11 Eylül 2019 Çarşamba Saat 11:10
0
21
TR
:” ”
:””
” “,
:” ”
Hükümetler geldi geçti,
başbakanlar değişti, cumhurbaşkanları değişti, meclisteki vekiller defalarca
değişti, bakanlar kurulu kaç defa değişti, ama 12 rejimi değişmedi, çoğalarak
ve daha da şiddetlenerek devam ediyor. 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbeyi
sadece bir askeri bir darbe olarak görmek yanlış olur. 12 Eylül, Türkiye’de bir
sistem yarattı. Darbenin amacı sadece gelişen toplumsal mücadeleyi bitirmek,
ezmek değil, mücadele edemeyen, direnmeye cesaret edemeyen, korkak,
edilgen ve pasif bir toplum yaratmayı hedefledi. 12 Eylül’ü, 12 Mart’ın bir
devamı olarak ta değerlendirebiliriz. Toplum karşıtı ilk darbe 12 Mart 1971’de
oldu, sol ve demokratik kesimler hedeflenerek, toplumsal mücadelenin önüne
geçilmek, bitirilmek istendi.
1970 lerde CHP belli aralıklarla
hükümet olmasına rağmen, radikal solun direnişinden ve toplumsal mücadelenin
yükselişinden rahatsızlık duyuyordu. 1970’li yıllarda CHP’li olup ta bir süre
başbakanlık yapmış olan Nihat Erim, 1960 anayasasının getirmiş olduğu bazı
demokratik haklar için ” bu anayasa bu topluma çok lüks ” demişti. Dönemin
genel kurbay başkanı Mehduh Tağmaç ta benzer sözler söyleyip ” toplumsal
gelişim ekonomik gelişimi geçti ” deyip, toplumsal mücadelenin önlenmesi
ya da en azında denetim altına alınması gerektiğini söylüyordu. Toplumsal
mücadele 1970 lerle beraber gelişmeye başlamış, git gide bütün ülkeye
yayılıyor, sistemi titretiyordu. Özgürlük Hareketi de bu devrimci ortamda filizlenmiş,
var olmuştu. Aslında sağ sol iktidar mücadelesi sadece dışarıda kitlesel bazda
gerçekleşmiyor, aynı zamanda, devletin bütün kurumları içinde de karşıt
örgütlenmeler şeklinde kendisini gösteriyordu. 1980 öncesi, solcu polisler ve
solcu subaylarda kendi içlerinde örgütlü olup, çeşitli dernekler çatısı altında
toplanıyorlardı. Yani hayatın her alanında büyük bir toplumsal mücadele vardı
ve geleneksel iktidar odakları gelişen toplumsal mücadeleyi kendi gelecekleri
için tehlikeli buluyorlardı.
12 Mart ve 12 Eylül askeri
darbelerinin arkasında NATO ve Batı emperyalist güçlerle onların Türkiye’deki
yerel ayakları olan komprador işbirlikçi burjuvazi var. Türkiye’de olası bir
devrim, sermayenin sonunu getirebilirdi, bütün servetlerini kaybedebilirlerdi.
Bundan korkan bir Tüsiad ve global sermaye güçleri, hem bu toplumsal mücadeleyi
bitirmek ve hemde Türkiye üzerinde siyasi ve ekonomik olarak daha çok hakimiyet
kurmak için, 12 Eylül askeri darbesini yaptırdılar, bütün sol, sosyalist,
yurtsever, devrimci güçleri hedefleyerek bitirmek istediler. Sadece belli
bir devrimci kesim üzerinde değil, aslında bütün toplum hedeflendi,
devrimcilere sempati duyan sol ve devrimci güçlerin örgütlü olabilecekleri
bütün şehirler, köyler ve mahalleler günlerce hatta aylarca asker ablukasına
alındı. 12 Eylül bütün Türkiye’yi açık bir hapishaneye çevirmişti, binlerce,
onbinlerce devrimci demokrat ve yurtsever insan tutuklanarak zindanlara
konuldu, bir o kadarıda yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Sadece 2 yılda 200
devrimci işkenceyle ve asılarak öldürüldü. 12 Eylül, zindan içinde zindan
yaratmak demektir. Darbe sadece devrimcileri zindana koymakla kalmadı,
devrimcileri siyasi amaçlarından vazgeçirmek için insanlık dışı ne varsa
hepsini denediler ve sonuç almak istediler. Zindanda devrimciler siyasi
hedeflerinden vazgeçirilip, esir alınırsa, dışarıdaki mücadele daha kolay
bastırılır ve toplum ürkütülür, müdaceleye destek olmaz hesabını yapıyorlardı,
darbeci güçler.
12 Eylül’ü çok yönlü olarak
değerlendirmek mümkündür. Hem bir baskıcı darbe, hem Türkiye’yi dışarıya daha
çok bağımlı hale getiren bir rejim, hem anayasayı değiştirip işçi haklarını ve
ücretlerini dondurma, hem serbest piyasa ekonomisini daha çok yaygın hale
getirme, kamu mülkiyetlerini özelleştirme ve herşeyi özel holdinglere satma ve
hemde korkak ve pasif bir toplum yaratmayı hedefledi 12 Eylül. Dikkat edilirse
1980 lerde Türkiye’de korkunç bir zam dönemine girildi, her şeyi özelleştirme
kampanyaları başlatıldı, her hafta zam üstüne zam yapılıyordu, ülkenin kapıları
ardına kadar açılmıştı global sermaye güçlerine . Özallı yıllar, global
sermayenin Türkiye’yi hem siyasi ve hemde ekonomik olarak kuşatma altına aldığı
yıllardı ve bu kuşatma hala devam etmektedir. En son AKP eliyle onlarca kamu
mülkiyeti özelleştirildi, satıldı. Özellikle 12 Eylül sonrası oluşan
hükümetlerin hepsi global sermayenin ve onun ülke içindeki uzantısı ve
temsilcisi olan Tüsiad’ın direk temsilciliğini ve hizmetçiliğini yapmışlardır.
Bu arada Özalla sivil olarak yoluna devam eden 12 Eylül rejimi Türkiye’de
mafyavari ve çetevari bir hırsızlar hükümetleri yarattılar. Her tarafta hırsız,
mafya ve çeteler türedi, devletin içi çetelerle doldu, yolsuzluk, hırsızlık,
rüşvet ve devletin parasını yan cebe koymak bir kültüre dönüştü, iktidara gelen
partiler zenginleşerek gittiler. Sadece bu kadarla kalınmadı, toplumsal bir
yozlaşma ve çürüme başladı.
1980 öncesi Toplumsal sorunlara
ilgi duyan bir toplum 1980 sonrası, FUTBOL ve MAÇA ilgi duymaya başladı.
Devrimci müzik yerine, arabesk dinlemeye başlandı, yerli malı yerine, yabancı
mala özenme ortaya çıktı. Kısaca 1950 lerde o çokça söylenen söz uygulandı,
yani Türkiye küçük AMERİKA oldu. Zengin birinin serveti TL üzerinde değil,
Dolar üzerinde hesaplanıyor, yani falanca zenginin işte 2 milyar TL parası var
denmiyor, 2 milyar Doları var deniyor. Falanca zenginin yalısı 100 milyon TL
denmiyor, 100 milyon Dolar deniyor. Türkiye her bakımdan büyük bir yıkım ve
yozlaşma yaşadı ve tabi bu yıkım en çok ta yıllar sonra ekonominin dibe
vurması, toplumsal yozlaşma ve çürümede kendisini gösterdi . Son zamanlarda
dövizin yukarı fırlamasıyla, bazı ülkelerde TL, kurdan çıkarılıp değeri olmayan
ve işe yaramayan paralar grubuna dahil edildi. İşte son 39 yıldır Türkiye’yi
yöneten bütün hükümetler aslında her ne kadar sivil hükümetler olarak
görünselerde, aslında içleri ve uygulamaları özel savaş hükümetleri olan, 12
Eylül’ün baskıcı uygulamalarıdırlar. 12 Eylül daha da kötü bir şekilde devam
ediyor. Kürdistan aslında her zaman cunta sistemiyle yönetildi. Son 30 yılda ve
özelliklede son yıllarda Kürdistan tam bir savaş ülkesi haline getirilip,
şehirler ve köyler tanınmaz hale getirildi. Bu saldırılar son zamanlarda
artarak devam ediyor. Yasal zemindede Kürtlere ait ne varsa hedef haline
getirilmiş bulunuyor. Kürdistan’da HDP belediyeleri bilindiği gibi hem saldırı
altındadır hemde kayyumlar atanıp, Kürtlerin iradesi tanınmıyor.
AKP hükümeti, 12 Eylül rejimini
temsil ediyor. Zaten siyasal İslamcı güçler, 12 Eylül’ün bir ürünü olarak
peydalandılar. Şu an, Türkiye’nin hiçbir döneminde olmadığı kadarıyla dinci
cemaat ve tarikat ülkenin başına bela edildi. 12 Eylül en çok kendisini Amed
zindanlarında sonuca ulaştırmak istemiştir, ama en çokta Amed zindan
direnişlerinde ve dışarıda gelişen büyük direnişlerle gereken dersi almıştır.
Kürdistan Ulusal Devrimci Mücadelesi, 12 Eylül’ün hasaplarını ters yüz etmiş,
12 Eylül’ün en azından Kürdistan’da defterini dürmüştür. 12 Eylül rejimi ve
geleneksel inkarcı sistem, Kürdistan’da siyaseten iflas etmiştir. 12 Eylül,
Türkiye’ye her yönden çok kan kaybettirdi ve toplum hala bunun enkazı
altındadır. Kürdistan Ulusal Devrimci Hareketi. 12 Eylül rejiminin yarattığı ve
toplumu esir ettiği baskıcı sistemi bütün Türkiye ve Kürdistan’da ortadan
kaldıracak, yeni bir yaşamın temellerini inşa edecektir. Türkiye ve Kürdistan’da
yeni ve özgür bir yaşamın kurulacağına olan inanıcımız tamdır…
Kemal SÖBE
0
21
TR
KO
:” ”
:””
” “,
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html