İsrail’in Filistin, Lübnan ve şimdi de Suriye’ye yönelik yürüttüğü saldırılar sonucunda nasıl bir siyasi, sosyal, kültürel coğrafyanın şekillendirilmek istendiği belirsizliğini koruyor. Son 13 yıldır Ortadoğu’da süregelen savaşın karakteri ve çizgisi genel olarak vekil güçler ve ilişki-çelişki diyalektiği temelinde gelişti. 2011 süreci ile beraber geçen 13 yıl içinde bir biçimde kurulan denge Esad’ın gidişiyle yıkıldı. Yeni gelişen denklem belirsizliği de beraberinde getirmekte. Trump’ın seçilmesi ve özellikle görevi devralmasına az bir zaman kala, herkes bir hamle yapmaya çalışıyor. Bu hamleyi yapmaya çalışan devletlerin başında da işgalci TC geliyor.
15 binden fazla şehid verilerek yaratılan Rojava Devrimini tasfiye etmek ve Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak için işgalci TC bu süreçte en önce öne atılan devlet oldu. Fakat bunun yanında QSD dünya kamuoyunda ABD’nin bölgedeki ittifak gücü olarak görülüyor. Bu temelsiz bir söylem değildir. ABD, DAIŞ’e karşı mücadele kapsamında QSD güçlerine önemli eğitimler ve teçhizatlar verdi. QSD ve Amerika arasında on yıllık bir silah arkadaşlığı devam etmektedir. Tüm dünyada Koalisyonun DAIŞ’e karşı mücadeledeki ittifak gücü QSD olarak tanımlanıyor. Amerika’nın bölgedeki nüfuz alanı QSD’nin hakim olduğu bu bölgeleri kapsıyor. Amerika’nın kendisi de nüfuz alanlarını böyle tanımlamaktadır. Yıkılmış Baas Rejim’in bulunduğu alanlarda ise Rusya ve İran nüfuzu etkindi.
27 Kasım günü başlayan saldırılarla birlikte Baas Rejiminin yıkılması bölgedeki Rusya ve İran rejiminin varlığına da son verdi. Bunların yerini HTŞ ve SMO çeteleri aldı. HTŞ ve SMO üzerinden Suriye’de nüfuz sahibi olduğunu düşünen, olmaya çalışan ve bunun bayram sevincini yaşayan kim? Türkiye. Her ne kadar Türkiye “DAIŞ’e karşı mücadele ortaklığını bizimle yapın, YPG veya SDF ile yapmayın” dese de on yıldır Amerika Türkiye’nin bu teklif ve önerilerini ret etti. Bundan sonra da kabul edeceğini kimse düşünmesin. Mesele Türkiye ile Suriye’de ortaklık kurma meselesi değildir. Mesele Kapitalist güçlerin Türkiye’yi de içine alan bir yol haritasını uygulamaya koymak istemesidir. Amerika, Türkiye’yi bir ittifak gücü olarak alıp Suriye’ye konumlandırdığında Suriye, Irak, İran, Hizbullah ve Hamas ile başlayan ve devam ettirilen Ortadoğu’da yeni dizayn projesinde yol alamayacağının farkındadır. Bu yüzden Ortadoğu’da Türkiye’yi bu projenin dışında tutmaya çalışmaktadır. Amerika’nın bir diğer amacı da Türkiye’yi değiştirmek olduğundan, değiştirilecek bir güçle birlikte olması mümkün değildir.
AKP İKTİDARI PROTO-İSRAİL OLARAK KURULMUŞTU
Amerika tarafından Cumhuriyet’in kuruluşuyla başlayan ve AKP iktidarına kadar gelen süreçte döşenen bir doğrultu var. Fakat faşist AKP iktidarı bu doğrultuyu değiştirdi. AKP iktidarı başlangıçta bir proto-İsrail olarak kurulmuştu. Ve bu rolünü İsrail’in koruyucu gücü, hamisi, yeri geldiğinde savunucusu olarak devam ettirdi. Bunun karşılığında da İsrail, Türkiye’nin Batı sistemi ile yaşadığı sorunları aşmasında, kredi ve ekonomik sorunlarının çözülmesinde, Özgürlük hareketine karşı yürüttüğü askeri ve özel savaşta; hem askeri teçhizat ihtiyacının karşılanması hem uluslararası basının bu noktada Türk özel savaş medyasının hizmetine koşturulması yine uluslararası diplomasinin ve kuruluşların Kürt halkının direnişine karşı kör edilmesinde en büyük desteği verdi. Ha keza Yahudi lobisi de büyük destekler vererek işgalci TC’yi besledi. Son minvalde İsrail, Önderliğin işgalci TC’ye teslim edilmesinde en uğursuz ve en büyük rolü oynadı. Faşist AKP rejimi iktidarı tümden tekeline aldıktan sonra Türkiye’yi İsrail savunuculuğundan çıkardı ve İsrail için tehdit oluşturan güçlerin yanına çekti. Hatta onların liderliğine soyunarak Türkiye’yi İsrail karşıtı bir cepheye konumlandırdı. Dikkatinizi çekmek gerekirse İsrail’in Kürtlere yönelik son açıklamaları ve Kürt sorunun gündemine alması işgalci TC’nin bu yaklaşımlarıyla bağlantılıdır. Yani Avrupa, Amerika ve İsrail karşıtı bir söylem şuan Türkiye siyasetine, faşist AKP ve MHP iktidarının siyaset diline hakim hale gelmiştir. Toplum içerisinde de İsrail’e olan nefreti Kürt halkına kanalize etmeye çalışmaktadır. Özel savaş aparatlarını tümden devreye koyarak Kürtleri İsrail işbirlikçisi, tetikçisi ve yandaşı olarak Türk toplumuna lanse etmeye çalışmaktadır. İsrail’in Filistin halkına yönelik gerçekleştirdiği katliamlara karşı Müslüman dünyasında yarattığı tepkileri ve nefreti Kürtlere de yönlendirmek istemektedir. Halbuki İsrail devleti en az Türk devleti kadar Özgürlük Hareketine karşı savaştı. İsrail’in tek mermi bile sıkmadan işgal ettiği Hermon ve Cebel Şeyh dağında Özgürlük hareketi İsrail’e karşı Filistin halkının yanında savaşarak Arap halkının nezdinde saygı yaratan bir hareket oldu. Özgürlük Hareketinin, Filistin halkı ile olan bağları savaş mevzilerinde başlamıştır. Dünya’da İsrail’in en fazla desteğini alan işgalci TC buna rağmen, Özgürlük Hareketini ve Kürtleri İsrail işbirlikçiliği ile yaftalayıp ateşin içine atma çabasında. Fakat kirli politikalar bu gerçeği değiştirmez.
DÜNYA SİYASTİNE YÖN VEREN YAHUDİ SERMAYESİDİR
Amerika her ne kadar işgalci TC için NATO müttefikimiz dese de dünyanın ve Amerika’nın siyasetine yön veren Yahudi sermayesidir. Bu sermaye ve Amerika’nın kendisi de İsrail’den yanadır. İşgalci TC, bu İsrail karşıtı politikasında devam ettiği sürece Batı’nın kurduğu bir oyunda hiçbir zaman rol alamayacaktır. Ancak figüranlık yaptırırlar ki şuan HTŞ üzerinden yaptıkları tam da budur. Batılı güçler herhangi bir müdahalede bulunmadan Suriye sahasında en pis siyasi hamleyi işgalci TC’ye ve onun beslediği HTŞ üzerinden yaptı. Bunu da Trump, işgalci TC’yi övüyormuş gibi yaparak dünya kamuoyunun önüne serdi. Türkiye resmen ve fiilen bir terör örgütü ile iş birliği yapan, onu finanse eden, eğiten, teçhizatlandıran ve resmi bir hükümetin üzerine salan bir güç oldu. Baas rejimi devrilmiş ve yıkılmış olabilir fakat işgalci TC bunun asıl sorumlusudur. Uluslararası ve BM hukukunda bir devletin; terör örgütü olarak tanımladığı bir örgüt üzerinden başka bir devletin sistemini yıkması kabul edilecek, hoş görülecek meşru bir faaliyet değildir. Bu pis işleri yapan işgalci TC beraberinde birçok şeyi kaybetti. Rusya, İran ve yine BRICS ile olan ilişkisi artık bitti.
İŞGALCİ TC’NİN TERÖR ARGUMANI ARTIK GEÇERSİZDİR
Bu saatten sonra işgalci TC tümüyle Batı’ya mahkumdur. Bunun yanında uluslararası kamuoyu nezdinde işgalci TC’nin terör argümanı ve söylemleri yine bu söylem üzerinden Rojava halklarına saldırması tümüyle teşhir olmuştur. Bir yandan terör örgütü olarak tanımladığı bir gücü yani El Kaide uzantısı HTŞ ile ilişkiye girerek, yıllarca eğitip-donatıp ve bununla resmi BM üyesi bir rejimi yıktı. Terör örgütü argumanı üzerinden Başur Kürdistan ve Rojava Kürdistanı’na yaptığı saldırıların hiçbir meşruiyeti artık yoktur. Terör listesinde yer alan HTŞ ile koyun koyuna olan işgalci TC söz konusu PKK, SDF ve YPG olunca her türlü saldırıyı kendine hak görmektedir. Yakındır ki işgalci TC’nin terör söylemleri üzerinden kendine hak gördüğü saldırgan kartları da elinden alınacaktır. Dolayısıyla işgalci TC’nin uzun süreli yıkıcı ve şiddetli bir savaş yürütebileceğini söylemek mümkün değil. İşgalci TC; Til Rifet, Şehba ve Minbic’ye yönelik işgal saldırılarında olduğu gibi kendi toplumunun gazını alacak hamleler yapacaktır.
FAŞİST AKP İKTİDARINI KURTARMA HAMLESİ
27 Kasım’da başlayan ve Baas Rejiminin çöküşüyle devam eden saldırılardan istifade ederek işgalci TC, Özgürlük Hareketini tasfiye etmek, Rojava’da SDF ve YPG varlığını zayıflatmak için harekete geçti. Bu hedeflerini gerçekleştirmeye çalışırken Suriye’nin imarında pastadan nasıl pay kaparız yarışına girdi. Bu iki hedef doğrultusunda faşist AKP-MHP iktidarı Türkiye’yi ateşin içine attı. Bu pis işe girmesiyle beraber ortaklarını da satmış oldu. AKP-MHP faşist iktidarı Suriye’de istenilen hedefe ulaşılırsa önümüzdeki seçimlerde kendi iktidarını sağlamlaştırmış olacağını düşündü. Yani bu Türkiye’nin uzun süreli çıkarlarını esas alarak içine girmiş olduğu bir hamle değildi. AKP faşist iktidarını kurtarma hamlesidir. Türkiye bu hamle ile okun ucuna yerleşirken terör ile iş birliği konuma girdi. Dünya kamuoyunda hiçbir kesim tarafından güvenirliliği kalmadı. Bundan sonraki süreç ABD ve İsrail’in talepleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalan bir Türkiye görebileceğimizi söylemek mümkün. İşgalci TC’nin başka bir seçeneği kalmamakla beraber yüzyıllardır devam ettirdiği denge siyaseti artık çökmüştür.
ABD SURİYE’DE İSRAİLİN GÜVENLİĞİNİ ESAS ALIYOR
Suriye de işgalci TC’nin eli ile ABD ve İsrail’in hizmetine sokulmaya çalışacak. Fakat işgalci TC bu plana da güç getiremeyeceğinden kaynaklı HTŞ ve SMO kontrolündeki bölgelerde çatışmalı bir süreç başlaması pek ala mümkün. HTŞ ve SMO çeteleri henüz son saldırılarına başlamadan önce de Bab, Cerablus ve İdlib’te gümrük kapıları için, geçiş noktaları ve ganimet için birbirlerine karşı çatışma içerisindeydiler. Bu çete gruplarının hiçbir ideolojik bağları yok, bırakın devlet kurmayı bölgeyi dahi paylaşamazlar, birbirlerini tasfiye etmekten başka bir tutum sergilemeyeceklerdir. DAIŞ kalıntısı, kafa kesen ve cihadist gelenekten gelen bu grupları yani HTŞ ve SMO çetelerinin zayıflatılması İsrail’in güvenliğini esas alan Amerika için temel hedeflerden biri olacaktır. O yüzden Amerika elinden geldiğince bu çete gruplarını Fırat’ın batısında tutmaya çalışacaktır. Amerika ve Koalisyon güçlerinin işgalci TC’nin sözde “meşru güvenlik kaygıları” için de sınır hattı boyunca işlenecek bir formül üzerinde durulduğu da gelen bilgiler arasında. İşgalci TC, bunu da kabul etmez ise işte o zaman Emevi Camiinde namaz kılan, HTŞ ile görüşen AKP-MHP faşist iktidarının başına geleceklere herkes şahit olacaktır. Çünkü terör söylemi üzerinden oluşturduğu argümanlar artık işlevsiz hale gelmiştir.
Militan RÊHAT