08 Kasım 2018 Perşembe Saat 11:02
Büyük bir oyunun parçalarıdır bunlar, şimdi izlediğimiz süreci
geçmişle kıyasladığımızda belki de karşılaştırmayacağımız kadar bugünün kendine
özgü yanları mevcut. Ahlak ve vicdanın, yine etik değerlerinin tanınmadığı
olaylar dizisi olan daha büyük bir oyunun parçaları yavaş yavaş oynanıyor. 06.11.2018
tarihli ABD haberi de bu oyunun asıl hamlesi. Tabi öncesinde gelin bu resmin
parçalarını oluşturan küçük hamlelere bakalım.
Suriye savaşında sona doğru gidildikçe, eldeki kartlar yeniden karılıyor, her
güç mevcut durumdan daha karlı çıkmak için kendisine yeni ortamlar, pozisyonlar
ayarlamaya çalışıyor. Son günlerde hızlanan siyasal trafik de bunun göstergesi.
Uluslararası koalisyonun desteklediği QSD güçleri, Hecin ilçesi çevresinde dar
bir alanda DAİŞ’i kuşatmaya almış durumda. Terörü bitirme hamlesinin sonlarına
yaklaşılıyor. Ortadoğu’yu kan gölüne çevirerek, halkları birbirine düşman etmek
isteyen DAİŞ’in sonu geliyor. DAİŞ’in sonu yaklaştıkça, DAİŞ üzerinde bölge
hesaplarını yapan güçlerin de etekleri tutuşmuş durumda.
Günümüzü anlamlandırabilmek ve doğru stratejik hamleler yapabilmek için son bir
aydır yaşananları yeniden gözden geçirmek ve parçaları yan yana getirerek büyük
resmi görmek gerekir. Bu resim ortaya çıktıktan sonra daha doğru ve akılcı
hamleler yapmak mümkün. Son dönemde neler oldu sorusuna filmi geriye doğru
sararak bakalım. ABD içişleri bakanlığı müsteşar yardımcısı birden PKK’nin üç
üst düzey yöneticileri hakkında para ödülü koyduklarını, yerlerini veya kimlik
bilgilerini verecek olana bu ödülü vereceklerini büyük bir meziyetmiş gibi
açıkladı. Bu açıklama, ABD’nin İran’a ambargo uyguladığı ve Türkiye’nin kısmen
muaf tutulduğu 8 ülkenin açıklandığı güne denk getirildi. Bu tesadüf bir durum
değil, bilinçli seçildi. Bu her iki hamle ile ABD, İran’a karşı Türkiye’yi
yanına almaya çalıştı. Bu anlamda Türkiye’nin her türlü gayri ahlaki ve vicdan
uygulamalarına tolerans gösterdi, kabul etti. Bu durumun Kürtlerde ABD’ye karşı
bir kırılma yaratabileceğini düşündüğünden, Kürtlerin de gönlünü almayı
unutmadı. Bunun için Adana başkonsolosunu ve terörle mücadele koordinatörünü
Batman’a göndererek HDP ile görüşmeler gerçekleştirdi. Ve en önemlisi ABD
Suriye özel temsilcisi ve ABD’nin eski Amerikan büyük elçisi Jeffy..
İngiltere’de “Kürtler ve Türkler iki müttefikimiz, onları bir araya getirmeye
çalışıyoruz tarzında bir açıklama yaptı. Bununla öfkelenen Kürtleri
yatıştırmak istedi. Böylece hem Kürtleri hem Türkleri kendi denetiminde tutarak
Ortadoğu buhranından kazançlı çıkmayı hedefledi.
Bir öncesindeki gelişmede, uzun süredir gündemde olan Minbiç bölgesinde Türk ve
Amerikan ordularının ortak devriye gezmeleriydi. Hemen kafalarda acaba Rusların
emrini Türklere vermesi gibi, Amerikalılar da Minbic’i mi Türklere veriyor?
kaygı ve kuşkuları oluşmaya başladı. Bu da Kürtleri öfkelendiren bir durumdu.
Bu avantajlı durumdan faydalanmak isteyen Türk devleti ise, başta Kobané ve Gré
Spi olmak üzere Rojava’nın bir çok yerini bombalamaya başladı. Türkler zafer
sarhoşu olmuşken, Kürtler öfkelenmişti. Ve bu öfkenin sonucunda QSD, DAİŞ’e
karşı verilen savaşı durdurduğunu ve güçlerini geri çektiğini duyurdu. QSD’nin
bu hamlesi ABD’nin çıkarlarıyla çelişince, Kürtleri yatıştırmak için bu seferde
QSD güçleriyle birlikte sınır hattında devriye gezmeye ve Türk tarafına
mesajlar vermeye başladı. Yani Amerikan politikası bir taşla bir kaç kuşu
birlikte vurmaktı.
Bunun hemen öncesinde Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa, Suriye sorununa güya
çözüm bulmak için İstanbul’da bir zirve gerçekleştirdiler. Bu zirveye Astana ve
Soçi zirvelerinin ortaklarından ve Suriye garantörlerinden İran devre dışı
edildi. Tabi bunun yanında ABD de bu toplantıya alınmadı. Her ne kadar BM özel
temsilcisi sıfatıyla katılımcılar olsa da ABD katılmadı. Böylece Türkiye ve
Rusya Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmayı hesapladılar. Almanya mülteci
korkusundan, Fransa ise eskiden Suriye üzerinde hakim olan bir güç olmasından
dolayı Rusya ve Türkiye’nin planlarına bir nebze de olsa katıldılar.
Ve tabi, rejimin İdlib’e yapacağı operasyon. Savaşmadan savaşı kazanan rejim,
kendisini tehdit eden tüm çete güçlerini İdlib’de toplamayı başardı. Ülkenin
diğer yerlerinden çıkarmayı bildi. Son bir operasyonla İdlib’i de alabilecek
duruma getirdi. Tam operasyon hazırlığı yaptığı bir dönemde -ki bu operasyonun
başarıyla sonuçlanması durumunda, Türkiye’nin sonu gelecekti- çeteleri kurtarma
adına Türkiye cansiperane bir şekilde devreye girdi. Ve hatta İran
toplantısında çetelerin sözcüsü olarak konuştu. ‘Açık oldukları unutulan’
kameralar sayesinde içerde yaşanan tartışmalar kamuoyuna yansıdı. Türkiye,
selefi ve cihatçı olan bu teröristlerin sözcülüğünü yaptığını duyurdu.
İstediğini alamazsa da, zaman kazanmak için 15 Ekim’e kadar süre isteyerek
vakit kazandı. Sonrasında oyunlarını yeniden tezgahladı.
özgürleştirme operasyonunu yapacaklardı. Zaten bu yönlü haberler de yoğunluktaydı.
Hatta havuz medya denen rejimin borazanları, Efrin’in her an el değiştirebileceğini
yazmaya başlamışlardı.
geldiğini gören Türk devleti, zaman isteyerek, hem çeteleri örgütledi, hem de
oyunu bozma girişimlerini geliştirdi. Bunun için iç kamuoyuna milliyetçi gazlar
vererek kendince kamuoyu desteğini yaratmaya çalıştı. Bunun için Rojava
sınırlarında topçu atışları yaptı. Ama sıkışmışlığını atlatabilmek için,
ekonomik olarak modern duyun-i Umumiye olan ABD şirketleriyle anlaşmaya girdi,
kendi ölümü pahasına dahi bırakmayacaklarını söyledikleri rahip Bronsun’u
bıraktı. Aslında bununla ABD’nin bölge planlarını kabul etti. Ancak bu durum,
Ruslarla son dönemde Kürt karşıtlığı üzerinden geliştirdiği politikalarına
ciddi bir darbe vurabilirdi. Böylesine keskin dönüşler, zarar verebilirdi. Bu
riskli olabilirdi. Bu yüzden Rusya’dan uzaklaşmadan, ABD’ye yakınlaşmaya
çalıştı. Bir yandan Putin’le neleri kutlarken, diğer yandan Rusya’nın kontrol
ettiği Kırım’ın işgal edildiğini ve bu işgali tanımayacaklarını söyleyerek Rusya
karşıtı, ABD yanlısı bir siyaset izledi. ABD’de Türkiye’nin içinde bulunduğu
sıkışık durumu bildiği için taviz üstüne taviz almaya çalıştı. Muhtemelen de
aldı.
PKK üst düzey yöneticilerine ilişkin alınan kararın çok değişik nedenleri veya
hedefleri vardır. NATO’nun ikinci büyük hava alanı PKK alanlarının 20 km
uzağında Harir alanındadır. Bu alandan günde onlarca heron havalanıp PKK
kamplarını izlemektedir. Buna rağmen böyle bir karara gitmeleri tesadüf
değildir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği Demokratik modernite
ve demokratik ulus çizgisi giderek yaygınlık kazanmakta, halklara kurtuluş
umudu vermektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu projesini en fazla
örgütleyen ve hayata geçirmeye çalışan PKK’dir. PKK içinde de adı geçen, Cemil
Bayık, Duran Kalkan ve Murat Karayılan’dırlar. Bu anlamda ABD’nin bu kararı
aslında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi daha da
derinleştirmekten, İmralı ölüm çukuru siyasetini kalıcılaştırmaktan başka bir
anlam ifade etmez. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve onun örgütü PKK ile
militanları bu baskıcı dayatmalara, iradeleri yok sayan emperyal politikalara
boyun eğip teslim olmazlar. En son 5 nisan 2015 tarihinde HDP heyetiyle
görüşmesinden sonra, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la bir görüşme
yapılmamıştır. Bu süre içinde sadece 2016 yılında kardeşi Mehmet Öcalan
tarafından bir ziyaret gerçekleştirilmiştir. Her iki ziyaretin de ortak noktası
direnişte ısrardı. Çöktürme politikasını boşa çıkartmaktı.
son durum, Zeki Şengali’nin katledilmesi gibi suikastleri hedefleyebilir, hamleler olabilir. Ancak, artık mızrak çuvala sığmayacak kadar da aleni
olmuş durumda. Kürtlerin kazançlı çıkma ihtimali de yüksek. Yani Kürt şafağı
patlamak üzere. Bunlar şafak öncesi mutlak karanlıklardır. Zaten boşuna, şafak karanlığın
en zifiri olduğu anda patlar, denmemiştir.
Diplomasi trafiği ve son gelişmelerle beraber Türkiye’nin
Rojava’ya gerçekleştirdiği saldırılar, Rahip Brunson olayı, Cemal Kaşıkçı
cinayetini bundan bağımsız ele almak yanlış olur. Tabi bir de ABD’nin İran’a
uyguladığı ambargolar var. Bu olayların birbiri ile bağlantılarını görmek
lazım. Türkiye yıllardır PKK’yi tasfiye etme, özerk Kürt bölgelerinin
oluşmasına engel olma adına birçok politika uyguladı. Tabi Rojava Devrimi ile
beraber Ortadoğu’da siyasi dengeler değişime uğramıştı. Bir salgın gibi islam
adına Ortadoğu’yu kana bulayan DAİŞ çetelerinin önünü kimse alamazken, YPG’nin
çeteleri yenilgiye uğratması, dünyada büyük ses getiren Kobani direnişi ve
çetelerin giderek güç kaybetmesi AKP hükümeti adına olumsuz sonuçlar doğurdu.
ABD’nin ise fırsatı değerlendirme ve bölgede hakimiyetini kurma, paylaşım
savaşını başarılı sonuçlandırma adına YPG’yi müttefik olarak görmesi Rojava’ya
sınır olan Türkiye’nin çetelerle istediği sonuçları elde etmesine engel
oluşturdu. Bir yandan da ABD’nin planı şudur YPG’yi PKK’den bağımsız bir güç
haline getirip tamamen kendi himayesine almak, Irak’ta yaptığı gibi bölgeyi
parçalara ayırıp yönetmek ve Barzani tarzı bir hükümet kurmak. İran’ın
Suriye’deki varlığını sona erdirmek için YPG’yi öne sürmek. Türkiye’ye karşı
YPG’yi bir göz dağı olarak göstermek ve YPG’yi de Türkiye ile korkutarak bir
denge oluşturmak.
YPG savaşçılarının Rojava’daki başarılarının giderek yayılıyor olması ile
2014’ten bu yana YPG önemli kazançlar elde etti ve Ortadoğu halklarına bir umut
doğurdu. Sadece Kürt halkına değil ezilen tüm halk toplulukları için bir umut
ışığı haline gelen hareket zamanla ilgi kazanmaktaydı. Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’ın paradigması da dünyada ilgi görüyor ve örnek teşkil
ediyordu. Demokratik ulus temeline dayanan paradigma tabi ki de Türkiye için
tam olarak tehdit unsuru olmaktaydı. Bunu bir şekilde sonlandırmak adına Kürt
Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde mutlak tecrit uygulaması ile çöktürme
planını da 2015 yılında devreye koydu. Ancak karşılaştığı direniş gerçekliği bu
planı gerçekleştirmesine engel oldu. O zamandan bu yana süresiz bir saldırı
planlaması yapan Erdoğan ve hükümeti, tüm diplomatik ilişkilerini de bu temelde
yürüttü. Artık sermaye güçlerine de verdiği tavizlerle beraber uygulamaya
koyduğu saldırılara karşı sessizliği garantilemek istedi.
sürecini başlatmıştır. Türkiye yıllardır zaten tüm varlığıyla Kürt özgürlük
hareketini tasfiye etme ve Kürt halkını etkisiz bırakma adına komplo ve
saldırılar uygulamaktadır. Ancak, ABD’nin de buna dahil olması ve böyle bir
açıklamada bulunması, perde arkasında ciddi planların yapıldığının
göstergesidir. Özelde PKK, genelde ise tüm Kürt halkını hedef almaktadır. Çünkü
geçmişten bugüne Kürt halkının özgürlüğü için savaşan ve belli bir başarı elde
etmiş bir harekete dönük böylesi planlamalar direkt olarak bir halkın iradesine
saldırıdır. İmha politikasının yeni bir biçimidir. Kısacası emperyal sömürgeci
güçler, yeni bir plan peşindeler. Türkiye bundan kendine pay çıkaracak elbette.
AKP hükümeti adına seçim için iyi bir yatırım olduğu gibi, ABD ise Erdoğan’ın
ömrünü uzatmak istiyor. Türkiye’yi yanına çekmek istiyor. Rusya’ya kaptırmak
istemiyor. Bunun için ise Kürtleri harcıyor. Kazan kazan politikasını esas alan
ABD, çıkarı olmadan böyle bir hareket yapmaz.
Şevin Baran
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html