AKP-MHP faşist özel savaş hükümeti, alışılagelmiş taktiklerinde ısrar ediyor. En dikkat çekici olanda bu taktiklere başvururken, herkesin buna kanacağını sanmaları oluyor. Kuşkusuz onları böyle düşünmeye götüren göre nedenler de var. Çünkü AKP yirmi yıldır iktidarı boyunca hep bunu yapıyor hükümet ortağı olan MHP’de Devlet Bahçeli’nin deyimiyle bu konu da “53 yıllık bir tecrübenin” sahibi bulunuyor. Bundan hareketle de çok rahat bir şekilde “onlarca yıldır, işleri böyle yürüttük, bundan sonra da bu şekilde yürütürüz” ya da “bugüne kadar söylediklerimize inandırdık, bundan sonra da inandırmaya devam edebiliriz” demeye getirmektedirler.
Tabii bir ülkede onlarca yıldır, hükümet koltuğunda da yirmi yıl işleri böyle götürerek iktidar da kalmak o kadar kolay olmuyor. Bunun beraberinde yalan söyleme gibi getirdiği alışkanlıklar da var. Türkiye toplumu da -en bir kısmı da- buna alışmış ya da kanıksar kılınmış bulunuyor. Bir zamanlar Turgut Özal’ın “buna da alışırsınız” söylemi bu şekilde bir gerçeklik haline getirilmiş oluyor. Bununla birlikte AKP’nin yirmi yıllık iktidarında, toplum yaşamına karışan yarattığı; zamlara, hayat pahalılığına, açlığa, işsizliğe, baskıya, işkenceye, zindanlara, katliamlara, kadın cinayetlerine, Kürtlere karşı işlenen insanlık ve savaş suçlarına, Kürt soykırımına olan alışkanlıklar da oluşturulmuştur. Bunları da görmek gerekiyor. Eğer böyle olmasaydı, hala yalanlara dayalı olarak kurduğu iktidarını ayakta tutabilirmiydi. Yine 23 Haziran 2023 yılında gerçekleşeceği söylenen genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair her hangi iddialı bir söz söyleyebilirmiydi. Fakat bunları yapabilmektedir. Bunu yaparken de kendine oluşturduğu dayanaklardan güç almaktadır. En başta da oluşturduğu sermaye grubu buna ona böyle bir maddi imkan sağlıyor. Bununla birlikte iktidar olanaklarının ortaya çıkardığı sermaye birikiminin kırıntılarından yararlanan sayısı azımsanmayacak oranda istediği gibi yönlendirebileceği topluluklar oluşturulmuş bulunuyor. Bunlara polis, bekçi, ordu içerisinde sözleşmeli personel adı altında oluşturulan ve sayısı yüzbinlerle ifade edilen paralı askeriler ile devletin çeşitli kurumlarında memur, işçi olarak çalıştırılanları da eklemek gerekiyor. Sadece bunlar da değil, bünyesinde on binlerce eleman bulunduran eğitilmiş özel paramiliter örgütlenmelerin, mafyavari çete oluşumlar, birçok sahte sivil toplum örgütleri, sendikalar, dernekler, küçük, orta esnaf ve sermaye grupları da bunlara eklemlenmiştir.
Bunların hepsi yan yana getirildiğinde AKP’nin bu kadar yalana başvururken nerden güç aldığı da kendiliğinden anlaşılmış oluyor. Özellikle böyle bir yoğunluğun AKP yirmi yıllık iktidarı sürecinde içerisinde açlık sınırından uzaklaşarak servetle karşılaşıp mülk sahipleri haline gelenlerinde olduğu düşünülünce, bunları korumak ve daha da çoğaltmak için AKP’nin yalanlarının savunuculuğunu yapmak dahil ellerinden ne gelen her şeyi yapabilecekleri açık olan bir gerçekliktir. Hal böyle olunca da AKP-MHP faşist özel savaş hükümetinin amiyane tabirle cılkı çıkmış özel savaş taktiklerini kullanmaktaki ısrarı anlaşılmış olmaktadır. En azından “bana bu kadar bağımlı hale gelmiş olanlar var. Bunlar dediklerimize inanmasalar da en azından inanmış görünerek, kendi çıkarlarını esas alacaklar ve ona göre davranacaklardır” diye düşünmektedir. Özel-psikolojik savaş aygıtların, organlarının, beslemelerin sağlayacakları katkıda AKP-MHP faşist özel savaş hükümetinin böyle düşünmesine önemli oranda güç vermektedir.
13 Kasım 2022 tarihinde İstanbul-İstiklal caddesinde resmi rakamlara göre altı kişinin yaşamını kaybettiği 81 kişinin yaralandığı bombalı saldırının ardından devreye konulan özel psikolojik yönelimleri de bunun böyle olduğunu gösteriyor. Eğer öyle olmasaydı. R.T. Erdoğan ve şürekasının öne çıkan isimlerinden Süleyman Soy(suz)lu ve Fuat Oktay aynı sözleri tekrarlamaz, hedef olarak aynı yere işaret etmezlerdi. İşaret edilen yerde; kadını, Rojava’yı, PKK’yi hedef olarak göstermezlerdi. Ardından hedef olarak gösterdiklerinin “izlerini süreceğiz” diyerek tehditler de bulunmazlardı. İstiklal caddesi üzerinden patlayan bombanın dumanları dağılmadan böyle bir yaklaşım ortaya koyamayacakları gibi; kadının, Kobané’nin, PKK’nin adını o pis ağızlarına almazlardı. Tüm bunları da Kobané işgal projelerini canlandırarak arkasına alacağı milliyetçi bir dalgaya dönüştürmeye, olası 23 Haziran 2023’de yapılacağı söylenen hem genel hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir yatırım ve oyları devşirme aracına dönüştürmeye çalışmazlardı.
R.T. Erdoğan’ın, Süleyman Soy(suz)lu’un, Fuat Oktay’ın açıklamaları bunun böyle olduğunu çok açık bir şekilde göstermektedir. Kürdistan devriminin, Rojava devriminin bir kadın devrimi, PKK’nin ideolojik ve siyasal olarak kadın öncülüğünü kabul eden bir parti olduğunu bilen herkes, bu “zati muhteremlerin”; kadını, Rojava’yı, PKK’yi işaret eden sözleriyle ne anlatmak istediklerini anlamamaları mümkün değildir. Eylem de “kadın kullanıldı”, “Kobane’den talimat alındı”, “terör kokusu var” denirken anlatılmak istenenler de bundan başka bir şey değildir. Zaten İstiklal Caddesindeki patlamanın sesi duyulur-duyulmaz, görüntüler ekranlarda görülür-görülmez “habere yasak” getirilerek, toplumu olay hakkında tek yanlı enforme etmeye çalışmalarının esas nedeni de belirlenen bu hedeflere karşı saldırı için uygun bir zeminin oluşturulmak istenmesiydi. Bu nedenle de yapılan açıklamalar her şeyi açık ve net bir şekilde ortaya koymaya yetmemiştir, gizlenilmek istetenlerin görülmesi, anlaşılması engellenememiştir. Olayın hemen ertesi gün olayın faili olarak gösterilen kadının, MHP’nin Şırnak-Güçlü Konak İlçe Başkanı ile olaydan önce iki kez telefonla konuştuğu açığa çıkmıştır. Devlet yaklaşımı ve PKK karşıtlığı bilinen kimi kişilerin yaptığı açıklamalar R.T. Erdoğan, Sülayman Soy(suz)lu’nun açıklamaların aksine; farklı güçlere işaret etmiştir.
Böylece yalan bombası AKP-MHP faşist özel savaş hükümetinin elinde patlamıştır. Hafızalar yoklandığında, fazla değil biraz geriye gidildiğinde, bunun neden böyle olduğu çok iyi anlaşılmış olacaktır. MİT Başkanı Hakan Fidan’ın daha önce internete oradan da görsel ve yazılı basına geçen kendisi gibi devlet bürokrasinin önemli kademelerinde yer alan kimi kişilerle diyaloğu vardı. O diyalogda Hakan Fidan’ın “sınırın ötesine adam gönderir, boş alana birkaç füze attırır, müdahale için gerekli ortamı hazırlarız” kabilinden sözler sarf etmişti. Bununla da neyi kastettiği çok net bir şekilde anlaşılmaktaydı. İstiklal caddesinde yaşanan bombalı saldırının arkasından yaşananlarda Hakan Fidan’ın bu söylediklerini akıllara getirmektedir. Zamanın Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “iyi çocukları” nasıl Şemdinli’de Umut Kitapevinin kapısında belirmişlerse, şimdi de Hakan Fidan’ın söyledikleri İstiklal Caddesinde meydana gelen patlamanın ardından yaşananları düşündürmektedir.
Her şey bu kadar açık ve nettir. Neden AKP-MHP faşist özel savaş hükümeti cılkı çıkmış olan özel-kirli savaş taktiklerinde ısrarlı olduğu anlaşılmaz değildir. AKP-MHP faşist özel savaş hükümeti yedi yılı bulan içiçe geçmiş bir birliktelikle yürüttükleri “çöktürme planı” çökmüş ve birlikte altında kalmışlardır. Artık onları bu enkazın altından kaldıracak bir güç kalmamıştır. R.T.Erdoğan’ın başta Güney Amerika ve Orta Afrika ülkelerine birbirini peşi sıra yaptığı “gezilerde” imzaladığı kirli anlaşmalarla getirdiği kara paralar bitmiştir. Geride halka ait satacağı hiçbir şey bırakmamıştır. Artık kendilerini pazarlamak için yırtınsalar da hiçbir sonuç elde edememektedir. Adeta ellerini havaya açarak konjonktürel olarak Ukrayna Savaşı gibi bazı şeylerin olması için “dua” etmektedirler. Gerek uluslararası gerekse de içerde izlediği özel-kirli savaş politikası teşhir olmuştur. Kendi internet sitelerinde psikolojik savaş amaçlı yayınladıkları propaganda kasetlerinde gerillaların cansız bedenlerine yaptıkları işkence görüntüleri, özel-kirli savaş bakanı Hulusi Akar’ın meclis kürsüsünde Kürdistan’da gerillaya karşı kimyasal silah ve bombaları kullandıklarının itirafı, geçmişte savaş pilotu olan TC. Ordu görevlisinin Kürdistan’da taktik nükleer silah kullandıklarını açıklaması nasıl bir gerçekliklerinin olduğunun belgesi olarak tarihe geçmiştir. Kürdistan Özgürlük Gerillasının meşru savunma direnişinin yanı sıra, soykırımcı TC. Devleti’nin Zap-Metina-Awaşin’de yürüttüğü işgal ve imha saldırılarında işlediği insanlık ve savaş suçları ile savaşta ölen askerlerinin cenazelerini yakmakta olduklarını belgelemesi; TC. Devleti’ni uluslararası ve iç kamuoyunda teşhir ve deşifre ettiği gibi yargılamalık bir konuma getirmiştir. Öyle ki, TC. Devleti’nin kendi meclisinin kürsüsünde, basın açıklamalarında gerillaya karşı kullanılan yasaklı silahlar, kimyasal gazlar ve bombalar konuşulur bir hale gelmiştir. Yandaş medya bile geliştirdiği sözde karşı propagandalarla ve TC. mahkemelerinin kimyasal silah/bomba, gaz kullanıldığını dile getirenleri ve ya böyle bir iddianın olduğunu söyleyenleri zindana alması ve haklarında soruşturmalar başlatmış olması da bu gerçeği daha da pekiştirmekten öte bir rol oynamamıştır.
AKP-MHP faşist özel-kirli savaş hükümeti böyle bir çöküntü içerisinde debelendiği bir süreçte, İstiklal Caddesinde yaşanan patlamaya dört elle sarılarak, asıl gündemin dışına çıkmaya, aleyhine oluşan havayı lehine çevirerek, olası yaşanacak olan seçimlerde oya dönüştürecek politikalarını devreye koymanın zemini haline getirmeye çalışmıştır. İstiklal caddesi patlamanın ardından kameralar karşısında geçen R.T. Erdoğan, Süleyman Soy(suz)lu ve Fuat Oktay’da önceden hazırladıkları açıklamaları dillendirerek bunu çok açık ve net bir şekilde itiraf etmişlerdir.
AKP-MHP özel-kirli savaş hükümeti ısrar ettiği bu cılkı çıkmış olan özel savaş taktiğine dayalı kara propagandayla sonuç alıp, asıl yapmak istediğini gerçekleştirebileceğini, amacına ulaşabileceğini sanmaktadır. Bunu yaparken kontrol altında tuttuklarını arkalarından da sürükleyebileceğini düşünmektedir. Bunu yapabilirler ve koşulları da vardır. Ama bunlar karşısında bilmeleri gereken bir başka gerçeklik daha vardır. O da, 12 Eylül 1980 askeri faşist diktatörlüğüne karşı Kürdistan ve Anadolu coğrafyasında isyan ateşi yakıldı ve bu bir direniş kültürüne dönüştü. Bugün bunlar bir yangına dönüştü. Bu 12 Eylül faşizminin güncelleşmiş hali olan AKP-MHP özel-kirli savaş hükümetinin kendini üzerinde kurumsallaştırmaya çalıştıklarını katlayarak aşan bir toplumsallığı oluşturmakta ve gücü temsil etmektedir. Ve bu gücü dünyanın tüm tanklarını, toplarını, kimyasal ve taktik nükleer silahlarını, bombalarını da kullansalar yenilgiye uğratmaları mümkün değildir. TC’nin son onlu yıllarda Kürdistan Özgürlük Gerillasına karşı kimyasal ile taktik nükleer silahları bombaları kullanmasına rağmen bir sonuç elde edememiş olması, aksine karşısında öncekini de aşan bir güçle savaşır bir hale gelmesi de bunu göstermektedir.
Artık AKP-MHP faşist özel-kirli savaş hükümeti için yolun sonu görülmüştür. 20 yıldır kullandıkları kredileri tükenmiştir. “Yalancının mumu yadsıya kadar” yanmıştır. Son bir çare olarak gördükleri cılkı çıkmış olan özel savaş taktiğine 13 Kasım 2022 tarihinde İstiklal caddesinde yaşanan patlama da sarılmış olmaları da bunun somut bir göstergesidir. Fakat bundan umduklarını bulmaları da mümkün olmamıştır. Kazdıkları kuyuya yine kendileri düşmüşlerdir. İstiklal caddesinde bombanın patlatıldığı sırada İdlib’de konuşma yapan Süleyman Soy(suz)lu’nun dönüşünde adeta bir itiraf niteliğinde olan konuşması da bunu göstermektedir. Süleyman Soy(suz)lu bu konuşmasında, olayın faili olarak gösterilen kişinin; dört yıldır işgal altında tuttukları, demografyasını değiştirdikleri, yaygın ajanlaştırma ve kontralaştırma politikasını uyguladıkları, çetelerle doldurdukları Afrin’den geldiğini belirtmiştir. Bu bile kendi başına, panik halinde olan bir kişinin; hesabının boşa çıkması karşısında yaşadığı telaşın sonucun olan elinin-ayağının birbirine dolaşmasının, asıl olan ile söyleyeceği yalanın yer değiştirmesinin bir sonucu olarak kendiliğinden açığa çıkan bir hakikat ve itiraf olmaktadır. Bugün AKP ve MHP’yi yönetenlerinde içerisinde olduğu, 12 Eylül 1980 öncesi yıllarda askeri faşist diktatörlüğün yollarını adım adım döşeyenler, bu taktiklerden belki fayda görmüşlerdir. Fakat şimdi bunun böyle olmayacağını 13 Kasım 2022 tarihinde İstiklal Caddesinde yaşanan patlama göstermiştir. Bunu da Kürdistan ve Türkiye halklarından daha fazla yine onların kendileri bilmektedir.
Cemal ŞERİK