15 Aralık 2013 Pazar Saat 10:53
Doçentê Alîkar Ozmen: Êrîşa li hember goran li hember koka civakê ye – DÎHA
Doçentê Alîkar Abdurrahîm Ozmen êrîşên di demên dawî de li hember goran ku pêk tên nirxan û got, “Mertebeya şehadetê ji bo civakan girîng e. Bi taybet ev êrîş jî li hember vê pîroziyê tên kirin. Yên civakê zêde diêşîne ev êrîş in. Êrîşa li hember goran tê wateya zerardayîna koka wê civakê.”
Li dijî goristanan ku gelê kurd hessasiyeteke mezin nîşan dide di vê salê de gelek êrîş pêk hatin. Bi taybet texrîbkirina gorên aîdî endamên PKK’ê û HPG’ê ku di demên cuda de jiyana xwe ji dest dabûn rastî nerazîbûneke mezin hatibû. Ji bo xwedîderketina li gorên endamên PKK’ê û HPG’ê li Licê, Gever, Agirî, Şirnex, Mêrdîn, Bedlîs û gelek herêmên di bi navê “Şehîdgehan” goristan hatin vekirin. Lê belê ev goristan gelek caran rastî êrîşên leşkeran hatin. Piştî her êrîşan gelê kurd her cih veguherandin qada çalakiyan û nerazîbûnên xwe nîşan dan. Herî dawî di şermezarkirina li dijî texrîbkirina gorên endamên PKK’ê û HPG’ê de li Geverê 3 welatî bi gulleyên polîsan hatin qetikirin. Alîkarê Doçent Fêrkarê Beşa Sosyolojiyê Abdurrahîm Ozmen, aliyê sosyolojîk ê êrîşên li hemberî goran nirxand.
‘Heqareta li hember goran heqareta li hember koka wê civakê ye’
Ozmen da zanîn ku gor, ji bo civakan diyardeyeke piştevaniyê ye û dema mirov bixwaze zerareke bide wê civakê, wê civakê ji kûr ve birîndar bike, heqareta li hember miriyên wan êrîşa li hember goran zerardayîna koka wê civakê, zerardayîna kalikên wan e. Dema bê xwestin mirov zerarekê bide civakekê eger mirov zerarê bide pîrozweriyên wan wê ev civak hîn zêdetir zerarê bibîne.”
‘Hîn jî gora Şêx Seîd û Seyîd Riza nayê zanîn’
Ozmen da zanîn ku dema mirov di aliyê kurdan de li mijarê dinêre ji 30 salan zêdetir e tiştên li hember gel tên kirin bi zelalî derdikevin ser rûyê avê û wiha dewam kir, “Lê belê beriya wê jî heye. Gora Şêx Seîd, Seyîd Riza, Saidê Nursî nayê zanîn. Hin jê jî tên texrîbkirin. Min mînakek ji wê li navçeya Îmranli ya Sêwasê dît. Gorên çend pêşengên îsyana Koçgirî, yê Alîşêr bêg û hin zarokên wî li wir in. Piştî bi salan ku ez çûm Îmranli min dît ku gor hatine texrîbkirin.”
BDP: Dış politikada Demokratik Cumhuriyet politikaları ile hareket edilmeli – DİHA
TBMM Genel Kurulu’nda 2014 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı görüşmeleri devam ediyor. Dışişleri Bakanlığı bütçesine ilişkin konuşan BDP Van Milletvekili Nazmi Gür, Türkiye’nin yürüttüğü politikalar ile bölgesel güç olmasının mümkün olmadığını belirterek, “Dış politikada Osmanlı politikaları yerine Demokratik Cumhuriyet politikaları ile hareket etmek daha doğru olacaktır” diye konuştu.
TBMM Genel Kurulu, 2014 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’nın 9’uncu oturumu için Meclis Başkan Vekili Sadık Yakut başkanlığında toplandı. Oturumda, Dışişleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, ÖSYM bütçeleri görüşüldü. BDP Grubu adına konuşan BDP Van Milletvekili Nazmi Gür, Dışişleri Bakanlığı bütçesine ilişkin konuştuğunu ancak genel kurulda Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bulunmadığını söyledi. Gür, hükümetin dış politikasının “Kafa karışıklığı” olduğunu vurgulayarak, “Cumhuriyet tarihinin en istikrarsız Ortadoğu’su ile karşı karşıyayız. Bunda Türkiye’nin payı da büyüktür. Kürtlere komşu olmak yerine radikal İslamcıları tercih ettiler. AKP hükümeti El Kaide ile bağlı örgütlere yardımı kesmiş gibi gözükse de bugüne kadar sunduğu yardım ortadadır” ifadesini kullandı.
‘Türkiye, hegemonya olma rüyasından vazgeçmelidir’
Rojava’da Suriye halklarını tehdit eden örgütlerin Türkiye’den destek aldığını ifade eden Gür, “Neredeyse Afganistan’dan Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada bu radikal gruplar etkinlik göstermektedir. Bunda AKP’nin dış politikasının da etkisi vardır. Biz Türkiye’nin bölgesel güç olma derdinde bölgede yarattığı istikrarsızlığı sürekli söyledik” dedi. Gür, Türkiye’nin uyguladığı politikalar ile bölgede güç olmasının mümkün olmadığını söyleyerek, “Eski alanlarda yeniden egemen olacağız’ rüyası Rusya, Çin ve İran’ın duvarına çarpmıştır. Türkiye, hegemonya olma rüyasından vazgeçmelidir. Bu politikalar ile bölge gücü olmak mümkün değildir. Dış politikada Osmanlı politikaları yerine Demokratik Cumhuriyet politikaları ile hareket etmek daha doğru olacaktır” diye konuştu.
‘Kürdistan’ vurgusu
Gür, Kürtlerin demokratik gücünün ise bölgenin yükselen değeri olduğunu söyledi. “Hükümet etnik ve mezhepsel dış politika yaklaşımından derhal vazgeçmelidir” diyen Gür, içerdeki ideolojik yaklaşımlarının dış politikaya da yansıdığına işaret etti. Irak Anayasası’na göre “Kürdistan” bölgesinin bayrağı olduğunu hatırlatan Gür, “Barzani Türkiye’ye geldiği zaman Irak bayrağının yanına Kürdistan bayrağını koymaktan imtina ediyorlar. Oysa buradan yetkililer oraya gittiği zaman bu bayrak konuluyor. Artık bu uygulamadan vazgeçmeleri gerekiyor. Kürdistan ifadesinin bütçeden çıkarılmasına da değinmek gerekiyor. Kürtlerin yaşadığı coğrafya sosyolojik olarak Kürdistan olarak tanımlanırken bu Türkiye halklarının hafızasından çıkartılmaya çalışılmıştır” dedi.
‘Kürtlerle ittifak yapılmasını söyledik’
“Çözüm süreci”nin derinlikli bir müzakereye evrilmesinin Türkiye’ye kazandıracağına vurgu yapan Gür, “Siz eğer muhataplarınızı tanımazsanız bu sorunların üstesinden gelmek mümkün değildir. Ortadoğu’da Türkiye eğer rol modeli olacaksa, Kürtlerle barışmalıdır. Ancak o zaman bölge gücü olacaktır. Bunun aksini düşünmek hayaldir. Biz defalarca Kürtlerle ittifak yapılması gerektiğini söyledik. Sadece Türkiye’deki Kürtlerle değil çevredeki Kürtlerle tarihi bir ittifakın kazandıracağını söyledik” dedi. Gür, Türkiye’nin AB dışında farklı arayışlara girmemesi gerektiğini vurguladı. Gür, Şengay İşbirliği Örgütü tartışmalarının ise bir “blöf” olduğunu kaydetti.
ÇED eleştirisi
Gür’ün ardından konuşan BDP Mardin Milletvekili Erol Dora ise, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesi üzerine konuştu. Dora, demokrasinin katılımcı bir süreç olduğunun unutulmaması gerektiğine işaret ederek, hesap verebilmeye ve denetlenmeye açık olmanın bir iktidarın şeffaflık karnesinde önemli nokta olduğunu kaydetti. Dora, bütçe görüşmelerinin sembolik bir seremoninin ötesine geçmesi gerektiğini söyledi. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarına değinen Dora, bu yönetmelikte toplam 8 defa değişikliğe gidildiğini, 3 defa ise yönetmeliğin ortadan kalktığını kaydetti. Dora, ÇED yönetmeliğinde yapılan değişikliklerin yatırımcının önünü açmayı hedeflediğini, çevre duyarlılığının ise geri planda tutulduğunu kaydetti. Dora, Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi gerektiğine işaret ederken, kentsel dönüşüm politikalarının ise eleştirdi. Dora, “Şehirlerin akciğerleri yapılaşmaya açılarak tam anlamı ile kıyım yaşanmaktadır. Diyarbakır’ın Hevsel bahçelerinin kentleşmesine neden oluyorlar. Burası kuşlar açısından da önemli bir duraktır. Onlarca hayvan türü burada yaşamaktadır.
‘6 yılda 59 çocuk öldürüldü’
Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi üzerine konuşan BDP Ağrı Milletvekili Halil Aksoy, bakanlığın adının neden “Eğitim Bakanlığı” ya da “Demokratik Eğitim Bakanlığı” olmadığı sorusunu yöneltti. Aksoy, eğitimin piyasacı, rekabetçi, ırkçı ve cinsiyetçi bir yaklaşıma bırakıldığını ve anadilde eğitim alamayan milyonlarca öğrencinin olduğunu söyledi. Aksoy, eğitim konusu ve atanamayan öğretmenler söz konusu olduğu zaman sürekli “yeterli kaynak yok” gerekçesinin dillendirildiğini belirterek, “Ben kaynağı söyleyeyim size. Gaz kullanmayın, çeteleri desteklemeyin bu kaynağı yaratırsınız” diye konuştu. Roboski’de katledilenlerin çocuk ve öğrenci olduğunu belirten Aksoy, “Uçak belli, pilot belli, emreden belli değil. Halen bir özür bile dilenmedi. Son 6 yılda 59 çocuk devletin ihmali veya kasti ile öldürüldü. Bunlar öğrencilerdi” dedi.
‘Kürtler taleplerinin anadilde eğitim olduğunu ortaya koymuştur’
Anadilde eğitimin önemine vurgu yapan Aksoy, mücadeleler sonucunda Kürtçe’nin seçmeli ders olduğunu belirtti. Aksoy, “Kürtler seçmeli dersi seçmeyerek taleplerinin anadil eğitimi değil anadilde eğitim olduğunu ortaya koymuştur. Son olarak açıklanan pakette Kürtlerin anadilde kamusal eğitim talebi görmezden gelinmiştir. 2002 yılındaki düzenlemeye geri dönmeyelim. Hükümet kamusal, parasız anadilde eğitim düzenlemesinin derhal önünü açmalıdır” ifadesini kullandı.
Oturum, AKP’li milletvekillerin konuşmaları ile devam ediyor.
AKP dest ji dema dirêj a ragirtinê bernade – ANF
Piştî ku Dadgeha Destûra Bingehîn dema dirêj a ragirtinê ya 10 salan weke “bi qasî ku di dewleteke hiqûqê ya demokratîk de neyê qebûlkirin dirêj e” dît û betal kir, hikûmeta AKP ket nava lêgerîna guhertineke nû. AKP dixwaze dema ragirtinê daxe 7.5 salan.
Li gorî nûçeya rojnameya Cûmhûriyetê, hikûmeta AKP’ê ji bo pêşî li tahliyeyên biryara Dadgeha Destûra Bingehîn a di mijara dema dirêj a ragirtinê de bigire, ket nava amadekariyên guhertina qanûnî. Hat îdîakirin, ku beriya temambûna dema salekê ya Dadgehê ji bo guhertina nû ya qanûnî nas kiriye, hikûmeta AKP’ê dixwaze beriya Tebaxa 2014’an bi guhetineke qanûnî re dema dirêj a ragirtinê bike 7.5 sal.
Di rewşa heyî de der heqê mirovên ji sûcdariyên xala 10. a Qanûna Têkoşîna li dijî Terorê tên darizandin de, dema ragirtinê 10 sal e.
Dadgeha Destûra Bingehîn di Tebaxa bihurî de ev dem weke “bi qasî ku di dewleteke hiqûqê ya demokratîk de neyê qebûlkirin dirêj e” dîtibû û ji bo hikûmet guhetineke nû ya qanûnî bike, salek dem dabû.
Li gorî formula nû ya hikûmeta AKP li ser radiweste, di qanûnên mijara gotinê de li şûna “di Qanûna Mûhakeme ya Ceza de dema ragirtinê 2 qat tê pêkanîn” de dê gotina “Dema ragirtinê bi nîvî were pêkanîn” bê guhertin. Eger di vê nêrîna hikûmetê de guhertinek çê bibe û ev guhertin bi vı rengî di Meclîsê re derbas bibe, dema ragirtinê ya sûcdariyên ‘terorê’ dê ji 10 salan dakeeve 7.5 salan.
Wezareta Edaletê hînê der barê mijarê daxuyanî neda, lê belê li gorî agahiyên ji kûlîsan hatin wergirtin, hikûmeta AKP dê guhetina qanûnî heman piştî hilbijartinên herêmî bîne Meclîsê.
Dema ragirtinê ya dirêj kesên nêzî 5 sal in ji “Doza Bingehîn a KCK’ê” û dozên din ên “KCK”ê de girtî ne, ji nêz ve eleqedar dike. Bi taybetî dema ragirtinê ya siyasetmedarên Kurd ên li Amedê di “Doza Bingehîn a KCK’ê” de tên darizandin, wê di meha Nîsanê de 5 salan li dû xwe bihêle.
JI BO RAGIRTINÊ DADGER NEÇAR E DAXUYANIYEK BI SEDEM BIDE
Li aliyê din Dadgeha Destûra Bingehîn mora xwe avêt binê biryarekê ku Dadgehên Ceza yên Giran, di her rûniştina dozê de bêyî sedem daxwaza tahliyê red dike, binpêkirina maf e.
Dadgehê serlêdana ferdî ya Fîraz Aslan û Hebat Aslan ku beriya 5 salan bi sûcdariya endametiya rêxistinê ye girtiye, ku “Dadgeh bêyî sedem nîşan bide biryara dewama ragirtinê da” mafdar dît. Dadgehê biryar da ku ji serlêdêran re bi giştî 8 hezar û 200 lîre tazmînat bê dayîn.
Dadgeha Destûra Bingehîn biryar da ku “Dema ragirtinê ya bê sedemên têrker ne di cih de ye.”
Paris katliamında soruşturma Türkiye’yi işaret ediyor! – ANF
Paris’te 9 Ocak günü katledilen 3 Kürt kadının yakınlarının avukatı Antoine Comte, ANF’ye verdiği mülakatta soruşturmada “büyük ilerlemeler olduğunu söyleyerek, soruşturmanın yönünün “Türkiye’yi işaret ettiğini belirtti. Avukat “Türk Devletinin sorumluluğunu işaret eden çok sayıda unsur olduğunun altını çizdi.
PKK kurucularından Sakine Cansız (Sara), KNK Paris Temsilcisi Fidan Doğan (Rojbin) ve gençlik Hareketi Üyesi Leyla Şaylemez’in (Ronahi) Paris’in merkezinde, başlarına sıkılan kurşunlarla katledilişi birinci yılını dolduruyor. Gizlilik nedeniyle soruşturmaya ilişkin resmi olarak herhangi bir bilgi verilmiyor. Ancak ANF’ye mülakat veren avukat Antoine Comte, cinayetlerde “Türk devlet sorumluluğu olduğuna dair çok miktarda unsur” olduğunu söylüyor. Comte, Türkiye’nin bu meseleyi sadece Fransa ile konuşmaması için olayın Avrupalılaşması gerektiğini kaydediyor.
Paris’te 9 Ocak 2013 tarihinde üç Kürt kadının katledilişine ilişkin halen cevap bekleyen çok sayıda soru var. Soruşturma ne aşamada? Gerçekten ilerleme var mı?
Evet. Şunu bilmek gerekir ki, Fransız hukukuna göre avukat soruşturma sırasında gizlilik esasına uymak zorunda.Yani bir soruşturmaya katılan tüm avukatların, ister müdahil taraf olsun, isterse de sanığın avukatı olsun, mesleki gizliliğe uymak zorunda. Ama açık bir şekilde söyleyebilirim ki, dosyada büyük ilerlemeler var. Soruşturma Türk sorumluluklarına işaret ediyor. Bu önemlidir.
YÜZÜĞÜNDE ÜÇ HİLAL VARDI
Yetkililer sonunda bu cinayetlerin siyasi karakterini kabul ettiler mi?
Soruşturmanın yönü Türkiye ise, siyasi karakterinin ortaya çıkacağına inanıyorum. İlkin kıskançlık cinayeti olduğu söylendi. Şimdi artık kimse buna cesaret edemiyor. Yine ilk etapta, PKK içi hesaplaşma olduğu söylendi. Artık kimse bunu da söyleyemiyor. Şimdi, katil ile ilişkileri, telefon görüşmeleri ve teknik bilgiler doğrultusunda Türkiye bağlantısının varlığı biliniyor. Türk devlet sorumluluğuna işaret eden pek çok unsur var. Türk devletiyle ilişkisi muhtemel aşırı sağcı gruplarla ilgili olup olmadığını bilemiyorum. Zira en radikal Türk aşırılıkçılar ile çok bağlantılı biri. Çok bağlantılı. Yüzüğü üzerinde de üç hilal var.
Bu dosya üzerinde birbirinden çok farklı davranışları olan iki polis servisinin olduğunu düşünüyorum. Biri gerçek kriminal araştırmalar yaparken, diğeri Kürtlere ilişkin arşivlerini ortaya koyma vizyonuna sahip. Ama samimiyetle söyleyebilirim ki, bu dosya üzerinde çalışan ciddi insanlar kıskançlık cinayeti fikrini terk etti.
O halde artık soruşturmanın Türkiye’ye yöneldiği söylenebilir mi?
Öyle. Bundan sonrası, Türklerin bize yardım edip etmeyeceği ile ilgilidir. Bu gerçekten önemli bir sorundur. Türklerin bize yardım etmesi için nasıl yapmalı? Bir devletin, varsa eğer kendi ajanları, kendisi için çalışan bir kişi üzerine bilgi vermesi nadir bir durumdur. Çok nadirdir. Bunu bekleyemeyiz. O halde, Türk devletinin sadece iyi ilişkilerde olduğu Fransızlarla değil, tüm Avrupa ile konuşması için sorunun Avrupalılaşması gerekiyor.
Neden bu sorun diğer Avrupa ülkelerini de ilgilendiriyor?
Bu cinayetler Schengen sahası içerisinde meydana geldi. Katledilenlerden biri olan Sakine Cansız’ın Almanya’da siyasi sığınma hakkı vardı. Fidan genç kızken Fransa’ya geldi ve ailesinin bir kısmı Fransa vatandaşı. Bu durum Avrupa’yı ilgilendiriyor, sadece Fransa’yı değil. Avrupa’nın cinayete el atması ve genel anlamda Türk makamlarından bir cevap istemesi gerekiyor.
FRANSIZ İSTİHBARATI ÖMER GÜNEY’İ İZLİYOR MUYDU?
Katil zanlısı Ömer Güney’in Fransız istihbarat servislerince izlenip izlenmediğinin araştırılması için savcılığa bir başvuruda bulunmuştunuz. Ancak bu talebiniz ‘olayla ilgisi olmadığı’ gerekçe gösterilerek reddedilmişti. Bu soru yanıtını bulmayacak mı?
Meselede kımıldama var ve kımıldamaya devam edecek. Kuşkusuz, katil zanlısı Ömer Güney’e ilişkin bilgi olup olmadığını araştırılmasını istedim, çünkü Fransız servisler kendi topraklarında faaliyet yürüten yabancı ajanların kim olduklarını bilmekle yükümlüler, ki bu onların mesleği. İlkin, bunun önemli olmadığı, konuyla ilgili olmadığı ve gerek olmadığı söylendi. Bu yanıta mahkeme nezdinde itiraz ettik. Paris İstinaf Mahkemesi önünde bu soruyu soracağız, her halükarda değişebilen durumlar var. Şimdi elimizdeki yeni bilgilerle, bu sorunun sorulması belki daha kolay olacak.
YENİ BİLGİLER VAR
Bahsettiğiniz bu yeni bilgiler nelerdir?
Yeni unsurlar Türkiye’yi işaret ediyor. Daha fazlasını söyleyemem. Benim açımdan bu yeterince açıktır.
Üç kadının katledildiği dosyaya bakan antiterör yargıcı Jeanne Duyé’nin evinde 23 Eylül günü gerçekleşen hırsızlık olayı ile bu dosya arasında bir bağ olduğunu düşünüyor musunuz?
Bunu söyleyebilecek durumda değilim. Bir hırsızlık olduğu söylendi. Doğrusu, bir yargıcın evinde hırsızlık olması her zaman bir entrika düşündürtüyor, ama bunun dosya ile bir ilgisi olup olmadığını söyleyebilecek durumda değilim. Buna yanıt vermesi gerekenler polis servisleri veya yargıçtır. Ama Fransız yetkililerin Türk servisleri kabul ettiği bir sırada bu durumun yaşanması karşısında şaşırılabilir. Her zaman şaşırtıcıdır.
ALMANYA VE HOLLANDA’DA DA SORUŞTURMA YÜRÜTÜLÜYOR
Almanya ve Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde de Paris olayına ilişkin soruşturma yürütülüyor mu?
Evet evet. Hollanda da soruşturma yürütülüyor. Ömer Güney’in gençliğinin bir kısmını geçirdiği Almanya’da da soruşturma yürütülüyor.
Bu soruşturmalar kapsamında de yeni bilgilere ulaşıldı mı?
Çok şey biliniyor ama mesleki gizlilikten dolayı konuşamayacağımı size hatırlatmam gerekiyor.
SORUŞTURMA BİR YIL İÇİNDE TAMAMLANABİLİR
Dosyadaki bu gizlilik ne zamana kadar sürecek?
Soruşturma tamamlanana kadar sürecek. Eğer soruşturma altı ay sürerse, o zaman biter.
Sizin tahmininize göre soruşturma ne zaman tamamlanabilir?
Aşağı yukarı bir yıl içinde soruşturmanın tamamlanacağını düşünüyorum.
SİLAH BULUNMADI
İkinci bir kişinin de cinayetlere katıldığına dair bilgi var mı?
Doğrusu mevcut durumda suçlanan kişinin dışında cinayete katılan bir başka kişiye dair elimde herhangi bir bilgi yok.
Soruşturmanın başında savcı bir mermi kovanı üzerinde Ömer Güney’inkinden farklı olarak farklı bir DNA’ya rastlandığını söylemişti. Bundan ne anlamak gerekiyor?
Bir kovan üzerinde genetik iz var. Ama, sadece bir DNA herhangi bir anlam ifade etmiyor. Eğer bir kişiye dokunursanız, DNA’nız kalır. Siz herhangi bir kişisiniz. Sizin veya elbiselerinizin üzerine tesadüfen izler vardır. Yani bir DNA’dan bahsedildiğinde dikkatli olmalıyız. Bilinmeyen bir DNA’nın olması ikinci bir kişinin olay yerinde olduğu anlamına gelmez. Elden ele geçen bir silah var. Üstelik henüz bulunamayan silah üzerinde değil, boş kovanda vardı. Benim açımdan, büyük bir şey ifade etmiyor.
GÜNEY İTİRAF ETMEYECEK KADAR PROFESYONEL
Ömer Güney bugüne kadar hiç itirafta bulunmadı mı?
İtirafta bulunmayacak kadar çok profesyonel biri. Bu benim görüşüm. – (MAXİME AZADİ)
Warê Suryaniyan desteser dikin – Yeni Özgür Politika
Suryaniyên li navçeya Mêrdîn Mîdyatê dijîn ku beriya niha bi xebatên kadastro re hewl hat dayîn erdên wan bên desteserkirin, niha jî di çarçoveya heman xebatê de AKP dixwaze radestî xezîneyê bên kirin.
Di sala 2008’an de di dema xebatên kadastro yên li ser erdên Keşîşxaneya Mor Gabrîel a li Mîdyatê de, li ser serlêdana keyayên gundên Yayvantepe, Eglence û Çandarli, bi doza ji aliyaê xezîneyê ve hat vekirin re hewl hat dayîn erd radestî Xezîneyê bê kirin, lê belê dema doz hînê li ber destê DMME bû di ji aliyê Muduriyeta Giştî ya Weqfan ve radestî Weqfa Keşîşxaneya Mor Gabrîel hatibû kirin.
´Axa Suryaniyan qesp dikin´
Serokê Komeleya Suryaniyan a Mêrdînê Yûhanna Aktaş da xuyakirin ku di bin navê xebatên kadastro ya li hemberî hemû Suryaniyan de, hikûmeta AKP qirkirneke axê dimeşîne. Aktaş got, “Niha jî erdê tevahiya Suryaniyên li Mîdyatê dijîn hewl tê dayîn bi xebatên kadastro re ji aliyê hikûmeta AKP’ê ve bê xespkirin. Aktaş diyar kir ku erdê Keşîşxaneyê yê ji 276 donimî ku hat radestkirin, ji xwe erdê wan bû û destnîşan kir ku hikûmeta AKP qaşo bi pakêta demokrasiyê re dayîna erdê talankirî weke litûfekê nîşan dide. Yûhanna Aktaş da zanîn ku hikûmeta AKP der heqê erdê Keşîşxaneyê de ketiye nava bazariyên gelekî qirêj û got, “Ketin nava bazariya bila Suryanî bêdeng bimînin, dengê xwe bidin me, emê jî erdan radest bikin. Erdên navendên me yên olî veguherandin navgîneke bidestxistina dengan.
´Ev der beriya Osmaniyan hebû´
Yûhanna Aktaş ragihand ku Keşîşxaneya Mor Gabrîel mîna Qûdisa Suryaniyan e û got, “Mor Gabrîel Keşîşxaneyek di sala 397’an de li Mîdyatê hatiye çê kirine. Hînê bingeha Osmaniyan nehatibû avêtin, ev keşîşxane li vir hebû. Ev 1615 sal in Suryanî bi derfetên xwe yên kêm hewl didin vê keşîşxaneyê biparêzin. Aktaş axaftina xwe wiha dewam kir: “Di sala 2008’an de di çarçoveya xebatên tapû kadastro de dema sînorên kadastral hatin xêzkirin ji gundên cîran heyetên sondxwarî hatin avakirin û bi van re sînorên kadastral hatin xêzkirin. Ev sînorên ku ji aliyê heyetên sondxwarî ku di nav de gundiyên ser bi Parlamenterê AKP’ê Suleyman Çelebî jî hebû, ji aliyê hikûmeta AKP’ê ve hat qebûlkirin û hewl hat dayîn erdê Keşîşxaneya Mor Gabrîel a 1615 salî bê talankirin.
´Tekoşînek mezin hat dayîn´
Aktaş da xuyakirin ku hem li hundir hem jî li derveyî welat Suryanî hatin cem hev, rûyê rast ê AKP’ê derxistin holê. Dadgeha Bilind tevahiya erdan di Adara 2012’an de radestî xezîneyê kir. Me hem serî li Dadgeha Destûra Bingehîn, hem jî serî li Dadgeha Mafên Mirovan a Ewropayê (DMME) dan. Me di her qadê e li dijî talankirina erdên xwe têkoşîn dan meşandin. Dûre jî di pakêta qaşo demokrasiyê ya di 30’ê Îlona 2013’an de, erdê me mîna ku diyarî me dikin, dewir kirin. Yûhanna Aktaş da xuyakirin ku ew ti carî qebûl nakin ku erdên wan bi xwe mîna qenciyek bi wan hatiye kirin teslîmî wan bê kirin û got, “Tuyê destpêkê erdên Keşîşxaneya Suryaniyan ji dest bigire û dûre jî vêya weke gaveke demokratîk nîşan bide. Em vê weke demokratîkbûyînê nabînin.
´Bazariya qirêj ya AKP´ê´
Aktaş diyar kir ku dema doza erdê keşîşxaneyê dewam dikir AKP’ê bazariyên gelekî qirêj kiriye û got, “AKP di vê demê de ket nava bazariyên gelekî qirêj. Ket nava bazariya bila Suryanî bêdeng bimînin, dengên xwe bidin me emê jî erdên wan radest bikin. Erdên Suryaniyan veguherandin navgînek bidestxistina dengan. Demekê hewl da erdên me bifiroşe me. Lê me ev qebûl nekir. Aktaş da xuyakirin ku erdê Keşîşxaneyê yê ji 276 donimî beşek ji erdên hatine radestkirin û got, “Pirsgirêka me ya erd ne tenê pirsgirêka erdê Keşîşxaneyê ye. Keşîşxane ji ber ku navenda dînî ya Suryaniyan e timî weke doza keşîşxaneyê doza erdê Mor Gabrîel ket rojevê. Lê belê li hemû gundên Suryaniyan ev qirkirina axê ya ji aliyê AKP’ê ve tê meşandin, heye. Yûhanna Aktaş da zanîn ku li hemû gundên Suryaniyan ev pirsgirêk tê jiyîn û xwest, ev xebatên kadastro yên heta niha hatine kirin bên beltakirin û rewşa gundan di ber çavan re bê derbaskirin.
Nuri Dêrsimî‘nin Rojava mirası – Yeni Özgür Politika
Dêrsim Direnişi önderlerinden Nuri Dêrsimî’nin adını alan torunu, Rojava’da YPG saflarında savaşıyor. YPG’deki adıyla Baran Munzur, dedesini hiç görmedi ama dedesinin ruhuyla Rojava Devrimi’nde yer almanın gururunu yaşıyor.
Baskı, sömürü, zulüm altında yaşayan halkların tarihsel bellekleri güçlü olur. Hele bir de tarihi direniş ve isyanla dopdolu geçmiş bir halkın çocukları ise, direniş bellekleri de güçlü olur. Çünkü ‘atalarının’, dedelerinin tarihsel mirası olan direnişlerinin hikayeleri ile büyürler.
İnsanlık tarihinde en fazla zulüm, baskı, sömürü altında yaşayan halklardan biri olan Kürtlerin çocukları, işte bu tarihsel direniş ve direniş belleği ile büyüdü hep. Ve hala o bellek ile yürüyorlar. Yolları ömürleri kadardır. Ömürleri de yolları kadar. Çünkü onların yolları direniş taşlarıyla döşenmiş. O yüzden onlardan direnişçi olmaktan başka bir şey çıkmaz. Çünkü onlarda tıpkı bir gün ‘ataları’ gibi direnişe dururlar.
Halep yolundaki direnişçi!
Bir asır önce Koçgirî’de başlayan direnişe, Alişêr ile birlikte öncülük etti. O direniş bastırılınca kendisini bu kez 17 yıl sonra başlayan Dêrsim Direnişi içinde buldu. Ve bu direnişte de sonuna kadar çarpıştı. Dêrsim’de de direniş kanlı bir şekilde bastırılınca Rojava’nın yolunu tuttu. Rojava’da ve Suriye çöllerinde yaşadığı yıllarda kardeşi Mustafa’da gidip yanında yaşamaya başladı. Bir süre Rojava’da yaşadıktan sonra Suriye çöllerinin içine doğru yürüdü. O çöllerde de hep dağları yaşadı. Oğulları ve kızlarına çeşitli isimler koydu. Toplumda yoksulluklar içinde olanları evlatlık edindi. Evlatlık edindiklerinden birine dava, mücadele ve direniş arkadaşı Seyid Rıza’nın adını verdi. 1973 yılında yaşama gözlerini yumdu. Yaşama gözlerini yumduktan 18 yıl sonra evlatlık edindiği, bakıp büyüttüğü ve evlendirdiği ve kavga, mücadele, dava arkadaşı Seyid Rıza’nın adını verdiği oğlu Rıza’nın 1991’de bir oğlu oldu. Rıza doğan oğluna direnişçi babası Nurî Dêrsimî adını verdi.
Nuri Dêrsimî Yemen yolunda
Dedesinin adı verilen Küçük Nuri Dêrsimî henüz bir yaşındayken Yemen yollarında bulur kendini. Babası yaşadığı geçim sıkıntısından dolayı, ailesini alıp Yemen’e gider ve 12 yıl boyunca burada terzilik yaparak geçimini sağlamaya çalışır. Küçük Nuri Dêrsimî de Yemen’de, 9 yıl okuduktan sonra okulu bırakıp babasıyla birlikte terzilik yapmaya başlar.
Ardından aile Halep’e döndükten sonra, Küçük Nuri Dêrsimî, Eşrefiye mahallesinde babasının yanında terzilik yaparak aile geçiminde katkıda bulunur. Yemen’de Arapların içinde büyümesinden ötürü, Küçük Nuri Dêrsimî de kendi anadili olan Kürtçe’nin Kurmancî ve Kirmanckî (Zazaca) lehçelerini öğrenemeden büyür.
Ortadoğu’da Kürtlerin zamanı
Devran döndü devir değişti. Ortadoğuda haklar ve Kürtler zamanı başladı. Tunus’tan başlayıp Suriye’yide etkilemeye başlayan bu durum Kürtlerin yüzyıllardır özellikle de son 40 yıldır Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin vermiş olduğu mücadele ile buluşan, birleşen ve bu yönlü emek harcayan Rojava halkları bu durumdan yararlanarak devrim gerçekleştirdi. Bu devrim Kürt çocuklarının direniş belleklerini yeniden canlandırdı. Bu çocuklardan biri devrimin savunma gücü olan YPG içinde yer alan Küçük Nuri Dêrsimî’dir. 23 Nisan 2013’de YPG’ye katılmasına rağmen dedesi Nuri Dêrsimî’nin mezarı başında yapılan anmaya annesi, yarı felçli kız kardeşi ve babasıyla birlikte katılan genç Nuri Dêrsimî, dedesi Nuri Dêrsimî’nin mezarı başında sözünü vererek kendine Baran Munzur adını aldı. “Adımı çok sonradan öğrendiğim Dr. Baran arkadaştan Munzur’u ise, dedemin topraklarının en güzel, en hırçın ve asi suyu olan Munzur’dan aldım’ diyor genç Nuri Dêrsimî.
Öze dönüş
Küçük Nuri Dêrsimî Yemen yollarında ve Halep’te Arap toplumu içinde büyümesinden ötürü bilmediği dilini YPG’ye katıldıktan sonra öğrenmeye başlıyor ve şimdi anadiliyle konuşuyor yoldaşlarıyla. Dedesinin mezarına giderken ölümünü kabul etmediği mezardaki dedesiyle Kürtçe konuşmaya başlıyor: “Dede seni görmedim. Senin mirasından da çok fazla haberim olmadı. Fakat bana bıraktığın direniş belleği beni yeniden köklerimle buluşturdu. Dilimle buluşturdu. O yüzden dilimi öğrendiğimi göstermek için seninle Kürtçe konuşuyorum. Seninle Kurmancî kadar, Zazacıya da konuşmak isterdim. Ama ona bana öğretecek kimse kalmadı çevremde. O yüzden onu öğrenmeyi de bir gün olurda Dêrsim’e gidersem orada öğrenirim.”
Nuri Dêrsimî devrimde yaşıyor
Küçük Nuri Dêrsimî’nin YPG ile yürüme sözünü dedesi Nuri Dêrsimî’nin mezarı başında vermesi, dedesini Rojava Devrimi’nde yaşatmaya kararını vermesidir aynı zamanda. Bundandır ki Nuri Dêrsimî Rojava Devrimi’nde yaşıyor. Küçük Nuri Dêrsimî, YPG’deki adıyla Baran Munzur dedesini hiç görmedi. Ama dedesinin adıyla şimdi Rojava Devrimi’nde yer alıyor. Görmediği dedesinin mezarını ayda bir ziyaret ediyor. Canlanmış bir direniş belleği bir direnişçi torununu yeniden bir direnişe taşıyor. Onu gerçek kimliği, özüyle buluşturuyor. Küçük Nuri Dêrsimî’nin de YPG’de yer alması canlanan, dirilen ve direniş belleği ve dinleyerek büyüdüğü direniş hikayelerinin yeniden yaşam bulmasıdır…
CUMHURİYET MEZARLIĞI! – Özgür Gündem
Kürt Soykırımı’nın başlangıç tarihi olan 1925 yılına ait bir toplu mezar bulundu. Çewlîg’in Kuruca köyündeki toplu mezar, Şêx Said İsyanı sırasında Xarpêt’in Dep ve Palo ilçelerine bağlı köylerde katledilen 16 köylüye ait
SOYKIRIMIN TARİHİ İZLERİ
Cumhuriyet tarihinde Kürtlere karşı yürütülen soykırım politikalarının bir izi daha bulundu. Şêx Said İsyanı sırasında Dep ile Palo ilçelerine bağlı Bahçecik, Altınoluk, Sarıcan köylerinden askerler tarafından alınan 16 köylü katledildi.
YILDIZ SAĞ KURTULDU
Katliamdan yaralı kurtulan ve 1980 yılında yaşamını yitiren Mustafa Yıldız’ın torunu Mecit Yıldız, dedesinin ifadeleri sonucu mezarı bulduklarını belirtti. Yıldız, kemiklerin Kuruca köyünde kadınlar tarafından toplanarak gömüldüğünü söyledi.
Soykırım tarihinden bir iz daha
Çewlîg (Bingöl) merkeze bağlı Xezik (Kuruca) köyünde, 1925 “Şêx Said İsyanı sırasında Xarpêt’in (Elazığ) Dep (Karakoçan) ile Palo (Palu) ilçelerine bağlı olan Nişanyan (Bahçecik), Tirkan (Altınoluk), Sarcon (Sarıcan) köylerinden alınarak katledilen 16 köylüye ait toplu mezarın izine ulaşıldı.
Katliamdan yaralı olarak kurtulan ve 1980 yılının sonlarında yaşamını yitiren Mustafa Yıldız’ın ifadelerinden yola çıkarak mezarın yerini tespit ettiklerini söyleyen Yıldız’ın torunu Mecit Yıldız, kemiklerin katliamın ardından yakınlarını tespit etmek için Xezik köyüne gelen kadınlar tarafından toplanarak toplu şekilde gömüldüğünü söyledi. Yıldız, “Dedem buradan yaralı kurtuldu. 1980 yılının sonlarında vefat etti. Dedem nerede vurulduklarını, katliamın nasıl yapıldığını anlatıyordu bize. Nenemler de anlatıyordu. Birebir gelip toplamışlardı kemikleri. Katliamdan bir hafta sonra köye kadınlar geliyor. Cesetleri hayvanlar yemiş. Burada hiç tanınmaz bir şekildeler. Bazı kemikleri elbiselerinden tanıyorlar. Kemikleri toplayıp gömüyorlar. O tarihten bu yana kemikler buradadır diye konuştu. Katliamın kanıtlarının Xarpêt Maden’de bulunan arşivlerde olduğunu belirterek araştırılmasını isteyen Yıldız, kemiklerin akıbetini öğrenmek için yasal olan tüm yollara başvuracaklarını kaydetti.
Onlar Kürdistan şehidi
Büyük dedesi Zülfü Demir’in de katliam sırasında yaşamını yitirdiğini ve toplu mezara gömüldüğünü söyleyen Kubilay Demir ise, katliama tanık olan köylülerin korktukları için bugüne kadar konuşmadığını ifade etti.
“Burada yatanlar bizim için Kürdistan şehitleridir diyen Demir, 16 kişinin devlet tarafından katledildiğini söyledi. Tahminlerine göre mezarda 28 kişiye ait kemiklerin bulunduğunu kaydeden Demir, “Babamın dedesi Zülfü Demir de burada. Bizler şu ana kadar 16 kişinin ismine ulaştık. İsimlerini bilmediğimiz diğer şahıslar da buradalar. Toplama yapıldığında kimler vardı? Kaç kişi vardı? Köylülerin anlattıkları ve katliamın tanığının anlattıklarından biliyoruz. Burada yatanları hak ettikleri değerlere kavuşturana kadar mücadele edeceğiz dedi.
16 kişinin isimleri
Toplu mezarda olduğu belirtilen köylülerin isimleri şöyle: Mehmet Yıldız, Süleyman Yıldız, Ali Yıldız, İbrahim Bulanık, Üzeyir Top, Zülfi Çiftçi, Mustafa Güneş, Ahmet Demir, Devreş Üstündağ, Zülfü Demir, İsa Top, Mevlüt Kaya, Hasan Kaya, Süleyman Düzgün, Hacı Beroğlu, Mustafa Hacı Bekir oğlu, Hüseyin Xalo oğlu Yusuf Özçelik. Toplu mezarda bulunan 16 kişinin yakınları, önümüzdeki günlerde Tunceli Savcılığı’na başvurarak, toplu mezarların açılmasını isteyecek.
Köylüler doğruladı
Xezik’de yaşayan köylüler de, köyde toplu mezar olduğunu doğrulayarak şunları aktardı: “Büyüklerimiz bize de anlatıyorlardı. Orada kafatasları ve kemikler bulunmuş. O kemikler kadınlar tarafından gömülmüş. Şimdi o köydeki kadınlar ve hasta olan erkekler orada şehit var diye ziyaret ediyorlar. Çevre köylerden de bazen insanlar geliyor. Orada yakınları olduğunu söyleyenler yılda iki üç kere ziyaret amacıyla köye geliyorlar.
KCK’ê banga dakevin qadan li gel kir – Azadiya Welat
Hevserokatiya KCK’ê têkildarî êrîşa polîsên tirk a li Geverê de daxuyaniyek nivîskî weşand û wiha got: “Ev êrîş di demek ku gerîla di agirbestê de ye pêk hatiye. Ji xwe dewleta tirk ji destpêkê de di nava helwestek binpêkirina agirbestê de ye.
Hevserokatiya Konseya Rêveber a KCK’ê da diyarkirin ku gelê kurd û raya giştî ya Tirkiyeyê pêwîst e bibîne ku ev êrîşên dewleta tirk rewşa agirbestê ji holê radikin û wiha got: “Dewleta Tirk bi van kuştinan bingehê şer datîne. KCK’ê anî ziman ku pêwîst e gelê kurd li beramberî van qetilkirinan bêdeng nemîne. KCK’ê bal kişand ser ku pêwîst e destûrê nedin normalîzekirina van kuştinan jî û ev hişyarî kir: “Eger ku ev qetlîam bidomin li hember vê çendê divê ku gelê me pêwîste li herderê dakevin kolanan û komkujiya li Geverê şermezar bikin. Di daxuyaniya nivîskî ya Hevserokatiya Desteya Rêveber a KCK’ê de hat bibîrxistin ku bi qetilkirina Bêmal Tokçu li Geverê hêjmara kesên ji aliyê polîsan ve hatine qetilkirin giha sê kesî. Di berdewamiya daxuyaniyê de ev hat gotin: “Em sersaxiyê ji malbata Bêmal û tevahiya gelê kurd dixwazin û da diyarkirin ku ew ê hesabê van kuştinan ji kesên ku pêkanîne bixwazin. KCK’ê destnîşan kir ku hikumeta AKP’ê li Tirkiye û Kurdistanê kuştinên ku polîs dikin normal kirine û balkişande ser van xusûsan: “Yek polîsên ku kujeriyê dikin nayên darezandin kujeran ceza nake. Polîsên ku ji vê cesaretê digirin bi hêsanî guleyan direşînin ser gel. Tenê ferqa hikumeta AKP’ê ji pêkanînên salên 1990’î wê demê deh deh dikuştin, îro dû dû, sê sê ji gelê kurd dikujin û bi wî awayî polîtîkaya helandinê dişopînin. Dema ku çapemeniya tirk û siyasetmedarên wan jî li ser van kuştinan nerawestin, piştî demek kurt hinek kujerên din çêdibin.
Di daxuyaniya KCK’ê de ev tê gotin: “Eger li Geverê provokasyonek hebe, ew kesên ku provokasyon kirine û gule li gel reşandine û ên ku dixwazin kurdan bi zextan û tundiyan bêdeng bikin wan ev êrîş pêkanîne. KCK’ê da zanîn ku li hemberî van zext û qetilkirinan bêdeng mayîn, dê nikaribe zext û qetlkirinan bi dawî bike û wiha got: “Ji xwe armanca zaliman a komkujiyan bêdengkirina kurdan û stûxwarkirina wan e.
Hevserokatiya KCK’ê di daxuyaniya xwe de dide diyarkirin ku hikumeta AKP’ê ya li hemberî qetilkirinan mirovên kurd yên ji aliyê polîsan ve bêdeng dimînin, hem sûcdar û hem jî bi hêz xwe nîşan dide û dibêje ‘serî li terorê didin’ dixwaze beriya hilbijartinê rûyê xwe veşêre. Di dirêjahiya daxuyaniya KCK’ê de ev tê destnîşan kirin: “Rayagiştî ya Tirkiye û gelê me jî dizane ku, Tevgera Azadiya Kurd gelek caran beriya hilbijartinê agirbest îlan kiriye û firsend daye hikumeta AKP’ê ku gavan biavêje. Lê belê hikumeta AKP’ê piştî her hilbijartinekê li şûna ku gavan biavêje, dihizire ku bihêzbûye û dest bi êrîşên leşkerî û siyasî dike. Li rexmî vê rastiya zelal jî beriya her hilbijartinekê dibêje ‘serî li çalakiyan didin’ nîşan dide ku hikumeta AKP’ê biderewan şerekî taybet ê derûnî dide meşandin. Bi van derewên şerê taybet dixwaze tevgera me û gelê me bêtevger bihêle û hewl dide rûyê xwe yê êrîşkar veşêre.
AGIRBESTÊ BINPÊ DIKIN
KCK’ê diyar kir ku ev êrîş didema ku gerîla di bê çalakiyê de bûn pêk hatiye û wiha hat gotin: “Jixwe dewleta tirk ji destpêkê de helwesta agirbestê binpê kiriye. Çêkirina qereqolên nû, qirkirina çandî, avakirina bendavan ji bo leşkeriyê, çêkirina riyên bejahî ev hemû ji bo ku agirbestê ji holê rabikin kirin. Tenê yên ku di hedefa wan de şer hebe dikevin nava şerekî wiha. Çêkirina qereqol, bendav, rê û riyên hewayî mafê gerîla yê çalakiyê nîşan dide. Bi taybet jî êrîşa li hemberî sivîl û komkujiyan mafê gerîla yê misîlemeyê dide. Agirbest ne ku aliyek bêdeng bimîne û aliyê din jî amadekariyên şer bike ye.
Bingeha şer ava dikin
DI DAXUYANIYÊ de KCK’ê bal kişand ser nêzîkatiyên hikûmetê yên şer û wiha hat gotin: “Divê ku gelê me û raya giştî ya Tirkiyeyê bibîne ku ev êrîş agirbestê ji holê radike. Dewlata tirk bi van kuştinan bingeha şer çêdike. Polîtîkaya provokasyonê, şîdetê ku dixwazin hêviyên gelê kurd yên azadiyê bi perçiqînin ev in. Divê ku gelê me û raya giştî ya Tirkiyeyê van rastiyan bibînin û divê ku li hemberî van polîtîkayan helwestek di cih de nîşan bidin. Heta ku li hemberî helwesta hikûmetê ku kuştina sivîlan normal dike helwestek di cih de neyê nîşandan li Tirkiyeyê ne demokrasî pêk tê û ne jî pirsgirêka kurd çareser dibe. Heya ku li hemberî van helwestek di cih de neyê nîşandan dê ev polîtîkayên hikûmet û dewletê berdewam bikin. Ji ber vê sedemê peywirek girîng dikeve ser milê hêzên demokrat û raya giştî.
Ilham Ehmed: Xweserîya Demokratîk xeta sor ya Rojava ye – ANHA
Li bajarê Silêmaniyê yê başûrê Kurdistanê civînek li ser Xweseriya Xweseriya Demokratîk, rola Desteya Bilin û tevlîbûna kurdan di civîna Cenevre-2 de hate lidarxistin. Di civîna bi gel ya ji aliyê Endama Desteya Bilind a Kurd Ilham Ehmed û Sekreterê Partiya Çep a Kurd Mihemedê Mûsa wek axafat wan beşdar bûn. Di civînê de Endama Desteya Bilind a Kurd Ilham Ehmed got Xweserîya Demokratîk xeta sor ya Rojava ye.
Endama Desteya Bilind a Kurd Ilham Ehmed û Sekreterê partiya Çep a Kurd li Sûriyê Mihemed Mûsa li bajarê Silêmaniyê li ser Xerseriya Demokratîk, rola Desteya Bilind a Kurd û tevlîbûna kurdan a di Cenevreyê 2’an de bi gel re hatin cem hev. Civîna gel duh êvarê li salona Rêxistina Pêşxistina Mirovî (CDO) bi tevlîbûna gelek kesî bi rêzgirtinê destpê kir. Di civînê Endama Desteya Bilind a Kurd Ilham Ehmed wek axaftwan beşdar bû destnîşankir dibe Kurd yekiya xwe xurt bikin.
‘Xweseriya Demokratîk xeta sor e’
Ilham Ehmed, da zanîn ku bila Tirkiyê û hêzên başûr yên dijî Xweseriya Demokratîk baş bizanbin ku Xweseriya Demokratîk ji kurdên Rojava re xeta sor e û peymanên wan ên li dijî xwesriyê bibîr xist û got: “Gelê kurd li Rojava dê hikûmeta xwe ya demokratîk avabike. Tirkiyê û Hikûmeta Başûr jî hikûmetên wan hene û dîxwazin destwerdana Rojavaya Kurdistanê bikin. Lê em ji bo wan hêzên re dibêjin Xweseriya Demokratîk xeta Rojava ya sor e. Hemû hêz dikarin cihê xwe di nava Rêveberiya Xweseriya Demokratîk de cihê xwe bigirin.”
‘Kes nikare PYD tune bike’
Di civîna ya bi gel re Endama Desteya Bilind a Kurd Ilham Ehmed axivî û bibîr xist ku Desteya Bilin di encama peymana di nava Meclîsa Gel a Rojava (MGRK) û Encumena Niştemanî Kurdî li Sûriyê (ENKS) ku di berjewendiya gelê kurd li Rojava hatiye avakirin. Ilham Ehmed, bang li aliyên ku dibêjin li Rojava şoreş tuneye û îda dikin ku PYD’ê alîgiriya rêjîmê dike, bila serdana Rojava bikin û rastiya heye bixwe bibînin. Ilham Ehmed, daxuyankir ku siyaseta reşkirina hêzeke mezin a gelê Rojava ne di berjewendiyên gelê kurd ye û wiha got:” Bela baş bizanin ku tu carî kes nikar PYD’e tune bike”
‘Civîna behsa kurdan neke wê bi ser nekeve’
Derbarê civîna Cenevre2 Ilham Ehmed got ku civîna ku pirsgirêka kurd û mafê gelê kurd nîqaş neke wê tu carî biser nakeve. Ilham Ehmed, da zanîn ku civîna Cenevreê tenê ji bo nerînên navnetewî li ser Sûriyê û rêbazên demokarsîkirinê wê bên nîqaşkirin. Ilhem Ehmed, da xuyakirin ku yekîtiya kurdan girînge bi civîna Cinevre û bê civîna Cenevreyê û ev agahî dan: “Kurd civîna Cinevre bê lidarxistin neyê lidarxistin jî Kurd xwedî projeya Xweseriya Demokratîkin û sîstema xwe avadikin.
‘Herdû meclîsan li ser xweseriya demokratîk lihev kiribûn’
Endama Desteya Bilind Ilham Ehmed paymana di nava herdû meclîsan de bi bîr xist û got ku ENKS û MGRK’ê li ser xweseriya demokratîk li hevkiribûn û komîteyên xebatên ên hevbeş avakiribûn. Ilham, diyar kir ku beriya rêveberiya xweseriya demokratîk bê ragîhandin hin partiyên ENKS’ê ji nişkave xwe xebatên Xweseriya Demokratîk kişandin.
‘Tişta Emerîka nikarîbû bike, YPG’ê kir’
Sekreterê Partiya Çep a Kurd Mihemed Mûsa ku di civînê de axivî got ku pêwîste opozisyona Sûriyê baş bizane ku ew ne xwedî projeyek siyasî ne û tu projeyên wan ji bo çareserkirina pirsgirêka kurd tune ye. Mûsa, da zanîn ku gelê kurd bi hêza xwe YPG’ê li dijî çeteyên DAIŞ’ê yên ser bi Qaîde ve derket û tişta ku Emerîka nikarîbû bike, kir. Mûsa, diyar kir ku gelê kurd dê di Cinevreya-2 de dê neyên lîstikên Lozaneke nû. Mûsa bang li hemû partiyan kir erka xwe ya dîrokî pêk bînin û cihê xwe di xweseriya demokratîk de bigirin.
Endamê komîteya Dîplomasî ya Desteya Bilind a Kurd Xerîb Hiso jî di civînê de axivî û hin partiyên kurd li dijî berjewendiya pêkhateyên Rojava tevdigerin û da zanîn ku partiyên behsa mijarê îradeya xwe teslîmî Koalîsyona Suriyê ya temsîla erebên sûnî dikin, kirine.
Maraş Üniversitesi’nde tehlikeli oyun! – ROJACIWAN
Maraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde Kürt ve sosyalist öğrencilere baskı ve saldırı tehdidi altında. Sürekli ülkücü gruplarca takip, taciz ve ölüm tehdidine maruz kaldıklarını belirten öğrenciler, evlerinde ve üniversitede tek başına dışarı çıkamazken, İHD Maraş Şube Başkanı Selçuk Delibaş, yaşananların kendilerini kaygılandırdığını söyledi.
Üniversitelerde Kürt ve sosyalist öğrencilere yönelik saldırılar artarken, Maraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde okuyan Kürt öğrenciler de, dört gündür ırkçı grupların saldırısına maruz kalıyor. Grupların daha çok kampus içinde üniversitesinin özel güvenlik görevlilerin gözetiminde öğrencilere saldırdığı kaydedilirken, üniversitede öğrencilerin takip edildiği ve Kürt ve sosyalist öğrencilerin tek başına dışarı çıkamadıkları ifade edildi. Öğrencilerin önlem alınması için görüştüğü rektörlükten ise henüz bir ses çıkmadı. Polisin ise, olası bir olaya karşı hem kampus içi ve çevresinde hem de Kürt öğrencilerin evlerinin bulunduğu alanlarda önlemler aldığı belirtiliyor.
‘Bu olaylar kaygı verici’
Maraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde Kürt ve sosyalist öğrencilerin ırkçı grupların saldırısına maruz kaldığını ifade eden İnsan Hakları Derneği (İHD) Maraş Şube Başkanı Selçuk Delibaş, öğrencilerin ilk gün kendilerine başvuru yaptığını ve sürekli olayları takip ettiklerini söyledi. Delibaş, “Üniversitede görev yapan Prof. Dr. Ahmet Eycil, 25 Kasım tarihinde Akit Gazetesi’nde yayınlanan nefret içeren yazısı, BDP Maraş İl Kongresi ardından 300 kişilik faşist grubun BDP il binasını basma girişimi, ardından üniversitede gelişen bu olaylar. Bunlar birbirinden bağımsız değildir. Beş gündür öğrenciler üzerindeki baskılar, bizleri kaygılandırmaktadır. Bu olaylar, Maraş katliamının yıl dönümüne doğru meydana gelmesi kaygı verici olaylar olmasını sağlayabilir. En büyük kaygımızda budur. Yetkilileri acil önlem almaya ve göreve davet edip, uyarıyoruz dedi.
‘Ülkücüler kampuse taşındı’
Ülkücü öğrencilerin sürekli Kürt ve sosyalist öğrencilere sözlü ve fiziki tacizlerde bulunduğunu söyleyen Muhammed Balaban adlı öğrenci, 4 gündür sürekli baskı altında olduklarını ve ırkçı grupların saldırı girişimlerine maruz kaldıklarını kaydetti. Balaban, “8 Kasım günü ülkücüler İBF’de toplandılar. Bunun karşılığında Kürt ve sol görüşlü öğrenciler Fen Edebiyat kantininde toplandılar. İlk gün herhangi bir olay olmadı. İkinci gün her iki grup, tekrar toplandı. Polisler ve özel güvenlik görevlileri o grupları dağıtmıyor. Ve sürekli hem bizim hem de onların da yanlarında kalıyorlar. İkinci gün ülkücülerden bir temsilci bizimle görüştü. Görüşmede karşılıklı olarak olayların çıkmaması için söz verildi. Ama sözlerinde durmayan bazı ülkücüler İBF kantinde toplandılar. Kantinden geçen ve üzerinde Amed yazılı bere bulunan bir arkadaşımıza birisi bıçakla saldırmaya çalıştı. Saldırı sırasında arkadaşımız yaralanmadı. Bunun üzerinde Karacasu Kampüsünden bizim oraya ülkücü öğrenciler taşındı. Çarşamba gecesi Kürt ve sol görüşlü öğrenciler durumu kınamak amacıyla rektöre yürümek istedi. Yürüyüş sonrası birkaç arkadaşımız rektör yardımcısıyla görüştü. Özel güvenlik elemanlarının tümünün değiştirilmesini istedik. Öğrenciler yapılan ülkücü baskılarının engellenmesi talebimiz vardı. Rektörlük ise bize ‘elimizden geleni yapacağız’ dedi. O gece ise öğrenciler polis gözetiminde evlere gönderildi dedi.
‘Bizler tek tek takip ediliyoruz’
4 gündür Kürt ve sol görüşlü öğrencilerin diken üstünde olduğunu ifade eden Balaban, ülkücü öğrencilerin kendilerini ölümle tehdit ettiğini ve sürekli kendilerini taciz ettiğini belirti. Balaban, “12 Kasım günü Kürt ve sol görüşlü öğrencilerin dayatması sonucu rektör Fen Edebiyat kantininde öğrencilerle beş dakika görüştü. Rektör bize, ‘ben her türlü önlemi alacağım’ dedi. Ancak dün akşam saatlerinde evde kalan bir arkadaşımızı takip edip, evini belirleyen ülkücüler, arkadaşımızı ölümle tehdit ettiler. Bizler şu an tek başımıza dışarıya çıkamıyoruz. Can güvenliğimiz olmadığı için. Maraş Üniversitesi’nde ülkücüler taban kaybettiği için direk bize saldırıyor. Bu saldırılara boyun eğmeyeceğiz dedi.
“Koruculuğu Reddettiler ve Öldüler” – Bianet
Cumartesi Anneleri 22 yıl önce koruculuğu reddettikleri için Şırnak İdil’de Çukurlu köyünde gözaltına alınarak bir daha bulunamayan İbrahim Demir ve Agit Akipa’nın akıbetleri sordu.
Cumartesi Anneleri 455.kez Galatasaray Meydan’ından kayıplarının akıbetlerini sordu. “Yaşadığımız sürece ellerimiz yakalarında olacak” diyen kayıp yakınları bu haftaki eylemde, 22 yıl önce Şırnak İdil’de Çukurlu köyünde gözaltına alınarak bir daha bulunamayan İbrahim Demir ve Agit Akipa’nın akıbetleri sordu.
“Hep biz ölüyoruz”
Eylemde ilk sözü alan Murat Yıldız’ın annesi Hanife, geçtiğimiz hafta Yüksekova’da 3 kişinin öldürüldüğünü hatırlatarak “Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi de çocuğunun acısına dayanamayarak aramızdan ayrıldı. . Hep biz ölüyoruz ama ne bir özür, ne de adalet var. Gezi’de bizim çocuklara devletin malına zarar verdiler diye davalar açıldı. Siz can alıyorsunuz can, mal ne ki. Biz mezarlarımızı istiyoruz, onlar canları mezara gömüyorlar” dedi.
Babası İbrahim Demir kaybedildiğinde 10 yaşında olan Deniz Akipa, Kürtçe yaptığı konuşmada, babasının kaçırılış hikayesini anlattı. “Babam köyün muhtarıydı. Askerler köyümüze gelip babamlara korucu olmaları için tehdit ediyordu. Ama babam bunu kabul etmedi. Daha sonra askerler onu aldı götürdü. Bizler de babamı aramak için yola çıktık. Karakolda babam nerede diye sorduğumda ‘Babanı bilmiyoruz, babamın katili biz değiliz’ dedi. Askerlerden biri Kürttü. Bizlere ‘mağaralara bakın’ dedi. Babamı mağarada işkence yapılmış halde İbrahim Demir’i de kafasından vurulmuş halde bulduk. Ellerimiz hep yakalarında olacak.”
Kötü örnektiler
Basın metnini, insan hakları savunucularından Güler Kılıçarslan okudu.
”Koruyuculuğu kabul etmeyen köylüler yoğun baskı alltındaydı. Karakol komutanı koruculuğu kabul etmeyerek kötü örnek olduklaırnı düşündüğü İbrahim Demir ve Muhtar Agit Akipa’yı ‘sizi yaşatmayacağız’ diyerek ölümle tehtit ediyordu.”
‘İbrahim Demir ve Agit Akipa’nın halkına karşı silah kullanmayı reddettikleri için kaybedildiklerini belirten Kılıçarslan, taziye ziyareti dönüşünde gözaltına alınan iki köylünün tüm girişimlere rağmen bir daha bulunamadığını anlattı.
Demir ve Akipa’nın kaybedildiği dönemde Süleyman Demirel’in Başbakan, İsmet Sezgin’in İçişleri Bakanı, Doğan Güreş’in Genelkurmay Başkanı, Ünal Erkan’ın Emniyet Genel Müdürlüğü’nde görevli olduğunu AKP kurucusu ve milletvekili Mehmet Necati Çetinkaya’nın da dönemin OHAL valisi olduğunu hatırlattı. Kılıçarslan, “Onlar insanların kaybedildiği, katledildiği iklimi yaratarak bu coğrafyada insanlık suçlarını sistematikleştirmişlerdir. Bunun hesabını vermelidirler” dedi.
EMO: Özelleştirmenin sonu karanlık ve soğuk – Etkin Haber Ajansı
“AKP’nin enerji politikası iflas etti” diyen Elektrik Mühendisleri Odası, son günlerde yaşanan doğalgaz ve elektrik krizini özelleştirmelere bağladı.
Elektrik Mühendisleri Odası 43. Dönem Yönetim Kurulu, yazılı açıklama yaparak ülke genelinde yaşanan doğalgaz ve elektrik krizini değerlendirdi.
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘doğalgaz medeniyeti’ çöktü” diyen EMO, AKP’nin izlediği serbest piyasacı ve özelleştirmeci uygulamalar sonucunda yurttaşları soğuk ve karanlıkta bıraktığını belirtti.
Ağır kış şartları altında yaşanan doğalgaz sıkıntısının elektrik üretimini vurduğunu belirten EMO, yurdun büyük bölümünde habersiz elektrik kesintileri başladığını hatırlattı.
Açıklamada, şu ifadeler yer aldı: “İktidara geldiğinden bu yana yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından söz ederken, yeni doğalgaz santrallarına lisanslar verip dışa bağımlılığı arttıran kamuya enerji yatırımları yasaklanırken nükleer santral ve doğayı katleden küçük HES’lerle enerjide rekabetçi piyasa oyunu oynayan serbest piyasa diye kurulan karaborsada kamunun elinde kalan santrallarla dahi fiyat dengelemesi yapılamazken bu santralları da satmaya kalkan spekülasyonlar karşısında çaresiz kalıp tavan fiyatı 2 TL ile sınırlandırınca şirketlerin ‘şalter indirme’ tehditleri karşısında bocalayan AKP Hükümeti, elektrik ve doğalgazda yaşanan sıkıntının üstünü örtmeye çalışıyor.”
İTHAL KAYNAKLAR ARTTI
Elektrik Piyasası Kanunu ile birlikte kamunun yeni enerji yatırımı yapmasının yasaklandığını hatırlatan EMO, ayrıca AKP’nin ithalatı arttırdığına da dikkat çekti: “AKP iktidara geldiği dönemde yarı yarıya olan elektrik üretimindeki ithal-yerli kaynak terazisinin, 2008 yılında yüzde 60’larla ithal kaynaklarda ağır çekti. Geçen yıl da ithal kaynak bağımlılığı yüzde 56.5’ler düzeyinde gerçekleşti.”
Elektrik üretimindeki dışa bağımlılık ve tek kaynak olarak doğalgaza yönelik bağımlılığı eleştiren Elektrik Mühendisleri Odası, şöyle devam etti: “Yalnızca elektrik alanı değil doğalgaz alanı da özelleştirme ve serbest piyasa ısrarından payını aldı. BOTAŞ’ın doğalgaz alımındaki payının azaltılması hedefi ve alım anlaşmalarını özel şirketlerin yapmasına yönelik ısrar sonucunda Rusya’dan sözleşme süresi 2011 yılında sona eren 6 milyar metreküplük doğalgaz alımı yenilenmezken, doğalgazda arz sıkıntısı yaşanacağı uyarıları yapılmıştı. Ancak 1 yıllık uzatma ile geçici çözüm sağlanmıştı. Doğalgaz depolama alanında gerekli yatırımlar beklendiği gibi gerçekleştirilemedi. Plansızlık ve yatırımsızlık sonucunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim propagandası yaptığı ‘Doğalgaz Medeniyeti’ söylemi eşliğinde pek çok yerde yine özel girişimciler eliyle ısınma sistemi olarak doğalgaza geçildi. Ağır kış şartları altında ise alım yapılan doğalgazın elektrik üretimi ve hanelerin ısınmasını karşılamaya yetmediği ortaya çıktı.
Hanelerin ısınmasına öncelik verilip doğalgaz santrallarına verilen yakıtın kesilmesi de yeterli olmadı. İkincil yakıta geçen santralların maliyeti artarken, fiyat baskısı oluştu. Elektrik kıtlığı karaborsada da fiyatları yükseltti. Borsa fiyatları tavan fiyat olan 2 TL’ye dayandı. Bu kez elektrikler de kesildi. Doğalgaz medeniyeti yerini karanlık ve soğuk olarak ilkel yaşam şartlarına bıraktı.”
KAMUOYUNDAN GİZLENİYOR
Elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesi sonucunda talep tarafının planlı ve sağlıklı idare edilebilme koşullarının ortadan kalktığını belirten EMO, doğalgaz sıkıntısı nedeniyle kesintiye gidileceği açıklamalarına dahi müdahale edildiğini kaydetti.
SORUN ÇOK BÜYÜK VE GENİŞ ÇAPLI
EMO, yaşanan sıkıntının trafo patlaması, aşırı yüklenme, bakım ve onarım gibi gerekçelerle açıklanamayacak ölçüde büyük ve geniş çaplı olduğunun altını çizdi.
EMO, şöyle dedi: “Uygulanan enerji politikaları iflas etmiştir. Özelleştirmeler ve serbest piyasa ısrarı sonucunda vardığımız nokta iddia edildiği gibi kaliteli, kesintisiz ve ucuz enerji değil, tersine kalitesiz, arzı sorunlu ve pahalı enerjidir. Bir an önce kamu adına enerji alanına yönelik müdahalelerde bulunulması zorunludur.”
Gever İnfazları Gülen Cemaati’nin İşi… – Kurdistan Post.eu
Yüksekova’daki provokasyonun yine emniyet içinde örgütlü cemaate bağlı güçlerin işi olduğu şüphesi ciddi bir şüphedir. Ancak böyle bir şüphenin var olması hükümeti sorumluluktan kurtarmaz.
Hakkari’nin Gever (Yüksekova) ilçesinde polis kurşunuyla yapılan infazların bir provokasyon olduğu düşüncesi yaygınlaşıyor. ANF’ye konuşan Akil İnsanlar Heyetinde de yer alan Prof. Dr. Mithat Sancar da bu konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Gever’deki provokasyonun arkasındaki olağan şüphelinin emniyet içindeki cemaat örgütlenmesi olduğunun altını çizen Sancar, “KCK operasyonları, 7 Şubat girişimi ve son olarak da cemaat ile hükümet arasında yaşanan açık çatışma bir araya gelince, cemaate yönelik ciddi bir şüphe ortaya çıkıyor dedi.
Ancak bu durumun AKP hükümetinin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığına dikkat çeken Sancar, Roboski katliamında olduğu gibi, Yüksekova’da da failler yakalanmadığı takdirde siyasi sorumlunun hükümet olacağını ifade etti.
ANF’ten Zeynep Kuray’ın kendisiyle yaptığı röportajda prof. Sancar, Gever’de 3 sivil Kürdün polis kurşunuyla infaz edilmesi olayını şöyle değerlendirdi:
“Yüksekova’da bir provokasyon olduğunu hem başta Abdullah Öcalan olmak üzere Kürt siyasi hareketi söyledi, hem de hükümet aynı görüşü belirtti. Böyle olunca burada yaşananın bir provokasyon olma fikrini ciddiye almak lazım. O zaman bu provokasyonu kim yaptı ve amacı neydi? Amacın barış sürecini sekteye uğratmak olduğu konusunda yaygın bir görüş var zaten. Hem hükümete yakın çevreler hem de Kürt Siyasi Hareketine yakın çevreler burada hedefin barış süreci olduğunu söylüyorlar .
Sancar provokosyonun kimler tarafından yapılmış olabileceğine dair şu yorumda bulundu:
“Bu tür provokasyonların arkasında bana göre iki odak var. Bu odaklardan birini emniyet ve onun içindeki çeşitli örgütlenmeler, ikinci odağın ise ordudaki gayri nizami kontrol dışı yapılar olduğunu düşünüyorum.
Emniyet içindeki cemaatle bağlantılı çeşitli güçlerin son 2-3 yılda çok önemli icraatları olmuştur. Bu icraatlardan en önemlisi olan, 7 Şubat’ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik fezlekenin doğrudan doğruya hükümeti sıkıştırma gibi bir hedefi olsa da, barış sürecine de çok ciddi bir darbe indirmeye yönelikti aynı zamanda. Eğer o fezleke başarılı olsaydı Oslo ve Kürt sorununun PKK ile müzakere edilerek çözülmesi gerektiği fikri mahkum edilecekti. Bu fikir, bu tez, bu girişim mahkum edilecek ve gelecekte de bir daha olmaması sağlanacaktı. Yani hedef bir yandan Hakan Fidan’dı, ama bunun sonucu olarak da müzakere ve çözüm süreci de mahkum edilecekti. Hakan Fidan’dan önce ise, KCK operasyonlarının yine tam Oslo süreci devam ederken başlamış olmasını da o günlerde cemaatin bir girişimi olarak değerlendiriyorum. Bu operasyonlar da cemaatin bir projesiydi. Cemaat ile bağlantılı emniyet içindeki güçlerin işi olduğunu hükümetin içindeki çevreler de söylüyor. KCK operasyonları, 7 Şubat girişimi ve son olarak da cemaat ile hükümet arasında yaşanan açık çatışma bir araya gelince, şüpheleri cemaate yönlendiren bir durum ortaya çıkıyor. Yani Yüksekova’daki provokasyonun yine emniyet içinde örgütlü cemaate bağlı güçlerin işi olduğu şüphesi ciddi bir şüphedir. Ancak böyle bir şüphenin var olması hükümeti sorumluluktan kurtarmaz. Çünkü siyasi sorumluluk hükümettedir. Hükümet Roboski katliamı konusunda da aynı yolu izledi. Başbakan kendilerinin emri vermediğini söyledi ama Roboski’yi aydınlatmak için de bir şey yapmadı. Tam tersine üstünü örtmek için her şeyi yaptı. Bu da hükümetin sorumluğunu ortaya koyuyor. Roboski katliamını kim yapmış olursa olsun, tıpkı Yüksekova’da yaşanan cinayetler gibi, siyasi sorumluluk hükümetindir. Eğer provokasyonu boşa çıkartmak istiyorsa ya etkili bir soruşturma yapmalıdır, gücü yetmiyorsa da o zaman, benim gücüm yetmiyor ama bu provokasyonun arkasında şu güçler var, diyerek kamuoyuna ve Kürt halkına bilgi vermelidir”.
CEMAAT KÜRDLERLE MÜZAKEREYE KARŞIDIR
Kuray’ın ‘Cemaat neden Kürt meselesinin çözümünü engellemeye çalışıyor? Neden hükümetle girdiği her kavgada Kürt kozunu kullanıyor?’ sorusuna ise Sancar şöyle yanıt verdi:
“Türkiye’de siyasal sistemin zayıf damarı Kürt sorunudur. Hükümeti en fazla vurabilecek, sarsabilecek konu Kürt sorunudur. O nedenle Türkiye’deki tüm sorunların gelip bağlandığı yer Kürt sorunudur. Üstelik çok hassas bir süreç yaşanmaktadır. O nedenle eğer hükümeti sarsmak istiyorlarsa, Kürt sorunundan daha uygun bir alan bulamazlar zaten. Bu durum sadece cemaat için değil, tüm kesimler için geçerli. Ayrıca cemaatin çözüm sürecinde PKK’yi muhatap alan bir müzakere tarzına karşı olduğu da biliniyor .
Nexşeya Kurdistanê li parlemana Tirkiyê ye – Xendan
Parlementerê BDPê yê Colemêrgê Adil Zozanî sê nexşeyên Kurdistanê birin parlemantoyê û diyar kir ku di nav van de nexşeya Kurdistanê heye. Ez ê çarçove bikim û nîşanî kesên ku bixwazin bibînin, bidim.
Zozanî bi bîr xist ku cîgirserokê koma MHPê Yûsûf Halaçoglû gotiye ku “Ji min re pirtûk û nexşeyeke bi navê Kurdistanê bînin, ez ê qebûl bikim. ” Zozanî sê nexşeyên ku dîroka wan 1893 û 1683 ne nîşan da.
Zozanî got: “Di nav van de nexşeya Kurdistanê heye. Ez ê çarçove bikim û nîşanî kesên ku bixwazin bibînin, bidim. Di pirtûkxaneya parlementoyê de pirtûka Şemseddîn Samî bixwazin, di nav wê de penaseya Kurdistanê tê kirin. Ji bo devê we bigre. Ez we pîroz dikim. Piştî van belgeyan derkevin vir û lêborîna xwe bixwazin.”
Cîgirserokê koma MHPê Yûsûf Halaçoglû jî got: Nexşeyên ku Zozanî nîşan dan yên piştî 1890î ne û parast ku ev nexşe ji ber siyasetê hatine çêkirin. Halaçoglû nexşeyeke di tarîxa hezar û 500 salî de hatiye çêkirin nîşan da û wiha axivî: “Li vir Kurdistan hinek jê li Êranê wek herêma Hewlêr, Nûristan û Silêmaniye tê nîşandan. Bi nexşeyên ku li gor siyasetê hatine çêkirin
Parlementera BDPê ya Qersê mulkiye Bîrtaneyê got: “Kurd jî hene Kurdistan jî heye. Kurd çendî caran rastî qetlîeman hatin lê dîsa jî xilas nebûn, hûn Kurdistanê ji mazbeteyan bibin jî Kurdistan tune nabe.”
Cîgirserokê koma BDPê Îdrîs Balûken diyar kir ku serokê dazgeha dîrokê ya Tirkiyê (TTK)ê Metîn Hulagu gotiye ku “Heke rastiyeke Tirkan hebe, rastiyeke Kurdan jî heye, tu maneya wê tune ku em wê înkar bikin. Dema ku em hatin Anadoluyê Kurd li vir bûn. Em di sala 1071î de hatine Anadoluyê, dema ku em hatin kurd li ser vê erdnîgariyê dijiyan, ango di heman demê de ew parçeyekî dîroka tirkan in, tu wateya wê tune ku em wan nehesibînin.”
Parlementerê BDPê yê Bidlîsê Husamettîn Zenderlîoglû wiha axivî û got: “Ez kurd im, Kurdistanî me. Çi mafê Tirkan hebe, divê kurd jî bibin xwediyê heman mafan.”
Îro PDK û Goran bo guftûgo li ser pêkanîna kabîneyê li Hewlêrê civiyan – Peyamner
Îro çarşembe li bajarê Hewlêrê şanda danûstandinkar a Tevgera Goran li gel şanda Partiya Demokrata Kurdistanê (PDK) ji bo guftûgokirin di bareya pîkanîna kabîneya nû ya hikûmeta Herêma Kurdistanê de civiyan.
Îro çarşembe şandeke Tevgera Gorran serdana polîtboruya PDKê li bajarokê Pîrmam (Selahedîn) kir û derbarê awayê beşdarîkirina Gorran di hikûmeta nû de gotûbêjê kirin.
Li gor zanyariyan di evê civînê de herdu alîyan bi awayeke hûr û kûr basa pêkhateya kabîneya taze ya hikûmeta Herêma Kurdistanê û dabeşkirina postan kirine.
Şanda Gorran bi serokatiya Omerî Seyid Elî, û ji endametîya Celal Cewher, Mistefa Seyid Qadir, Aram Şêx Mihemed û Dr. Ako Mihemed pêk dihat.
Şanda PDKê ji Dr. Roj Nûrî Şawês, Fazil Mîranî, Mehmûed Mihemed, Dilşad Şehab û Azad Berwarî pêk dihat.
Tevgera Gorran biryar daye beşdariya kabîneya heştem a Hikûmeta Herêma Kurdistanê bike û PDKê ku di hilbijartinan de yekem bû, pêşwaziya beşdariya ewê tevgerê kiriye.
Kürd düşmanları Afrin’de 170 sivil Kürdü kaçırdı! – Rizgarî Online
Kürdistan’ın Rojava Bölgesinde Irak-Şam İslam Devleti adlı Kürd düşmanı İslamcı örgütün militanları Afrin’in Ezaz kasabasına bağlı Ihris köyüne saldırarak içinde kadın ve çocukların da bulunduğu 170 Kürdü kaçırdı.Basnews´ in aktardığına göre, ANHA haber ajansının geçtiği habere göre, bugün saat 04.30 sularında çoğunun üzerinde uçak savar silahlarının bulunduğu onlarca araçlık bir konvoyla köyü bastı.Tanıklara göre İslamcı militanlar köylüleri köy meydanına toplayarak Köy muhtarı ve ailesine işkence yaptı. Silahlı gruplar daha sonra evleri talan etti ve ardından köyden içinde kadın ve çocukların da bulunduğu 170 kişiyi rehin aldı.
İslamcıların köylülere ait yiyecek ve 112 araca da el koydukları da bildirildi. Kaçırılan sivillerin Çawiş, Elo, Rustem, Birawi, Birimo ve Sixnê köyüne götürüldükleri yönünde bilgiler var.
Irak Şam İslam Devleti silahlı grupları 4 Aralık’ta Halep-Kobani arasındaki Munbic ilçesi ile Cerablus bölgesindeki köylere de saldırarak 50 sivil Kürdü kaçırmıştı.
İslamcıların rehin aldıkları kişilere işkence yaptığı bildiriliyor. Halep yakınlarında bulunan Kestello Köyü yakınlarında 5 Aralık’ta çetelerce kaçırılan ve 3 gün rehin tutulduktan sonra serbest bırakılan B.S adlı kişi gördüğü işkenceleri anlatmıştı.
El Kaide’ye bağlantılı gruplar Halep’in Biedin mahallesinde bulunan Kürdlere yönelik baskılarını da artırtırdı. İslamcı militanlar bu bölgelerdeki Kürdlere ait ev ve iş yerlerini yağmalayarak mahalle sakinlerine bir hafta içinde evlerini terk etmeleri için süre tanıdı. IŞİD bu saldırılarıyla Kürd kent ve bölgeleri arasındaki yolları keserek abluka uygulamaya çalışıyor.
BDP’li Tan ‘Gaza alıştırdınız’ dedi – Habertürk
başkanlık kürsüye gazlı su yolladı TBMM’de İçişleri Bakanlığı’nın bütçe görüşmeleri sırasında söz alan BDP Milletvekili Altan Tan ile Başkanvekili Sadık Yakut arasında gazlı su diyalogu yaşandı. Tan kürsüdeki suyu gösterip “Bizi gaza o kadar alıştırdınız ki rica ediyorum bundan sonra sular da gazlı olsun. Sayın Başkan, sular gazlıyla değiştirilsin” dedi. Bunun üzerine Yakut, talebin dikkate alınacağını söyledi.
‘İSTEDİNİZ GELDİ’
Bunun üzerine kavas suyu gazlısıyla değiştirdi. Yakut da “İsteğiniz üzerine gazlı su gönderildi” dedi. Tan “Attığınız gazlar gibi sahte olmasın” yanıtı verdi. Yakut bunun üzerine “Başkanlık gönderdi efendim, buyurun” derken, İçişleri Bakanı Muammer Güler “İstediniz geldi” diye söze girdi. “Demokrasi istiyoruz, inşallah o da gelir” diye yanıt veren Tan konuşmasının ardından kürsüden ayrılırken Yakut, gazlı suyunu unuttuğunu hatırlattı. Bunun üzerine Tan suyu içti. Tan, konuşması sırasında dinlemelerden de yakındı. “Niye bu kadar millet takip ediliyor? Eşim aradığı zaman ‘Biraz kızgınsan, bir şey söyleyeceksen devlet kayıtlarına girmesin, evde konuşalım’ diyorum. O da ‘Evde de konuşsak ortam dinlemesi olacak. Bari burada konuşalım’ diyor” diye konuştu. Tan, bölgedeki valileri de Başbakan ve İçişleri Bakanına şikâyet etti, “İstirham ediyorum. Bölgenin hassasiyetlerine uygun vali gelsin. Adana Valisi gibi evlere şenlik olmasın. Beyanatı, tarzı, tıraşı, gözlüğü evlere şenlik. Diyarbakır Valisi İzmir’e gitti, kurtulduk. Şimdi İzmir düşünsün” dedi.
13 vekil tepkisi
MUHALEFET milletvekilleri, Genel Kurul çalışmalarında az AK Partili vekil olmasına tepki gösterdi. BDP Milletvekili Adil Zozani, 326 iktidar milletvekilinden grup başkanvekilleriyle birlikte sadece 13 vekilin salonda bulunduğunu belirtti “Ülke sorunları mı önemsizleşti” dedi. CHP ve MHP de Zozani’ye destek verdi.
Bakan Yılmaz’dan Kürdistan tepkisi – Taraf
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Kuzey Irak’ta yayın yapan Rudaw TV’nin meteroloji haberlerinde Türkiye’nin 7 ilini Kürdistan sınırları içinde göstermesine tepki gösterdi
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Kuzey Irak’ta yayın yapan Rudaw TV’nin meteroloji haberlerinde Türkiye’nin 7 ilini Kürdistan sınırları içinde göstermesine tepki gösterdi. Yılmaz, “Bunu ciddiye alınacak bir husus olarak görmüyorum dedi.
Bakan Yılmaz, şöyle devam etti: “Herkes her istediğini söyleyebilir ama bunu söylerken de söylediğinin arkasında durabilmesi lazım. Daha önceleri bunu Türkiye’de çok yaptılar. Hatay’ı Suriye göstermişlerdir. İstanbul’u bir başka yer göstermişlerdir. Herkesin kendince bir kızıl elması, bir hedefi vardır. Ama bunu yapabilmek için bu sözün arkasında durabilmek gerekir. Biz Türkiye olarak kendi topraklarımızdan hariç hiç kimsenin bir karış toprağında gözümüz yok. Bunun için biz yurtta barış dünyada barış istiyoruz. Bunu da samimi olarak söylüyoruz. Bu coğrafyanın da en güçlü devletiyiz. Dolayısıyla biz komşularımızın da barışçıl, dost, kardeşçe yaklaşım göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu yapılanlar dostluğa, kardeşliğe yakışır mı. Uygun olur mu. Dışarıda nasıl algılanır diye düşünmesi ve ona göre davranması lazım.
15 milyarlık seçim bütçesi’ iddiası – Sabah
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) dün gerçekleştirilen 25. Genel Kurulu toplantısında “seçim bütçesine” yönelik tartışmalar damgasını vurdu. “Geçmişte siyasetçiler siyasette rekabet yapardı. CHP vardı, Demokrat Parti vardı, ANAP vardı. Aramızda bir rejim sorunu yoktu. Şimdi sorun, bir rejim sorunu” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Maliye Bakanlığı bütçesine belediyelere vermek üzere 15 milyar 802 milyon 919 bin TL eklendiğini savundu. Kılıçdaroğlu şöyle dedi: “Benim vergimle, benim aleyhime olacak bir seçim sonucu için para koyuyorsunuz. E cetveline koymuşlar ki, kimse fark etmesin diye. Bu anayasaya aykırı.” Kılıçdaroğlu’nun ardından söz alan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Kılıçdaroğlu’nun “bütçe” iddialarını yalanladı. Telefonda Maliye Bakanı ile görüştüğünü ifade eden Çelik, “Genel Başkan, yerel seçimler için 15 milyar lirayı ayırdığımızı söyledi. Çok şaşırdım. O konuşma yaparken ben Maliye Bakanını aradım. Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek böyle bir şeyin söz konusu olmadığını söyledi. Yani söz konusu para çok büyük bir para, 3 ay için bunun plan ve bütçesini yapmak imkânsız” dedi.
BDP adayı meğer cezaevinde AK Partili olmuş! – Radikal
Halit Oral, yerel seçimlerde BDP’den Ağrı Doğubayazıt Belediye Meclis üyesi aday adaylığı için başvuru yaparken Ak Partili olduğunu öğrendi
AĞRI – Ak Parti ‘ye üye yapıldığı dönemde siyasi suçtan cezaevinde olduğunu iddia eden Halit Oral, yanlışlığın düzeltilmesini istedi. Arkadaşı Fevzi Alkan’ın da kendisi gibi aynı partiye üye yapıldığını vurgulayan Oral, ” BDP ‘den Belediye Meclis üyesi olmak için ilçe başkanlığına başvurdum. Görevliler evraklarımı genel merkeze göndermiş. Genel merkezin yaptığı başvuruda ise Ak Parti üyesi olduğum ortaya çıkıyor. Bunun üzerine Ak Parti Doğubayazıt İlçe Başkanlığına gittim ve üyeliğimi iptal ettirdim. Arkadaşım olan Fevzi Alkan’ın da aynı partiye üye olduğunu öğrendik” dedi.
Ak Parti Doğubayazıt İlçe Başkanı Sena Geçit ise “Üyelikten haberim yok. Benden önce yapılmış. Talep üzerine toplandık ve şahısların istifalarını kabul ettik” diye konuştu.
Hançer timine dokuz müebbet – Taraf
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde 2 DTP’liyi öldürdükleri gerekçesiyle haklarında dava açılan ve ikişer kez müebbet hapis cezasına çarptırılan “Hançer timi adlı kontrgerilla örgütlenmesinde yer alan 9 kişinin cezasını onayladı
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde 2 DTP’liyi öldürdükleri gerekçesiyle haklarında dava açılan ve ikişer kez müebbet hapis cezasına çarptırılan “Hançer timi adlı kontrgerilla örgütlenmesinde yer alan 9 kişinin cezasını onayladı.
Şırnak’ta hayvan tüccarlığı yapan kapatılan DTP üyesi Ferhat Ediş ve Necman Ölmez, 2009’da Beytüşşebap’ta başları taşla ezilerek öldürüldü. Savcılık soruşturma açarken, olay yerinden alınan sigara izmariti, kanlı peçete, kanlı yaprak ve 12 adet kanlı taş incelenmek üzere Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Kan örnekleriyle olay yerinde elde edilen numuneler karşılaştırılarak DNA profilleri çıkartıldı. Sanıklardan Yunus ve Nasır Akdoğan’a ait DNA profili tespit edildi. 6’sı korucu 9 kişi hakkında “iştirak halinde tasarlayarak öldürme suçlamasıyla dava açıldı.
Fadime Ayvalıtaş oğlunun yanına gömüldü – Radikal
Gezi Parkı protestolarının ikinci gününde Ümraniye’de eylem yaparken bir cipin çarpması sonucu hayatını kaybeden Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi Fadime Ayvalıtaş bugün toprağa verildi. Dün hayatını kaybeden acılı anne, oğlunun yanına defnedildi.
İSTANBUL – Gezi Parkı protestoları sırasında Ümraniye’de eylem yaparken bir otomobilin çarpması sonucu ölen Mehmet Ayvalıtaş’ın (20) dün yaşamını yitiren annesi Fadime Ayvalıtaş’ın cenaze törenine Gezi eylemlerinde hayatını kaybeden Ethem Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz’ın aileleri de katıldı. Sarısülük ve Korkmaz aileleri, aynı acıyı yaşayan Ayvalıtaş ailesini teselli etti. Oğlunun yanına defnedilen Fadime Ayvalıtaş için cenaze namazının ardından bir de yürüyüş düzenlendi.
Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde dün yaşamını yitiren Fadime Ayvalıtaş, için Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Cemevi’nde tören düzenlendi. Törene Ayvalıtaş’ın ailesi, CHP İstanbul milletvekili Mahmut Tanal, Gezi olaylarında hayatını kaybeden Ethem Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz’ın aileleri, Taksim Dayanışması üyeleri ve sevenleri katıldı. Aralarında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu , BDP İl Başkanlığı, Taksim Dayanışması’nın da bulunduğu çok sayıda sivil toplum örgütüne ait çelenkler dikkat çekti. CHP milletvekili Mahmut Tanal, yaptığı açıklamada “Rahmetli Mehmet’in acısına dayanamadı. Acı nedeniyle gitti. Sorumlusu siyasal iktidardır. Hükümettir. Hepimizin başı sağ olsun. Annesi Mehmet’in yokluğuna dayanamadı. Kalbi dayanamadı” dedi. Taziyeleri kabul eden acılı eş Ali Ayvalıtaş’ı Sarısülük’ün ağabeyi Mustafa Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz’ın babası Şahip Korkmaz teselli etti. Acılı eş Ali Ayvalıtaş ise, gözyaşları içinde “Gerçek anne gerçek baba böyle olur. Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın. Oğluna dayanamadı. Ailemi de kaybettim” şeklinde konuştu. Öğlen saatlerinde Fadime Ayvalıtaş için cenaze namazı kılındı. Namazın ardından cenaze araca götürülürken yakınları sinir krizi geçirdi.
Törenin ardından katılımcılar tarafından yürüyüş düzenlendi. Cemevinin önünden cenaze arabasıyla beraber yürüyüşe geçen yaklaşık bin kişi Fadime Ayvalıtaş’ın evinin önüne kadar yürüdü. Katılımcılar yol boyunca “Annelerin öfkesi katilleri boğacak”, “Her yer Taksim her yer direniş” ve “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek” şeklinde slogan attı. Mustafa Kemal Köprüsü’nde Mehmet Ayvalıtaş’ın öldüğü yerde duran kalabalık bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Yaklaşık bir saat süren yürüyüş boyunca yollardaki trafik akışı cenaze yakınları tarafından sağlandı. Ayvalıtaş’ın cenazesi götürüldüğü evinin önünde helallik alınmasının ardından oğlu Mehmet Ayvalıtaş’ın yanına defnedilmek üzere Çekmeköy Mezarlığı’na götürüldü.
Erbil petrolü Ceyhan’da – Y. Şafak
Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin çıkardığı petrol ilk kez Türkiye’ye akmaya başladı. Şimdilik günde 35 bin varil ham petrol, Yumurtalık Ceyhan hattına pompalanacak. Erbil, 2014’ün sonunda kapasiteyi günlük 400 bin varile çıkaracak.
Irak Kürdistan Bölgesinden ilk ham petrol sevkiyatı dün sabah saatlerinden itibaren Yumurtalık Ceyhan hattına pompalanmaya başlandı.
Geçtiğimiz ay sonunda Ankara’ya gelen Irak Kürdistan Bölgesel yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile imzalan Petrol sevkiyatı ve 6 petrol sahası ile ilgili mutabakat anlaşmalarının hayata geçtiği belirtilerken, Kürt yönetimi, 35 bin varil petrolü dün itibari ile Yumurtalık Kerkük hattına akıtmaya başladı. Haziran ayına kadar kapasiteyi 150 bine varile çıkarmayı hedefleyen Kürt yönetimi, 2014’ün Ekim ayına kadar kapasiteyi 400 bin varile çıkarmayı planlıyor.
YENİ HATTIN FİZİBİLİTESİ TAMAM
Barzani’nin Ankara ziyaretinde, Enerji Bakanlığının Kuzey Irak’taki petrol sahaları için kurduğu Turkish Energy Company’ni (TEC) ile imzalan 6 petrol sahası anlaşması ile ilgili sürecinde hız kandığı belirtildi. Kürt yönetimi, 6 petrol sahasını 2014 Mart ayında teslim edeceği, Temmuz ayının ilk haftasında ise sondaja başlayacağı öğrenildi.
Kürt kaynaklardan edinilen bilgiye göre, 14 Ocak tarihine kadar 35 bin ila 50 bin varil arasında bir sevkiyatını yapılacağı 15 Ocak itibari boru hatlarındaki basınç düzeyi de dikkate alınarak her gün artarak kapasitenin maksimum düzeye ulaşmasının sağlanacağı belirtildi. Yapımı tamamlanan ve dün ilk petrol sevkiyatının başladığı KRG-Kerkük-Yumurtalık boru hattına paralel iki boru hattının yapımı konusunda Ankara ile mutabakat
anlaşması imzalayan Barzani yönetiminin, iki boru hattı ile ilgili fizibilite çalışmalarını tamamladığı öğrenildi.
‘İKİ TARAFI DA BAĞLIYOR’
Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti sözcüsü Safin Dizayi önceki gün yaptığı açıklamada ‘Petrol gönderme anlaşması Türkiye ve Kuzey Irak arasında imzalanmıştır ve her iki taraf için bağlayıcı. Zaman ve teknik meseleler söz konusu’ dedi. Türkiye ile 20 gün önce anlaşmaya varıldığını söyleyen Dizayi ‘Petrol ihracatı için Neçirvan Barzani’nin Bağdat ziyaretinin beklendiği doğru değil, teknik olarak hazır olduğunda gönderilmeye başlanacak’ dedi.
GÜNDEMİMİZDE DOĞALGAZ VAR
TEC’in bölgede BOTAŞ adına doğal gaz sondajı da yapacağı öğrenildi. Taraflar arasında mutabakata varılan bir diğer sürpriz ise doğal gaz konusu olmuştu. Kürt kaynaklardan alınan bilgiye göre TEC’in bölgedeki 9 doğal gaz sahası ile doğrudan ilgilendiği belirtilirken, Kürt yönetiminin de TEC’in taleplerine olumlu baktığı öğrenildi. TEC’in Doğal gaz işine girmesi durumunda RUS enerji devi Gasporomdan sonra ikinci büyük Doğalgaz şirketi olacağı belirtiliyor.
İKİNCİ HATTIN TEMELİ NEVROZ’DA
İkinci boru hattının doğrudan Kuzey Irak’tan başlayıp Yumurtalık’a kadar inşa edileceği ve yapımına da 21 Mart 2014’de yani ‘Newroz’da başlanacağı öğrenildi. Doğalgaz ihracının da 2015’te başlaması bekleniyor. Türkiye, Kuzey Irak’tan yılda bin 10 milyar metreküplük doğalgaz ihracatı gerçekleştirmeyi planlıyor.
Elektrikte kesintiler aksaklıktan
Enerji Bakanı Taner Yıldız, İstanbul ve Ankara’nın da aralarında bulunduğu bazı şehirlerde yaşanan elektrik kesintilerininin kış şartlarından kaynaklandığını söyledi. Sistematik bir kesinti öngörülmediğini kaydeden Yıldız, fırtına yüzünden tankerlerin rafinerilere yanaşamaması, trafoların patlaması gibi nedenlerden kesintilerin yaşandığını ancak bugün için bir aksaklık beklemediklerini belirtti. Yıldız, ‘Bu manada vatandaşlarımızın da rahat olmasını söylemek isterim’ dedi.
Dışta tek, içte eşit egemenlik – Milliyet
Kıbrıs’ta, Rumların “ortak metinde” kullanmak istediği “tek egemenlik” cümlesiyle tıkanan süreç Ankara ve KKTC’nin son hamlesi ile çözülme yoluna girdi. Türk tarafı, “dışta tek, içte ise Türk ve Rum halklarından kaynaklanan egemenliğin” olacağı bir öneriyi masaya koydu. Rumlar, Ada’da tek halk iki toplum olduğunu savunuyor.
Ada’da KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile bir araya gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “ortak metinde yer alan tek egemenlik nedeniyle çıkmaza giren görüşmelere yeni bir ivme kazandırdı. Eroğlu, Davutoğlu ve heyetler tarafından Rumlara son kez sunulan “ortak metinde BM parametreleri gözeltildi ve “Dışa yönelik tek, içte ise KıbrıslıTürk ve Kıbrıslı Rum halklarından kaynaklanan egemenliğin olacağı formül önerildi. Milliyet’in diplomatik kaynaklardan edindiği bilgilere göre Ankara ile KKTC arasında, Rumların görüşmeleri çıkmaza sürükleme gayretlerine “son diyecek bir çalışma yapıldı. KKTC yönetimi ve Ankara’nın üzerinde mutabık kaldığı öneride “egemenlik konusuna dikkat çekildi. Ortak metinde, “Bir toplumun diğer toplum üzerinde egemenlik iddia edemeyeceği, tahakküm kuramayacağı, eşit statüde kurucu iki devletin olacağı, iç ve dış vatandaşlıkların bulunması gerektiği kaydediliyor. Kıbrıslı Rumlar, çözümün “tek egemenlikli olmasını istiyor.
Tam bir görüş birliği
KKTC’ye bir günlük ziyaret gerçekleştiren Davutoğlu da, Cumhurbaşkanı Eroğlu ve hükümet yetkililerini ziyaret etti. Eroğlu ile önce baş başa daha sonra ise heyetler arası görüşmeler yapan Davutoğlu yapılan ortak basın toplantısında, “Kıbrıs ’ta barışın parametreleri bellidir. Bu parametreler üzerinde herkesin aklıselim içerisinde yaklaşması lazım dedi. Liderlerin bir an önce buluşması gerektiğini kaydeden Davutoğlu, “Önemli olan sade metinler değil liderlerin göstereceği siyasi irade ve kararlılıktır. Sayın Anastasiadis ve Kıbrıs Rum tarafının artık bu müzakereleri sürüncemede bırakmaya dönük bir taktik manevra değil, kalıcı bir barışı harekete geçirecek gerçek bir müzakereyi başlatmalarıdır diye konuştu. Davutoğlu şöyle devam etti “Kıbrıs Türk halkı izolasyonlar altında inlerken, önü açık bir müzakereyle sürekli bu statükonun devamına ve bir gün ‘Kıbrıs Türk halkı bıkar da haklarından feragat eder ’ gibi bir anlayışla yaklaşıma izin verilmeyeceğini de herkesin bilmesi lazım. Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis’e, “Kronikleşmiş hale gelen Kıbrıs sorununu bir an önce çözelim, ayak sürme masaya gel çağrısı yapan Eroğlu da, “Aramızda tam bir görüş birliği vardır dedi. KKTC lideri, “Kıbrıs Türk tarafının esnek ve yapıcı tavırlarına karşılık Rumların, katı bir tutum sergilediğini kaydetti. Milliyet’e konuşan diplomatik bir kaynak, “BM artık, redci bir tavır sergileyen Rumlara dur demek zorunda dedi.
Downer elçilikte
Diğer yandan Davutoğlu, BM Genel Sekreteri ’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer ile de Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği’nde biraraya geldi. Davutoğlu ile Downer’ın ortak metin konusunda görüş alışverişinde bulunduğu bildirildi. Downer’ın Rumların “yasadışı ilan ettiği Büyükelçilik binasında Davutoğlu ile görüşmesi dikkat çekti. Kıbrıslı Rumlar ise Downer’e ateş püskürdü.
Eylemciye şiddet başkanı götürdü – Milliyet
Ukrayna’da haftalardır süren gösterilerde eylemcilerin taleplerinden biri ilk kez karşılandı. Yanukoviç, sert polis müdahalesi yüzünden Kiev Belediye Başkanı’nın görevine son verdi.
Üç haftayı deviren Avrupa Birliği (AB) yanlısı gösterilerin ardından Ukrayna hükümeti eylemlerde dile getirilen bir talebe sonunda karşılık verdi. Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Kiev Belediye Başkanı Aleksandr Popov’u görevden aldığı açıklandı. Popov’un, 30 Kasım’da başkent Kiev’deki Bağımsızlık Meydanı’nda toplanan eylemcilere polisin sert müdahalesiyle ilgili açılan soruşturma kapsamında “vatandaşların anayasal haklarının ihlal edildiğine yönelik Ukrayna Başsavcılığı kararı nedeniyle görevinden alındığı bildirildi.
Ukrayna Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Yardımcısı Vladimir Sivkoviç de aynı nedenle görevden alındı. Ukrayna Başsavcılığı, olaylar sırasında görevde olan Kiev polis müdürü ve yardımcısı hakkında da soruşturma başlattı. Savcıların zanlıları ev hapsine koymaya çalışacağı belirtildi. 30 Kasım’da polisin sabaha karşı yaptığı müdahalede göstericiler yerlerde sürüklenmiş, çoğu kişi yaralanmıştı. Göstericiler olaydan sorumlu olduğunu düşündükleri Başbakan Mikola Azarov ve İçişleri Bakanı Vitali Zakharçenko’nun da istifasını talep ediyor.
60 bin iktidar yanlısı sokakta
Cumartesi günü Yanukoviç’in muhalefetle yaptığı görüşmeden memnun kalmayan AB yanlıları, tekrar Bağımsızlık Meydanı’nda protesto için toplandı. Kiev’deki Avrupa Meydanı’nda ise iktidarda bulunan Yanukoviç’in partisi Bölgeler Partisi’ni destekleyenlerin mitingi vardı. Yanukoviç’in fotoğrafının bulunduğu pankartların taşındığı eylemde Başbakan Nikolay Azarov, basının taraflı tutumundan yakındı.
Parti flamaları ve Ukrayna bayrakları ile donatılan miting alanında bir konuşma yapan Azarov, hükümetin AB ile serbest anlaşma şartlarının iyileştirilmesi ve Rusya ile dış ticaretten doğan kayıpların indirilmesi için girişimlerde bulunduğunu ifade ederek hükümet karşıtı göstericileri eylemlerine son vermeye çağırdı. Bazı kaynaklar hükümet yanlısı mitingde 60 bin kişinin olduğunu aktardı. İki eylem birbirine çok yakın bir mesafede gerçekleştiği için polis yüksek güvenlik önlemleri aldı.
Lavrov: Batı’nın gerçeklik duygusu gidiyor
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ukrayna’daki gösterilerle ilgili yaptığı açıklamada Batılı devletlerin Ukrayna ve AB arasında imzalanması beklenen anlaşma konusunda “gerçeklik duygusunu yitirdiğini söyledi. Rusya resmi haber kanalı Rossia-24’e konuşan Lavrov, “(Rusya Devlet Başkanı) Vladimir Putin, Ukrayna devleti ve halkının vereceği karara herkesin saygı duyması gerektiğini birçok kez tekrarladı, Avrupalılar ise Ukrayna’nın AB lehine verdiği karara saygı duyulmalı diyor. Sanki Ukraynalılar için karar verdiler ve geri kalanlar buna saygı göstermeli. Üzüntü verici bir düşünce dedi.
“Meclisi kuşatma” adıyla gerçekleştirilen gösteri olaysız biterken, yaklaşık 1000 gösterici için 1500’e yakın polisin görev yapması dikkat çekti.
TO OUR PEOPLES AND THE PUBLIC OPINION – Koma Civaken Kurdistan – Info
With the killing of Bêmal Tokçu, the number of the crimes committed by the Turkish police raised to three. We convey our condolences to the family of Bêmal Tokçu and all the Kurdish People. Those who committed these murders will certainly be held accountable for them. The AKP administration has normalized the crimes committed by the police in Kurdistan and Turkey. No police crime undergoes trial, just as the killers are left unpunished. The police heartened by this indifference are easily showering bullets on the people. The only difference between the recent AKP practices and those of the 90s is that at those times people were being killed in numbers of ten, but recently the AKP’s witch-hunt practices kills the Kurds two by two or three by three. The Turkish media’s silence on these crimes demonstrates they are continuing with their complicity of the 90s. Obeying the instructions of the centers for waging special war, The Turkish press is conniving with the crimes committed in Kurdistan.
If there is any provocation in Gever, the provocateurs are those who opened fire on the people. These attacks have been carried out by those who want to silence the Kurds through repression and violence. Remaining silent on these crimes and repression does not help stopping them. As a matter of fact, the aim of oppressors and mass killers is forcing the Kurds into submission and silence.
The AKP government, on the one hand, remains silent on the killing of the Kurds and, on the other hand, tries to disguise its reality by claiming that “ [the Kurds] are resorting to terror in fact, the pot is calling the kettle black. But, as the Turkish public opinion and our people know, the Kurdish Freedom Movement has many times ensured non-conflict environments and hence provided the AKP government with the necessary opportunity to take steps. But, instead of taking steps, the AKP government has always escalated its political and military offences after all the elections, which they think has strengthened their position. Despite these plain facts, accusing the Kurds of ‘resorting to actions before any elections’ demonstrates special-war-oriented nature of the AKP administration which makes utmost use of psychological warfare. By waging a psychological war based on lies they want to disguise their own aggressiveness and leave our people inactive.
These attacks are carried out at a time when the guerrilla holds its non-conflict position. As a matter of fact, the Turkish state has been infringing the non-conflict situation from the very beginning of the process. The construction of new military posts, restoring the old ones, and building dams, roads, and airports for military purposes in order to speed up the cultural genocide process are activities which end the non-conflict situation. These activities can have no reason other than war-preparation purposes. These practices give the guerrilla the legitimate right of carrying out action against the ongoing construction of military posts, dams, roads and airways. Particularly, the guerrilla keeps its own right of retaliation against the offences and crimes against the civilians. No-conflict can in no way be interpreted as the silence of one side and the military preparation and aggression of the other side.
Our people and the Turkish public opinion should observe that the offences of the Turkish state are bringing the non-conflict situation to an end. By committing these crimes the Turkish state is always keeping alive the grounds for conflict. Here is the provocation and the repressing the Kurds’ hope for freedom. The Turkish public opinion should observe these facts and demonstrate their clear attitude towards the government’s policies. Unless these crimes and the government’s policy of normalizing them are strongly opposed, neither the democratization of Turkey nor the democratic settlement of the Kurdish question will be ensured. Unless the government’s recent policies are protested, the hitherto non-settlement policies will not be brought to an end. Therefore, democratic forces and the public opinion have important responsibilities to fulfill.
Our people should in no way remain silent against these crimes. They should not let the normalization of these crimes. Otherwise, they will continue. Therefore, our people should take to the streets and continue protesting the crimes in Gever. They should demand punishing of the murderers. Prime Minister Erdogan’s mind-set and his everyday ritual of ‘one nation, one country, one flag and one state’ should also be protested because this rhetoric leads to the continuation of non-settlement situation and encourages the murderers. The Kurdish question will not be settled unless the AKP administration and the Turkish state leave this mentality and rhetoric.
The government should know that these aggressions and crimes puts an end to the non-conflict situation and give us the right for retaliation. Therefore, the government should go beyond mere election plans, leave distraction attitudes, adopt a serious approach towards the steps taken by Leader APO and the Kurdish Freedom Movement, and show its democratic will for significant and deep negotiations. This is the only way for a lasting non-conflict environment a democratic solution to the Kurdish question.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info