Maraş’ın Pazarcık ilçesinde 6 Şubat’ta 7.8 ve 7.6 şiddetinde üst üste iki deprem yaşanmıştır. Deprem Kuzey Kürdistan’ın Amed, Rıha, Dilok, Meledi, Semsur, Girgum, Kilis şehirlerinde, Rojava’da ise Efrin, Kobani’de ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Halebin Kuzey mahalleleri olan Şexmeqsud ve Eşrefiye de etkili olmuştur. Hatay başta olmak üzere Osmaniye ve Adana’da da deprem dolayısıyla ağır kayıplar yaşanmıştır. Bu depremlerde son AFAD raporlarına göre yaşamını yitirenlerin sayısı 10 bini aşmış bulunmaktadır. Yüzbinlerle ifade edilen yaralılar, ekmeğe, suya, giyeceğe, çadıra, ısıtıcılara vb. ihtiyaç duyan milyonlarca insan bulunmaktadır.
Gördüklerimiz ve duyduklarımız insan olarak bizi gerçekten de derinden üzmektedir. Geçmiş olsun dileklerimizle birlikte, yaşanan acıları yüreğimizin derininden hissettiğimizi belirtmek istiyoruz. Acılarımızı bir daha böyle acıların yaşanmaması için örgütlü mücadele gerekçesi yapmalıyız.
Deprem değil, yapılar öldürür denilir. Bu genel bir kabuldür. Ancak yapıları yapanlar da vardır. Kapitalist modernite Devlet ve iktidara dayalı bir sistemdir. Ulus-devlet sisteminde inşaat adına her şey belli kanunlara göre yapılır. İhale-müteahhitlik sistemi başlı başına bir sistemdir. Daha fazla para kazanmak esastır. İktidarlar kendini süreklileştirmek için yandaşlarına kazandırmayı esas alırlar. Bunun için de inşaat adına yapılanların sağlamlığı, kullanılışlığı çok fazla önemli değildir. Önemli olan iktidar merkezi ve çevresinin büyük kazanması ve bu kazandıklarıyla da iktidarlarını süreklileştirme imkanlarını yakalamalarıdır. Bu anlamda Türk kapitalist sisteminde inşaat rantı tekelleşmenin temel kanallarından biridir.
Gölcük depreminde ismi rantçılıkla anılan Veli Göçer böyle bir sistemin sembolüdür. Acaba bu depremin Veli Göçer’i kim olacak, henüz belli değil. Ancak bize göre 6 Şubat depreminin Veli Göçeri, Tayyip Erdoğan’dır. Çünkü yirmi yıldan bu yana, Kürdistan ve Türkiye’nin rantını hortumlayan kendisidir. Propagandasını yollarla, inşaatlarla, havaalanları vb. üzerinden yapmaktadır. Fakat bu yolların, inşaatların, havaalanların nemenem şey olduğu da tüm gerçekliğiyle ortaya çıkmıştır. Çünkü yirmi yıldan bu yana Kürdistan ve Türkiye’de tüm inşaat sisteminin başında bu zat bulunmaktadır.
Dolayısıyla, artık yapılar öldürür demek yeterli değil. İktidar ve devlet öldürür demek daha doğru ve gerçektir.
22. yy’da deprem bir bilinmezin, doğanın akıl almaz, anlaşılmaz bir hareketi değildir. Birçok deprem uzmanı jeolog artık deprem fay hatlarını, depremlerin oluş biçimini, olasılıklarını doğruya yakın değerlendirme gücüne ulaşabilmiştir. Merkezi Pazarcık olan depremin de birkaç yıldan beri gündemde olduğu bilinmektedir. Daha önce bu konuda söz söyleyen, uyarıda bulunan, birçok değerli bilim insanı bugün televizyon programlarında herkesin huzurunda hangi tarihte ve nasıl depreme ilişkin uyarıda bulunduklarını açıkça dile getirmektedirler. Burada sömürgeci soykırımcı Türk Devleti hükümetinin şefi Tayip Erdoğan ve Devlet Bahçeli bütün bunları adeta duymazdan, görmezden gelmiştir. Şimdi ise halkın İslami kültürüne ve bilinç altına seslenerek, olayı bir takdiri ilahi ve kader olarak değerlendirmektedir. Böylelikle alınmayan önlemler, yapılmayan yapı kontrollerini, olası bir depremde can kayıplarını önlemek için alınması gereken tedbirleri almamıştır. Hem de 40-50 milyar dolarlık deprem vergileri toplamalarına rağmen bu konuda en küçük bir adım dahi atılmamıştır.
Oysa 1999 Gölcük depremi on binlerce insanın canına mal olmuş, yüzbinlerce insanın yaralanması, milyonlarca insanın evsiz barksız kalmasına yol açmıştır. Bu deprem olduktan sonra AKP-MHP faşist hükümeti yaşanan bu felaket karşısında kılını dahi kıpırdatmamışlardır. On binlerce insanın enkaz altında oluşunu ve can çekişmesini ve soğuktan-açlıktan, kıvranışını vicdansızca izlemişlerdir. Hiçbir ciddi adım atılmamıştır fakat sahibinin sesi medyasını hareketlendirerek sanki her şeyi yapmış, her yere ulaşmış, enkazları kaldırmış, gıda, barınak, giyecek ve benzeri temel ihtiyaçlar karşılanmış gibi bir tablo çizmeye gayret göstermiştir. Öyle ki CNN, NTV ve benzeri kanallar başta olmak üzere, faşist şeflerden aldıkları direktifler temelinde mesajlar alabilmek için basın ahlakını yerle bir eden tutumlar içerisine girmekten utanmamışlar. Halkın gerçekleri dile getiren çığlıkları ve talepleri karşısında canlı yayını kesmek ahlaksızlığını gösterebilmişlerdir.
Çünkü faşist şeflerin ve dalkavuklukta sınır tanımayan milletvekilleri, bakanları daha ilk saatlerde tam bir seçim propagandası edasıyla demeçler vermekten çekinmemişlerdir. Cumhur ittifakı sahadadır, iş başındadır ve benzeri sözler sarf etmişlerdir. Yine kimi haber kanallarına yansıdığı kadarıyla halkın çığlıklarını duymamak için bazı bakanlar, çığlıklara muhatap olacağına, kafasını telefonun içerisine gömerek rastgele uğraşmışlardır.
Faşist şef Tayip Erdoğan ise bir gün boyunca çeteleriyle düşünüp-taşındıktan sonra ortaya çıkıp, deprem bölgelerinde olağan üstü hal ilanında bulunmuştur. Tarih olarak ise 3 aylık süre koymuş, yani seçime bir hafta kala söz konusu deprem bölgelerinde OHAL kaldırılacak demektedir. Bu deprem felaketini de tıpkı uydurma darbe girişimi gibi kendisi için bir nimet olarak değerlendirerek yani fırsata çevirerek seçimi kazanmanın zeminini güçlendirmek istemiştir. Almış olduğu karar çerçevesi ise halklarımızın, dayanışmasını, acılarını paylaşmasını ellerinde ne var ne yok ise bunları paylaşmasını engellemek istediği gibi bu yönlü adımları da engellemek istemiştir.
Açıkça yardım amacıyla yürütülen çalışmalar sonucu elde edilen malzemeleri gasp etmişlerdir. Bir kısmını deyim yerindeyse cebe atarak, birazını da birer istihbarat kuruluşu olan AFAD, İHH ve benzeri kuruluşlar üzerinden AKP-MHP iktidarını halka yardım eden, tek güç ve merkez olarak tanıtmayı hedeflemektedirler. Ayrıca bununla halklarımızda, faşist iktidarı “tek sığınacakları, umut bağlayacakları adres” olarak iktidar ve çevresini göstermeyi amaçlamışlardır.
İlk 48 saat içerisinde ciddi hiçbir yardımın yapılmaması, kırsal bölgelere ise hiç yaklaşılmaması, onların bu konuda halka hizmeti değil, halkı sömürmeyi ve halka zulmü esas aldıklarını ortaya koymaktadır. Sözkonusu Kürtlere soykırım uygulamak ve bir Kürdistan özgürlük gerillasını imha etmek olunca, onlarca uçak, yüzlerce helikopter, her türlü zırhlı aracı taşıyan helikopterler, binlerce araç, on binlerce asker-polis harekete geçiren devlet, enkaz altında on binlerce bulunan insanlara ulaşılmamasını iyi anlamak lazım. Bunu sadece basit bir yönetememe, ihmalkarlık vb. anlamak yanıltıcıdır.
Dikkat edelim, depremin merkezi Pazarcık ve ağırlıklı olarak Kürdistan şehirleri yerle bir olmuştur. Eğer Semsur’un, Islahiye’nin, Pazarcık’ın, Elbistan’ın, Meletin’in, Girgum’un yarısı veya üçte ikisi yok olmuşsa varsın yok olsun! Zaten sömürgeci soykırımcı Türk devletinin amacı buralardaki Kürtleri katliamla yok etmek değil miydi? İşte Allahın vergisi deprem orda çıkmış ve Kürtler enkaz altında! Varsın orda kalsınlar ve yokolsunlar! Daha ne istiyorlardı ki?
Gırgum, Meleti ve Dilok Şark Islahat planıyla Kürtsüzleştirillmesi hedeflenen bölgelerin başında geldiği hiçbir zaman unutulmamalıdır!
Bu deprem bir gerçeği daha açığa çıkarmıştır. Kürt halkında hala toplumsal dayanışma canlı ve diridir. Her şeyini mağdur olan bu insanlarla paylaşmakta ne kadar istekli olduğunu ve onları enkaz altından çıkarmak için buz gibi havada, nasıl canla-başla çalıştıklarını yakından gördük. Sömürgeci soykırımcı faşist Türk devletinden bir şeyin beklenmemesi gerektiğini ortaya koymuştur. Kürt halkı bir kez daha tecrübesiyle öğrenmiş ve öğretmiştir. Aynı şey Hatay’daki ağırlıklı olarak Arap halkı ve yine oradaki Kürtler ve Türkler de çarpıcı bir biçimde görmüşlerdir.
Bazı açıklamalarda on ilde birden deprem olunca her yere ulaşmak zordur diyerek devleti ve sömürgeci, soykırımcı devleti adeta aklamaya çalışan ifadeler sözkonusudur. Fakat aynı devletin bir çok Afrika ve Orta Doğu bölgesinde asker bulundurmakla övündüğünü bilmekteyiz.
Eğer gerçekten sömürgeci soykırımcı Türk devleti, bazılarının allayıp-pulladığı gibi demokratik, hukuk ve sosyal devlet olsaydı, yani burjuva demokrasisi bakımından asgari ölçülere dahi sahip olsaydı, sınırlı bir toplumsal hizmet anlayışına sahip olsaydı ve sistem buna göre oluşturulmuş olsaydı, durum çok daha farklı olabilirdi. Fakat 2023 bütçe görüşmelerinde de görüldü ki savunmaya harcanan büçte diğer bütçelerden çok daha fazladır. AKP faşist hükümetinin dalkavuk bakanlarından Nurettin Canikli, kendi yaptıkları soykırım bütçesini savunmak için şunları açıkça dile getirmiştir. “Güvenlik harcamalarını da yapıyor arkadaşlar. Çok konuşulmuyor, çok gündeme gelmiyor ama bu toprakları savunmak için çok büyük paralar harcıyoruz. Türkiye 3 ülkede toprak bütünlüğünü sağlamak için bugün asker bulundurmak zorunda ve güvenlik için çok büyük paralar harcanıyor. F-16’lardan atılan akıllı mühimmatın tanesi 400 bin dolardan 1,2 milyon dolara kadar çıkıyor. En son yerli olarak geliştirdiğimiz nüfuz edici bombanın bir tanesinin maliyeti 1,2 milyon dolar. FIRTINA obüslerinden sık sık atılan, çok namlulu roketatarlardan atılan bir mühimmatın maliyeti 5 milyon dolar. En ufak bir operasyonda binlercesi atılıyor. Bunu şunun için söylüyorum: Yani bütün bu gelişmeler sağlanıyor, bütün bu harcamalar yapılıyor, 200 milyarlık enerji sübvansiyonu yapılıyor” demiştir.
“Toprak bütünlüğünden” kastedilen Kürdistan’ı sömürgecilik altında soykırıma uğratmaktan başka bir şey değildir.”
Böyle bir zihniyetle savunma bütçesi şişirilmiştir. Elbette her şey savaşla da açıklanacak durumda değildir. Faşist şefin saray masrafı, örtülü ödenek, herhangi bir yere gidişi esnasında harcanan paralar ve daha birçok hırsızlık ve israf pratiği…Yine iktidara çöreklenen çevrelere yaratılan rant imkanları…Burada bir zihniyet vardır. Halklar, emekçiler, kadın ve gençler aleyhine, ancak bir avuç haraminin saray saltanatının lehine olan bir bütçe sistemi…Onun için de hiç kimse, böyle bir zihniyetten yardım-destek vb. beklememelidir. Mücadele ile iktidara bazı şeyleri dayatarak, yaptırmak ayrı şey, onlardan medet ummak daha ayrı bir şey…
Her ne kadar faşist şef tam bir Hitler türevi olarak büyük bir öfke ve kinle olağanüstü hal ilan ederken sarf ettiği ‘defterleri açacağız’ ve benzeri ifadeler kullanması aslında OHAL’in deprem merkezi olan Kürdistan’daki illerle sınırlı kalmayacağı bunun bütün Kürdistan ve Türkiye’yi yeni bir saldırı dalgasını başlatacağı öngörülmeli ve buna göre hazırlıklı olunmalıdır. Özellikle bugün itibarıyla internete sınırlamalar getirmeleri, halklarımızın, emekçilerin, kadın ve gençlerin örgütlü hareket etmesini engellemeye dönük bir politikadır. Böyle bir saldırıya karşı, örgütlü ve mücadeleyi göze alan bir hazırlık olmalıdır. Esas olarak halkımız bir deprem enkazı biçiminde Kürdistan ve Türkiye’ye çöken bu faşist sömürgeci iktidardan kurtarmayı ciddi olarak planlamalı ve pratikleştirmeliyiz.
Halklarımız hiçbir biçimde bu en zor süreçte bizzat kendilerinin sebep olduğu can kayıplarını sorumlusu olan soykırımcı, sömürgeci Türk Devleti ve onun hükümeti AKP-MHP faşizmin yaptıklarını unutmamalı ve bunlara karşı bu iki günde sergiledikleri içten, coşkulu dayanışma ruhuyla karşı koymasını bilmelidir. Aslında bu deprem bu sistemin ne kadar içten çürüdüğü ve güçsüz olduğunu göstermiştir. Önemli olan halklarımız arasında başlayan demokratik birlik ve özgürlük ruhunu güçlü bir örgütlülüğe ve direnişe çevirmektir. Bu olanak dahilindedir.
Birçok il ve ilçede halk ‘devlet nerede, hükümet nerede, niye bir yetkili yok’ diyerek tepkisini ortaya koymaktadır. Doğrusu insanın içini yakan bir durum!
Kardeşlerim devlet, hükümet, yetkili dediğimiz nedir! Devlet, hükümet, ordu, polis, jandarma vb. kesimler şu anda yaşadığımız acılı gerçekliği adım adım inşa ederek yaratanlardır. Çöken her binada ve o binanın altında ezilen her insanımızın yaşadığı acıdır iktidar ve devlet. Bu kış ayazında donma tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz gerçekliktir devlet ve iktidar.
Devlet nerde mi diyorsun, devlet Saray’da yaptığı toplantıda sana gerçek yardımın ulaşmasını engelleme kararını alan, toplantıdır. Bu zorlu süreçte ihtiyaçlarını karşılama yerine sana nasıl baskı ve zulüm yapacağını arayışına giren AKP ve MHP faşizmidir devlet.
Halklarımız böyle bir süreçte hiç kimseye umut bağlamadan, bizzat örgütlenmeli, sokak, mahalle, şehir inisiyatifleri kurarak gelen yardımların eline düşmeden eşitçe paylaşmasına, gayret göstermelidir. Çünkü bu hırsızlar ve katiller çetesi özellikle uluslararası alandan ve halklarımızın topladığı yardımlara el koyup, kendilerini daha da semirtmeye çalışacakları ortadadır.
Faşist şef Tayip Erdoğan’ı ekrandan izlerken,1979 yılında devrim öncesi Nikaragua diktatörü Somoza’nın sarf ettiği sözleri ve politikayı hatırlatıyor. O da depremi fırsata çevirmek istemişti. Bırakalım yardımları halka dağıtmayı, onları da eline geçirmişti. Fakat Somoza sonuçta deprem yıkıntılarının altında kaldı. Depremin acısını yaşayan halk, acılarının sebebinin Somoza diktatörlüğü olduğunu görerek örgütlenerek harekete geçmiştir ve bu diktatörlüğün ömrü uzun olmamıştır.
Akıbeti Tayip Erdoğan’ın başına.
Yasin NAVDAR