ortaçağ’ın “cadı avlarına ve baştan çıkarıcı “sarı kızlara dönüştürüldüğünün tanığıdır sözleri ile ifade eder.
Mezopotamya’da hekimliğin, tapınak okullarında yetişen başlıca üç rahip sınıfı tarafından yapıldığı bilinmektedir. Bunlardan BĀRŪlar falcılık yoluyla hastalığın tanısı konusunda kehanette bulunanlar ASŪlar bitki, maden, hayvan kaynaklı ilaçlarla hastalığı tedaviye çalışanlar ĀSİPŪlar ise büyücülük, üfürükçülük gibi yöntemleri kullananlardır. Mezopotamya tıbbında farklı mesleki statülere sahip hekimler arasında A.ZU adıyla tanınan kadın hekimlerin görev yaptığı bilinmektedir.
Hattuşa (Boğazköy)’da bulunan arşiv tabletlerden edinilen bilgilere göre Hititlerde hastalık nedenlerinin açıklanmasında sihir-büyünün yanı sıra doğal etkenlerin de yer aldığı falcılık-kehanet gibi yöntemleri kullananlara AZU, ilaçla tedavi yapanlara A.ZU denildiği, SAL A.ZU adıyla anılan grubun ise kadın hekimleri tanımladığı anlaşılmaktadır. Gebeleri izleyen, doğumları yaptıran ve bebeğin sağlıklı gelişimi için dua eden ebelere ise SAL Hasnupala adı verildiği bilinmektedir. Kil tabletlerde ismi geçen diğer kadın hekimler Makiya, Mammitum-um-mi, Hurili Azzari’dir.
Hitit doğum geleneklerini gösteren Papanikri Rituali adlı metinde Hitit kadınlarının doğum yapmak için gittikleri doğum evinde özel bir doğum sandalyesine oturtuldukları, doğum sırasında bu sandalye kırılırsa uğursuzluk saydıkları için doğum yerinin değiştirildiği anlatılmaktadır.
Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarında bakım ve tedavi yürüten kadınların yanı sıra Kraliçelerin de sağlık hizmetleriyle yakından ilgilendikleri ve adeta sağlık tanrıçaları olarak algılandıkları dile getirilmektedir. Bunlar arasında Kraliçe Şubad (İ.Ö 3000-Ur), Mentuhetep(M.Ö.2300) Hatşepsut(M.Ö.1500), Mısır Kraliçesi Polydamna ve Kleopatra (İ.Ö 100) sayılabilir.
Kadınların bitkiler konusunda çok fazla bilgiye sahip olması ve bitkilere yükledikleri tıbbi büyüsel anlamlar mitolojik dönemin temel özelliklerinden biridir. Adet kanaması, gebelik ve doğum süreçlerinde kullanılan pek çok bitkinin yanı sıra tanrıların ve tanrıçaların çoğunun şifa verme gücüne inanılıyordu. Örneğin Troyalı Helen (İ.Ö 2000) bitkilerden ilaç yapmasıyla ünlü idi Afrodit, Artemis ve Hera doğumun, Hekate çocuk hastalıklarının, Athena körlüğün, Persephone diş ve göz hastalıklarının, Eileithyia ise ebeliğin tanrıçaları olarak kabul ediliyordu.
Mitolojik anlatımlarda tanrıçalığın Sümer-Babil’de başlayan baş aşağı gidişinin doruk noktasına Zeus ve Olympos tanrı-tanrıça panteonları ile ulaştığı bilinen bir gerçeklik. Bundan başlangıçta kadınlara ait olan hekimlik mesleği de payını alır. Yunan mitolojisinde tıp tanrısı olarak bilinen ve adına 300’den fazla tapınak kurulmuş olan Asklepios’un artık erkek olması da bununla bağlantılı bir gelişmedir. Mitolojilerde tanrıçaların en önemli simgelerinden birinin yılan olduğu biliniyor. Asklepios’un yılanlı asası ile hekimliğin simgesidir ve tıp sembolü haline getirilmiş olması çarpıcı bir örnektir. Ancak henüz tümden kadınların dıştalanmayacağını düşünerek her ne kadar tıp tanrısı erkek olsa da kızları Hygieia , Iaso ve Panacea farklı inançlarda sağlık tanrıçaları olarak görülmüşlerdir.
Yunanca sağlık anlamına gelen Hygieia, Asklepios’un kızı ve yardımcısıdır. Hygieia yalnız hasta insanlara değil, hayvanlara da bakar, dertlerine deva, hastalıklarına ilaç bulur. Hekimlikle ilgili bütün tanrıçalar gibi o da yeraltı simgeleri taşır ve özellikle yeraltı yaratıklarının en özgürü olan yılanla bir arada gösterilir. Babasının iyileştirme temalı mitolojik görevini Hygieia koruma temalı olarak gerçekleştirmektedir. Hijyen kelimesinin etimolojik kökeni de içerdiği anlam bakımından aynı zamanda tanrıçanın ismi ile özdeştir. Hiçbir efsanesinin olmaması da muhtemelen erkek egemenliğinin kerametlerinden olsa gerek. Günümüzde tıp sembolü olarak hastane, ambulans ve tıp fakültelerinin amblemi haline gelmiş olan iki yılanın hikayesi ise şöyledir Asklepion, tanrı Asklepios adına kurulmuş günümüzün hastanelerini kat be kat aşan güzellikte ve kapsamdaki tapınaklardan biridir. Kapısında da “buraya ölüm giremez yazar. Efsaneye göre, derdine deva aramak için Asklepion’a gelen bir hasta, girişte iki yılanın bir taş oyuğunun içinden süt içtiğini ve sütü zehirleri ile karıştırıp taşa geri boşalttığını tesadüfen görmüştür. Hasta, iyileşmeyeceği görüşüyle Asklepion’a alınmayınca acı çekmeden ölmek umuduyla oyuktaki süt-zehir karışımını içer, ama ölmek yerine iyileşir. Yılan zehrinin şifa verici yönünü böylece ortaya çıkınca Eski Çağ’ın ünlü hekimi Bergamalı Galen Asklepion’un sembolünün çifte yılan olmasına karar vermiştir.
Sağlığın kadınların etkin olduğu bir alandan bir erkek tanrının eline geçişi Asklepion’un sağlık tanrısı olarak belirlenmesi önemli bir dönüşüm. Ama ondan da önce şifa, doğum, iyileştirme yapılan tapınaklardan kadınların atılması yada giderek etkilerinin azalması da belirleyici olmuştur. İ.Ö 7. yüzyıldan başlayarak kadının şifacılığına olan saygı giderek azalmış ve erkek hekimler dönemi başlamıştır. Mısır tıbbında dinden bağımsızlaşma mumyacılık ile anatomi ve cerrahide gelişme, kadınlara kapalı tıp okulları, sadece evde tedavi yapan şifacı ve ebe kadınlara dönüşen bir süreci başlatmıştır.
Günümüz tıbbının babası olarak kabul edilen Hipokrat da Asklepios olduğu kabul edilen ve Asklepiades (Asklepios’un çocukları yahut şifa verici¬ler) denilen efsanevî bir sülâleye veya ta¬bipler nesline mensup olup muhtemelen M.Ö 460 yılında Kos (İstanköy) adasında doğmuştur. Kuzey Yuna¬nistan’daki Larissa şehrinde M.Ö 380-373 arasındaki bir tarihte ölmüş ve buraya gömülmüştür. Hipokratın diğer önemli bir özelliği tıbbı hurefelerden arındırması olarak bilinir. Ancak bilinmeyen bir gerçeklik de hala tıp etiğinin ifadesi olan Hipokrat andının ve Hipokrat geleneğini sürdüren hekim ve hekimlik okullarının eril karakteridir.
Hipokrat Andındaki “ Şifa verici Apollon ile Asklepios, Hygeia ve Panacea ve bütün diğer tanrı ve tanrıçalara ant olsun ki elimden geldiği ve aklımın erdiği kadar bu yemini bütünü ile yerine getireceğim. Tıp hocamı anam babam kadar aziz tutacağım, elimdeki ve avucumdakini onunla paylaşacağım. Eğer bir ihtiyacı olursa yardımına koşacağım, oğullarına kendi kardeşlerim gözü ile bakacağım. Eğer isterlerse bu sanatı ücretsiz ve kendilerinden hiçbir karşılık beklemeden öğreteceğim. Öncelikle kendi oğullarıma, sonra hocamın çocuklarına ve nihayet tıp yasası uyarınca yazılı taahhüt ve andı ile beni hocalığa seçen talebeme ve yalnız bunlara mesleğimi öğreteceğim . Sözleriyle kadınların elinden alınan iyileştirme sanatının sadece oğullara öğretilmesi ifade edilmiştir. Yani çokça sözü edilen Hipokrat andı aslında cinsiyetçidir. Cinsiyetçi bilime karşı mücadele eden doktorların bunun yerine insanlığın evrensel değerlerini temsil edecek yeni bir andı tıp fakültelerine yerleştirmeleri de bir görev olarak önlerinde durmaktadır.
Kendi ilmini kadınları öğretmek istemeyen Hipokrat ve onun geleneğinden gelen ünlü hekimlerin şifacı kadınlara olan düşmanlığı da incelemeye değer bir konudur. Tıbbı hurafelerden arındırma olarak adlandırılsa da aslında kadın hekimlerin gücünden korku duyulması daha gerçekçi bir değerlendirme olabilir. Hipokrat okullarının ünlü hekimlerinin kadın şifacılar konusundaki sözleri de bu kadın düşmanlığını açıkça ortaya koymaktadır. Kadın şifacılara “ampirikçi, zehirci veya fahişe denilmektedir. Hipokrat ekolünden gelen hekimlerden Cato (M.S.150-230) kadınları düşükçüler diye sıfatlandırırken, Tertullian (M.S.150-230) kadın şifacıların yöntemleriyle alay eder, Galen (M.S.129-201) ise geleneksel tıbbı “kocakarı masalları ve Mısırlı şarlatanlığı diye nitelendirir.
Roma tıbbında Hipokratik okulların hegemonyasına karşı kendilerine Saga adı verilen kadınlardan Elephantis, Salpe, Sotira reçeteleri ile ün kazanmışlardır. M.S 1. Yy yaşamış olan Africana sara ve kısırlık tedavisinde başarı kazanmıştır. Octavia ve Messalina ise ev hekimliğinde isimlerini duyurmuşlardır. Hipokratik okulun öncülük ettiği erkek tıbbı bilgi ve yeni buluşlarla anılırken, “kadın tıbbı” ise hurafe anlamı kazanmaya başlar. Büyücü sıfatının da verilmesinden sonra Sagalar idam edilmeye başlanır.
Devam Edecek…
Zozan Sima
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info