01 Ekim 2014 Çarşamba Saat 05:24
Nejat Abdullah, İmparatorluk Sınır ve Aşiret kitabında
şunları belirtmektedir: “İslam görüşünde sadece iki dünya var Savaş dünyası
yani Dar el-Harb ve barış dünyası yani Dar el-İslam. İslami otorite tarafından
yönetilmeyen ve Şeriatın uygulanmadığı dünyadaki her yer “Dar el-Harb yani
savaş dünyasıdır. Buralarda yaşayanlar da “harbiyyin yani savaşçılar denir.
Dar el-İslam da yönetilenlerin hepsi Müslüman veya “kitap sahipleri
(Hıristiyan ya da Yahudi) zimmiyin olmasa da İslam yasalarına göre yönetilen
yerlerdir. Bu görüşten hareketle barış alanı yani Dar el-İslam dünyası
birbirlerinden uzak olsalar dahi tüm Müslüman ülkeleri kapsar. Burada
İslamiyet tarafından kitap sahibi dinler, yani hak dini olarak sayılan
Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı bir zımnen uzlaşı yaklaşımı vardır. Bunlarla
da tarihte zaman zaman dinsel savaşlar yaşanmışsa da bunlar hak dini olarak
kabul edilmişlerdir ve İslamiyet’le yönetilen imparatorluklar ya da devlet
sınırları içinde bir hukuka sahip olmuşlardır. Ama Aleviler ve özellikle
Êzîdîler hiçbir zaman İslamiyet tarafından böyle bir hukuka tabi
tutulmamışlardır, bunlar birer Dar el-Harb yani savaş dünyasındaki “harbiyyin
olarak görülmüşlerdir, zaman zaman fetva çıkartılarak katli vacip
görülmüşlerdir. Hatta hem Kızılbaşlar (Aleviler) ve hem de Êzîdîler için
çıkarılan “7 Kızılbaş ya da 7 Êzîdî öldüren cennete gider fetvası hala
hafızalarda canlılığını korumaktadı.
Arap İslam orduları 640’lardan başlayarak Kürdistan’ın
içlerine doğru akınlar düzenleyip İslamiyet’i yayma adına halkın büyük bir
kısmını kılıçtan geçirirken, kılıçtan kurtulanlar ise zorla Müslümanlığı kabul
etmek zorunda kaldılar.
Gelişen bu istila hareketi sonucu Kürt nüfusunun önemli bir
kesimi yaşadığı yerleşim alanlarını terk ederek, milli değerlerini koruma ve
özgür bir yaşam uğruna dağlara çekildiler. Denetime alınan Kürtlerde milli
değerlerden uzaklaşma yaşanırken, dağlara çekilen Kürtler arasında
yabancılaşmaya karşı milli değerlere daha güçlü bir sarılma gelişti. İşte
sonraki süreçte kendisini ifade eden Êzîdîlik inancı da Arap-İslam ordusunun
vahşeti karşısında kendisini bu ortamda bazı reformlara tabi tutmak zorunda
kaldı.
Arap-İslam ordularının bölgeye girişiyle Kürdistan, tarihi
boyunca sık sık tanık olduğu katliam ve talanlarla yeniden karşılaştı. Arap
ordularınca Musul’dan Urfa’ya, Urfa’dan
da Siirt’e kadar yol kenarlarında kurulan sehpalarda “ibret-i alem olsun diye
elli bini aşkın Kürdün darağacına çekilmesi ve diğer nüfusun büyük bölümünün de
Arap çöllerine sürülmesi, geriye kalanların ise asimilasyon politikalarıyla
Araplaştırılmaya çalışılması yapılan vahşetin büyüklüğünü göstermektedir.
Kürtler, İslam’ın fethinden sonra komşuları tarafından yeni
ortaya çıkan mistik bir ulus olarak değerlendirildi. İslam öncesi dönemde Arap
olmayan halkların Müslümanlaştırılması İslam hâkimiyetinin doruğuna ulaştığında
gerçekleşti. Halifeliğin 750 de Şam’dan Bağdat’a taşınmasıyla birlikte
halifelik yetkilileriyle yüzyüze gelen Kürtler, tarihi ve coğrafi olarak
Müslüman Araplara en yakın Arap olmayan halktı. Daha sonra Kürtlerin büyük bir
çoğunluğu Müslümanlığı kabul etmelerine rağmen Kürtlerin kökeni daima inkar
edildi, asimilasyon ve soykırım politikalarına tabi tutuldu. Ortaçağ Müslüman Arap kaynaklarında Kürtlerin mistik
kökeni ve Şeytani Kürtlerin atalarının Arap olduğunda ısrar edilmekle birlikte,
onların “Cinlerin çocukları oldukları konusunda anlatılan bir sürü uydurma
efsane vardır. PKK’nin öncülük ettiği Kürt Özgürlük Hareketinin Kürtler
üzerindeki ölü toprağı kaldırarak zayıf ta olsa bir ulusal bilinci yaratması
sürecine kadar, Türk tarihçilerde olduğu gibi Arap tarihçiler de Kürtlerin
kökenlerinin Arap olduğunu temelsiz bir çabayla ispatlamaya çalışmışlardır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarihi savunmalarında Kürtlerin kökenini ve
yaşadıkları coğrafyayı çok açık bir biçimde ortaya koymasına rağmen bu asılsız
çabalar günümüzde de farklı biçimlerde devam etmektedir.
Ortaçağ Arap tarihçileri arasında çok yaygın olan ve eski
Ahit’e dayandırılan bir tez Kürtlerin şeytanın çocukları olduğunu
savunmaktadır. Kürt ırkının kökeni hakkında yazılmış meşhur Muruc el-Zeheb adlı
kitabın yazarı tarihçi El-Mesudi’ye göre hayal ürünü bazı hikâyelerde Kürtlerin
Davut’un oğlu Süleyman’ın köle kadınlarının soyundan geldiği belirtilmektedir.
Sultan Süleyman, tacı elinden alınınca, El-Cesed adındaki cin münafık olan
cinleri yakalayıp onları kadına çevirirken, Allah iman sahibi diğer cinleri
korur. Daha sonra Allah tarafından tacı geri verilen Sultan Süleyman, Şeytan
ile yatan kölelerin çocuk doğurduklarını öğrenir. Bunun üzerine şöyle bağırır
“Ukrudû-hunna yani ‘bunları dağlara ve vadilere kovun’ Hikayenin devamında bu
şekilde kovulan şeytanın çocuklarının anneleriyle yattığı ve bu şekilde
çoğaldıkları ve Kürt ırkının kökenini oluşturdukları söylenir. Günümüzde
Êzîdîlik dinini kötülemek ve karalamak için “Şeytana tapanlar diye
çarpıtanlar, geçmişte de Kızılbaşları (Alevileri) sapkın bir mezhep olarak
lanse ederek onlar için “mum söndü tabirini kullanmışlardır. Yani Cem için bir
araya toplanan Kızılbaşların gecenin ilerleyen bir saatinde mumları söndürerek
kız kardeş ya da anne ayırımı yapmadan cinsel ilişkiye girdiklerini toplum
içinde bir karalama kampanyası olarak sürdürmüşlerdir. Müslümanlığı kabul
etmeyen Êzîdîler için de “Şeytanın çocukları ya da “Şeytana tapanlar tabirini
kullanarak aşağılamak devletçi İslam güçlerinin temel bir politikası olmuştur.
Devletçi İslam’ın egemen üst toplumunun aşağılama ve karalama politikaları her
dönemde farklı bir biçimde kendisini yansıtmıştır. Özellikle Cumhuriyet sonrası
Türkiye’sinde Kürtlerin kaba-saba, kültürsüz, geri, cahil dağlı Türkler olduğu
yönündeki aşağılama propagandası bir ölçüde amacına ulaşmış, Türkiye
sınırlarına yakın olan Kürt şehirlerinde yaşayan Kürtler hor görülmemek için
kendilerini Türk göstermeye çalışmışlardır. Bugün de hala Kürtlüğünü inkar
eden, kendisinin Türk olduğunu savunan binlerce Kürt vardır. Bu kendine
yabancılaşmanın temelindeki en büyük etken devlet tarafından yürütülen
soykırım ve asimilasyon olgularıdır. Türk ulus devletleşmesi asimilasyon
yöntemleriyle eritemediği halkların, azınlıkların, farklı din, mezhep ve etnik
grupların fiziki ve kültürel soykırımına yönelmiştir. Bu anlamda da en fazla
fiziki ve kültürel soykırıma genelde Kürtler, özelde de Êzîdî Kürtler
uğratılmışlardır.
Arap-İslam ordularının Kürdistan’da İslam adına yaptıkları
katliam ve kültürel soykırımı anlatan şiirlere bolca rastlanmaktadır. Özellikle
Süleymaniye civarında bulunan ve deri parçaları üzerine MS. 669 yılında
yazıldığı anlaşılan şiirlerde yaşanan durum bütün yönleriyle işlenmektedir.
Hürmüzgan ruman
Atiran kujan
Hosan şarave gevre gevregan
Zoreki Arep Kürdine Habur
Cihane pale peşe Şarisor
Jin û kanikan ve dil beşinan
Merdi aza dilenji ruye qewinan
Zevite Zerdeşt maye bedest
Bizika na kit Hürmüz ve hiç kes
Şiirin Türkçe çevirisi şöyledir
Hürmüzgahlar viran oldu, ateşler söndü
Büyük, büyükler saklandılar
Zorba Araplar her tarafı harap ettiler
Hatta Şarisor’a yetiştiler
Kadınları, kızları esir götürdüler
Azat erkekleri kana boyadılar
Zerdüşt’ün ayini sahipsiz kaldı
Hürmüz kimseye yardım etmedi
(Buradaki Şarisor henüz siyasi ve coğrafik bir ad kazanmayan
Kürtlerin ülkesi Kürdistan anlamında kullanılmıştır. Bu konuda Nejat Abdulla
İmparatorluk, Sınır ve Aşiret kitabında şunları belirtmektedir Coğrafi yapı
olarak Kürdistan’ı tanımlayan birçok isim vardır: Dağlık bölge yani Iqlim
Cibal, Cezire, Xuzistan, Şehrezur vs.)
Êzîdîler devletçi İslam’ın kılıcından kendilerini kurtarmak
için bir dizi reforma gitmek zorunda kalmışlardır ve bu reformun öncülüğünü de
Misafir’in oğlu Şêxadi Hakkâri yapmıştır. Bir iddiaya göre Şêxadi’nin
atalarının kökeninin Êzîdîliğe dayandığı ve Kürt olduğu, bir başka iddiaya göre
ise Arap kökenli olduğu ve daha sonraları Şêxan bölgesine geldiğidir.
Şeşims kendisi kadim Êzîdîlik inancını savunmaktaydı. Bu
nedenle yapılan reform daha çok biçimde idi ama temel inanışöz ve içerik fazla
değişmedi. Êzîdîliğe İslami motifli bir gömlek biçilerek giydirilmek istendi
ama büyük bir direnişle karşılaştı, bununla birlikte zaman içinde bazı
değişimler de gerçekleşti. Biçimsel olarak kabul edilen bazı reformlar, zamanla
süreç içinde dinin kökenini oluşturmaya başladı. Bu anlamda da Şeşims ile
Şêxsin aileleri arasındaki çelişki ve dinsel ayrılıklar günümüze kadar
gelmektedir. Şêxsin dinde başka reformlar da gerçekleştirmek istiyordu ama
Şeşims o reformlara karşıçıkmıştı. Bu değişimler mirlik tabakasını da
içeriyordu.
Şêxadi’nin ölümünden sonra yapılan reformlar Mishefa Reş ile
Celwe kitabında sistemli bir hale getirilerek manzum şeklinde günümüze kadar
gelmiştir. Bu değişimlerin sözlü olarak da(qawl) aktarımı yapılmaktadır. Ama ne
yazık ki bu iki kitabın orijinalleri de kayıptır.
Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Êzîdîler
Aralarında 1. Selim, 1. Süleyman, IV. Murat, V. Mehmet’in de
bulunduğu birçok Osmanlı padişahı, Kızılbaşların yanısıra Êzîdîleri
de“putperest, münafık, dinsiz, şeytana tapanlar diye ilan ederek
katledilmeleri için ferman çıkartmışlardır. Bu fermanları da kendi şeriat
hukuklarına dayandırmışlardır. Osmanlı devleti kendisini tüm İslam aleminin
devleti olarak addediyordu. Bu anlamda Osmanlı imparatorluğunda da “ümmet
hukuku geçerliydi. Osmanlı imparatorluğunun millet sistemi İslam hukukuna göre
anlam buluyordu. Şeriat hukukuna göre cemaatlerin ayrıştırılmasının ırk veya
dil ile bir ilgisi yoktur toplumsal ittifakın varlık nedeni ortak İslam
inancıdır. Öyleyse İslam inancında olmayanlar bu toplumun neresinde yer
alacaklardı ve bunların hukuku ne olacaktı? Bu sorun sürekli Osmanlı
imparatorluğu içinde “azınlıklar yani gayrimüslimler sorunu olarak kendisini
varetmiştir. Gayrimüslimlerden kasıt ise Hıristiyanlar ve Yahudilerdi. Resmi
mezhebi Sünni olan Osmanlı imparatorluğunun sınırları içinde Kuzey
Kürdistan’da Kızılbaşlar ve Êzîdîler, Güney Kürdistan da ise Êzîdîler,
Kakailer, Yarisaniler de yaşamaktaydı ki bunlar ne ümmet hukuku içinde yer
bulabiliyorlardı ne de “azınlıklara yani Yahudiler ve Hıristiyan halklara
tanınan hukuk içinde yer bulabiliyorlardı. Özellikle Êzîdîler ve Kızılbaşlar
Osmanlı imparatorluğunun şeriat hukukunda yer almadıkları için birçok katliama,
sürgüne, hakarete ve vahşete maruz kalmışlardır. Bunun tek nedeni ise kendi
dinsel anlayış ve kültürlerinden vazgeçmemeleri, kendi kültürlerini korumak ve
yaşamak istemeleridir.
Osmanlı imparatorluğunun İslam hukukunda iki millet anlayışı
ve iki hukuk vardı Müslüman millet ve Müslüman olmayan (gayrimüslim) millet.
Osmanlı imparatorluğu hukukunda Yahudiler ve Hıristiyanlara da bir millet
(gayrimüslim millet) statüsü verilmişti. Ama bu millet sistemi ve hukuku
Kızılbaş, Ehlî Hak, Dürzü, Êzîdî, Şebek, Kakai gibi İslami inanıştan
farklılıklar arz eden inanç ve mezheplere uymuyordu. Dolayısıyla bunlara bir
hak tanınmıyordu. Çünkü gayrimüslimler dışında tüm Müslümanlar Osmanlı
imparatorluğunun sultanı olan halifenin emri altındaki tek bir millet olarak
değerlendiriliyordu. Bu nedenle de özellikle Kızılbaşlar (Aleviler) ve
Êzîdîler Osmanlı imparatorluğu döneminde hep “sapkın mezhep ya da “dinsiz
olarak damgalandılar ve ona göre bir politik yaklaşımla, katliam politikasıyla
yüzyüze kaldılar. Bu katliam politikaları yanında özellikle Êzîdîlere “Êzîdî
dininden vazgeçerek bir hak dinine geçmeleri yönünde sürekli bir baskı
uygulandı, Êzîdîler bunu kabul etmeyince de katliama uğratıldılar. Elbette bu
katliamlar sonucunda Êzîdîlikte bazı reformlar gerçekleştirilmiş, Arap ve
Osmanlı İslam kültürlerinden biçimsel olarak kabul edişler olmuştur.
Saddam Döneminde Êzîdîler
Saddam döneminde Êzîdîlere yönelik açık bir kültürel
soykırım, Êzîdîleri iradesizleştirme, Êzîdîleri bir irade olarak görmeme,
Şengal alanında sınırlı olarak tutma, 1975 yılında bütün Êzîdî köylerini (165
köy) zorla boşaltarak Mücemmalarda (köy-kent) toplama ve burada kontrol altında
tutma, Arap kültürünü okullarda empoze etme ve Araplaştırma politikaları
sürekli gündemde tutulmuştur. (Mücemmaların nüfusu 20 bin ile 40 bin arasında
değişmektedir ve 15 mücemma vardır). Bunların dışında Enfal döneminde yüzlerce
Êzîdî, gruplar halinde veya aileleri ile birlikte katledilmiş ya da
kaybedilmiştir. Daha öncesinden başlayan Êzîdîler etrafında bir Arap kuşağı
oluşturma politikası, Saddam döneminde daha da hızlandırılarak tamamlanmıştır.
Dicle kıyısı boyunca Araplar yerleştirilmiş ve böylece Êzîdî toplumu hem
coğrafik olarak, hem de demografik olarak birbirinden ayrılmıştır. Bu koridor
Êzîdîlerin bir zamanlar yaşadığı en verimli tarımsal alanı oluşturmaktadır, ama
bugün bu alan boşaltılmış ve Araplar yerleştirilmiştir. Bu politika büyük
oranda Bazan ve Başika yöresinde başarılı olmuştur. Buralarda yaşayan Êzîdîler
ağırlıklı olarak Arapça konuşmakta ve Arap kültürünü yansıtmaktadır.
Êzîdîler Saddam yönetimince yedek bir askeri güç olarak da
ele alınmış, İran-Irak savaşında Êzîdîlerden oluşan birçok askeri birlik,
İran’a karşı savaştırılmış ve bu savaşta yüzlerce Êzîdî ya ölmüş ya da sakat
kalmıştır. Bununla da kalınmamış Êzîdîler Kürt hareketlerine karşı da
savaştırılmıştır.
Saddam’ın kültürel ve fiziki soykırım politikaları Müslüman
ve Êzîdî Kürtlerin yanısıra Güney Kürdistan’da yaşayan Kakai Kürtlere yönelik
de uygulanmıştır. Örneğin 1988 yılında gerçekleştirilen Enfal’de, en az 20
Kakai köyü yakılıp yıkılmış ve 3.000’den fazla Kakai Kürdü katledilmiştir.
Binlerce Kakai köylerinden ve yurtlarından koparılarak sürgün edilmiştir. Bu
katliam, baskı ve sürgünlerden kurtulmak için ileri gelen Kakai dini
liderlerinden biri “Kakailerin Arap olduğu yönünde açıklama yapmıştır. Kakai
dini liderinin yaptığı bu açıklamanın ardından sürgün edilen Kakailerin büyük
çoğunluğuna 1990 yılında köylerine geri dönme izni verilmiştir.
Saddam sonrasında Irak’ta baş gösteren kaos ortamı,
Êzîdîler’i de büyük oranda etkilemiştir. Daha önceleri Musul, Kerkük veya
Irak’ın diğer şehirlerinde yaşayan Êzîdîler, mezhepsel çelişki ve çatışmalardan
kaynaklanan saldırılardan sonra buralardan kaçarak yeniden Şengal dağı
çevresindeki yerleşim yerlerine veya Şêxan ve çevresine sığınmışlardır, ama
buralarda da zaman zaman katliamlar gerçekleştirilmiştir. Bu katliamlardan en
büyüğü Siba Şêx Xıdır ile Tile Zer’de gerçekleştirilmiştir. Daha önceleri zaman
zaman da olsa Musul’a giden Êzîdîler Musul-Şengal, Musul-Şexan, Musul-Başika
yol güzergahlarında araçları durdurulup yüzlercesi katledildiği için, Musul’a
gidişleri durdurmuşlardır. Bu günümüzde de sürmektedir
Êzîdîlere Karşı Yürütülen Egemen Politikalar
Varoluşundan beri kendi özünü korumayı başaran Êzîdîlerin
dinsel kimliklerinin yanı sıra, ulusal kimlikleri üzerinde de sistemli bir
dejenere etme ve çarpıtma politikaları yürütülmüştür, hala da yürütülmektedir.
Êzîdîlik zaman zaman Êzîdîler dışındakiler tarafından Yêzîdîlik olarak telaffuz
edilmekte ve bazı kesimlerce de Êzîdîlik, Halife Yezid’le ilişkilendirilmeye
çalışılmaktadır. Böylece Êzîdîlerin tarih bilinci çarpıtılıp Arap kültürüyle
karıştırılmak istenmektedir.
Günümüzde Bazı Êzîdî işbirlikçilerinin de aralarında
bulunduğu bir kesim Êzîdî Islah Hareketi ve Êzîdi Teqeddum Partisi öncülüğünde
Arap ve Türk egemen siyaseti paralelinde Êzîdîlerin Kürt olmadığı, Êzîdîlerin
dinlerinin de kavimlerinin de Êzîdî olduğu yönünde propaganda yapmaktadır.
Bununla Şengal ve Şêxan bölgelerinde ağırlıklı olarak yaşayan Êzîdîlerin nüfus
sayımı esnasında Kürt olmadıklarını belgelemek ve bu belgeye dayanarak Şengal’i
Kürdistan coğrafyasından kopararak Irak Merkezine bağlamak amaçlanmaktadır. Bu
temelde günümüzde de yoğun bir çarpıtma propagandası yapılmaktadır ki, bu
amaçla Eylül 2010 tarihinde Sinunê’de “Em ne Kurdin, Em Êzîdîne yürüyüşü
yapılmak istenmiş ancak bu yürüyüş Güney Kürdistan Federe Yönetimi tarafından
engellenmiştir. Ayrıca 14 Ağustos 2008 yılında gerçekleştirilen Siba Şêx Xıdır
ve Tılezer katliamlarında Türk İntikam Tugayı’nın (TİT) parmağı olduğunu,
2011‘de İzmir’de tesadüfen yakalanan 4 TİT üyesi itiraf etmiştir.
Êzîdîlerin Kürt olmadıkları yönündeki propagandalar başta
Kafkasya Êzîdîleri olmak üzere, Şengal yöresindeki Êzîdîler üzerinde de etki
yapmıştır. Bunda, Arap ve Osmanlı egemenleri yanında yer alan bazı Kürt
işbirlikçi aile ya da aşiretlerinin de önemli rolü olmuştur. Oysa Êzîdîler,
Kürt kültürünü ve geleneğini onlarca katliama rağmen bin yıllardır yaşatarak
günümüze kadar getirmişlerdir. Kürtçenin Kurmanci lehçesiyle konuşan Êzîdîler,
Kürt gelenek ve göreneklerini yaşayan, dinsel ibadetleri ve duaları Kürtçe
olan, kutsal kitapları (Mıshefa Reş ile Celwe. Bunlar şifreli yazılmasına
rağmen ağırlıklı olarak Kürtçedir.) Kürtçe yazılmış bir halktır. Kürt halkıdır.
Hatta bazı araştırmacılar Êzîdîler için, “Êzîdîlerin Tanrıları dahi Kürtçe
konuşuyor demektedirler.
Diğer tek tanrılı dinlere entegre olmayan, boyun eğmeyen
Êzîdîlerin yaşadıkları coğrafyada birçok din ortaya çıkmış ve yayılım
göstermiştir. Adeta Êzîdîler bu dinlerce çepeçevre sarılmışlardır, bu dinlere
biat etmedikleri için de 72 kez ferman çıkartılarak katliama uğratılmışlardır.
En son katliam, yani Siba Şêx Xıdır ve Tilezer’deki katliamlar Êzîdîler için
73. Ferman olmaktadır. Ama asıl kaygı verici tehlike kültürel ve toplumsal
gelenek-göreneklerde yaşanan beyaz katliamlar olmaktadır ki, Êzîdîlik günümüzde
bu tehlikeyle karşı karşıyadır. Bu katliamlar karşısında Êzîdîler kendilerini
korumak için içe kapanık bir toplum haline gelmişlerdir. Bu durum adeta dinsel
bir dogma aşamasına ulaşmış, töre ve geleneklerin bariz bir şekilde öne
çıkarılması toplum içinde tutuculaşmaya yol açmıştır.
Êzîdî toplumunun karakteristik özelliklerinden biri içe kapalı
bir toplum olmasıdır. Dış saldırılara (fiziki, dini ve kültürel) karşı
kendilerini korumak için içe kapanma biçimindeki sosyolojik olgu, her azınlık
grubunda olduğu gibi Êzîdîlik’te de bariz bir biçimde yaşanmaktadır. Aslında
Êzîdîler azınlık sayılmazlar. Çünkü Êzîdîlik herhangi bir dinin mezhebi
değildir, ulus olarak da bir azınlık sınıfına girmezler. Kürtlerin kadim dinini
oluşturan Êzîdîlik başlı başına bir din olduğundan, azınlıklar sınıfına koymak
gerçekçi değildir. Daha önceleri sayıları milyonları bulan Êzîdîlerin,
günümüzde toplam sayısı ancak 1,5 milyonu bulabilmektedir. Bu nedenle de
kendilerini ve kültürlerini korumak için içe kapanık bir toplumsal yaşam
geliştirmişlerdir. İçe kapanıklık bazı tutucu ve muhafazakar gelenekleri
yaşatmaya ve güçlendirmeye yol açmanın yanısıra, kendi kültürel kimliklerini de
uzun süre yaşatmayı beraberinde getirmektedir. Bu özellik yani dışa kapalılık,
Êzîdîleri diğer Kürt kesimlerinden de farklılaşmaya götürmüştür. Bu
farklılaşmayı egemen ulus politikacıları her zaman, Êzîdî Kürtlerle Müslüman
Kürtler aleyhine kullanarak bir çarpıtmaya gitmişlerdir. Êzîdîlerin Kürt
olmadıkları yönünde sürekli beyanlarda ve asılsız teorilerde bulunmaktadırlar.
Egemen güçlerin hizmetine sokulan bazı Sünni Kürt aşiretleri veya ileri gelenleri,
Kızılbaş ve Êzîdî Kürtlere karşı kışkırtılarak katliamlara ortak edilmişlerdir.
Bu da hem Êzîdî Kürtlerde hem de Kızılbaş Kürtlerde bir ayrışmayı ve Kürtler
arasında uzunca bir dönem mezhepsel ya da dini çatışmayı gündemde tutmuştur.
BAZI ÊZÎDÎ KATLİAMLARI VE TARİHÇELERİ
Êzîdîlere yönelik Arap saldırıları İslamiyet’in
devletleştirilmesiyle birlikte başlamıştır. Arap-İslam ordusu daha 7. yy.ın
başlarında Kürdistan’a saldırarak Kürtlere İslam dinine girmeleri için baskı
uygulamış, katliamlar gerçekleştirmiştir. 637 yılında Arap ordusu Musul
üzerinden Kürdistan’a girerek Kürt köylerini, kasabaların yakmış, yağmalamış,
zorla Müslüman olmaları için vahşi bir katliam uygulamıştır. Kürdistan’ı ve
Kürtleri İslamlaştırma saldırıları aralıksız devam etmiştir. Bilindiği gibi bu
yıllarda Kürtlerin dini Müslüman olmayıp, büyük çoğunluğu Zerdüşti ve Êzîdîdir.
İslamileştirme adı altında yapılan saldırılar karşısında Êzîdîler her ne kadar
büyük bir direniş sergilemişlerse de, zamanla baskı ve katliamlar karşısında
bazı Êzîdîler Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Bu katliamlardan kurtulmak bir
çare olarak düşünülmüştür. İslamlaştırma ve Araplaştırma saldırılarına karşı
direnen Êzîdîler ise katliamlardan korunmak için Kürdistan’ın asi dağlarına
sığınmak zorunda kalmışlardır. Ama bu dağlar da Êzîdîleri korumaya yetmemiş,
çeşitli süreçlerde saldırı ve katliamlara maruz kalmışlardır.
Tüm bu insanlık dışı saldırı ve katliamların temelinde iki
önemli neden yatmaktaydı. Birincisi Êzîdîlerin Araplaşmayı kabul etmemesi,
ikincisi ise İslam dinini kabul etmemesi. Yani bir taraftan dinsel direniş öte
taraftan ise ulusal bir direniş sözkonusuydu. Êzîdîler tüm bu katliam, baskı ve
zulüm karşısında dillerini, dinlerini ve kültürlerini korumayı başarmışlardır.
Arap İslam ordularının yanısıra, daha önce Zerdeşti olan ama sonra baskılar
karşısında İslamiyet’i kabul eden bazı Kürt aşiretleri de Êzîdîlere karşı
katliam saldırılarına katılmışlardır. Böylelikle daha önce Arap katliamları
karşısında bazı Kürt aşiretlerin desteğini alan Êzîdîler, bu aşiretlerin
İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte bu desteği de kaybetmişlerdir. Önce
Araplar eliyle, daha sonra ise Osmanlılar tarafında kullanılan Müslüman
Kürtler, Êzîdî katliamlarında yer almışlardır. Şeyhülislamlar tarafından
Êzîdîler “dinsiz olarak nitelendirilip fetva çıkarılarak katliamlara tabi
tutuluyordu açılıyordu. Bu fetvalarda Êzîdîleri öldürenlerin cennete gideceği
vaat ediliyor böylece bu katliam seferlerine katılanların daha da
saldırganlaşması ve acımasız olması sağlanıyordu. Katledilen Êzîdîlerin evleri
yakılıp yıkılıyor, malları talan ediliyor, kadın ve çocuklar esir alınıyordu.
Êzîdîlerin Osmanlı imparatorluğu karşısında zaman zaman
direnişleri katliam ve sürgünlerle sonuçlanmıştır. Katliamlardan kurtulmak için
ya Şengal dağı eteklerine sığınmayı, ya da Serhat’ı aşarak Ermenistan’a
sığınmayı bir çare olarak görmüşlerdir. Örneğin tarihçi prof. Şeref Aşiri,
Sovyet arşivlerinden elde ettiği belgelere dayanarak şunları belirtmektedir
“Osmanlılarla Anqosî aşireti arasında öyle bir savaş yaşandı ki, Ankosî
aşiretinden yüzlerce Êzîdî katledildi. Anqosî aşiret reisi Şêx Mîrza
Mardin-Diyarbakır arasında yaşayan Êzîdîlerin de desteğini alarak Osmanlılara
karşı bir direniş sergilemiştir, ama direniş yenilgiyle sonuçlanmıştır. Onlarca
gelin, kız, kadın ele geçmemek için ya kendilerini Batman çayına atmışlar, ya
da uçurumlardan atlamışlardır. Elbette Anqosîler Osmanlılarla savaşırken
yalnız değillerdi, yöredeki diğer küçük Êzîdî aşiretleri de Anqosîlerle
birlikte bu savaşa katılmışlardır. Anqosîlerle birlikte Rasinya, Hesenîya,
Bela, Şipka, Maseka, Rojkî, Reşiya gibi Êzîdî aşiretleri de savaşmışlar,
yüzlercesi katledilmiş bu aşiretlerden geriye kalanlar ise Serhat yöresine ya
da oradan da Ermenistan’a geçmişlerdir.
1828-1829 yıllarında yüzlerce Êzîdî Serhat yöresinden
Ermenistan’a geçmişlerdir ve burada köyler kurmuşlardır. Axbaranê yöresinde
Elegez yolu üzerinde 11 Êzîdî köyü kurulmuştur. Akabinde ikinci göç sırasında
ise, Ermenistan ve Gürcistan’da 12 köy kurmuşlardır. Birinci dünya savaşı
sırasında ise yine göç etmek zorunda kalan Êzîdîler, Ermenistan’da Telînê
nahiyesinde 12 köy kurmuşlardır. Bunların dışında ağırlıklı olarak Ararat
ovasını mesken tutmuşlardır. Armawirê, Ecmîazînê, Artaşatê köylerinin yanısıra
Eşterekê nahiyesine bağlı bir köy olan Şahmîranê köyünü kurmuşlardır ki, bu köy
en büyük Êzîdî köyünü oluşturmaktadır ve bu köyde yaklaşık 600 aile ikamet
etmektedir. Ayrıca Erivan, Cumriyê’de de Êzîdîler yaşamaktadır. Êzîdîler
Kafkasya’nın birçok yerine dağılmışlardır. Osmanlılar zaman zaman Ermenistan
sınırı yakınlarında bulunan Êzîdî köylerine baskın düzenleyerek burada da
katliamlarda bulunmuştur. Ermenistan sınırındaki Axbaranê, Qurboxazê, Orterya,
Cercîsê, Çobangîrmezê (Avşen), Kerwanserê, Sipan köyleri Osmanlı ordularının
baskın ve katliamlarına maruz kalan Êzîdî köylerinden bir kaçıdır.
Êzîdîlerin Kafkasya, Güney Kürdistan, Suriye, Avrupa ve
dünyanın birçok yerine savrulmalarında Sultan Abdülhamit’in kendi adını verdiği
Hamidiye Alaylarının da etkisi büyük olmuştur. Özellikle Serhat yöresindeki
Kürt aşiretlerinden oluşturulan Hamidiye Alaylarının asıl amacı bu yörede baş
gösteren Ermeni ulusal kurtuluş hareketini bastırmaktı. Fakat sadece bununla
sınırlı değildi Osmanlı-Rus savaşlarında Ruslara karşı savaştırılmasının
yanısıra Kürt isyanlarına karşı da kullanılmışlardır. Sadece Serhat yöresindeki
Sünni Kürt aşiretlerinden devşirilen bu düzensiz ordu, Kürtler arasındaki
ittifakı parçalamayı da hedeflemiştir. Sadece Sünni Kürtlerden oluşturulan bu
alaylar Sünni Kürtlerle, Kızılbaş (Alevi) ve Êzîdî Kürtler arasında bir
parçalanmayı ve çatışmayı da hedeflemiştir ki bunda da kısmen başarılı
olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru Rusya’da gerçekleşen 17
Ekim Devrimiyle birlikte Kürdistan’dan çekilen Sovyet Rusya ile Osmanlı
imparatorluğu arasında bir anlaşma imzalanmış, bu anlaşma sonrasında Rus
cephesinin kapanmasıyla birlikte Osmanlı ordusu Kürdistan’da başkaldıran
Kürtlere yönelmiştir. Bu saldırılardan kaçan bazı Êzîdî Kürt aşiretleri Sovyet
Rusya’ya sığınmışlardır. Sovyetler Birliği döneminde Êzîdîler bazı haklara
kavuşmuş, kendi dillerinde çocuklarını eğitebilecek okullar açmışlar, gazeteler
çıkarmışlar, kültür evleri oluşturmuşlar ve bazı otonom haklar edinmişlerdir.
Ama Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Êzîdîlerin durumu yeniden kötüleşmeye
başlamıştır. Ekonomik ve siyasi açıdan durumları kötüleşen Êzîdîler Ermenistan
ve Tîflîs’ten Rusya’ya göç etmişlerdir. Göç eden Êzîdîler Krasnedarê,
Stagrepolê, Yagoslovlê şehrine ve çevresine, Tanboxa şehrine ve çevresine,
Sibirya’da bulunan Sibirski kasabasına, Ural, Ukrayna ve değişik yerlere
yerleşmişlerdir. Ermenistan’dan yaklaşık 5 bin km uzaklıkta olan Sibirski
kasabasında 1995 yıllı itibariyle yaklaşık 700 aile bulunduğu tespit
edilmiştir. Rusya-Avrupa sınırına yakın yerlerde yaşayan Êzîdîler daha sonra
özellikle Ukrayna’dan Avrupa’ya geçerek buraya yerleşmişlerdir. Günümüzde
Avrupa ülkelerinde yoğunluklu olarak da Almanya’da yaşamaktadırlar.
Êzîdîlerin uğradıkları katliamların bazılarını kronolojik olarak
verecek olursak
906: Musul valisi Hamadanî İslamiyet’e karşı direnen bin
Êzîdî ailenin bir kısmını katliama uğratmış, geri kalanları ise denetimi
altında tutmuştur.
980:İslamiyet karşısında direnen Hakkari’li Kürtleri
cezalandırmak için Musul’dan bir Arap-İslam birliği Hakkârili Müslüman olmayan
Kürtlere saldırmıştır. Musul-Malatya hattında 25 km’lik yol boyunca Müslüman
olmayan Kürtler ağaçlara asılmış, ya da kafaları kesilerek kazıklara
geçirilmiştir. Bu olaydan sonra Kürtlerin İslamiyet karşısındaki direnişi
kırılmış ve Kürtler yavaş yavaş İslamiyet’i kabullenmek zorunda kalmışlardır.
1107: Farısnameye göre İslamiyet’i kabul etmeyen yaklaşık
500 bin kişi İslam orduları tarafından katledildi.
Yukarıdaki katliamlar Şexadî döneminden önce yapılan katliamlardır
ki, bu dönemde Kürtlerin dini Êzîdîliğin yanı sıra çoğunlukla Zerdüştlüktür.
1245: Moğollar Şehrizor’a girerek burayı yakıp yıktı ve
binlerce Şehrizorluyu katletti.
1254: Musul Beyi Bedreddin Lulu, Êzîdîleri cezalandırmak
için Şêxan bölgesine saldırdı. Yaşanan kanlı çatışmadan sonra Êzîdîler
Şexan’dan çekilmek zorunda kaldı, yüzlerce Êzîdî katledildi.
13.yy: Bu yüzyılda Êzîdîlerin önderi Musul’da kaçırılıp idam
edildikten sonra senelerce süren bir savaş başladı ve Êzîdîler dağlık bölgelere
çekilince kutsal yerleri yakılıp yağmalandı.
1415: Çevre Müslümanları tarafından katliama uğratıldılar
1640-1641: Osmanlı Devletinin Diyarbakır valisi Melik Paşa
komutasındaki 70 bin kişilik bir ordu Şengale saldırarak Êzîdîleri katliama
uğrattı.
1647-1648:Şêxan Emiri Şex Mirza Musul yönetimini ele almak
için Osmanlılara karşı ayaklandı. Osmanlıların Van valisi Şemsi Paşa emrindeki
ordu Şêxan’a saldırarak Êzîdîleri katliamdan geçirdi. Şêx Mirza esir alınarak
asıldı.
1715: Osmanlı devletinin Bağdat valisi Hasan Paşa Sincar’a
saldırarak Êzîdîleri katlettikten sonra bölgenin yönetimini Bedevi Arap Tayy
aşiret reisine verdi.
1733-34: Osmanlı paşası Ahmet Paşa Sincar bölgesinde Êzîdî
katliamı yaptı.
1752-1753: Osmanlı paşası Süleyman Paşa komutasındaki güçler
Şengale saldırarak birçok Êzîdîyi katletti. Êzîdî köylerini ve kutsal yerlerini
tahrip eden Osmanlı güçleri yaklaşık iki yıl Şengal’de kaldı.
1767-68: Osmanlıların Musul valisi Emin Paşa oğlunun emrine
bir ordu vererek Sincar’da katliam yaptırdı.
1770-71:Şêxan Emiri Bedağ Bey, Osmanlı yönetimine
başkaldırınca Şêxan’da katliam yapıldı. Daha sonra ise Bedağ Bey’in oğlu Çolo
bey Amediye valisinin denetimindeki bir gücün saldırısına karşı direnişe geçti.
1773-74: Musul valisi Emin Paşa, Sincar bölgesini yakıp
yıktırarak talan ve katliam gerçekleştirdi.
1779: Musul valisi oğlundan sonra bu kez de kardeşinin
emrine bir askeri birlik vererek Şengal üzerine saldırtmış ve birçok Êzîdîyi
katlettirmiştir.
1785: Osmanlının Musul valisi Abd El Baqi Dicle nehrinin
doğusundaki Dennendî Êzîdîlerine saldırdı. Köyler talan edildiği ve kadınlara
saldırıldığı bir sırada vali ve kardeşi bir saldırıda Êzîdîler tarafından
öldürülünce, askerler de geri çekilmek zorunda kaldılar.
1786-87:Şêxan Emiri Çolo Bey ile Amadiye Valisi arasındaki
savaşta Çolo bey yenildi ve Êzîdîler katliama uğratıldı. Çolo Bey öldürülünce
yerine Xançer Bey Şexan emiri olarak Amediye valisi tarafından tayin edildi.
Ama daha sonra Amediye valisi, Xançer beyin üzerine de bir güç göndererek onu
idam ettirdi.
1789-90: Bedevi Arap Tayy aşireti Şêxan’a saldırarak
katliamlarda bulundu.
1790-92:Tayy aşireti Sincar bölgesine saldırdı. Şêxan’daki
İsmail Paşa ve Kancar beyle çarpıştı.
1792-93:Musul valisi Muhammed, Sincar bölgesinde 8 Êzîdî
köyünü yakıp yıktırdı.
1793-94:Musul valisi Muhammed yeniden Sincar’a ve
Mihîrikan’a saldırdı ama bu saldırıda yenildi.
1794-95: Bağdat’tan gönderilen Süleyman Paşa emrindeki
kuvvetler Sincar bölgesini yakıp yıkarak yağmaladılar ve 69 Êzîdî kadını esir
olarak yanlarında götürdüler.
1799-1800: Bağdat’tan gönderilen Abd el Aziz Bey Tayy
Bedevilerinin yanısıra Obeyd ve Hamdan Arap aşiretlerinin yardımıyla Şêxan’da
25 Êzîdî köyünü yakıp yıktı.
1802-1803: Musul valisi Ali Paşa Sincar’ı ele geçirmek
amacıyla Sincar’a saldırdı. Sincar kuşatması aylarca sürdü, bu saldırıda birçok
Êzîdî köyü yakılıp yıkıldı ve talan edildi. Onlarca Êzîdî katledildi, ekili
araziler tahrip edildi, ağaçlar kesildi veya yakıldı, birçok Êzîdî esir
alınarak köle gibi çalıştırılmak üzere ağalara satıldı.
1809-1810: Bağdat valisi Süleyman Qatil, subay Hiseyin
Dublayîn emrindeki bir güçle Sincar’a saldırarak Balad, Sincar, Mihirkan ve
birçok kuzey köyünü talan edip büyük bir Êzîdî katliamı gerçekleştirdi.
1832: Botan emiri Bedirxan Bey Şêxan bölgesine saldırdı. Ali
Bey esir alındı, işkenceyle öldürüldü. Birçok Êzîdî katledildi. Şexan bölgesi
Bedirxan Bey’in eline geçince bu bölgedeki Müslüman Kürtler de Êzîdîlere
saldırdı ve büyük bir Êzîdî katliamı gerçekleştirildi. Êzîdîlerin yerleşim
yerleri yakılıp yıkılarak Êzîdîler “Dinsiz olarak ilan edildi. Êzîdîler bu
katliamdan kurtulmak için Şengal dağı çevresine sığınmak zorunda kaldı.
Şexan’dan Şengal dağına kaçmaya çalışan Êzîdîlerin önü Dicle suyu yakınlarında
kesilerek katledildi, birçok Êzîdî de Dicle’nin azgın sularına atlayarak
karşıya geçmeye çalışırken boğuldu. Bedirxan Bey yaklaşık 12 yıl sonra bu sefer
Turabdîn Êzîdîlerine saldırarak Müslümanlığı dayatacaktı.
1832-33: Mir Muhammed Rewanduzi Akra bölgesindeki Êzîdîlere
saldırdı. Ayrıca yukarı Zap bölgesindeki Êzîdîleri katletti. Daha sonra 1834’te
Sincar bölgesine saldırarak katliam yaptı ve Mir Eli Bey Müslümanlığı kabul
etmediği için işkenceyle öldürttü.
1836: Diyarbakır valisi Reşid Paşa işbirlikçi Müslüman
Kürtlerin de içinde yeraldığı 40.000 kişilik bir ordu ile Diyarbakır’ın
doğusundaki ve Garzan’daki Êzîdîlere yönelik bir saldırının ardından Cizre,
Telafer ve Şengal’e saldırı düzenledi. Bu saldırıda yüzlerce Êzîdî öldürüldü ve
yüzlercesi esir alınarak köle gibi çalıştırıldı. Bu saldırı sırasında
Kürdistan’da bulunan Fransız seyyah Babtistin Poujoulait, Êzîdîlerin yanısıra
Rewandız isyanına katılan 10.000 Müslüman Kürdün de katledildiğini
belirtmektedir. Bu saldırı sırasında hastalanan Reşid paşa ölünce yerine Hafız
paşa Diyarbakır valiliğine getirilir getirilmez onun da ilk işi Êzîdîlere
saldırmak oldu.
1838: Diyarbakır valisi Hafız paşa Sincar’ı ele geçirmek
amacıyla saldırdı ama çatışma uzun sürdü. Üç ay süren çatışmanın ardından
cephanesi tükenen Êzîdîler yenilince, Êzîdî erkekleri katliamdan geçirildi,
kadınlar ve çocuklar esir alınarak Diyarbakır’a götürüldü.
1844: Botan Emiri Bedirxan Bey, Turabdîn Êzîdîlerine
saldırarak Müslümanlığı dayatmıştır. Müslüman olmayan Êzîdî köylerini yakıp
yıkmış, katliamdan geçirmiş, erkekler esir alınmıştır. Bu katliamlar karşısında
çaresiz kalan diğer Êzîdî köylerinden 7 tanesi Müslümanlığı kabul ettiklerini
belirterek saldırıdan kurtulmuşlardır.
1846: Musul valisi Tayyar Paşa ekim ayında Şengal’e bir
saldırı düzenleyerek birçok köyü yakıp yıktı. Mihîrkan’da Tayyar Paşa’nın
vergilendirme elçileri öldürülünce Tayyar Paşa Mihirkan’ın büyük bir bölümünü
yakıp yıkarak yerle bir etti.Esir alınan Êzîdîler Musul’a götürüldü.
1853-1856: Osmanlı-Kırım savaşı sırasında isyan başlatan
Bedirxan Beyin yeğeni Yezdan Şêr’e destek veren Siirt ve Serhad Êzîdîlerinden
yüzlercesi katledilmiş, büyük bir çoğunluğu Müslümanlığı kabul ederek canlarını
kurtarmış, bir kısmı ise İran’ın kuzeyinden kaçarak Ermenistan’a
sığınmışlardır.
1856:Dersim Dağı yöresindeki bazı aşiretlerle birlikte
Osmanlı egemenliğine başkaldıran Êzîdîler, isyanın başarısızlığa uğramasından
sonra Dersim Kürtleriyle birlikte katliama uğratıldılar.
1872: Bağdat valisi Mithat Paşa Şêxan Êzîdîlerinin Osmanlı
devletine askerlik yapması yönünde bir karar çıkardı ama Êzîdîler bunu kabul
etmediler. Mithat Paşa bu kararı pratikleştiremeyince 1875’te Êzîdîlerin
askerden muaf tutulmaları için 50 lira ödemeleri yönünde yeni bir karar
çıkarttı ama Êzîdîlerin sürekli saldırılara maruz kalmaları, ekili alanlarının
yakılıp yıkılması, tahrip ve talan edilmelerinden dolayı oldukça yoksul
olmaları oldukça zorlanmalarına yol açtı ve bu karar da fazla pratiğe
geçirilemedi. 1885’te Êzîdîlerin hem 50 lira ödemeleri ve hem de kısa süreli
bir askerlik yapmaları yönünde yeni bir karar çıkartıldı. Bu karar Halap, Amed
ve Van Êzîdîlerince kabul edilmiştir ama güney Kürdistan’da yaşayan Êzîdîler bu
kararı kabul etmeyeceklerini bildirerek karşı çıkmışlardır. Bunu bir isyan
gerekçesi olarak gören Osmanlı yönetimi Şêxan üzerine saldırarak bazı Êzîdî
köylerini yakıp yıkmıştır.
1877: Amed ve Garzan bölgesinde yaşayan Êzîdîlere yönelik
yeni bir saldırı gerçekleşince Anqosî Aşiretinin öldürülen liderinin yeğeni
Mirza Bey’in yeğeni Eli Bey sorumluluğunda bulunan yaklaşık 3 bin Êzîdî göç
ederek Alexsandropol’e yerleşti.
1879: Ömer axanın sorumluluğunda bulunan Sipka aşireti
Qars’a sürgün edildi. 1897 yılına kadar 15 binin üzerinde Êzîdî Kafkasya’ya ya
göç ettirilmiş ya da sürgün ettirilmişti. Bu sayı 1. Dünya savaşının
ortalarında 1916’da artarak 40 bini bulmuştur.
1890: Osmanlı imparatorluğunun Êzîdîler üzerinde yürüttüğü
baskı ve zulüm politikası karşısında rahatsızlıklarını dile getiren ve bu
politikalara boyun eğmeyen güney Kürdistan Êzîdîlerine yönelik bir imha
hareketi düzenlenerek yüzlerce Êzîdî katledilmiş, yüzlerce aile göç etmek
zorunda kalmıştır.
1892: General Ömer Vehbi Paşa, Êzîdîlerin ya tamamının
Müslüman olması gerektiği ya da Kuran’da hak din olarak görülen bir dini
seçmeleri yönünde karar çıkararak Êzîdîlere yönelik yeni bir katliamın zeminini
hazırladı. Müslümanlığı kabul etmeyen
Êzîdîler katliamdan geçirilince bazı Êzîdîler Müslümanlığı zorla da olsa kabul
etmek zorunda kaldılar. Şêxan’a ve Sincar’a saldırılar yapıldı. Bu katliamlar
sonrasında 14 bin Êzîdî Müslümanlığı kabul etmek zorunda kaldı. Kutsal eşyaları
Musul’a götürüldü. Ömer Vehbi Paşaya bağlı birlikler Şêxan’da bulunan Laleş’e
saldırarak buradaki kutsal yerleri ve mezarları tahrip ettiler. Laleş’te
bulunan Êzîdî sancağının yanısıra tarihi ve dini değeri olan birçok kutsal
eşyaya el konularak Musul’a götürüldü. Diğer yandan Êzîdîlerin kutsal mekânı
olan laleş’te İslam medreseleri açıldı, Êzîdî ibadetleri ve Êzîdî kelimesi
yasaklandı.
Musul’a götürülen Sancak, daha sonraları General Ömer Vehbi
Paşa tarafından İstanbul’a götürüldü. Bu sancak (Tawisî Melek ikonu) General
Ömer Vehbi Paşa’nın torunlarından Tahir Özçelik tarafından 18. 10. 1967 yılında
müzayedede satışa çıkarıldığı zaman Irak devleti, “Bu tarihi eser bize aittir
diyerek protesto etti.
1911: Osmanlı imparatorluğunun çöküş ve dağılma yıllarında
büyük bir inisiyatif sahibi olan General Faruk Paşa Êzîdîlerin yanı sıra
Ermeni, Nasturi ve Kızılbaş katliamı da gerçekleştirmiştir. Faruk paşa
komutasında onlarca Êzîdî köyü yakılmış yıkılmış, yüzlerce Êzîdî katledilmiş,
yüzlerce aile yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kalmıştır.
1914-1918:Birinci Dünya Savaşı sırasında başlayan Ermeni
katliamı sırasında kaçarak Şengal Êzîdîlerine sığınan 20 bin Ermeni’nin Osmanlı
askerlerine teslim edilmesine karşı koyan Êzîdîlere 1918 Şubatında Osmanlı
ordusu, Arap Bedevi aşiretleri ve Müslüman Kürt aşiretleri birlikte Sincar’a
saldırdı ve yeni bir Êzîdî katliamı daha yaptılar. Burada şunu belirtmekte yarar var Eli Bey
öldükten sonra mirlik görevini yaklaşık 40 yıl zorlu bir biçimde yürüten Meyan
Hatun 1914 yılında Musul’da yaptığı bir dizi zorlu görüşmeler sonucunda
Êzîdîliğin de bir din olduğunu resmen kabul ettirmeyi başarmıştır. Ama bundan
sonra da Êzîdî katliamları devam etmiştir. 1. Dünya Savaşısırasında yaklaşık
700 bin Êzîdî ve Müslüman Kürt Osmanlı devleti tarafından katledilmiştir.
1918: Osmanlı Devletinin katliamlarından kaçarak
Ermenistan’a sığınan Êzîdî Kürtlere orada da saldıran Osmanlılarla Êzîdîler
arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalarda Sardarabat ve Ağbaran
Êzîdîleri büyük bir direniş sergilemişlerdir. Osmanlı ordusuna büyük kayıplar
verdiren Cihangir Axa da birçok Êzîdîyle birlikte yaşamını yitirmiştir.
1940: Mardin’in Hezex ilçesine bağlı bulunan Kîwexê köyüne
baskın yapan askerler 29 Êzîdîyi bir mağaraya kapatıp diri diri yakmışlardır.
Bu köy daha sonraları yine 3 kez askerlerin baskınına uğramış, her baskında
birçok Êzîdî öldürülmüştür.
2007: Ağustos ayında Şengal’de bulunan Siba Şêx Xıdır ile
Tilezer katliamında resmi rakamlara göre 500’e yakın Êzîdî katledildi, bir o
kadarı yaralandı, birçoğundan ise hala haber alınamamıştır.
Mehmet Özcan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info