31 Mart 2016 Perşembe Saat 12:09
Oyun dünyasının kuralları olur ancak kalıpları olmamalı.
Hele endüstrisi hiç olmamalı. Diye peşin bir görüş öne sürülürse mevcut gelinen
modernist dünyanın ve onun yan destekleyicilerinin hışmına, ayet, kanun
hükmünde reddiyesine ya da her şeyi bilme havalarında boş sözler hayatta
karşılığı yok demelerin olmaması acaba mümkün mü? Oldukça risk taşıyan(çünkü
öldürme, bitirme, yok sayma, itibarsızlaştırma, ötekileştirme dünyasındayız
hala) bu soruşun ya da görüşün tartışılması ayrı bir konu.
Oyun üzerine öyle çok tanım ve değerlendirme var ki her biri
kendisinde o kadar ısrar ediyor ki, en sonunda hepsini alsan fazlalık, bir
kısmını alsan eksik, birini alsan yanlış diyebileceğimiz bir karmaşa ve parçalı
izahatlar. Bunun tartışması ayrı bir konu. İşin esası tarih konusunda ki
bakışlar problemli. Yani kökle ilgili sorunlar olunca günceldeki durumlarla ilk
halleri arasındaki bağlar ya görülmemekte, ya tek taraflı alınmakta ve bir
curcuna ortaya çıkmakta. Tıpkı kültür tanımı gibi.
Birincisi kavramlar dünyası insan oluşundan bugüne
doğrusu-yanlışı ayrı bir konu olmak üzere kendi zamanlarına göre anlamlar
kazandırılmıştır. Hayatın vaz geçilmez bir davranış dili olarak oyun diye
tanımladığımız hiçte doğuş zamanlarında adına öyle kavram ve anlam
biçilmemişti. Analitik zekânın hayat üzerinde daha egemen hale gelişi elbette
ki daha fazla yorumlamayı getirecektir. Daha fazla yorumlama daha çok tanım ve
sapma anlamına gelecektir. Tersinden yorumsuz zekâ da toplumsal yanın
körelmesine bitişine yol açar. Zekâlar (duygusal-analitik)arasındaki uyumun en
güzel örneği ana kadın etrafında yaratılan insan ve komünal toplum hakikatidir.
İkincisi İnsanlık tarihinin insanlık, insan olma, yaşam
düzeneği kurma, tüm gerekli araç ve gereçlerinin ilklerinin ana kucağı doğum
tarihi olarak ana kadın etrafında gelişen neolitik devrim konusunda
birleşemezsek tartışmayı bugünkü curcunanın kopuk, eklektik, kafası karışık,
kuşkuların, göreceliğin ya da pozitivizmin perspektiflerinden yayılan görüş
dalgalarının içerisinde sen yanlış ben doğru tartışması yersiz, zamansız ve
gereksiz olacaktır. Haliyle de reddiye, hoşgörü ya da boş verme eksenlerindeki
tarafların birinin oyuncusu ya da seyircisi olmaya gerek yok.
Tarihsel olarak üzerinde güncel bağlamında eril zihniyetin
kendine göre tanım zihniyetiyle yaptığı oyun hakkındaki tarihsel çarpıtma
oyunudur. Bu tanımlarla uğraşmak için iktidarın tepesinde olmaya gerek yok. O
zihniyeti taşıyan kendi halindeki bir araştırmacıda o eksenli tanımlar üretir
haldedir. Analitik zekânın yorumlama temposunu artırdıkça zihniyetinde eril
oluşu göz önüne alınınca tarifler, tanımlar tanınmaz hale geliyor. Böylelikle
postmodernizmde olduğu gibi neredeyse herkesin kendisine göre kavram
tanımlaması ortaya çıkıyor. Hal böyle olunca hakikat tüm zamanlarda asla hiç
olmadığı kadar bir bulanıklaşmaya, silikleşmeye, belirsizleşmeye, tanınmaz hale
konuluyor. Ondandır ki oldukça dikkat edip, bunun oyun olup olmadığını
irdelemek ve ortaklaşmak gerek. Gasp etmenin, talanın, hilenin, tersine çevirmenin
adı oyun tarihi değildir. Olsa olsa eril zihniyet tarihinin başa bela edilen
oyunu tanımından, özünden boşaltma tarihidir. Ya da bir başka deyişle
oyunbozanlığıdır. Evet, peşin bir tespit olarak hayatın ve oyunun her türlü
endüstriyalizme uğratılması oyunu bozmaktır. Oyunbozanlıktır. Hayatı bozmaktır.
İlişkileri ve psikolojiyi bozmaktır. Bu kısa girişle birlikte canlılar
dünyasının oyun diye tabir ettiğimiz gördüğümüz, bildiğimiz konunun kendisi
nasıl bir seyirdedir.
Genetik ve kültürel olmak üzere iki ana eksende oluşmuştur.
Duygusal zekânın mükemmel hayata hazırlama, hayatı sevdirme, hayatı anlatma ve
hayatı yaşatma davranış dili olarak oyun doğanın tüm canlılara verdiği vaz
geçilmez, onsuz olmaz bir özelliktir ya da bir başka deyişle yeteneğidir. Genetik
diyebileceğimiz duygusal zekânın hayat pırıltılarını canlandırma, hayat
sıkıntılarını anlatma, hayatı sürdürmenin gereklerini öğretme yetisi olan oyun
mükemmel bir varoluştur. Oyun bu yanıyla canlı için bir varoluştur. Varlığını
yaşamadır. Bir canlının fiziksel formu değiştikten sonradır ki, yani ölüm
dediğimiz halinde sadece ölüler oyun oynamazlar… Oyun tek kelimeyle Genetik
olarak yaşamakla/yaşatmakla kodlanmıştır. Oyunsuz özellikle yavruluk ve
ergenlik dahası yaşam varoluşa kodlanmamıştır.
Canlıların çoğunda başta küçüklük evresi olmak üzere ömrün diğer
zamanlarında kendi havasında sürer. Her canlının oyun havası, oyun biçimi
türlere göre farklılıklar zenginlikler gösterirse de adeta doğanın ya da bizim
bilmekte olduğumuz bu evrenin damgası gibi birçok konuda inanılmaz benzerlikler
de gözlemlenmektedir. Sevinç, kaçış, üzerine gitme, üzülme, vaz geçme, tekrar
hiç olmamış gibi yeniden başlama gibi bir çok canlı yavrusunda görülen-insan
yavrusu da dahil- davranışların oyun diye tabir ettiğimiz hallerde
benzerliklerin yaşandığı gözlemlenebilir.
İnsan boyutunda başlangıç itibarıyla genetik hatlar kuşkusuz
ki genel canlılar boyutunda tamamıyladır. Kültürel bir varlık haline gelişle
birlikte genetik kimi oyun halleri korunmakla birlikte -çünkü canlılar dünyasının
bir parçası oluşundan ötürü- yaşamın içinden süzülüp gelen ve insani özellikler
taşıyan ve insanı yaşama hazırlayan kimi oyunların yaratıldığı görülmektedir.
Ve bir ana kucağı geleneğiyle nesillere aktarılmaktadır. İşte yaşama hazırlama,
yaşamı sürdürme, geleneğe dönüştürme çabasında oyunlar ana kadın dünyasında
sinerjik rol ve karakterdedir. Dahası kesinlikle insani, toplumsal özellikler
ve amaç güdülmüştür. Pedagojinin vaz geçilmez öğesidir. Yetişkinlerin hayatı
oyun tadında sürdürmelerinde sinerji kaynağıdır. Çocuk bu zihniyette birinci ve
ikinci doğalar-doğa ve toplum- dediğimiz hakikatler karşısında uyumlu olmaya
dönük yaşama hazırlanır. Özen ve önem gösterilen tek ilkedir. Hayat buna göre
yaratıcı kılınır. Ki zaten yaratıcılık baskı, tek tip haller de devrimsel
çıkışa dönük esemez. Uyumlu yaşamda hayat yaratıcı, sinerjik, korkusuz, güvenli
ve umutludur. Umutların beklendiği değil de umut olmaların, esenlik kaynağı
olmaların, kendisi olmaların devrimsel çıkışlarına, buluşlarına sonuna kadar açık
yaşam havası solunmaktadır. İnsanlık tarihinin ilklerinin bu zihniyetin
kendisini yaşamda sürdürdüğü zaman ve mekânlarda geliştiğini bilmekteyiz. En
zor olan ilki yaratmaktır. İlk olandan etkilenip, esinlenip yeni yaratımları
bulmak ta anlamlı ve önemlidir. Ancak ilk olmanın özgünlüğünü elbette ki
tarihsel durumu gereği taşıyamaz. Ve bu gün için kesin olarak garipsenen bir
durumda ilk yaratımların sahipleri, kişiler değildir. Ve hatta toplumların
adıyla da değildir. Yaratılan bir yenilik tüm toplumun sevinç ortaklığıdır. Ve
işte tamda oyun tadındaki yaşamıdır. Günümüz araştırma mantığının yaratılan
buluşların illa bir kişisini dolaysıyla da bağlı olduğu toplumunu bulma
arayışlarının tek sebebi yoktur. Belki bilinmek istenebilir. Bu kadarı
anlaşılır. Ama illa birini arayıp bulmak ha işte bu kişi yarattı demeye çalışma
tamamıyla tekçi zihniyetin illa birilerine dayandırma, birileriyle izah etme,
zihniyetiyle paralellikte olduğu da görülmelidir. Oysa buluşlar ve emek asla
kişisel değildir. Olamaz. Yaratılan birikimlerin ortak emeğin sonucudur.
Toplumsaldır. Tarihseldir. Bu en önemli araştırma ilkesidir. Ve zihniyetidir.
Buna dayanmayan araştırmaların her hali tüm iyi niyetlerine rağmen iktidar
tekellerinin zihniyetini güçlendirmeye yarayacağı açıktır.
Ana kadın etrafında yaratılan ve sürdürülen oyun erkek aklı
karakterli pedagojiyle, hayat ilişki denkleminde katı kurallarla çerçevelenerek
adeta ayet ve kanun havalarında disipline edilmeye uğratılmıştır. Zaten çocuk
eğitimi diye sözde bilimsel verilerle yasa hükmünde kurallarla pedagojide eril
karakterli bir disipline kavuşturuldu. Çocuk acıktığında değil de süt saatinde
açlığını gidermeyle mahkûm edildi. Her çocuğun bünye ihtiyacı aynı olamaz.
Çocuk oyun oynamak istediğinde değil de oyun saatinde oynamaya mahkûm edildi.
Oyun kendi havasında anında buluşursa güzeldir. Ve oyundur. Ötesi ritüeldir.
Sonrasında ki adımı protokoldür yani iktidarın o gizli kilidi resmiyete
geçişidir. Bu arada dikkat edelim ritüel günümüzde modernist eğilimlerce
oldukça geri kapsamlı bir edayla tahlil edilip sunulur. Özellikle devletli
uygarlığa bulaştırılmamaya çalışılır. Devletli uygarlık içinde bunu yapanlar
varsa gerilik olarak değerlendirilir. Aslında devletli uygarlığa
bulaştırmamaları yanlış değil. Yanlış olan protokolü ileri ritüeli geri görme
anlayışıdır. Ve ne yazık ki bu oldukça kabul edilir bir düzeye getirilmiştir.
Ama ana kadın etrafında ki toplumunda, zihniyetinde protokole yeri bırakalım
anlam verme yoktur. Anlaşılması gereken bir durum değil ki. Düzenli bir yaşam
için protokol düzeni şart değildir. Ve belki de ritüel protokole geçisin bir ön
aşamasıdır. Zaten demokratik uygarlıktan devletli iktidarcı resmi uygarlığa
geçişin ara sürecinin bir ürünüdür. Sorun şudur kendisinden öncekini geri ilan
etme hastalığı eril zihniyetin paranoyasıdır. Bundan vaz geçemez. Aklına bile
getiremez. Çünkü bitiş sayar. Ama protokol vazgeçilmez dünya kanunu, toplum
kanunu gibi sunulur. Ritüelde hala toplumsal havalar vardır. Buna hala önem
verilir. Çünkü on binlerce yıllık toplumsallık havasının bir çırpıda kenara
bırakılması zordur. Protokolde hava kuru ve donuktur. Oldukça da dışsaldır.
Merkez ve çevre dizaynı protokolde temeldir. Merkez belirleyen çevre ona
katılma zorunluğunda konumlandırılmıştır. Protokol Kristalize edilmiş resmiyet
oyunudur. . Bakın göreceksiniz. Bu oyunun kuralı tartışılmaz/tartıştırılmaz
bile. İktidarın tüm akıl güçleri tarafından resmiyet dışılıkla suçlanacaksın.
Ki yanlışta değil. Resmiyet dışılık devlet ve iktidar dışılıktır. Bu kesin.
İşte bunu da biz tartıştırmayız. İlginç olan protokol her zaman soğukluğu,
suratta renksizliği yani donukluğu ön koşar. Öyle değil mi?
Velhasıl artık gelinen noktada Çocuk anası gibi olmak
isterken babası gibi olmaya teşvik edildi. Dikkat edilirse bu eğitimde bireyin
kendisi olması toplumuna göre olması değil de iyi bir bürokrat ve asker oluşu
ancak ortaya çıkar. Unutmayalım ki bürokrasi ve asker tek tiptir. Sert, soğuk, katı, duyguları gizlenmiş,
rengini belli etmeyen bir yapıda insan temalarının yaygınlığına bakın. Tıpkı
iktidar-devlet soğukluğu gibi. Veya bazen de şefkatli devlet-iktidar
gösterileri gibi. Hava kesinlikle tek tiptir. Buna yoğun önem verilir. Oyunun
seyri ve biçimi yeni hal almıştır. Oyunun sert kuralları vardır. Çünkü yaşamda
artık sertleşme başlamıştır. Oyunda herkes yoktur başarılı olanlar, sınavı
kazananlar vardır. Artık gelinen nokta bilgenin deyişiyle ve işaret ettiği
üzere, YAŞAM KORKUNÇ BİR AT YARIŞINA DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR. Ve bu sanki insanlık
tarihinin bir gereği, başlangıç yasası gibi kabul ettirilmektedir. Ne insan olma
nede insanlık sınavla canlılar dünyasındaki yerini ya da farkını yaratmadı.
Başarının ya da başarısızlığın sınırı neye göre kime göredir. Başarı ne.
Başarısızlık ne. Hayat doğa toplum ilişki denklemi için vazgeçilmez olan UYUM
ekseninde bir katılımda sürüyorsa durum başarılıdır. Birey doğa toplum uyumunda
sinerjik pozisyonda ise mükemmeldir. Tersi durum başarısızlıktır. Bu durumdaki
başarısızlık doğa toplum dengesinde uyumsuzluktur. Toplum ve doğa yıkıcılığı.
Yani bireyciliktir. Tekçiliktir. İktidarcılıktır. Tüm bunların gerçekleşmesinin
düzenleyen işleyiş biçimi resmiyet uygarlığının evladıdır.
Oyun ile uyum birbirinden koparılamaz. Asıl sinerji denen
uyumdur. İtaat ile uyum apayrıdır. Yine uzlaşma ve uyumda birbiriyle hiç
alakası olmayandır. Uzlaşma ve itaat bir dayatma, bir mecburiyettir.
Gönüllülüğü ve özgürlüğü hep tartışmalıktır. Uyum bir seçim özgürlüğüdür.
Farklılıkla eşit ve özgür seçim ve yaşamadır. Hayat oyun tadındaysa orada doğa
toplum dengesi uyumlu demektir. Dolaysıyla yaşam oyun havasında sürmektedir.
Tersi hallerde oyun bir sınava dönüşür. Sınav denen oyun resmi uygarlığın
kendisi için yaptırdığı bir yarıştır. Bu yarışın kazananları resmi uygarlığın
her hangi bir alanında kendisine yer bulmuş sayılacaktır. Hayatın her tarafı
neredeyse sınavsız geçirilemez aşamaya gelmiştir. Bu bir sistem krizidir.
Sistemin toplumsallığı yerle bir etme çabası arttıkça SINAVLARI
ARTIRMA/ÇOĞALTMA dışında bir seçeneği yoktur. İsteyen aksini iddia asla edemez.
İspatlayamaz. Varsa bir akıllı sistem düşünürü içerisinde sınav olmayan bir
eğitim ve yaşam düzeneği göstersin veya varsa bu sisteme rağmen önersin.
Olamaz. Çünkü yaşam sınavsız düşünülemiyor ki. Dolaysıyla verilecek beylik
cevap hazırdır bu eşyanın doğasına ayrıdır. Ve doğrudur. Çünkü resmi uygarlığın
varlığı içinde sınavsız yaşam olmaz. Ama işler demokratik uygarlığa gelince
sınav kendisini demokratik ilan eden bir sistem için içeriden zihni ve sosyal
çatlamalar var anlamına ve sinyaline gelecektir. Yaşam ile sınav ancak sosyal
çatlaklığın, kategorileşmenin, ötekileşmenin, yokluk ve yoksulluğun, çürümenin,
insanın insanlığın ölçüsünün maddiyatla ölçüldüğü yaşandığı iktidarcı sistemde
buluşurlar. Ve birbirini tamamlarlar. Açlığın çözümü sınav. Yoksulluğun çözümü
sınav. Sınıflı resmi uygarlıkta her şey sınav. Tam bir ironi. Bu sorunların ve
yaşamın kurulmasına dair muhteşem Çözüme bakın. Tam bir çöküş… Çöküşün ve
çürümenin, iktidar zihniyetini sağlama almanın yolu sayılan sınav Gözden
kaçırılmak için nasılda uğraşılmış. Ama cevaplarda hazır tabi. Ne yapalım yani
yolgeçen hanına mı döndürelim. Öyle ya iktidar ve onun yaşam kurumları yolgeçen
hanı değil. Alın yutturulmuş, kanıksanmış bir cevap daha. Tarih sınavla
başlamadı. İnsanlıkta öyle. Yaşam sınav üzerine kurulmadı. İlişkilerde öyle.
Öbür dünyaya gidişte bu dünya bir sınav. Belki de sınav konulmak zorunda
kalınan tek çözüm sunulan yer budur. Çünkü dünya artık öyle zalimleşmekte,
sınıflaşmakta, ötekileşmekte, düşünsel sosyal çatlaklar o kadar derinleşmekte
ki görülen bu tehlikeyi önlemek için dünya bir sınav yeri olarak gösterilmeye
çalışılmıştır. Sorun ahirete gidiş değil dünyanın hiç olmazsa yaşanılır olması,
uyumlu olması için tanrı korkusu ile bu vahşi gidişatın önü alınmak
istenmiştir. Ve bu yanıyla ve anlamıyla yanlış değildir. Tanrı gazaplarıyla da
bir türlü önü alınamayan iktidar zihniyetinin sonuçları nedeniyle öbür dünyanın
kapısı kapatılmak ve geçmek için de asıl sınav yerinin zerdüştlükteki, cinvat,
semavi dinlerdeki sırat köprüsü aslında sınav yeri değil sınavın dünyadaki
icraatlara dair son karar yeridir. Sınav dünyadır. Köprü karar yeridir. Semavi
dinlerden bu yana dünya sınavlı halinden kurtulamadı. Daha da arttı. Ne Lut ne
de Soddom ve Gommora yaşananlar karşısında basit kalmakta. Gelinen noktada
mekânlar Sargonun yıkılması gereken Agadesinden beter halde.
Hal böyle olunca terfi tayin ve ödül sistemi de kavram
dünyasında belirir ve hayata geçirilir. Hayat sınava dönüştükten sonra terfiler
tayinler niye olmasın ki. Olmazsa eksiklik. Terfi tayinlerinde nasıl
yapıldığına bakılırsa durum hayli anlaşılırdır. Terfiler ve tayinler de
sadakatler, itaatler, bağlılıklar, dengeler, uzlaşmalar, dıştalamalar,
tasfiyeler ve daha birçok resmi uygarlık üretimi kavramlar hayata geçirilir.
Bunlar bu sistem içinde yaşamak zorunda kalan ya da tercih edenler için
geçerlidir. Çözümü de sistem baki kaldıkça yok.
Ödül belki çocuk için bir teşvikte kullanılabilir. Ama asıl
tarihsel hata ödülün koskoca insanlara çocuk edasında alış, büyük havasında
veriş tarzında yapılmasıdır. Ama başka çaresi yok. Bunu bulmakta bizim işimiz
değil. Toplum içinde kendini yürütür yani çocukluğunu aşmış insana ne diye ödül
verirsin. Bu tekçi zihniyetin arka plan çalışmasıdır. Ödül ile sınav birbirini
tamamlarlar. Birbirini bir diğer açıdan tamamlarlar. Ve hatta kimi hallerde
birbirinden ayırt etmek bile güçleşir. Tekler, şefler, biricikler, krallar,
şimdilerde reytingler, starlar. Tek tipleşmenin en iyileri seçilir. Ve bunları
derinleştirmek genişletmek artık kolaydır. Sistemin tek tipleştirme
pedagojisine dikkat edilmeli. İktidar ve devletin ihtiyaçlarına göre bir
şekillenmenin son tahlilde başarıldığına tanık olunmaktadır.
Velhasıl çocuk kendisi olmak dışında her şeye zorlandı. Ve
bunun adı da modern pedagoji oldu. Ondandır ki bir iflah olmaz hastalık misali
insanlar kendisi olmak dışında başka her şey olmayı bir marifet olarak bilmeye
başladı. Devletin, iktidarın ve hatta örgütlerin çıkarları bekası adına-reel
sosyalizmde ki, Parti devletine gidiş, ondan sonrada halkın devleti
arayışlarına geçiş vs.- insanlar kalıplara konuldu. Bilgelerin binlerce yıldır
bu vahşet karşısında çözüm olarak kendini bil dedikleri aslında kendin ol denen
ilkeyi sıklıkla söylemeleri bundandır.
On binlerce yıldır toplumları yetiştiren anaların terbiye ve
sevgileri ilkel ve geri kılınarak çocuk altını temizleme, bürokrasinin beton
zeminlerinin kirlerini temizleme göreviyle maaşlandırıldı. Kutsal ana, hakkı
ödenmez ana hademe, temizlikçi edildi. Sokaklarda dilenmeye itildi. İktidar
tekellerinin ve zihniyetinin yükselişine paralel insanın ve toplumun nasıl da
itaat ettirircesine buna inandırırcasına düşürülüşüne tanık olmaktayız. Tanrıça
katından süpürge katına düşüşün, kutsallık katından fahişe katına düşürülüşün,
bütün çocukların anası halinden ücretli bakım işçisi ana haline düşürülüşün
hikâyesi çok acı. Ve belki de bunu bir ana yazmalıdır. Yazdığı da okullarda
temel eğitimin ilk dersi olmalıdır. Ve belki bir istisna olarak bir sınav
yapılacaksa bu kitaba göre yaşayıp yaşamadığına bakılarak topluma insan
katılmalıdır. Durum öyle gösteriyor ki çok sayıda hainliğin hilenin gaspın ne kadar
kurnazca ve alçakça yapıldığını insana hissettirmektedir. Belgeye gerek yok.
Belge ortada görmek isteyen herkes için ortadadır. Çünkü alçaklığın ve
hainliğin belgesi az olur. Çocuk toplumun ihtiyaçlarına ya da insansal
gelişimine göre değil de iktidar tekellerinin işçi bürokrat ve vatandaş
denklemlerine göre terbiye ve talim edilecek müfredata tabi kılındı. Bunun için
ve bu eksene göre kafa yoracak maaşlı profesörler, sosyologlar, pedagoglar vb.
üretmeye başlandı. Hele bu konuda kadının ücretli görevlendirilmesi en acı ve
haince bir plandır. Analalığın kitabında ücret yoktur. Analık emeği
karşılıksızdır. Karşılığı yoktur. Anayı bu hale koymak aslında tarihsel eril
aklın alçaklığıdır. İşte uygarlık denen hayatta kadının durumu tamamıyla özet
olarak bu haldir. Oyunlar ruhsal ve köken olarak çocuksudur. Canlıların
yavrularına göredir. Yavrunun davranış dilidir. Çocuk oyunları büyük oyunları
diye bir ayırımında aslında altının deşilmesi gerekir. Ne zaman bu ayrıldı.
Neden ayrıldı. Oyun tüm canlıların davranış dilidir. Kök budur. İnsan boyutunda
oyun evrensel kök dil dahil olmak üzere ana kadın etrafında yaratılan yaşamın
sürmesi için eğitsel amaçlı davranış dili olarak geliştirilir. Ve bu eğitim işi
kök tanımın ruhuna uygun OYUN tadında ve havasında gerçekleştirilir. Hayata
gözleri açma, başlama oyunladır. Ondan sonra ki evrelerde hayatın farklı
ihtiyaçlarını tanıtmak, gelenekleştirmek için yapılan farklı oyunların yani
toplumsal eğitimin gerçekleştirilmesidir. İşi bu kadar tanımlara boğmaya ne
gerek. Çocuk eğitiminde ana sevgisi akar. Ve kaynağı ana sevgisidir. Ana
sevgisiyle çocuk büyütülür. Anaca terbiye ile hayata hazırlanılır. Ücretli
maaşlı sevgi olur mu? Peki, ne zamandan beridir sevginin karşılığı ücret diye
sorulursa cevabı ne olabilir. Cevabı basit. Erkek aklının icadından sonra. Emek
karşısında Ücret ile lütuf arasındaki sınır kapitalist ile imparator arasındaki
zihniyet farkı kadardır.
İşte Giderek oyunlar sinerjiden, eğitimden öte bir kesimleri
eğlendirmeye, ekmek kapısı olmaya, elitleşmeye kategorize edilmeye sürüklendi.
Zaten günümüzde ise tamamen bir endüstri haline dönüştürüldü. Endüstriyalizmle
oyun artık o çocuksu halinden kesin olarak çıkarıldı. Defteri kapatıldı. Şimdi
ki oyunlar artık tekellerin oyunudur. Tekellerin arasındaki oyunlardır. Tekel
dışında kalan oyunların da tedbir alınmazsa daha ne kadar yaşayabileceği
belirsizdir. Her türlü oyun sınıflandırılarak, kategorize edilerek, parçalara
bölünerek, tamda sistemine yaraşır halde her gün yeni biçimler verilerek
bütünüyle yarış endüstrisine dönüştürüldü. Oyunun her türlüsü keyfinle oynamak
için değildir. Birilerine göre, bir yerlere göre, bazı tekellere göre onların
belirlediği uzmanlara yöneticilere göre velhasıl merkezlere göre olmaya
oynanmaya başladı. Spor başlığı altında yapılanlara bakalım dünyanın en büyük
tekelleri oldular. Sanat endüstrisine bakalım o da öyle. Giderek
elitleştirilmekte. Zaten kimi oyunlar sadece tekel sahipleri ve onların
eşrafına ait oldu. Bir yoksulun golf oynayacağı hiç hayal edilebilir mi. Vakti
zaten yok. Nerde o kadar zaman ve saha… Golf sahaları bellidir. Bir villa
arazisi tabi kesinlikle güneş gözlüklü takım elbiseli bazılarının etrafta
durmasına bakmayın. Onlar oyuncu değiller. O oyunun oynayanlarının
aksesuarıdır. Yoksa golf sahasının önemli bir parçası eksik olur.
Endüstrileştirilen, tekele alınan oyunların sayısı giderek artmakta. Ve hatta
her türlü oyun için artık bir tekelin içinde olmasa da bir biçimiyle sponsorluk
adıyla bir egemenin mutlaka himayesinde olmasından başka yaşama şansı yoktur
düşüncesinin gelişmesi boşuna değildir. Bundan kaynaklanmaktadır. Ve yarış
artık başlamıştır. Düdük çalınmıştır. Son birkaç bin yıllık bir düdük. Sınav
düdüğü. Yarış düdüğü. Sınıf düdüğü ya da zili. Tam bir Pavlov deneyi. Buna göre
sevinçler. Buna göre üzülüşler. Kazanma ya da kaybetmeler. Ya da rövanşlar.
Evet, sistemin oyun adına bozmadığı bozulmasına müsaade etmediği bir şey var. O
da oyunun eğitim amaçlı kullanılması. Evet, hakkını verelim. Bunu bozmadı. Buna
dokunmadı. Oyunu eğitim amacına sadık kalarak insanları toplumları kendisine
mecbur kalacak, ıslah edecek, günümüzde de tüketim toplumu dediğimiz hale
getirdi. Öyle oyuncular. Öyle oyun izleyenleri yarattı. Tekeller arası kimi
zaman süren kavgalar bu oyun alanlarına da yansıdı. Bir tekel batınca oyunuyla,
oyuncusuyla birlikte batıyordu. Ya da kazanıyordu. Artık tekeller oyun
dünyasında kesin söz sahibi oldular.
Bununla da kalınmadı. Öyle ki etrafta halkın kendisine ait
binlerce yıllık geleneğe sahip oyunları da devlet ve iktidar tekellerinin
denetiminde, onların belirlediği kurallara sıkıştırılarak sözde çeki düzen
verme adına ele geçirildi.
İşin bu noktasın da bu da yetmezmiş gibi kimi kendisine
sanatçı diyenlerce yenileme, güncelleme adına onu kendi kafasına göre tanınmaz
hale koyma çabaları hırsızca eklendi. En çok ta son yy. bu daha çok tırmandı.
Önceleri o kadarına tenezzül ya da cesaret edilemezdi. Tam bir modern
gaspçılık. Tam bir utanmazlık. Tam bir saygısızlık. Üzerinden kendisine şöhret
kazandırma peşinde olan vicdan ve izan sahibi olmayan yeniyi yaratma
becerisinden gücünden yoksun sefiller çıktı ortaya. Aklın, gücün ve yeteneğin
varsa yepyeniyi yarat. Sana sanatçı yaratıcı desinler. Oysa yapılan kötü
kopyacılıktır, taklitçiliktir. Eğer hırsızlık, sahtekârlık, hile ne kadar
sanatçılık sayılıyorsa onun da kabulü o kadardır. Her şey orjinliğinde
güzeldir. Güzel olan orijin olandır. Eski ve yeni yoktur. Orijinlik var ve ölçü
onu aramaktır. Ve hala tüm hızıyla hırsızlıklar güncelleme adına kendisini yeni
olarak orijin kaynağı ise eski kötü yansıtma şizofrenisi sanat adına da
sürmektedir. Üstelik yaratım sahiplerini unutturma heves ve çabalarında üstün
önem ve özen gösterilerek. Sadece bununla da kalınmayarak sanat üzerinden
teşvikine önem verilmekte. Tüm bunları sanatçı varsa onun bir izleyeni ve
taraftarı da olmalı dayatmasıyla dinleyen, izleyen dünyası diye bir kavram
yaratılarak onlarda bu yapılanlara göre iyi bir dinleyici-izleyici
olabileceklerdi. Bu modada izleyici/dinleyicide olacaktı. Onlarda bundan mahrum
kalmayacaktı. Yoksa bu şöhretin havasından mahrum geriler olarak çevresinde
baskılanacaklardı utanır hale konulacaklardı. Bu hastalık insanları artık ne
yapamaz duruma sokacak kahredicilikte sürüyor. Yazık. Nerden nereye.
Şimdi birileri derse doğru ama dünyanın hali artık bu. Ne
yapabiliriz ki. Ve hatta daha ileri giderek kadın kendisini bu hale düşürmesin
diyenlerde olabilir. Ya da kadın işsiz mi kalsın. Evine mi kapansın diyerek
durumun hiç farkında olmamışlarda olabilir. Ve yahut oyun oynamayalım mı? Diye
alaycı soruşlar olabilir.
Evet, oyunsuz hayat olmaz ama oyunun paralısı hiç olmaz.
Oyuncunun paralısı ile paramiliter arasında ne fark var. Oyun bir sanattır. Bu
mükemmel sanatın yaratıcısı evrendir. Onu toplumsal boyutta yeni bir biçime
dönüştürüp insan ve toplum yaratan ana kadındır. Ve ne evrenin genetik oyunları
nede ana kadının tarihsel toplumu yaratma amaçlı oyunları ve oyun düzeninde
şöhret olma, birinci olma, para kazanma ya da hayatını kazanma yoktur. Oyunun
hakikatinde bu yoktur. Oyun sanatının hakikat yaratıcılarının ne amaçlarında nede
niyetlerinde bu yoktur.
İşte sorun bu hallerde tartışmaya düşürülüştür. Ve bunun
hayat olarak makul görülmesidir. Hele birde ananın yüreğine bir sorulsun…
Gizlice akıttığı gözyaşlarına sorulsun. Hayırsız evladının onu ne hallere
getirdiğini isyan havasında, masal tadında,
oyun tarzında nasıl anlatır…
Timur Fidan
Kürdistan Stratejik
Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com –
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
:” ”