Olof Palme Kürt dostuydu. Kürtlerin diğer halklar gibi özgür olmasından yanaydı. 15 Ağustos 1984’de Kürtler soykırıma karşı en doğal hakları olan meşru savunmaya geçince, özgürlüklerden yana olan herkes gibi, Olof Palme’nin de dikkatleri Kürtler üzerine çevrilmişti.
Olof Palme daha önce de özgürlük mücadelesi yürüten halkların yanında olmuştu. Vietnam Ulusal Kurtuluş Mücadelesini desteklediği gibi, ABD’nin Küba’ya karşı uyguladığı ambargoya karşı çıkmıştı. Zamanın iki kutuplu dünyası arasında silahsızlanmadan yana tutum belirlemiş, Güney Afrika’da ırkçı-faşist Apartheid iktidarı tarafından esaret altında tutulan Nelson Mandela’nın özgürlüğünden yana tutum belirlemişti. Kuşkusuz Olof Palme’nin Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesine dair olan tutumu da bundan farklı olmayacaktı. Fakat onu 1986’da katlettiler ve cinayetinden PKK’yi sorumlu göstermeye çalıştılar.
Olof Palme’yi katledenler böylece bir taşla birkaç kuş vurmuş oldular. Kendi önlerinde engel olarak gördükleri Olof Palme’den kurtulmuş olurlarken, Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesine önderlik eden PKK’nin uluslararası alanda hareket imkanlarını sınırlandırdılar. Ve PKK’nin terör örgütleri listesine alınmasının da önünü açtılar.
Olof Palme’nin katli ile birden PKK uluslararası alanda işlenen bu hain cinayetin faili olarak gösterilmeye, öyle tanıtılmaya çalışıldı. İsveç’te Kürt kurumları baskınlara uğradı, PKK yakınlığı ile bilinen kişiler tehdit edilmeye başlanıldı. Aradan fazla bir zaman geçmeden de dönemin Federal Almanya Cumhuriyeti’nin (FAC) istihbarat örgütleri PKK’ye karşı harekete geçtiler. PKK’ye yakınlığı ile bilinen kurumlara, kişilerin evlerine yönelik baskılar geliştirilirken, tutuklamalar yaptılar. Bu tutuklamalar sonucunda yıllarca zindanlarda tutulanlar oldu.
FAC’ın bu tutumundan sonra da PKK bir çok devlet tarafından “terör örgütleri” listesine alındı. Daha sonra anlaşıldı ki, aslında FAC ve Diğer Avrupa ülkelerinin PKK’yi “terör örgütleri” listesine alması NATO’nun bir kararı ile gerçekleşmişti. Açığa çıkan bu gerçeklikte Olof Palme cinayetinin arkasında asıl olarak kimlerin olduğunu gün yüzüne çıkarmıştı.
Soykırımcı TC Devleti, NATO’nun almış olduğu kararla PKK’nin “terör örgütleri” listesine alınmasını kendi çıkarları doğrultusunda kullandı. Kürdistan’da yaptığı her katliamı, işlediği insanlık ve savaş suçlarını hep bu alınan karara dayanarak yaptı. Bugün de hala Kürdistan’da soykırım saldırılarına, savaş ve insanlık suçlarını işlemeye devam etmektedir. Hatta bu saldırılarını ve işlediği suçları Kürdistan sınırları dışına; Ermenistan’dan başlayıp, Irak, Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya’ya kadar geniş bir coğrafyaya taşırmıştır. Gelinen aşamada da sadece Kürtlere karşı değil, Arap halklarına ve aynı zamanda NATO üyesi de olan ve Akdeniz’de kıyısı bulunan devletlere karşı savaş yürütür bir hale gelmiştir.
Soykırımcı TC Devleti’nin tehditleri, şantajları, açık saldırgan tutumları karşısında NATO üyesi de olan bu devletler, karşı karşıya kaldıkları tehlike karşısında şimdi nasıl hareket edeceklerini belirlemeye çalışmaktadırlar. Bunun üzerine yoğun bir diplomasi trafiği yürütürlerken, toplantı üstüne de toplantı yapmaktadırlar. Avrupa Birliği Ülkelerinin TC Devleti konulu yapmış oldukları son toplantı da bunlar arasında yerini almaktadır. Bu zamana kadar TC’nin hamisi kesilen Almanya Şansölyesi Angela Merkel diğer Avrupa devlet yöneticileri ile ortak bir politikada birleşirken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Erdoğan’ın anlayacağı eylem dilini kullanacaklarını, Suriye’de böyle yaptıklarını, şimdi de aynı yöntemlere başvurarak sonuç alabileceklerini belirtmiştir.
Fakat Macron ve Merkel’in dedikleri ne kadar inandırıcı ve çözüm gücü olacaktır. Bu da tartışmalı ve inandırıcı değildir. Çünkü TC Devleti de onların temsil ettikleri Fransa ve Almaya gibi NATO üyesidir. TC’nin Irak, Suriye ve Libya’daki varlığı NATO’dan bağımsız değildir. Yine TC Kürdistan’da, Irak’ta, Suriye’de ve Libya’da NATO’nun silahları ve parası ile savaşmaktadır. TC’ye en fazla silah satan Almanya’dır. Kürtler ve Araplar Alman bombaları, tankları, silahları ile katledilmektedir. TC Rojava Kürdistan’ına işgal saldırıları başlatıp; Efrin, Cerablus, Serêkani, Grê Spi ve diğer yerleri işgal ettiğinde Fransa sessiz kalmıştır. Almanya ve Fransa’nın, hatta diğer NATO üyesi olan Avrupa Birliği ülkelerinin TC Devleti’ni destekleyen politikalarının asıl nedeninin de, onlar gibi TC Devleti’nin de bir NATO üyesi olduğu ve NATO kararlarına uyma zorunluluğudur.
O nedenle de başta Fransa ve Almanya olmak üzere diğer Avrupa Birliği üyelerinin TC Devleti’ne karşı mutabık kaldıkları “ağır yaptırım” kararlarını ne kadar uygulayabilecekleri tartışmalı ve inandırıcı olmaktan çok uzaktır. Bunun tam tersinin geçerli olması için de TC Devleti’nin önce NATO’dan çıkarılması ve PKK’ye yönelik almış oldukları kararı geçersiz ilan etmeleri; PKK yasağını kaldırarak PKK’yi “terör örgütleri” listesinden çıkarmaları gerekecektir. Eğer TC’ye karşı almış oldukları kararda o kadar ısrarlı ve samimilerse öncelikli olarak bunları yapmaları gerekmektedir.
Unutulmamalı ki, TC Devleti’ni bu kadar saldırgan ve cüretkar kılan NATO ve ona üye olan devletler olmuştur. TC Devleti onlardan PKK’ye karşı ne istemişse vermişlerdir. Şimdi de başlarına bela haline gelmiştir. NATO’ya üye, aynı zamanda da Avrupa Birliği’ni oluşturan bu devletler şimdi başlarına bela ettikleri bu güçten nasıl kurutulacakları telaşı içerisine girmişlerdir. Eğer bu devletler gerçekten de bu beladan kurtulmak istiyorlarsa, önce TC Devleti’ni başlarına nasıl bela haline getirdikleri ana dönmeleri ve oradan bir çıkış yapmaları gerekmektedir. Bundan başka bir yol bulunmamaktadır. Atacakları diğer adımlar bugüne kadar olduğu gibi ancak kendi ayaklarına dolanmaktan ileri gitmeyecektir.
Burada karşımıza çıkan Olof Palme cinayeti olmaktadır. Olof Palme cinayeti ile TC Devleti’ne Kürtlere/PKK’ye karşı yürüttüğü soykırım saldırıları için doğrudan, kayıtsız şartsız tam destek verilmiştir. PKK yasaklanarak “terör örgütleri” listesine alınmıştır. TC Devleti de o günden günümüze kadar yürüttüğü tüm saldırılarda, işediği insanlık ve savaş suçlarında hep bundan güç ve destek almıştır. Gelinen aşamada İsveç yargısı Olof Palme cinayetiyle PKK’nin hiç bir alakasının olmadığını açıklamıştır. Bu durumda PKK yasağı ve PKK’nin “terör örgütleri” listesinde yer almasının da hiç bir hükmü/dayanağı kalmamıştır. Yapılması gereken de Fransa ve Almanya başta olmak üzere, Avrupa Birliği üyelerinin almış oldukları bu kararı geçersiz olarak gördüklerini ilan etmeleridir.
Hatanın yapıldığı yere dönüp orada bir düzeltme yapıldığında, soykırımcı TC Devleti’nin de bu kadar saldırgan olmasının asıl nedenleri ortadan kaldırılmış olacaktır. O zaman görülecektir ki, soykırımcı TC bırakalım bir aslan gibi kükremeyi -kedilere haksızlık olacak ama- amiyane bir tabirle miyavlayan bir kedi haline gelmiş olacaktır. Macron ve Merkel’de ancak bunu yaptıklarında söylediklerinde ne kadar dürüst ve ısrarlı olduklarını kanıtlamış olacaklardır.
Cemal Şerik
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi