24 Eylül 2014 Çarşamba Saat 11:08
0
21
TR
JA
Eski dengelerin giderek daha fazla yıkıldığı ve yeni sistem
arayışlarının yoğunlaştığı çok önemli bir tarihsel süreçten geçiyoruz.
Ortadoğu’da yaşanan 3. Dünya Savaşı her zamankinden fazla Kürdistan’ı etkiler
hale geliyor. Kürdistan’da 40 yıldır yürütülen özgürlük mücadelesi ve 30 yıllık
silahlı direniş özgürlük devrimini ilerletmek ve zafere taşımak için çok önemli
bir birikim ortaya çıkarmış bulunuyor. Böyle kritik ve tarihi öneme sahip bir
dönemde Kürdistan Özgürlük Devrimini zafere taşımak için her zamankinden fazla
imkan ve fırsata sahip bulunduğumuz bir ortamda neleri nasıl yapacağımız konusu
her zamankinden fazla önem arz ediyor. Öyle ki, büyük devrimci gelişmeler için
ciddi imkanlar ve fırsatlar oluşmuş durumda. Eğer bu imkan ve fırsatlar önder
doğru değerlendirilirse sadece Kürdistan’a dayatılan kültürel soykırım rejimini
aşmak, Kürt sorununun siyasi çözümünü gerçekleştirmek değil, Ortadoğu’da yeni
bir demokratik uygarlık gelişimine yol açacak bir özgürlük ve demokrasi
hamlesini Kürdistan’da gerçekleştirmek mümkün olacaktır.
İşte böyle bir ortamda, mevcut imkan ve fırsatları nasıl
kullanacağız? sorusuna çözüm bulmamız gerekiyor. Çünkü söz konusu imkan ve
fırsatların ancak yerinde, zamanında, doğru ve etkili kullanılmasıyla Kürdistan
Özgürlük Devrimi hamle yapabilir, yeni zaferler kazanabilir ve Ortadoğu
bölgesini demokratik devrime taşıyabilir. Bu da bize içinde bulunduğumuz
dönemin özeliklerinin doğru anlaşılmasını ve ortaya koyduğu görevlere uygun ve
o görevleri başarıyla gerçekleştirmemizi sağlatacak doğru ve yaratıcı eylem
çizgisinin geliştirilmesi gerektiği hususunu dayatıyor.
Kürdistan’ın doğu ve güney parçalarında belli bir silahlı
direniş söz konusudur. Özellikle Türkiye-Suudi-Katar gibi bölge gericiliğinin
aktif olarak desteklediği Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı yeni faşist
saldırganlığına karşı Rojava ve Başur halkı Kürdistan özgürlük gerillası
öncülüğünde yiğitçe direniyor. Bu parçalarda gittikçe yoğunlaşan bir savaş
durumu söz konusu. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz koşullar açısından nasıl bir
eylem çizgisi izlememiz gerektiği, sorusu bu biçimde cevabını bulmuş oluyor.
Fakat Kürdistan’ın esas büyük parçaları Kuzey ve Doğu Kürdistan’ındır. Doğu
Kürdistan’daki mevcut durum, İran’ın bölgedeki konumu durumu çok öne
çıkartmıyor. Bu alanda biraz daha dikkatli, bölge siyasetini yakından ve
derinden gözeten bir siyaset izlememiz gerekiyor. Fakat özellikle Kuzey
Kürdistan ve Türkiye hattında dönemin eylem çizgisinin doğru ve yaratıcı
uygulanması hayati önem arz ediyor. Her ne kadar çatışmalı durum Güney ve Batı
Kürdistan’da yoğunlaşmış olsa da buralardaki direniş ve gelişmeler Kuzey
Kürdistan’daki aktif mücadeleye dayanmazsa sonuca gidemeyeceği gibi, kendi
varlığını bile koruyamaz. O nedenle her ne kadar bu parçalarda savaş yoğunlaşsa
da, bu savaşın esas dayanağı, güç kaynağı Kuzey Kürdistan’da 40 yıllık özgürlük
mücadelesinin ve 30 yıllık gerilla direnişinin ortaya çıkardığı büyük özgürlük
ve demokrasi birikimi oluyor. Bu nedenle özellikle Kuzey Kürdistan’daki bu
birikimi zayıflatmamak, tersine en küçük bir duraksamaya fırsat vermeden daha
da büyütmek ve geliştirmek kesinlikle gerekiyor.
Kuzey Kürdistan’da özgürlük ve demokrasi hareketi
gelişmedikçe ve Kürt sorununun çözümünü dayatıp bu yönlü kalıcı adımlar
atmadıkça ne Güney ve Batı Kürdistan’daki direnme durumu başarıya ulaşabilir,
ne de bu parçalarda kalıcı bir çözüm gerçekleşebilir. Bu gerçeklik bölgenin
stratejik konumu açısından böyle, Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde oynadığı
stratejik rol nedeniyle ortaya çıkıyor. Aynı zamanda Kuzeyin Kürdistan’ın en
büyük parçası ve yarısını oluşturması, dolayısıyla en dinamik gücü taşıması
nedeniyle oluyor. Daha da önemlisi Kürdistan’ı bölen, inkar ve imha rejimi
altında tutan sistemin en temel uygulayıcı gücü Türkiye Cumhuriyeti Devleti
oluyor. Kürt inkarcılığında en katı ve en önde gelen güç konumunda. Bütün
bunlar Kuzey Kürdistan’ı bütün diğer parçalar açısından stratejik öneme sahip
bir alan haline getiriyor.
Bu nedenle içinde bulunduğumuz devrim sürecinde, özellikle
Kuzey Kürdistan’da özgürlük mücadelesini geliştirmek, böyle bir mücadeleyi
başarıya götürecek doğru eylem çizgisini bulmak hayati önem arz ediyor. Fakat
şu da bir gerçek ki, hareket olarak bu konuda ciddi bir zorlanmayı yaşıyoruz.
Genel hareketimizin siyasi kitlesel mücadelesi açısından bu böyle, gerillanın
mevzilenişi ve eylem çizgisini geliştirmesi açısından böyle, özellikle de
gençlik ve kadın hareketinin dönemin özelliklerine uygun doğru eylem çizgisini
bulmak ve bunu etkili yöntemlerle hayata geçirebilmek açısından bu böyle.
Kısaca Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de dönemin gerektirdiği, özgürlük
mücadelemizi zafere taşıyacak, çözüm sürecini başarıya götürecek bir eylem
çizgisi geliştirmekte zorlanıyoruz.
Paradigma değişimi temelinde geçen 10 yıllık süre içerisinde
bu konuda önemli zorlanmalar yaşadık. Bunları aşmak için büyük çabalar
harcanmış, paradigma değişimi özümsenmeye çalışılmış, 4. Stratejik Dönemin
gerekleri, doğru tarz ve taktileri açığa çıkartılarak bu temelde mücadele
geliştirilmek istenmişse de bu konuda atılan adımların sınırlı kaldığı, fazla
mesafe kat edilmediği bir gerçek. Son görüşme notlarında ve talimatlarında
Önder Apo da bu duruma özellikle dikkat çekiyor. Önder Apo, yeni dönemin doğru
anlaşılmadığı, KCK sisteminin yeterince özümsenmediği, ortaya çıkan imkan ve
fırsatların görülemediği, dolayısıyla yaratıcı eylem biçimleriyle bu imkan ve
fırsatların pratiğe dönüştürülemediği yönünde ciddi eleştiriler yapıyor.
Hareketimiz de çeşitli kongre ve konferanslarında, yine yönetim toplantılarında
benzer durumu tespit edip kararlar alıyordu. Yürütülen mücadelenin yeterli
sonuçlar vermediği, gerektiği kadar başarılı olmadığı değerlendiriliyordu.
Önder Apo bu değerlendirmeleri daha da somut hale getirdi “İmkan ve fırsatlar
yüzde bir bile değerlendirilemiyor, dedi. Mevcut imkan ve fırsatları yeterince
görecek, onlara doğru yaklaşacak ve etkili bir biçimde onları pratiğe geçirecek
anlayış ve irade zayıflığının yaşandığını ortaya koydu. Hareket olarak bu
zayıflıkları aşmak için büyük çaba harcıyoruz. Süreci daha doğru-derin kavrama,
bu sürecin ifade ettiği görev ve sorumlulukları daha derinden anlama ve onları
her alanda doğru bir eylem çizgisiyle hayata geçirme yönünde çabalarımız var.
Yine bu görevleri başarıya taşıyacak doğru eylem çizgisiyle birlikte
disiplinli, etkili, fonksiyonel, yani devrimci örgüt biçimlerini bulma ve
kararlılıkla onları hayata geçirme yönünde de arayış ve çabalarımız sürüyor.
Bu çerçevede, özellikle Kuzey Kürdistan ve Türkiye
çerçevesinde içinde bulunduğumuz koşullarda nasıl hareket etmeliyiz? İmkan ve
fırsatların düzeyi ne? İçinde bulunduğumuz süreç, yeni paradigma ve stratejik
dönem bizden hangi görev ve sorumlulukların gereğini yerine getirmemizi
istiyor? Bunları hangi tarz ve taktikle başaracağız? Eylem çizgimiz ne olacak?
Hangi eylem biçimlerini nerede, ne zaman, nasıl uygulayacağız? Bu ve benzeri
sorulara hareket ve halk olarak, özellikle de özgürlük mücadelemizin öncüsü
olan gençlik hareketi olarak yeterli cevapları verebilmemiz gerekiyor. Çünkü bu
soruları doğru cevapladığımız ölçüde içinde bulunduğumuz dönemde ortaya çıkmış
imkan ve fırsatları başarıyla hayata geçirip özgürlük devrimine hamle
yaptırabileceğiz. Kuzeyde bu yönlü her gelişme Batı ve Güney Kürdistan’daki
çatışmalı durumu doğrudan etkileyecek ve böylelikle hemen hemen dört cephede
birden mücadele eder hale geldiğimiz böyle bir süreçte Kürdistan Özgürlük
Devrimini bütün parçalarda birlikte geliştirerek, bunu Demokratik Ortadoğu
Devrimine dönüştürebileceğiz.
Böyle bir hedefi başarabilmemizin kilit noktası ise doğru
eylem çizgisini bulmak ve etkili bir biçimde hayata geçirmek oluyor. O bakımdan
da Eylem nedir? Eylem çizgisi nelerden oluşur? Eylemin unsurları nelerdir?
gibi sorular üzerinde düşünmek, tartışmak, araştırmak ve yeterli bir düşünce
açıklığı ortaya çıkartarak önümüzü aydınlatmamız gerekiyor.
EYLEM-AMAÇ İLİŞKİSİ
Çok değişik biçimlerde eylem tanımı yapılabilir. Eylem,
bütün fonksiyonel hareketler açısından en çok kullanılan bir kavram da oluyor.
Fakat en anlaşılır biçimde programla öngörülen ideolojik, siyasi, örgütsel
amaca ulaşmak üzere yapılan iş, olarak tanımlanabilir. Eylemi bir iş, bir
çalışma olarak tanımlamak önem taşıyor. Neden? Çünkü eğer böyle tanımlanmaz ve
sadece bir saldırı unsuru olarak görülürse, hele hele şiddetle doğrudan her
zaman bağlantılandırılır ise o zaman yapıcı eylemlilik ortadan kalkıyor,
pozitif eylem denen alan kayboluyor. Eylemin sadece yıkıcı, darbeleyici yönü
öne çıkıyor. Zaten böyle bir kavrayış da söz konusu. Genelde hareketimizin
içinde de Türkiye ve Ortadoğu alanından da “eylem dendiğinde daha çok saldırı
içeren, yıkıcılığı ifade eden, hatta savaşı çağrıştıran bir husus anlaşılıyor.
Bu kavrayış yetersizdir, yarımdır.
Bizim açımızdan eylem kavramının böyle anlaşılmasının
bilinir nedenleri var. Çünkü çok katı, baskıcı, katliamcı bir kültürel soykırım
rejimi altında yaşayan bir halkız ve 40 yıldır bu rejime karşı direniş
mücadelesi veriyoruz. Dolayısıyla bu kadar hakim, imhacı, yok edici bir rejime
karşı pozitif, yapıcı mücadele yürütmek zordur. Esas olan onun maskesini
düşürmek, gerçek yüzünü açığa çıkartmak ve biraz darbeleyip geriletmektir. Bu
da hep yıkıcılığı, karşı tarafı vurmayı içeren bir eylemliliği ifade eder. Bu
bakımdan hareketimizde eylem dendiğinde karşı tarafı, sömürgeciliği protesto
etmeyi, darbelemeyi öngören işler yapmak, olarak anlamak anlaşılırdır. Kürt
toplumuna dayatılan sömürgeciliğin, kültürel soykırım rejimi rejiminin
katliamcı, baskıcı, yok edici karakteriyle bağlı pozitif eylemliliğe, yapıcı
eylemliliğe asla fırsat vermeyen bir yapısı var. Dolayısıyla eylemi biz hep
böyle anladık. Fakat dışımızdaki güçler açısından da çoğunlukla anlaşılan bu
oluyor. Halbuki eylem kavramını bu biçimde anlamak, tanımlamak yarımdır,
yeterli değildir. Diyelim ki, eylem kavramına yüklenen anlamın yarısı karşı
tarafı vurmayı, geriletmeyi, yıkmayı ifade ediyorsa diğer yarısı da yeniyi
yapmayı, inşa etmeyi, kendi sistemini kurmayı ifade eder. Bunun için eylemi
sadece negatif bir olgu olarak görme ve tanımlama değil, pozitif bir olgu
olarak görmek ve tanımlamak önemlidir. Onun için bir iş, bir çalışma olarak
görmek, tanımlamak anlamlıdır. İçinde bulunduğumuz dönem gereği böyle bir
açılım yapmaya gerek vardır. Geçmişte kültürel soykırım rejiminin çok fazla
egemen olduğu dönemde onun maskesini düşürmek, teşhir etmek, onu darbelemek
için hep negatif yönlü eylemler yapmış olsak da 40 yıllık mücadelenin ortaya
çıkardığı birikim ve içinde bulunduğumuz dönemin özellikleri gereği artık
pozitif eylem de gerekiyor. Bu nedenle eylem kavramını bizi programla
belinlenmiş amaca ulaştırmak için yapılan iş ve çalışma, olarak tanımlamak ve
bu temelde anlayıp hayata geçirmek büyük önem taşıyor.
Bu çerçevede öncelikle üzerinde durmamız gereken diğer nokta
ise eylem ve amaç ilişkisidir. Dikkat edilirse eylemi tanımlarken de amaçla
bağlı olarak ancak ifade edebiliyoruz. Bir amaca ulaşmak için yapılan iş,
diyoruz. Demek ki eylemle amaç ilişkisi başattır. Amaçtan kopuk hiçbir eylem
söz konusu olamaz. Her eylem mutlaka bir amaca bağlı olmak ve onun başarısını
sağlatmak durumundadır. En son heyet görüşmesinde de Önder Apo buraya dikkat
çekti ve “Amaçtan kopuk eylemler olmasın, dedi. Bu çok önemli, çünkü son
yıllarda hareketimizin çeşitli kollarının yaptığı eylemler doğru eylem
tanımıyla tam örtüşmüyor. Amaçtan kopuk olma özelliği çok fazla var. Niçin
yapıldığı, neye bağlı olduğu, bize hangi yararı getirdiği belli bile olmuyor.
Neden? Çünkü eylem denince negatif eylemliliği öğrenmişiz, anlamışız, her zaman
bunun geçerli olacağını sanıyoruz. İçinde bulunduğumuz dönemde negatif eylemler
gerektiğinde yaptıklarımız yerini buluyor, bir anlam ifade ediyor, sonuç da
veriyor. Fakat pozitif eylemlerinin gerekli olduğu yerde negatif eylemler
yapınca amaçtan kopuyor. Niçin yapıldığı belli olmuyor ya da ters amaçlar, ters
sonuçlar ortaya çıkarıyor. Hareketimize, mücadelemize katkı sunacakken zarar verici
sonuçları yaratıyor. Bu yönlü Önder Apo’nun da sık sık eleştiri ve uyarıları
oldu, yönetimimizin yapılan eylemlere dönük değerlendirme, eleştiri ve
uyarıları söz konusudur.
Buradan çıkaracağımız temel sonuç şu: Her eylem mutlaka
amaca bağlı olmalı. Amaçsız eylem olmaz. Eylem olsun diye eylem yapılmaz. “Ne
olursa olsun da eylem olsun, denilemez. Salt eylem olsun anlayışıyla hareket
edilemez. Eylem denen şey, yapılan iş mutlaka özgürlük mücadelemize hizmet
etmeli, mücadeleye katkı sunacak sonuçlar ortaya çıkarmalıdır yani, bir amacı
başarmamızı sağlatmalıdır. Bu bakımdan eylem ile amaç ilişkisi kesindir. Amacı
olmayan, ters amaca bağlı olan, amaçtan kopuk bir eylem çizgisi söz konusu
olamaz.
Bu noktada, amaç ne? sorusu önem taşıyor. Kendine göre amaç
belirlenerek eyleme girilebilir. Tabi amaçtan kastımız bu değildir. Amaç:
Teorik, stratejik analizler sonucu ortaya çıkartılmış ve programla belirlenmiş
hedeflerdir. Biz bir devrimci hareketiz, ideolojik, siyasi hareket
durumundayız. Dolayısıyla ideolojik, siyasi, örgütsel amaçlarımız var,
hedeflerimiz var. Bu uzun süreli hedefler biçiminde olduğu gibi belli stratejik
dönemleri içeren hedefler olarak da önümüze çıkıyor ve bunları parti
programıyla, çeşitli örgüt ve kurumların programları ile ifade ediyoruz hedef
ve ilkeler, amaçlar diye ortaya koyuyor. İşte amaçtan kasıt budur. Öyle
kendimize göre belirleyeceğimiz amaçlar, hedefler değil. Parti programının,
çeşitli kurum ve örgülerimizin programlarıyla, ilke ve hedefleriyle belirlenen
amaçlar oluyor. İçinde bulunan dönemde özgürlük ve demokrasi mücadelesini
başarıya götüren görevler oluyor. Bu bakımdan amaç konusunun genel olduğu kadar
içinde bulunulan dönemle de bağlı olma özelliği var.
Bu noktada açığa çıkıyor ki, eylem-amaç ilişkisini doğru
bilmek ve bir eylemin başarısı için öncelikle amacın ne olduğunu bilmek
gerekiyor. Amacın ne olduğunu bilmeden içinde bulunduğumuz dönemde neler
yapmamız gerektiğini, hangi görevleri pratikleştirmemiz gerektiğini bilmeden
doğru eylem yapamayız. O halde Önderlik teorisini bilmemiz, hareketimizin
programını özümsememiz, özelikle de Önder Apo’nun savunmalarla ortaya koyduğu
yeni paradigmayı özümsememiz, Demokratik Moderniteyi tüm boyutlarıyla
kavramamız önem taşıyor. Program amaçlarını bilmemiz gerekiyor, yine kongre ve konferanslarda,
dönemsel toplantılarda hareketimizin aldığı kararları, önüne koyduğu görevleri
bilmemiz gerekiyor. Bu anlamda hareketi takip etmemiz lazım. Hareketin
toplantılarını, kongre-konferanslarını takip ederek buralarda ne tür kararlar
alındığını anlamamız gerekli ki içinde bulunduğumuz dönemde yerine getirmemiz
gerektiği görevlerin ne olduğunu, dolayısıyla hangi amaçları başarmakla yükümlü
olduğumuzu doğru ve yeterli biçimde anlayalım. Eğer böyle bir çalışma
yapmazsak, örgütü takip etmezsek, paradigmayı bilmezsek, dönemin stratejisinin
önümüze koyduğu hedefler programını bilince çıkarmazsak elbette amacımızın ne
olduğunu bilemeyiz.
Bu dönemde ne yapmamız gerektiğini bilmeden eylem yapılamaz.
Bunları bilmeden ve bunlara bağlı olmadan yapılacak eylem kesinlikle ters olur,
yanlış olur tesadüfen doğru olması nadiren gerçekleşse bile, bu, çoğunlukla
yarım kalır. O nedenle de bir eylem gücü haline gelebilmek için her şeyden önce
içinde bulunduğumuz dönemde ne yapmamız gerektiğini, hangi görevleri yerine getirmemiz
gerektiğini bilmek gerekiyor. Ancak öyle olursa o hedefleri başaracak işleri,
çalışmaları yapabilir, bizi o hedeflere götürecek yol ve yöntemleri doğru
şekilde bulabiliriz. İşte bu yol ve yöntemlere eylem biçimleri deniliyor,
onları uygulamaya eylem yapmak, öyle bir yolda yürümeye eylem çizgisini
oluşturmak deniliyor.
EYLEMDE UYGUN ARACIN ÖNEMİ
Eylem tanımı ve eylem-amaç ilişkisi ile doğru eylem çizgisi
oluşturmak başarılı eylem yapmak için çok gerekli ve önemli olmakla birlikte,
diğer önemli bir husus da eylemde uygun aracın bulunması ve kullanılmasıdır.
Doğru bir eylem çizgisi izleyebilmek için başarmakla yükümlü olduğumuz amacı
bilmek zorunludur, ama amacı bilip onu başarmak için eyleme kalkıştığımızda
bizi amaca ulaştıracak doğru eylem biçimlerini hayata geçirmemizi sağlayan
araçlar geliştirmezsek, eylemi o tür araçlara dayalı yürütmezsek de başarılı
olamayız. Aslında amaç, ne yapmamız gerekir? sorusunu bilmeyi içerirken, araç
da eylemi nasıl ve nelerle yapmamız gerekir? sorusuna cevap vermeyi ifade
ediyor. Nasıl yapılması gerekiyor? sorusuna planlama ve örgütleme de giriyor,
ama doğru araç bulmak bunun başında geliyor.
Amaç doğru belirlense ve o amacı başarmak için doğru eylem
biçimleri bulunsa bile eğer uygun araçlarla o eylem biçimleri yürütülmezse
başarılı olunamaz. Tersine zarar verici sonuçlar da ortaya çıkar. Mesela savaş
yapmak gerekiyor, şiddet araçlarını kullanmak lazım, ulaşılacak amaç kesinlikle
bunu istiyor silah kullanmak gereken yerde sopa kullanırsan başarısız olursun.
Ama sopa kullanılması gereken yerde silah kullanırsan işleri ters yüz edersin,
yine başarısızlık ortaya çıkar. Sopa kullanmak veya başka araçlar kullanmanın
gerektiği yerde hiçbir araç kullanmadan yumrukla işin içine girersen de
başarılı olamazsın. O nedenle eylemde uygun aracın bulunması da başarı
açısından çok çok önem taşıyor.
Uygun araç denilirken kastedilen nedir? Uygun araç neyle ve
nasıl belirlenir? İki şeyle bir, amaca uygunlukla iki, uygulanacak eylem
biçimine uygunlukla belirlenir. Uygun aracın belirlemenin bağlı olduğu hususlar
bunlardır. Amaçla ve eylem biçimiyle uyumlu ise o araca doğru araç denilir.
Yani amacı başarmamızı sağlayacak eylem biçiminde kullanmaya uygun, onu
kullandığımızda bizi amacı başarmaya götürecekse o araçlar doğrudur, yerindedir,
kullanılmalıdır. Ama kullanmak istediğimiz araçlar eylem biçimimizle uyumlu
değil ve bizi amacı başarmamıza götürmüyorsa, kesinlikle o araçlar yanlıştır,
eylem ile uyumlu değildir, vazgeçilmelidir. O halde doğru araç seçimine de her
eylemde mutlaka dikkat etmek lazım.
EYLEMDE PLANLAMA, ÖRGÜTLEME, YÖNETİM
Eylemin doğru tanımlanması, eylemin amaçla bağının kesin
kurulması ve uygun aracın seçilmesiyle birlikte bir eylemde başarıyı sağlatacak
doğru bir planlamaya, o planı hayatı geçirecek doğru ve yeterli örgütlenmeye ve
o örgütü eylemde idare edecek etkili bir yönetime kesinlikle ihtiyaç vardır.
Plansız, örgütsüz ve yönetimsiz eylem olmaz. Bu husus da eylem çizgisinin
önemli unsurlarını ifade ediyor. Gerçi denebilir ki, “Biz böyle şeyleri şimdiye
kadar fazla bilmedik, fazla gündeme getirmedik, bu konular daha çok askeri
eylemlerde gündeme geliyor. Askeri güçler, gerilla daha çok bunun üzerinde
duruyor. Siyasi eylem alanında, kitlesel mücadelelerde bu tür kavramlara çok
yer verilmiyor. Örneğin serhıldanlarda bu kavramlar hiç kullanılmıyor. Şimdiye
kadar böyle bir yaklaşımımız olmadı. Doğru, şimdiye kadar yaklaşımımız bundan
uzaktı, ama bu durum yanlıştı, bunu anlamamız lazım.
Siyasi ya da askeri, ideolojik ya da örgütsel, ekonomik ya
da sosyal, eylem eylemdir. Dolayısıyla her eylemde geçerli olan yönler vardır
ki, planlama, örgütleme ve yönetim hepsinde geçerlidir. Bunları sadece askeri
eylemin unsurları olarak görüp de diğer eylemler için geçerli görmeyen yaklaşım
kesinlikle yanlıştır. Bu konularda da düzeltme yapmamız gerekiyor. Ne tür
eylemler yaparsak yapalım hepsinde bu unsurlara yer vardır. Bunlara göre ele
alıp uygulanması gereklidir ki eylemimiz başarıya gitsin. Yoksa başarılı olmaz.
Onun için ekonomik olsun, sosyal olsun, kültürel olsun, siyasi olsun, serhıldan
olsun hangi alanda eylem olursa olsun hepsinde kesinlikle planlama, örgütleme
ve yönetim unsurlarına yer vardır. Bunları yaparken bütün alanlarda eylem
yapmaya girişirken bu unsurlar temelinde ele alıp hayata geçirmek lazım.
Mutlaka planlı eylem yapmak lazım, mutlaka örgütlü eylem
yapmak lazım, mutlaka eylemin bir yönetimi olmalı. Bunlar olmadan olmaz. Bunlar
olmadan oldu mu, işte Kürdistan’ın kentlerinde çeşitli gençlik gruplarının
polisle çatışması durumu ortaya çıkar ki gerçekten de eylem biliminden sonuna
kadar uzak bir durumu ifade ediyorlar. Ne doğru dürüst planlamaları var, ne her
hangi bir örgütlenmeye dayanıyorlar, ne yönetimleri var ‘hurra! Yandım Allah’
yaklaşımıyla yürütülüyorlar ve dolayısıyla başarıya gitmiyorlar. Siyasi eylem
yapan güç, gençlik grupları böyle olurken karşılarındaki polis gücü çok
örgütlü, planlı olduğu için küçük bir kuvvet olsa bile sonuç alıcı oluyor. Bu
nedenle polise karşı yürütülen eylemlerde sonuç alınamıyor, tam başarılı
olunamıyor. Bu durumu kesinlikle düzeltmek gerekiyor. Şimdiye kadar olanı
sürdürmemek lazım. Öyle bir duruma eylem denmez. Bu kadar kendiliğindencilik
çok fazla ve sonucu zarar vericidir her girdiğimiz eylemde kayıp veriyoruz,
karşı taraf daha baskın çıkıyor. Oysaki biz daha inançlıyız, daha amaçlıyız,
haklıyız, çoğuz, güçlüyüz! Etkili vurabiliriz, ama o gücü kullanamıyoruz. Gücü
etkili kullanabilmek için planlı, örgütlü eylem yapmamız gerekiyor.
Eylemimizin yeterli yönetiminin olması gerekiyor.
Planlamadan kasıt, işin nasıl yapılacağının önceden belirlenmesi, belli
kurallara bağlanmasıdır. Örgütlenmeden kasıt, o eylemin içerdiği çeşitli
görevleri yapacak görevlilerin belirlenmesi ve onların birbiriyle ilişkilerinin
netleştirilmesidir. Yönetimden kasıt ise, eylemin içerdiği görevleri yürütmek üzere
örgütü harekete geçirmek, baştan sona kadar görevlerin başarıyla
gerçekleştirilmesini idare etmek, yönlendirmek, sağlatmaktır.
Bunların
bütününe tarz dersek, eylem tarzında bir düzeltmeye ihtiyaç vardır. Plansız,
örgütsüz, yönetimsiz, karmakarışık, rastgele, darmadağın bir eylem tarzından
kendimizi kesinlikle çıkarmamız lazım. En az karşımızdaki güç kadar, polis
kadar, asker kadar biz de eğitimli, planlı, örgütlü ve yönetimli olmalıyız.
Hatta ondan daha fazla olmalıyız çünkü bizim gücümüz eğitimliliğimizden ve
örgütlülüğümüzden geliyor. Başka bize güç katacak hususlar yoktur. O nedenle
planlı, örgütlü, eğitimli hareket etmeyi biz herkesten daha fazla
önemsemeliyiz. Bu planlama, örgütleme ve yönetim unsurlarının başına eğitimi de
koymamız gerekiyor. Çünkü örgütleme yapabilmemiz için eğitim şarttır. Ancak
eğitilmiş insanlar planlı hareket ederler, örgütlü çalışırlar, araçları etkili
kullanırlar. Eğitimsiz, hazırlıksız güçlü eylem yapılamaz. Eylemin hazırlığı
gerekiyor, hazırlığın başında da eğitim geliyor, örgütleme geliyor, planlama
geliyor. Bu temelde hazırlık yapmadan girilecek eylemde başarılı olmak mümkün
değildir.
EYLEMDE SAVUNMA ve HAMLE
Eylem tarzının önemli unsurları savunma ve hamle oluyor.
Buna eylem taktikleri de denebilir. Eylemin doğru tanımı, amaçla ilişkisi,
doğru araç seçimi, planlama, örgütleme, eğitim ve yönetiminin sağlanması
yanında eylem tarzının da doğru seçilmesi gerekiyor. Eylem tarzından kasıt,
savunma ve saldırı taktiklerinin yerinde, zamanında, doğru ve yaratıcı bir
biçimde bulunması ve kullanılmasıdır. Böyle bir yaratıcılık gösterilmez, eylem
biçiminde zenginlik ortaya çıkartılmazsa öyle bir eylemde başarılı olunamaz. Yani
dümdüz, tek düze bir yaklaşımla sonuç alamayız. Bir defa yaparsın karşı taraf
tedbir alır, ikinci defa gider pususuna düşersin. Sonuçta da başarısız
kalırsın. O nedenle bu düz, tek düze, renksiz, yani zenginlikten yoksun bir
yaklaşım tarzından kendimizi kesinlikle kurtarmamız gerekiyor.
Eylem biçiminde çeşitlilik, yaratıcılık, zenginlik çok çok
önemlidir. Bu da içinde bulunulan koşullarla, amaçla, karşı tarafın durumuyla
ve kendi gücümüzle bağlantılıdır. Amacımızı, karşı tarafın durumunu, gücümüzü,
zemini dikkate alarak, orada nasıl bir eylem biçiminin uygulamamız gerektiğini
otaya çıkarırız işte buna taktik belirleme deniliyor. Doğru eylem taktiğini
belirleyene ise eylem yöneticisi, eylem komutanı deniliyor. Komutan olmanın,
yönetici olmanın en temel unsurlarından birisi doğru eylem yöntemini, biçimini
belirlemektir. Yani taktik yaratıcılık gösterebilmektir. Böyle bir taktik
yaratıcılıkta, yaklaşımda iki unsur önemli oluyor: Savunma ve saldırı -ya da
hamle- Hep savunmada olunamayacağı gibi hep hamlede de olunmaz. Nerede savunma
taktiklerini uygulamak, nerede de hamle yapmak gerektiğini doğru tespit etmek
gerekiyor. Bizde aşırı derecede savunmacılık var. Buna Önder Apo “pasif
savunma dedi ve “siz uydurdunuz! diye de ekledi. Neredeyse hamle yapamıyoruz.
Bize saldırı olursa direniyoruz, bir savunma tutumu gösterebiliyoruz, ama onun
dışında bir eylemliliğimiz çok zayıf gerçekleşiyor. Savunma eylemleriyle de
ancak karşı tarafın iradesini kırarsın, ama onu geriletmek, hamle yapmak,
fethedici olmak, dolayısıyla bu biçimde zafer kazanmak mümkün olmuyor. Sadece
karşı tarafın iradesi kırılabiliyor, saldırı gücü kırılabiliyor. Elbette bu da
iyidir, önemlidir, ama sadece bununla yetinmek bir mücadelede, eylemde zaferi
yakalatmaz.
Yerinde, zamanında, yaratıcı eylem biçimlerine dayalı
savunma taktiklerini hayata geçirmekle birlikte yeri ve zamanı geldiğinde de
taktik saldırı yapabilmek, hamlede bulunabilmek, hamlesel mücadeleyi öngörmek,
taktik saldırı yapacak ruhu, atılımcılığı, girişkenliği yaşayabilmek gerekiyor. Bizde devrimci ruhta zayıflama var. Taktik
saldırı yapma, hamleye girişmede yetersizlikler var. Özellikle son dönemlerde
eylem çizgimizin zayıf kalan çok önemli bir boyutu budur. Sadece savunma
çizgisinde var oluyoruz, o da var olanı korumaya yetiyor, geliştirmiyor, bizi
yetersiz kılıyor, zafere taşımıyor. Son dönemlerin eylem sonuçlarının hep
“yetersiz devrimcilik olarak tanımlanması, “taktik dışı ya da “taktiğin yarım
uygulanması olarak ifade edilmesi buradan ileri geliyor. Kuşkusuz her zaman,
her yerde taktik saldırı içinde olunmaz, hep hamle yapılmaz, gözü dönmüşçe
yaklaşılmaz, ama bunun tersi de olmaz yani hep savunma konumunda da olunmaz.
Peki, başkası saldırmazsa biz hiçbir şey yapmayacak mıyız?
Buradan o sonuç çıkıyor demek ki yapmayacağız! Yapmasak da gelişme ortaya
çıkaramayız. Bu kadar fırsat, imkan değerlendirilemez, zaten Önder Apo, “yüzde
bir bile imkanları değerlendiremiyorsunuz, dedi. Böyle bir durumun sonucu
olarak hep dışarıdan beklemeyi, üstten beklemeyi içeriyor ki, hep bekleyen, söyleneni
ya da verileni işleten-yapan, öyle olmazsa yerinde durup bekleyen pasif duruş
ortaya çıkıyor. Bunu avare-asi duruş olarak da tanımlayabiliriz. Gerçekten de
avare-asi durum var, işlevsizlik var, sahip olduğumuz imkan ve fırsatları etkin
olarak kullanamıyoruz. Onu kullanabilmemiz için yerinde, etkili savunma
taktikleri geliştirebildiğimiz gibi, yerinde etkin taktik saldırı eylemlerine
girebilmeliyiz, hamleci olabilmeliyiz. Hareketimizin önemli bir karakteri de
hamleci olmasıdır. Bugüne kadar hamle yaparak kazandık. Zindan direnişi bir
hamleydi, 15 Ağustos hamleydi. Gerillanın özünde vur-kaç taktiği vardır, taktik
vurmak vardır. Gerilla tarzı bizim bütün eylemlerimiz için geçerli olan bir
tarzdır. Her yerde gerillanın eylem tarzında kesinlikle yararlanmamız
gerekiyor.
EYLEMDE NEGATİF ve POZİTİF BOTUYLAR NELERDİR?
Negatif
olarak hep karşı tarafı açığa çıkarmayı, teşhir etmeyi, darbelemeyi öngörürken
pozitif eylem alanları olarak da yapmayı, inşa etmeyi görmemiz lazım. Eylemi
sadece yıkıcılık olarak görmemeliyiz, yapıcılık olarak da görmeli ve en temel
eylemciliği inşa eylemciliği olarak tanımlamalıyız. Aslında bütünlüklü
baktığımızda eylemin pozitif yönü daha çok, negatif yönü daha azdır. PKK
devrimciliğinde de bu böyledir, Önder Apo’nun eylem anlayışı ve çalışma tarzı
kesinlikle böyledir. İster anlayışına, ister pratiğine bakalım burada
yapıcılık, inşa çok daha fazla iken, yıkıcılık, teşhir edicilik daha alt
boyuttadır. Eğer yıkıcılık değil yapıcılığı temel bir eylem olarak göreceksek,
o durumda sadece serhıldanı ve savaşı eylem alanı olarak görmememiz gerekir.
Eylem sadece siyasi ve askeri boyutlu değildir ekonomik boyutu da vardır,
sosyal boyutu da vardır, hukuki boyutu da vardır, diplomatik boyutu da vardır.
Demokratik Ulusun bütün boyutları aslında birer eylem alanıdır.
Demokratik Ulus inşası en temel eylemdir. Ekonomik boyut
tarımı, sanayiyi, hayvancılığı, ziraatı, ticareti, hepsini içerir. Bu
alanlardaki bütün çalışmaları pozitif eylemlilik kapsamında değerlendirmemiz
lazım. Sosyal alanda anadilde eğitim en temel bir eylemlilik alanıdır. Sağlık
sorunlarının çözümü her tarafta sağlık ocakları oluşturma ve toplumun çok
ihtiyaç duyduğu sağlık sorunlarını çözme en temel bir çalışma alanı, Demokratik
Ulus inşasının en temel boyutlarını ifade ediyor. Hukuksal boyut, hukuk
mücadelesi hem karşımızdaki güçle mücadele kapsamında, hem de kendi ahlak ve
hukuk kurallarımızın oluşturulması, inşa edilmesi bakımından pozitif anlamda en
önemli bir eylem alanı. En rahat, en kolay gerçekleştirebileceğimiz ve sömürgeci
sistemi, yönetimi işlemez kılarak halkın demokratik özyönetimini işletecek bir
hukuki sistemi rahatlıkla geliştirebiliriz. Bu da devlet ve iktidar gücünü
işlemez kılar, zayıflatır. Diplomasi alanı he keza böyledir. Kültür alanı bütün
boyutlarıyla bir eylem alanıdır. Kendi kültürel etkinliğimizi, sanat ve
edebiyat etkinliğimizi geliştirmek, oluşturmak özgür bireyi ruh, duygu,
düşünce ve davranış olarak ortaya çıkarmak ve bunu demokratik toplum içerisinde
var etmek en büyük bir kültürel gelişimi ifade ediyor.
Bununla birlikte siyasi alan da, askeri alan da eylem
alanları, ama siyasi ve askeri alan eylemciliğinin de hepsi negatif değildir,
pozitif boyutları da var. Örneğin siyasi eylem karşı tarafı teşhir etmek,
geriletmek negatif boyut iken, demokratik özyönetimi kurmak ve toplumun kendini
yönetmesini sağlatmak da pozitif boyutudur. Halkın meclisler biçiminde siyasi
yönetimlerini kurup kendi kendilerini yönetir hale gelmelerini sağlatmak
pozitif boyuttur. Yine askeri alanda öz savunma, güvenlik, onu sağlayacak
askeri gücü eğitme, örgütleme pozitif boyuttur. Karşı tarafa darbe vurmak
negatif boyutu iken, kendi gücümüzü eğitip hazırlamak, halkın öz savunma
kuvvetlerini oluşturmak da bu işin pozitif boyutunu oluşturuyor.
DÖNEMİN DOĞRU EYLEM ÇİZGİSİ
İçinde bulunduğumuz sürecin doğru eylem çizgisi ne
olmalı? Bu eylem çizgisinin unsurları,
biçimleri nelerden oluşmalı? sorularına da cevap arayabiliriz. Bunun için her
şeyden önce içinde bulunduğumuz dönemin özellikleri ve bize yüklediği
başarmamız gereken görevlerini doğru tespit etmemiz gerekiyor. Şimdi biz
hareket olarak, Önder Apo’nun tanımlamasıyla, Demokratik Kurtuluş ve Özgür
Yaşamı İnşa sürecindeyiz. Yani inşa ve direniş dönemindeyiz. En son Önder Apo
bu dönemi şu şekilde sloganlaştırdı: Enerjimize, Suyumuza, Toprağımıza Sahip
Çıkalım-Demokratik Özgür Yaşamı İnşa Edelim. Dikkat edilirse burada inşa var,
demokratik özgür yaşam inşası var. Bunu Demokratik Ulus inşası olarak da ifade
edebiliriz. Böyle bir inşa Kürdistan’da gerçekleşiyor. Bunun için enerji gerek,
su gerek, toprak gerek. Yani bir toplumu yaşatacak üretim gerek. O halde
bunlara sahip çıkmamız gerekiyor.
“Enerjimize, Suyumuza, Toprağımıza Sahip Çıkalım!
denilirken ne kast ediliyor? TC devletinin, AKP hükümetinin toprağı, suyu,
enerjiyi yok etmeye dönük saldırıları var. Bunları bir özel savaş aracı olarak
kullanıyor. O halde onlara karşı durmak, mücadele etmek, direnmek, yani sahip
çıkmak, korumak gerekiyor. Ancak onları koruduğun ölçüde o değerler üzerinde,
onlara dayanarak demokratik özgür yaşamı inşa edebilir, var edebilir, yaşanır
kılabilirsin.
Demek ki içinde bulunduğumuz dönemin ikili bir görevi var
İnşa görevi.
İnşa edileni koruma, savunma görevi, yani direnme görevi.
Hala kültürel soykırım rejimi etkisiz kılınmış değil,
sömürgecilik yıkılmış değil. Onlar hala fırsat bulduklarında saldırıyorlar. O
halde o saldırıları kıracak, boşa çıkartacak bir direnme konumunda her zaman
olmak gerekli. Geçmişten gelen eylem
alışkanlığımızın ve anlayışımızın sonucu olarak böyle bir direniş, savunma zaman
zaman gösterebiliyoruz. Fakat gerçekleştiremediğimiz, içine giremediğimiz inşa
döneminin inşa görevleri. Eylemi tek yanlı, hep negatif bir olay olarak
aldığımız için pozitif eylemliliğe giremiyoruz. Bu konuda mücadele tarihimizin
gelişimini bilmek öğretici olabilir. Örneğin ‘70’ler döneminde hep karşı tarafı
açığa çıkartan, sömürgeciliği, kültürel soykırım rejiminin özelliklerini açığa
çıkartan, onu propaganda ve eylemle teşhir eden bir mücadele yürüttük.
Eylemimizin esası sömürgeciliği, kültürel soykırım rejimini teşhir etmekti.
Böyle bir teşhirle amaçlanan halkın ve kamuoyunun Kürtler üzerinde uygulanan
kültürel soykırım rejimini bilir, anlar, dolayısıyla giderek karşı çıkar hale
gelmesini sağlamaktı. Aslında bir aydınlanma ve bilinçlenme hareketi yürüttük.
Amacımız sömürgeci soykırım gerçeğini açığa çıkarmak ve teşhir etmekti.
Dolayısıyla bütün çabamız, eylemimiz bu amacı başarmaya yönelikti.
Propagandamız, siyasi eylemlerimiz, silahlı eylemlerimiz buna yönelikti.
12 Eylül faşist askeri darbesinden sonra 15 Ağustos 1984
gerilla atılımıyla bu amacımızda, dolayısıyla eylem çizgimizde değişiklik oldu.
Karşı tarafı, sömürgeciliği, düşmanı açığa çıkartmak ve teşhir etmek yine temel
bir görevdi. Onun 12 Eylül faşist askeri yönetim biçimini açığa çıkartıp teşhir
etmek daha da önemli hale gelmişti. Bununla birlikte sömürgeci soykırım
rejimine darbe vurmak, mümkünse onu yıkmak yeni bir görev olarak önümüze
konmuştu. Bir amaç olarak bunu edinmiştik. Silahlı direnişle kültürel soykırım
rejimini yıkmak hedefimizdi.
Dolayısıyla gerilla hamlesi temelinde amacımız ne oldu?
Düşmanı teşhir etmek.
Onu darbelemek ve yıkmak.
Eylem biçimlerimizin hepsi bu amaca yöneldi. Bizi bu amaca
götüren eylemler başarılı eylemler olarak anıldı, tanımlandı. Öyle olmayanlar
yanlış bulundu. Şimdi ise biz ne kuruluş dönemindeyiz, ne direniş dönemindeyiz.
Düşmanı teşhir eden eylemlilik kuruluş döneminin eylemiydi. Teşhirle birlikte
düşmanı darbelemeyi öngören eylemlilik direniş döneminin eylemliliğiydi. Önceki
sonrakinin içinde devam ediyor. Bir aşamadan diğerine geçince önceki ortadan
kalkmıyor, ama yeni görev ekleniyor. Şimdi yeni bir aşamadayız Demokratik
Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa aşaması, Demokratik Ulus İnşası süreci diyoruz.
Başka bir ifadeyle buna Demokratik Çözüm Süreci dedik. Bu aşama öncekilerinden
farklı. Kuşkusuz bu aşamada da sömürgeci soykırım rejimini açığa çıkarma,
teşhir etme, onun Kürdistan üzerindeki baskılarını, saldırılarını teşhir edip
toplum ve kamuoyu nezdinde onu zayıflatmak temel bir görevdir. Bu görev de devam
ediyor bunun için de eylemler yapmak lazım. Diğer yandan sömürgeciliğe darbe
vuracak eylemler de, yerinde ve zamanında olmak üzere, bu dönemin eylemleri
içerisindedir. Fakat sadece düşmanı teşhir eden ve darbeleyen eylemlerle
yetindik mi, bu eylemi negatif, tek yanlı ele almak oluyor.
Şimdi “demokratik çözüm sürecindeyiz, diyoruz ve bu sürecin
temel görevi Demokratik Ulus inşası, yani demokratik özgür yaşamı inşadır. O
halde böyle bir dönemde pozitif eylemlilik, kuruculuk, inşa etmek esastır. Bu
inşayı demokratik ulusun 8 boyutunda yapmak gerekiyor. İnşanın ekonomik,
sosyal, kültürel, hukuki, diplomatik, askeri, siyasi, ekolojik boyutu var. Tüm
bu boyutlarda demokratik ulus ya da demokratik toplum inşasını
gerçekleştirmemiz gerekiyor. Dikkat edilirse pozitif eylemlilik alanı daha
geniş, daha büyük bir eylem alanı oluyor. İşte böyle bir dönemde negatif
eylemliliği pozitif eylemlilikle birleştirip kullanabildiğimiz oranda yeterli
ve doğru bir eylem çizgisi tutturmuş oluruz. Ama hiç pozitif eylemliliğe adım atamaz,
onu gerçekleştiremez, sadece negatif eylemlilik içinde kalırsak, sadece
eylemlerimizin amacı sömürgeciliği teşhir etme ve darbeleme olursa, bu demektir
ki, biz kuruluş ve direniş döneminde kaldık, Demokratik Çözüm Sürecine adım
atamadık, onun amaçlarını gerçekleştirecek eylemler yapmıyoruz. Yapılan
pratikte önemli ölçüde bu oluyor, alışkanlıklar bizi daha çok yönlendiriyoruz.
Geçmişte öğrendiklerimizde çakılıp kalıyoruz. Bu dönemin
amaçlarını anlama, bu amaçları başaracak eylem biçimlerini ortaya çıkarma ve
uygulamadan uzak kalıyoruz. Darlık, tutuculuk, dogmatizm burada ortaya çıkıyor.
Değişimi yaşayamıyoruz, yeni dönemin eylem biçimlerine adım atamıyoruz. Geçen
dönemde bildiklerimizde devam ediyoruz, bu da o dönemlerde kalmak anlamına
geliyor. Sömürgeciliği teşhir eden, darbeleyen eylemler yapıyoruz. Eğer bunlar
yerinde ve zamanında olursa anlamlı oluyor, mücadelemize katkı sunuyor. Yerinde
ve zamanında olmazsa anlamlı olmuyor, katkı sunmuyor, tersine zarar veriyor.
Hareketimizin teşhir olmasına ve toplum nezdinde zayıf düşmesine yol açıyor.
Doğru bile olsa, yerinde ve zamanında bile olsa sadece sömürgeciliği teşhir
eden, darbeleyen eylemlerle sınırlı kalmak Demokratik Ulus İnşasını
gerçekleştirecek eylemsel adımlar atmamak çok yetersiz, sınırlı kalmayı ifade
ediyor. Önder Apo “İmkanların ancak yüzde birini kullanabiliyorsunuz, derken
bunu kast ediyordu. Yani içinde bulunduğumuz dönemin eylem görevlerinin ancak
çok sınırlı bir boyutunu hayata geçirebiliyoruz. Dahası aslında bu pozitif
eylemlilik, inşa çalışmaları hafife alınıyor. Eylem olarak görülmüyor,
önemsenmiyor. Böyle yanlış, yetersiz yaklaşımlar var.
İçinde bulunduğumuz dönemin temel özelliklerini, bu
özelliklerin bize yüklediği görevleri doğru anlamalıyız. Dönemin karakteri
Demokratik Çözüm Süreci olmasıdır. Burada inşa ve savunma birlikte, iç içedir.
Önder Apo buna, “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa, dedi. İnşa ile
direniş birlikte var. Dolayısıyla eylem çizgimiz bunları içermek durumunda.
Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirmek olan da Demokratik Konfedaralizmi inşa
ederek Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirmektir. İnşa boyutu esastır,
kalıcı olandır.
O halde eylem çizgimiz ne olmalı?
Demokratik Ulus inşası önündeki engelleri aşacak bir
eylemlilik içinde olmak.
Demokratik Ulus inşasını 8 boyutta, hatta 15 boyutta
gerçekleştirecek kapsamlı bir eylem planımız olmalı.
Her yerde örgütlediğimiz halk meclislerinin çalışmaları
içerisinde bu pozitif eylemlilik görevlerini nasıl gerçekleştireceğimizin
kararını alıp, projelerini ortaya çıkararak onları hayata geçirmeliyiz. Buna
halk meclisleri karar vermeli. Genel olduğu kadar bölgesel düzeyde, kentlerde,
kasabalarda, köylerde, mıntıkalarda ekonomik, sosyal, hukuki, kültürel ve
siyasi olarak neler yapmak gerektiğini halkın özgür iradesini yansıtan
örgütlenmiş halk meclisleri belirlemeli ve eylem olarak, icraat olarak onları
hayata geçirmeliyiz. Bu bakımdan da en kapsamlı eylem planımız pozitif
eylemlilik üzerinde olmalı, Demokratik Ulus inşası üzerinde olmalı.
Bir yerde Demokratik Ulus inşası yönünde adım attığımızda,
eğer ona dönük bir saldırı gelişirse de savunmalıyız, orada öz savunma devreye
girmeli. Yapacağımız her pozitif eylemliliğin mutlak güvenliğini düşünmeliyiz,
hazırlanmalıyız, örgütlemeliyiz. Güvenlikli bir Demokratik Ulus inşası pratiği
geliştirmeliyiz. Öz savunmasını örgütlemeyen, öz savunmaya dayanmayan herhangi
bir pozitif eylemlilik, inşa eylemliliği kesinlikle geliştirmemeliyiz. Çünkü
düşman saldırır ve onu yok eder. Savunması olmasa da tabi imha olur, yok olur.
Böyle bir eylemliliğin yok olması çabalarımızın boşa gitmesini doğurduğu gibi,
birde toplumda olumsuz etki yapar, kırılma ortaya çıkarır.
Öz savunma -silahlı ya da siyasi- iki yönde kullanılıyor
Demokratik Ulus inşasın önündeki engelleri temizlemek.
İnşayı korumakta, savunmakta, onun güvenliğini sağlamak.
Negatif mücadeleyi bu biçimde inşa çalışmalarıyla, pozitif
eylemlilikleriyle artık birleştirmemiz gerekiyor. Tek, kendi başına bir negatif
eylemlilik olabileceği gibi, herhangi bir yerde düşman saldırısı, katliamı
teşhir edilebileceği gibi, daha çok her iki eylemliliği de iç içe birlikte
kullanabilmek önemlidir. Örneğin şimdi Türkçe eğitim boykot ediliyor, bununla
yetinilmiyor ve alternatif olarak Kürtçe eğitim veren okullar açılıyor. Bu çok
önemlidir. Sadece Türkçe eğitimi boykot etmek yarım bir eylemlilik olurdu, AKP
iktidarının kültürel soykırımcı yüzünü teşhir etmeyi hedeflerdi. Bundan önceki
dönemlerde de bu tür boykotlar yaptık. Şimdi Demokratik Çözüm Sürecinde buna
eklenen alternatif Kürtçe anadilde eğitim yapan okullar açmaktır. Dikkat
edilirse hiçbir yerde kolluk kuvvetleri, polis, asker boykota saldırmadı! Polis
sadece Gever, Cizre ve Bağlar’da kurulan üç okula saldırdı daha açıldıkları
gün kapılarına mühür vurarak kapattı. Çünkü dönemin eylemliliği bu.
Türkçe eğitimi boykot yapmak bir durumu ortaya çıkarıyor.
Kürtçe eğitim okulu açmak çözümü üretiyor. Çözümün üretilmesi AKP’nin kültürel
soykırımcı yüzünü çok daha fazla açığa çıkarıyor. Bir de karşıt alternatif
üretiyor. Dolayısıyla hem Kürt toplumunu daha fazla kendine güvenen hale
getiriyor, hem de kamuoyunun Kürt çocuklarının, gençlerinin anadilleriyle
eğitim yapamadıklarını, ama kendi güçleriyle bunu yapacak konumda olduklarını
gösteriyor.
Buradan ele aldığımızda, eylem çizgimiz ne olmalı? Türkçe eğimi boykot Kürtçe eğitim üzerindeki
engelleri kaldırmayı ifade ediyor. Esas eylemlilik Kürtçe anadilde eğitim
yapabilecek okulları açabilmek bunları her yerde açabilmeliyiz. İşte bu
okullara karşı saldırı oldu mu, direniş orada olmalı, savunma orada olmalı.
Bağlar’daki, Gever’deki, Cizre’deki okulları sonuna kadar savunmalı ve mutlaka
Kürtçe eğitimi gerçekleştirmeliyi hedeflemeliyiz. Ondan asla geri adım
atmamalıyız. Dönemin eylem çizgisi budur. Aynı şeyi ekonomik inşada
yapabiliriz. Birçok yerde demokratik komünal ekonomi inşasına girişebiliriz,
kooperatife dayalı ekonomik girişimler geliştirebiliriz. Hayvancılık da,
tarımda, ziraatta toplumun ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacak kolektif
çalışmaya dayalı ekonomik üretim alanları geliştirebiliriz. Bunun için ortam
açıktır. Köyler boşaltılmış, geri dönüşler olabilir ya da var olan köylerde
bunu yapabiliriz, mahallelerde yapabiliriz. Bunlara dönük saldırı olduğunda da,
tıpkı Kürtçe eğitim veren okulları sonuna kadar savunmak ne kadar gerekli ise
onları da savunmalıyız. İşte savunma, direniş, öz savunmanın rolü burada ortaya
çıkar. Direniş ile inşa böyle iç içe geçiyor.
Aynı durumu toplumun sağlık ihtiyaçlarını karşılanmasında da
yapabiliriz. Her yere sağlık okulları açabilir, sağlıkçılar eğitebilir, sağlık
ocakları kurabilir ve halkın sağlık sorunlarını çözmeye çalışabiliriz. En temel
devrimci eylemlerden bir tanesi bu. Bizim bu tür halkın ihtiyaçlarını
karşılayan çalışmalara dönük saldırılar olduğunda da onları savuna biliriz.
Örneğin hukuk inşası ¬toplum içindeki sorunları demokratik hukuk ve ahlak
ilkelerimize göre çözmek üzere adalet komisyonları oluşturuluyor. Bu çok
önemli. Devletin hukuk sistemi artık Kürdistan’da hiç işlememeli. Her köyde,
her mahallede kendi adil yargı sistemimizi geliştirmeliyiz ve uygulamalıyız.
Bunlara dönük saldırılar oldu mu, savunmalıyız. Bunu öz savunmayla yapmalıyız,
güvenliklerini sağlayarak yapmalıyız. Mahallede, kasabada çok zorlanırsak
kırsal alana dayanmalıyız, kırdan yararlanmalıyız. Çünkü kırsal alan
koruyucudur ve kıra dayanarak insan kendini koruyabilir. Yine demokratik
siyaseti örgütleyebiliriz, özellikle de demokratik öz yönetimleri. Her yerde
meclisler kurabiliriz, meclislere dayalı yürütmeler ortaya çıkarabiliriz.
Bunlar çalışır ve orda demokratik toplum yönetimini, halkın kendi kendini
yönetmesini ortaya çıkarabilir. Devletten bunlara dönük saldırı gelişirse öz
savunmayı o zaman harekete geçirebiliriz ve savunabiliriz. Dönemin eylem
çizgisi bundan oluşuyor. Dikkat edelim, burada yapıcılık var, inşa var.
Mevcut birikimle Demokratik Ulus inşasını gerçekleştirmek
üzere adım atmak, ona dönük gelişebilecek olası sömürgeci saldırılar karşısında
da öz savunmayla korumak, güvenliğini sağlamak. Yani mutlaka güvenlikli, öz
savunmalı bir eylem çizgisini esas almak, eylemi yani işi, çalışmayı güvenlikli
yapmak. “Güvenlik kuvvetidir, diye devlet güçlerine bırakmamak. Çoğu
demokratik siyaset gücü devletin saldırı gücüne “güvenlik kuvveti diyor. Onlar
güvenlik kuvveti değil saldırı kuvveti, sömürgeci kuvvet, faşist kuvvet! Güvenlik
kuvveti Demokratik Ulus inşasını koruyan öz savunma güçlerine denir. Her yerde
böyle güvenlik kuvvetlerini de Demokratik Ulus inşasının çok önemli bir boyutu
olarak örgütlemeli ve hayata geçirmeliyiz.
Böyle bir eylem çizgisi hayata geçirilebilir mi? Evet
geçirilebilir. Fakat bunun için zihniyet değişimine ihtiyaç var. Her şeyden
önce dönemi anlamalıyız, inşa, yani pozitif çalışmayı da bir eylem olarak kabul
etmeli, görmeliyiz. İkincisi, nerede hangi görevleri yerine getireceğimizi,
Demokratik Ulus inşasını yerelde, her yerde hangi boyutlarda ve nasıl
gerçekleştireceğimizi kararlaştıran organlar ortaya çıkarmalıyız. Meclis
sistemini geliştirmeliyiz, demokratik öz yönetim örgütlenmesini öncelikli
olarak her yerde ortaya çıkarmalıyız. Ardından da belirlenen görevleri hayata
geçirmek için örgütlenmeli, seferber olmalıyız. Gençlik hareketi tüm
çalışmalarını bu eksende yürütmeli. Eskinin sadece protesto eylemleriyle
kendini sınırlandırmamalı. O çok yetersiz ve dar oluyor. Eskinin o protesto
eylemlerini aşan yeni dönemin Demokratik Ulus inşasını gerçekleştiren ve
savunan eylem çizgisine ulaşmalı. Kadın hareketi eylemini bunun üzerine
kurmalı, tüm halk hareketimiz, bütün kurum ve kuruluşlarımız kendilerine böyle
bir eylem çizgisini esas almalılar. Dikkat edilirse bu yapılabilir bir şeydir,
ama bunu yapabilmek için dönemi anlamak, dönemin görevlerini bilince çıkarmak,
o görevleri başarmayı kendi görevin bilmek, kendini ona göre örgütleyip doğru
bir eylem çizgisiyle yeniden inşa etmek gerekiyor.
İşte burada sorun çıkıyor darlık var, tutuculuk var,
alışkanlıklarla hareket edip yeniye adım atamama var, söz konusu görevleri
üstlenememe-sahiplenememe var. Protesto eylemleri, yani kuruluş ve direniş
döneminin eylemleri içinde bulunduğumuz dönemde çok fazla saldırıya uğramıyor.
Ama inşa görevleri kapsamlı, büyük görevleridir. Bir köyde bile Demokratik Ulus
inşasını gerçekleştirmek demek, o köyün kendi kendini yönetmesi demektir ki, o
yönetimin sömürgeci baskıdan kurtularak özgür hale gelmesini ifade eder. Bu da
alternatif bir yönetim olmak, yeni bir demokratik öz yönetim olarak
örgütlenmek, ikili bir yönetim haline gelmeyi ifade ediyor, Demokratik
Konfedaralizmin inşasını içeriyor. Dolayısıyla çatışma, mücadele olacaksa da
iki sistem arasında çatışma ve mücadele olacak. Bu kapsamlı bir duruştur. İşte
bu göğüslenemiyor. Yani alternatif yöntem olmak, alternatif sistem olmak daha
fazla sömürgeci soykırım rejimin saldırısına uğruyor. O saldırı altında kalıyor
ve onu kırması gerekiyor, bu daha zor geliyor, kapsamlılık içeriyor. Aslında
buradan kaçış da var. Böyle kapsamlı görevler, sorumluluklar altına girmeme
var. Bunun yerine eskinin dar protestoculuğunu sürdürme kolay geliyor ve orada
çakılıp kalınıyor. Bu durum kesinlikle aşılmalı. Aşılmazsa saldırılardan dolayı
değil kendi yetersizliklerimiz, zayıflıklarımız nedeniyle biz bu dönemi
yürütemeyen bir konuma düşeriz. Eğer başarısız olursak bu düşmanın gücünden
kaynaklanmaz, kendimizin dönemin gerektirdiği doğru eylem çizgisini esas alıp
uygulayamamış olmaktan kaynaklanır ki sorumlusu ve suçlusu biz oluruz.
PROVOKASYONLARA KARŞI DUYARLILIK VE TEDBİR GEREKLİ
Dönemin
doğru eylem çizgisini ortaya çıkarır hayata geçirirken, buna karşı saldırılar,
provokasyonlar da sürekli gelişir, gelişecektir. Çünkü sömürgeci soykırım
rejimi bizim doğru bir eylem çizgisine yönelmemizi istemiyor, engelleme
çalışıyor, bundan korkuyor. Eğer dönemin doğru bir eylem çizgisine ulaşır, onu
başarıyla hayata geçirirsek bu sömürgeciliğin ölümü olacak, soykırım rejiminin
ölümü olacak, Kürt sorunun Demokratik Özerklik çözümünün gerçekleşmesini
sağlayacak. İşte bunu engellemek için sömürgeci soykırım rejimi her türlü
provokasyonu, saldırıyı ortaya çıkartıyor, çıkaracaktır.
Bizim hareket olarak doğru eylem çizgisine yönelmemizi,
onları başarıyla uygulamamızı sabote etmek isteyecektir. Öyle yaparak, bizim
başarımızın önünü keserek kendisinin başarısını garantilemiş olacaktır. Bizimle
mücadele edip karşıt sistemler geliştirerek bizi başarısız kılmak yerine, doğru
eylem çizgisine girmemizi engelleyerek, sabote ederek, bizim başarımızı ortadan kaldırarak bizim
başarısızlığımız üzerinden kendi başarısını sağlamak isteyecektir. Sömürgeci
rejim bu konuda çok bilinçli, örgütlü ve kapsamlı bir özel savaş sistemi var.
Her alanda doğru bir demokratik eylemliliğin gelişmesini engellemek için bin
bir türlü provokasyon grupları, örgütleri oluşturulmuş durumda. Bunlar harekete
geçirilir mi? Evet geçirilir. Ordu içinde böyle güçler var, polis içinde var,
devletin bu tür provokasyonları geliştirmek için özel gizli örgütleri var. Bunlarla
birlikte solculuk adına, Kürtçülük adına kendini örgütlüyor görünen çeşitler de
var. Onları kullanıyor. 90’larda da kullandı, Hizbulkontrayı kullandı. Şimdi de
benzer bazı grupları içinde bulunduğumuz dönemin doğru eylem çizgisini
geliştirmemizi engellemek için provokasyon grupları olarak kullanmak ister,
istiyor.
birçok yerde polis ve asker terörü var. Bu, özellikle Lice
ve Amed alanlarında çok fazla yaşanıyor. Colemerg ve benzeri alanlarda da bu
tür durumlar gözleniyor. Yine Hüdapar adıyla çeşitli dönemlerde saldırılar
oluyor. Gerçekten o parti mi saldırıyor, yoksa o parti adıyla gizli provokasyon
grupları, kontrgerilla mı eylem yapıyor, bilemiyoruz. İstanbul’da da bazı sol
gruplar var, Dev Sol adına bazı gruplar var bunları görüyoruz. Aslında bunların
bir bölümü kesinlikle provokasyon gruplarıdır. Bir bölümü de devrimci-yurtsever
gelişme karşısında sıkışan küçük burjuvazinin ihtiraslı tutumları olarak ortaya
çıkıyor. Şimdi bu tür durumlara karşı duyarlılık ve tedbirli olmak çok önemli.
Duyarlı olmalıyız kim nedir, ne yapar bilmeliyiz. Biz böyle bir doğru eylem
çizgisiyle Demokratik Ulus inşasına yönelir, bu temelde Kürt sorunun Demokratik
Özerklik çözümü gerçekleştiremeye çalışırken elbette bunu sabote etmek isteyen,
bundan zarar gördüğü için engellemek isteyen birçok güç olur. O halde bunu
bileceğiz bunu kim engellemek ister, kimin zararına oluyor, kimin arı kovanına
çomak sokuyoruz? Bunları bilmemiz lazım. Bu konuda bir duyarlılık olmalı,
bilinç olmalı incelemeliyiz. Öyle düşünce yoğunluğundan, olup bitenleri
incelemeden uzak durmamalıyız. Diğer yandan sadece bilmek yetmez. Bu tür olası
provokatif gelişmelere karşı duyarlı, tedbirli olmak lazım. Fırsat
vermemeliyiz.
En önemli şey provokasyonları önceden bilmek ve fırsat
vermemektir. Onların tuzağına düşmemeliyiz, enerjimizi oralarda tüketmemeliyiz.
Dahası bu tür provokasyon güçlerini, gruplarını iyi tanımalı, açığa çıkarmalı
ve eğer çok engel oluşturuyorsa doğru mücadele yöntemleriyle etkisiz
kılmalıyız. Her zaman kaçınmak olmaz, ama duyarlılık ve tedbir başta gelendir.
Onların oyununa düşmemeliyiz. Bazı güçler kendileriyle uğraştırmak isteyebilir,
potansiyelimizi bu tür provokatif olaylarda harcatmak isterler, enerjimizi
orada tüketmek isterler. Özellikle psikolojik karargahı bunu yapabilmek için
elinden geleni yapar. O halde bu tür durumlara düşmemek, fırsat vermemek için
de biz elimizden gelen çabayı kesinlikle göstermeliyiz. Gerekli duyarlılığı,
tedbiri önceden öngörerek gerçekleştirmeliyiz.
Eylem alanının daha başka üzerinde durulması gereken yanları
da vardır. Biz de baştan beri belli bir pratik gelişme yaşandığı için kendimizi
hep pratikçi görüyoruz. Duruşumuzu pratikçilik olarak değerlendiriyoruz. Bu
konuda fazlasıyla kendine güven var, ama gelişen ve değişen dönemlere göre
pratik değişiyor. Bu noktada dar, tutucu alışkanlıkları aşamayan bir
zihniyetimiz, pratik duruşumuz var ve buna rağmen iyi olduğumuzu sanıyoruz. Bu
büyük bir yanılgı. Bu yanılgılı durumu geçen dönemin derslerini çıkararak
aşmasını bilmeliyiz. Bu kadar süreç geçti, ama Demokratik Konfedaralizmin
inşasında, dolayısıyla ikili yönetimi Kuzey Kürdistan’da, halktan yana,
Demokratik Konfedaralizmden yana büyütemedik, geliştiremedik. Aynı durum sürüp
gitti. Bu yetersiz bir durum ve kesinlikle bizden kaynaklanan bir durum. Bu durumun
açığa çıkmasına ne devletin gücü yol açıyor, ne imkansızlıklar, fırsat olmaması
buna yol açıyor tersine düşman, devlet çok zayıf durumda. AKP hükümeti en
zayıf dönemini yaşıyor. Bazı değişikler yaptı ama bu değişikliklerin oturup
oturmayacağı belli değil. Kürt sorununun Demokratik Konfedaralizm temelinde
çözümünü sağlamak için imkan ve fırsatlarımız ise her zamanınkinden çok.
Halk demokratik çözüm istiyor, özgürlük istiyor. Bunu
seçimlerde ortaya koydu, bunu Türkçe eğitimi boykota ortaya koyuyor, bunu
Kürtçe eğitimin gelişmesini coşkuyla karşılayarak ortaya koyuyor. O halde halk
yüzde yüz çözüm istiyor ve imkanlarını buraya seferber ediyor. Geriye kalan ise
öncünün halkın gücünü içinde bulunduğumuz koşulların imkan ve fırsatları doğru
değerlendirerek Demokratik Konfedaralizm inşasını geliştirme ve Kürt sorununun
Demokratik Özerklik çözümünün gerçekleştirmesidir. Görev ve sorumluluk bize,
yani öncüye düşüyor. Öncü de dönemin doğru eylem çizgisiyle ve başarılı bir
biçimde yürütürse işte o zaman esas büyük devrim Kuzey Kürdistan’da
yaşanacaktır. Demokratik Özerklik Devrimi Kuzey Kürdistan’ın her tarafında
köylerinde, kasabalarında, mahallelerinde büyük hamlelerle zafer kazanacaktır.
Kuzey Kürdistan’da gelişecek, kazanacak Demokratik Özerklik hamlesi Güney ve
Batı Kürdistan’daki direnişe en büyük gücü katacak, ona dayanak oluşturacak.
İşte o zaman Kürdistan parçalarındaki özgürlük ve demokrasi mücadelesi
birleşerek bütünlüklü bir özgürlük devrimini başarıya ulaşmasını sağlatacak. Bu
başarı da Demokratik Ortadoğu Devrimini adım adım ilerletip zafere
taşıyacaktır.
Doğru eylem çizgimiz kesinlikle içinde bulunduğumuz dönemde
bizi Kürdistan Özgürlük Devriminin ve Demokratik Ortadoğu Devriminin başarısına
götürecektir. Dönemin koşulları, imkanları buna el veriyor. Bunu başarmak
öncünün elinde, özgürlük kuvvetlerinin elinde, parti öncülüğünün, gerillanın,
gençlik ve kadın hareketinin elindedir. O halde bu örgütler ellerindeki büyük
devrimci imkanı görerek, dönemin görevlerini doğru anlayıp doğru bir eylem
çizgisiyle hayata geçirmeyi bilmeli ve içinde bulunduğumuz dönemi Kürdistan
Özgürlük Devriminin zafere koştuğu bir dönem haline mutlaka getirmelidir.
Duran Kalkan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info
:” ”
:””
” “,” ”
:” ”