• kurdî
  • العربية
  • Anasayfa
  • Haber
  • Makale
  • Araştırma
  • Politik Analiz
  • MİT Gerçekleri
  • Tüm Bölümler
    • Anketler
    • Duyurular
    • Röportaj
    • Editörden
    • Ekoloji
    • Ekonomi
    • Kadın
    • Gençlik
    • Dış Basından
    • Kürdistan Tarihi ve Dili
    • Kim Kimdir?
    • Basın Bültenleri
    • Basından Seçmeler
    • Kronoloji
    • Belge
    • Dizi Yazı
    • Okuyucudan
    • Özgürlük Perspektifleri
    • Serbest Yazılar
    • Teknoloji
    • MİT Gerçekleri
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Anasayfa
  • Haber
  • Makale
  • Araştırma
  • Politik Analiz
  • MİT Gerçekleri
  • Tüm Bölümler
    • Anketler
    • Duyurular
    • Röportaj
    • Editörden
    • Ekoloji
    • Ekonomi
    • Kadın
    • Gençlik
    • Dış Basından
    • Kürdistan Tarihi ve Dili
    • Kim Kimdir?
    • Basın Bültenleri
    • Basından Seçmeler
    • Kronoloji
    • Belge
    • Dizi Yazı
    • Okuyucudan
    • Özgürlük Perspektifleri
    • Serbest Yazılar
    • Teknoloji
    • MİT Gerçekleri
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Anasayfa Bölümler Özgürlük Perspektifleri

Verimli Hilal Kaynaklı Toplumsal Gelişme ve Yaşamı Doğru Yorumlamak

Yayınlayan Lekolin
15 Mart 2020
Kategori: Özgürlük Perspektifleri
250 10
A A
Verimli Hilal Kaynaklı Toplumsal Gelişme ve Yaşamı Doğru Yorumlamak
Facebook İle PaylaşınTwitter İle Paylaşın

28 Aralık 2009 Pazartesi Saat 13:11

Yöntem sorununda da uzunca üzerinde durmaya çalıştığım konu, toplumsal gerçekliklerin insan eliyle ‘inşa edilmiş gerçekler’ olduğudur. Bu konu o kadar önemlidir ki,

0

21

TR

:” ”

:””

” “,” ”

” ”

Bu başlık altında büyük bir önemle açıklamaya çalıştığım
husus, belli bir toplumsal zaman ve mekân boyutunun belli bir yaşam tarzı
üzerindeki etkisine ilişkindir. Yöntem sorununda da uzunca üzerinde durmaya
çalıştığım konu, toplumsal gerçekliklerin insan eliyle ‘inşa edilmiş gerçekler’
olduğudur. Bu konu o kadar önemlidir ki, tam anlamını bulmadan girişilecek her
tür bilinçlenme faaliyeti ‘öğrenmeyi’, ‘anlamı’ cehaletin ve anlamsızlığın
konusuna dönüştürülebilir. İddiam odur ki, kapitalist modernitedeki cehalet,
büyük dinlerin çıkış koşullarında eleştirip lanetledikleri ‘Ebucehil’
cehaletinden daha büyüktür. Bunun da en temel nedeni, belki de en sığ
materyalizm çıkışlı din olan pozitivizmdir. ‘Olguculuk’ olarak tercüme
edebileceğimiz bu din, bizzat insan zihniyetinin ürünü olma karakterinden ötürü
zaten metafiziktir.

 

İnsanın zihniyet itibariyle metafizik karakterli bir varlık
olduğunu bu amaçla yöntem bölümünde uzunca işlemiştim. Pozitivizm, farkında
olmadan, bu olguculuğun eski dönemin en sığ ‘putçuluğu’ olduğunu göremiyor.
Olguculuk = putçuluk ideamı önemle ileri sürüyorum. Olguculuk bir gerçeği
yorumlayış biçimi değildir. Ne kadar tersini iddia etse de, olgulara dayalı
bilimin felsefesi de değildir. Çünkü böyle bir felsefe olamaz. Göze çarpan,
kulağı titreten her görüntü ve ses olgudur. Her hissediş de olgudur. Evren
gerçekliğinin bunlardan ibaret olduğunu hangi çılgın veya cahil idea edebilir?
Eflatun’un görüşüyle olgular görüntü bile sayılmaz. Olsa olsa Nietzsche
bakışıyla basit birer algı olabilirler. Algı-olgu ilişkisi üzerinde
durulabilir. Tıpkı nesne-özne üzerinde durduğumuz gibi.

 

Ne yazık ki, modernite olguculuk üzerine inşa edilmiş bir
yaşamın resmidir. Bilinçli olarak ‘resmidir’ kelimesini kullanıyorum. Çünkü
modernite yaşamın özüyle değil, en yüzeysel biçimiyle ilgilidir. Adorno’nun
dile getirip de çözemediği “Yanlış hayat doğru yaşanmaz deyimi, Yahudi
soykırımı karşısında duyduğu büyük hayal kırıklığının sonucudur. Bu aslında
kilit bir deyimdir. Ama açıklamasızdır. Hayatın temel yanlışlığı nerededir?
Yanlış hayattan kim sorumludur? Nasıl inşa edilmiştir? Hâkim toplum sistemiyle
ilişkisi nedir? Benzer bu tip soruların cevabı yoktur. Sadece kökenlerini
Aydınlanma ve rasyonalite sürecine dayandırmakla yetinmişlerdir. Konu, yani
yanlış olan hayat biçimi muğlâk bırakılmıştır.

 

Benzer çaba Michel Foucault’da da vardır. Foucault,
“Modernite insanın ölümüdür der ve bırakır. Bu kadar ünlü bir filozof nasıl da
insanın ölümü gibi çok hayati bir konuyu bir cümleye sığdırıp bırakabilir?
Açıklayacakken, erken ölümden bahsetmek fazla anlam taşımaz. Önemli bir
hakikat, yorum son nefeste de olsa açıklanmayı gerektirir. Kopernik ölüm
döşeğindeyken, ‘Dünyanın güneş etrafında döndüğünü’ açıklayan eserini
yayınlatmayı ihmal etmez. Benzer birçok hakikat yorumlayıcısı hem Batıda, hem
Doğuda vardır. Postmodernite eleştiricileri modernitenin yaşam suçuna çok
bulaştıkları için, biraz da utanarak gerçekleri kadınca dile getirirler. Yani
köleliğe, iktidara bulaşmış, onun bilgi sistematiğinden şerbetlenmiş, bulaşmış
olanların ortak üslubunu kullanırlar. Biraz da Ezop üslubu!

 

Açıklamaya çalıştığımız husus, tekrar edelim ki, doğru ve
yanlış hayat kurgulamalarıdır. Sadece modernitenin (kapitalist) değil, diğer
eski uygarlıkların dayattığı hayat doğru kurgulanmış olabilir mi? Sümer
rahiplerinden tanrı-krallarına, Mısır tanrı-krallarından İran Kisralarına,
İskender’den Roma imparatorlarına, İslam sultanlarından Avrupa monarklarına
kadar hayatı resmen temellendiren sistemleri de hayatı yanlış temellendirmede
en az kapitalist modernite kadar sorumlu tutulamazlar mı? Bir zincirin
halkaları misali toplumsal gelişmenin boynuna taktıkları bu halkalarla yanlış
yaşam gittikçe temellendirilmiş olmuyor mu? Yanlış hayat tarzından yalnız
moderniteyi ve onun savaş ve soykırım düzenini sorumlu tutmak yetmez. Sorunun
kökü kadar cevabı da derindedir. Verimli Hilal’deki büyük kültürel devrim ve
yol açtığı yaşam tarzı üzerinde dururken, tüm bu sorunların kaynağına inmek
istedik.

 

Şüphesiz kültürle toplumu tamamen izah edemeyiz. Birçok
öğeyi buna eklemek gerekecektir. Ama temelin kültür olduğu da çok az
yadsınabilir. Geçerken ‘kültür’ kavramına yüklediğimiz anlamı da açıklamalıyız.
Bununla anlamlı bir ‘uzun süre’ tarihle toplumun yaşamasında vazgeçilmez
özelliklere sahip bir mekânı, coğrafyayı kastediyoruz. Toplumu sıfırdan bu
süreli tarih ve coğrafyayla anlamlandırmıyoruz. Fakat çok sayıda olan inşa
edilmiş toplumsal yaşam biçimlenmesinde temel rol oynadıklarını belirtmek
istiyoruz. Toplumların zaman ve mekânla kayıtlı yaşam halkalarından oluştuğunu,
her halkanın diğerine bağlılığı kadar kendine özgü bir farkı olduğunu da bu
açıklamanın gereği saymaktayız.

 

Semitik ve Çin toplumlarının on bin yıl önceki temellere dayalı
yaşam farklılıkları günümüzdeki yaşamlarını belirleyici ölçüde
anlamlandırmaktadır. Aryenik yaşam kültürü için de aynı husus belirtilebilir.
Öte yandan temeldeki bu yaşam kültürünü, hiyerarşide ve devlette, kendi maskeli
veya maskesiz, örtük ve çıplak krallar yönetiminde resmileştirerek büyük anlam
çarpıtmalarına, saptırmalara uğratıp her türlü çirkinliğe, savaşlara ve
soykırımlara açık hale getirdiklerini ‘anlambiliminden’ çıkarabilmekteyiz.
Dikey olarak resmi-gayri resmi yaşamlar kadar, yatay olarak da farklı halkalar
halinde yaşamlar söz konusu olabilmektedir. Yine de ana kaynaktaki toplumsal
yaşam tüm bu halkalardaki biçimleri belirleyen öz niteliğindedir.

 

Kültür kavramının içeriğini biraz daha açalım. Şüphesiz klan
toplumu da bir kültüre, dolayısıyla yaşama sahiptir. İnsan toplumunda evrensel
bir özellik gösteren klan toplumundaki yaşamın anlamı benzerdir. Dil ve düşünce
yapısı işaretlerle yürütülmektedir. Primatlarla, dolayısıyla hayvanlarla
arasındaki mesafe fazla açılmamıştır. Bir klan yaşamını hikâye etmek, hepsini
anlatmak gibidir. Zorunlu ihtiyaçlar, güvenlik ve çoğalma, canlıların neredeyse
tümünü bağlayan üçgendir. Bunun sınırlı zihniyetle bağını yorumlamıştık.
Yaşamda farkın gelişmesi demek, zihniyetin esnekliğinin gelişmesi, dilde simgesel
anlatıma geçiş ve bunun mümkün kıldığı maddi yapılanmalara daha çok erişim
demektir.

 

O halde kültürel gelişme, zihnin esnekliği ve simgesel dilin
gelişmesiyle birlikte artan maddi nesnelerin toplam ifadesidir. Dar anlamda
kültür bir toplumun zihniyetini, düşünme kalıplarını, dilini ifadelendirirken,
geniş anlamda buna maddi birikimlerinin de (ihtiyaçları gideren tüm araç
gereçler, besinle besin üretme, saklama, dönüştürme biçimleri, ulaşım, savunma,
tapınma, güzellik araçlarının toplamı) eklenmesini ifade eder. Kültür zihniyeti
ve araçlarındaki benzerlik ve farklılıklarla yoksullukları ve zenginlikleri
arasındaki eşitsizlikler, farklı ve benzer yaşam düzeylerini belirler.

 

Zihinsel ve maddi birikimlerin bizzat insan yeteneğiyle inşa
edildiklerini, bu anlamda toplumsal gerçeklik halinde ifadeye kavuştuklarını
yine tekrar belirtmeliyiz. Bu durumda tüm eski taş devrinde milyonlarca yıl
sürmüş klan-toplum yaşamının benzerliğini ve özgün farklılıklara pek sahip
olmadıklarını belirtmek ciddi bir anlam kaybına yol açmayacaktır. Büyük
kültürel kuşakların ortaya çıkışına bu nedenle yüksek anlam biçtik. Zira her
büyük kültür kuşağı, büyük ve farklı bir yaşamın gelişmesi demektir. Toplumsal
gelişmeyi bu anlamda kültürel gelişmeyle özdeşleştirmek mümkündür. Formülleştirirsek,
ne kadar zihin esnekliği, özgürlüğü, o kadar simgesel dil anlamcılığı, düşünce
zenginliği, buradan da daha çok maddi kültür araçlarına sahip olmak o denli
toplumsal yaşamın gelişmesi demektir.

 

Bu bölümün temel varsayımı olan inşa edilmiş gerçeklik
olarak toplumsallık, esas olarak insan yaratımı demektir. Şüphesiz ondaki madde
miktarı, biyolojik gelişim göz ardı edilmiyor. Bunların fizik, kimya ve
biyoloji gerçekleri olarak araştırıldıklarını biliyoruz. Ayrıca insanı tür ve
zihin olarak inceleyen antropoloji ve psikoloji kendi alanlarında anlam
üretmektedirler. Eleştirilerimiz de olsa, bilimin parçalanmış halinden
öğrenebildiklerimiz vardır. Toplumsal gerçekliğin farklı bir algılama düzeyi
olduğunu sıkça belirtmemiz, diğer bilimlerle aradaki farkı iyi kavramak
içindir. Bu farkı yakalamadan, pozitivistlerin düştüğü büyük hataya düşüp
‘bilimcilik’ hastalığından kurtulamayız. Bunun sonucu ise, kapitalist
modernitede sonuçlanan soykırımdır. Soykırım, tekrar vurgulamalıyım ki,
Adorno’yu dehşete düşüren ve olmasını hiçbir tanrısal ve insani yaklaşımın izah
edemeyeceği, bütün kitapların bir anlamda ateşe atılması gerektiğini düşündüğü
ve hayatın yanlış kurulmasına dayandırdığı büyük suçtur. Soykırım mazlumlarının
bunun dışında bir anlamla anılamayacağı önemli bir tespittir. Modern yaşam,
pozitivizm bu gerçeği kabul etmemekte direniyor. Sanki yine de soykırımlara
rağmen toplumsal yaşamın yaşanabileceğini sanıyor. Veya bu suçu temel
dayanaklarıyla yok etmeden, o suça yol açan zihniyet çarpıtmaları ve maddi uygarlık
değerleriyle birlikte yaşanabileceğine cüret ediyor. Adorno hiçbir kitapta,
dolayısıyla zihinde yer bulmaması gereken bu cüretten dolayı irkiliyor,
kabuğuna çekiliyor ve ölüyor.

 

Benim yapmaya çalıştığım, bu ‘CÜRET’in kaynaklarını ve olası
aşılma biçimlerini sorunsallaştırıp cevap verme yeteneklerimizi açığa çıkararak
anlam ve eyleme kavuşturmaktır. Sürüp giden modernitenin gittikçe kurumlaşmış
soykırım odaklarına yol açtığını hiç göz ardı edemeyiz. Gözümüzün önündeki Irak
gerçeği, açık veya örtük, Ortadoğu’nun tüm rejimlerinin soykırımsal niteliğini
ve suç ortaklığını gayet açık ve dehşet içinde, sadece içerisinde yanarak
eriyenlere değil, gözlemleyenlere de hissettirmektedir. Ama diğer yandan
muazzam bir özgür yaşam arayışı da vardır. Ya özgür yaşam, ya soykırım asla
birlikte yaşanacak bir ikilem olamaz. Böyle yaşayarak bu suça asla ortak
olamayız. Nasıl oldu da yaşamın en zengin anlamına yol açan bu topraklar, bu
tarih bu hale geldi? Bir tarafında yaşamın ilk anlamına yol açmış etnisitelerin
savaşı, diğer yandan modernitenin son büyük tanrısının önderliğindeki savaşlar?
Demek ki, konuya döne dolaşa yüklenmekten, cevabını vermek ve eylemini
gerçekleştirmekten kaçınılamaz.

 

Verimli Hilal’deki yaşamın tadını biraz da edebi dille
anlatmalıyım. Sözüme Diyarbakır-Çayönü kazılarını başlatan Bradway’ın bir
gözlemiyle başlayayım. Bradway, “Yaşam dünyanın hiçbir yerinde Zagros-Toros dağ
silsilelerinin kavisli eteklerindeki kadar anlamlı olamaz der. Acaba çok uzak
bir kültürde yetişmiş bu insana, bu sözü neler hissettirdi? Uygarlığı iyi
tanıyan bir arkeolog, tarihçi olarak, neden en anlamlı yaşamı bu kültürel
sahada görüyor? Hâlbuki buraların bugünkü yaşayanları Avrupa’daki en düşük bir
ücrete bile kırk takla atıp vebadan kaçar gibi bu topraklardan kaçmak istiyorlar.
Hiçbir kutsalları ve estetik değerleri kalmamış, bir daha elde edilemeyecekmiş
gibi, göçü kader gibi karşılıyorlar.

 

İtiraf etmeliyim ki, bir dönem ben de modernite hastalığına
tutularak, ana-baba dahil, bu toprakların her şeyinden kaçmak istedim. Hayatta
en büyük yanılgımın bu olduğunu kendime sıkça itiraf ederim. Ama Bradway’in
gözleminden tümüyle kopmadığımı biliyorum o eteklerin çocuğu olarak, dağların
başını tanrı ve tanrıçaların kutsal tahtı, eteklerini ise bolca yarattıkları
cennetin köşe parçaları olarak görüp hep dolaşmak istedim. Adım daha çocukken
‘dağ delisi’ olarak çıkmıştı. Bu yaşamın daha çok tanrı Dionysos’a ait olduğunu
sonradan öğrendim. Dionysos, peşinde ve paş’ında (Kürtçe, önünde ve arkasında)
Bakha’lar adlı özgür ve sanatkâr kızlar grubuyla dolaşırmış. Birlikte yiyip
içip eğlenirlermiş. Bu tanrısal yaşamı sevmiştim. Filozof Nietzsche de bu
tanrıyı Zeus’a tercih etmiş. Hatta birçok özdeyişinin altına ‘Dionysos’un
Çömezi’ unvanını atarmış. Köydeyken ve dinin gereklerine pek uymasa da,
kızlarla nişan, baş göz oyunlarından çok, birlikte oynamaya çok istekliydim.
Doğalı da bana göre böyle olmalıydı. Hâkim kültürün kadını kapatmasına asla
hoşgörü göstermedim. Namus dedikleri kanunu tanımadım. Halen kadınla sınırsız
özgür tartışmaya, oynamaya, yaşamın diğer tüm kutsallarını paylaşmaya yanıtım
evet, ama birbiriyle adına ne dersek diyelim, gerekçesi ne olursa olsun, güç
temelinde ve mülkiyet kokan köleliklere bağlılıklara ise yanıtım sonuna kadar
hayırdır.

 

Bu dağlarda özgür kadın gruplarını hep tanrıça esiniyle
selamlayıp öyle ‘anlamlaşmaya’ çalıştım. Sıkça haberlerde geçen “Kamyon ve
traktör kasalarına doldurulmuş bir grup Güneydoğulu kadın filan bölgede
ırgatçılığa giderken yol kazasında öldüler cümlesini duydukça, sözde bu
kadınların sahibi erkek, aile, hiyerarşi ve devletine olan öfkemi hiçbir olaya
daha göstermediğimi de sıkça hatırlarım. Tanrıça soyundan geriye bu kadar düşüş
nasıl olabilir? Aklımın, ruhumun kesinlikle kabullenmediği bu düşüşü zihnime
asla yedirmedim. Benim için kadın ya tanrıça kutsallığı içinde olacak, ya da
hiç olmayacaktı. Şu sözün doğruluğunu hep düşünürüm: “Bir toplumun kadınlarının
yaşam düzeyi, o toplumun tanımında esas ölçüttür. Anam için neolitiğin ‘ana
tanrıça kültüründen kalma’ sözünü kullanmıştım. Onlar gibi şişmandı.
Modernitenin yapay ana inşası ondaki kutsallığı görmemi engellemişti. Hayatımda
büyük acılar yaşamama rağmen, hiçbir olaya ciddi olarak ağlamadım. Fakat
modernite kalıplarını yıktıktan sonra, başta anam ve onun şahsında tüm bölge
(Ortadoğu) analarını hep içim burkularak ve gözlerim yaşararak hatırlarım,
bakarım. Anamın zorbela taşıdığı kuyu satılından (bakracından) daha yarı
yoldayken yere indirip yudumladığım suyun anlamına, en seçkin ve yürek burkucu
hatıralarım olarak bakarım. Herkesin yaşadığı ana-baba ilişkilerine,
moderniteyi tüm zihin kalıplarında yıktıktan sonra bakmalarını tavsiye ederim.
Aynı bakış açılarını tüm neolitikten kalma ‘köyün ilişkilerine’ de
yansıtmalarını isterim. Modernitenin en büyük zaferi, şüphesiz on beş bin
yıllık inşa edilmiş kültür bakışımızı yıkması ve hiçe indirgemesini
başarmasıdır. Bu kadar yıkılmış ve hiçe indirgenmiş birey ve topluluklarından
soylu, özgür bir bakış, direniş ve yaşam tutkusu beklenemeyeceği anlaşılırdır.

 

Kavisin dağ eteklerindeki her bitki ve hayvan canlısı benim
için bir tutku nesnesiydi. Onlarda sanki kutsal bir mana varmış gibi bakardım.
Onlar benim için, ben onlar için yaratılmış birer arkadaştık. Peşlerinden çok
koştum. Aşkla. Benim aşkım biraz böyleydi. Halen bu konuda en affetmediğim
hareketim, avladığım kuşların başını hiçbir acıma hissi duymadan koparmamdı.
Özne-nesne anlayışı altındaki derin tehlikeyi görmemde bu olaylar kadar hiçbir
anlatım beni etkilemedi. Ekolojik tercihim çocukluğumun bu tutku ve suçunun
itirafıyla yakından bağlantılıdır. Avcılık kültüründen kalma bu büyük ruh
tehlikesini birer avcılıktan ibaret olan ‘güçlü sömürgen, buyurgan adamın’ sanatı
olan iktidar ve savaşlarının maskesini düşürmekle (maskeli ve maskesiz
tanrılarla örtük ve çıplak krallar) ancak giderebilecektim. Bitki ve
hayvanların dilini anlamadıkça ne kendimizi anlayabilecek, ne de ekolojik
toplumcu olabilecektik. Beni bırakmayan bitki ve hayvanlarımın anılarına böyle
anlam verecektim.

 

Dağların eteklerinden hemen başlayan ovaların bahar
açılışından güz kapanışına kadar üretime hazırlanmasını, ürünlerin
derlenmesini, harmanlanmasını, tanelerin toplanmasını babamın çiftçiliğinden
hatırladıkça, hiçbir romanın vermediği duygu yüklenimlerimi zor tutarım. Büyük
hayıflanmam var: Neden o tanrı yolcularını tam anlayıp arkadaş olamadık? Gerçi
tüm ilişkilerim arkadaşlık içindeydi. Ama o korkunç modernite ilişkileri
yüzünden, babamın ölümünün bile büyük yasını tutamamayı halen affedemiyorum.
Babam belki de babaların en güçsüz, ama saf, temiz tanrı kullarından biriydi.
Fakat bana göre çiftçi babalar en değerlisidir yine.

 

Tüm köy ilişkileri bana vaktini doldurmuş, bilinmeyen bir
dönemin ölgün çabaları gibi gelmiştir. Köyden kaçarcasına kente sığınmayı da
bir suç gibi görüyorum. İnsan için ideal yaşamın modernitenin (tüm uygarlığın)
kanserli kent yapısında değil, ekolojik köylerinde sağlanacağından kuşku
duymuyorum. Kent ancak ekolojik köylerle tam uyumlu olduğunda izin verilecek
bir mekân olabilir.

 

Amanoslardan Zagroslara kadar bu silsileler altında yaşamış
ve halen yaşayan halkları, dağların zirvesindeki tahtlarında oturan tanrı ve
tanrıçaların kutsal yolcuları olarak değerlendiririm. Moderniteye göre gerilik
suçlamasının artık kesinlikle tersinin doğru olduğuna inanıyorum.
İlerilik-gerilik bir ideolojik yargı olup, sadece geri değil, insanlık düşmanı
olan kapitalist-modernite zihniyetini iyi çözmek, gerçek insani temellere inmek
olduğundan, özgürlüğe büyük dönüş sağladığıma inanıyorum. KÂRCILIK,
ENDÜSTRİYALİZM ve ULUS-DEVLETÇİLİK’ten ibaret modernite cehenneminden
kurtulmakla her şey daha iyi anlaşılıyor ve yaşamın anlam zenginliğine yol
açıyor. Neolitikten kalma bir höyüğe gösterdiğim ilgiyi ve tutkuyu Newyork’la
değişmem. İçinde hiçbir anlam barındırmayan, bütün kapılarını daha ‘kârlı
yaşam’a, insanın ‘demir kafes’ altına alınmasına ve yaşam katili
‘endüstriyalizm canavar’larına açmış kent hiç kimsenin birbirinden bir şey
anlamadığı ‘yetmiş iki dilli Babil’in daha da anlamsız kopyalarından başka
anlama sahip değildir. İnsanlığın kurtuluşunun bu kentizmin kanserli yapısının
yıkılmasından geçtiğine dair kuşkum yoktur.

 

Bu kısa öyküyü hangi yaşam kültüründen geldiğimize ilişkin
bir çağrıştırma yapmak için anlattım. İnşa edilen toplumsal gerçekliğin bir
üretimi olan bu yaşam tarzını yetkince anlayamazsak, ‘modernitenin aptallarını’
oynamaktan kurtulamayız. Dağdaki çobana kadar herkesi esir alan, özünde yaşamın
bitmesi anlamına geldiğini en yetkin filozofların ağzından çıkan sözlerle
vermeye çalıştığımız ve hepsinden çok kendimin de öyle olduğundan kuşku
duymadığım kanserli modernite yaşamından kurtulmadıkça, zihniyet ve irademizle
(düşünce-örgüt-eylem) mümkün kıldığımız özgür yaşamı, kaynağıyla birlikte
edindiği tüm zenginlikleri içinde yaşayamayız. Er veya geç ‘yanlış kurgulanmış
hayatlarımızın doğru yaşanmayacağını’ anlayacağız.

 

Bilimsel dille öykümüzü biraz daha açalım. Verimli Hilal’de
inşa edilen toplumsal gerçeklikler ana hatlarıyla bugünkü yaşamın
sürdürülmesinde de varlıklarını sürdürmektedir. Hem zihniyet hem maddi kültür
unsurları bazı nicel ve nitel değişikliklere rağmen özde benzerdirler. Dil
temel yapısında ortaktır. Düşünce biçimleri bilimsel, dinsel ve sanatsal
alanlarda ayrımlanmış olarak sürmektedir. Savunma ve saldırı savaşları dün de,
bugün de vardır. Temel kurum olarak aile, gerçekliğini sürdürmektedir.

 

Aradaki farklar devlet kurumunun büyümesine dayalı olarak
gelişmiştir. Toplumun aleyhine sürekli alanını genişleten devlet, ihtiyaçları
temelinde toplumsal zihniyet ve maddi kültür birikimlerini mülkiyetine
geçirdikçe, sürekli nicel ve nitel değişime uğratmıştır. Sanıldığının aksine,
toplumsal gelişmeler devlete rağmen sürdürülmüştür. Sümer rahip devletinden
kapitalist modernitenin ulus-devletine kadar devlet oluşumlarının toplumsal
sonuçlarını ve yol açtıkları uygarlık denilen kent kültürünün esas işlevini
anlamlaştırmaya çalışacağız. Özellikle sınıfsallaşmanın devleti değil, daha çok
devletin sınıflaşmayı dalbudak halinde yaydığını göreceğiz.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan

Demokratik Uygarlık Manifestosu’ndan

 

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info

 

Etiketler: araştırmakurdiKurdishkurdistanLekolinTurkishTürkiye
Önceki yazı

Kader Ayları

Sonraki Haber

Süre-Kültür, Süre-Uygarlık ve Süre-Toplum Biçimleri

Benzer Haberler

ORTADOĞU’DA DEMOKRATİK MODERNİTE ÇÖZÜMÜ
Özgürlük Perspektifleri

ORTADOĞU’DA DEMOKRATİK MODERNİTE ÇÖZÜMÜ

15 Mart 2020
KÜRT GERÇEĞİ
Özgürlük Perspektifleri

KÜRT GERÇEĞİ

15 Mart 2020
B- Kuramsal Çerçeve
Özgürlük Perspektifleri

B- Kuramsal Çerçeve

15 Mart 2020
Sonraki Haber
Süre-Kültür, Süre-Uygarlık ve Süre-Toplum Biçimleri

Süre-Kültür, Süre-Uygarlık ve Süre-Toplum Biçimleri

Öne Çıkan Yazılar

  • HÜDA PAR’ın Resmi Sitesi Hacklendi

    HÜDA PAR’ın Resmi Sitesi Hacklendi

    533 Paylaşım
    Paylaş 213 Paylaş 133
  • JİTEM ve Hizbulkontra’nın Sahneye Sürülmesi

    521 Paylaşım
    Paylaş 208 Paylaş 130
  • Önder APO, Hizbulkontracıların Serbest Bırakılmalarına Ne Demişti?

    524 Paylaşım
    Paylaş 210 Paylaş 131
  • Asena Meral’in Seçim Oyunu

    555 Paylaşım
    Paylaş 222 Paylaş 139
  • Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Ulus Paradigması Doğru Anlaşılmalıdır

    525 Paylaşım
    Paylaş 210 Paylaş 131

Önerilenler

HÜDA PAR’ın Resmi Sitesi Hacklendi

JİTEM ve Hizbulkontra’nın Sahneye Sürülmesi

Çökertme Politikasının Maşası: Üniformalı Kadın Ve Çocuk Katilleri

Önder APO, Hizbulkontracıların Serbest Bırakılmalarına Ne Demişti?

Devlet, Hükümet Nerede?- BÖLÜM 2 SON

  • Hakkımızda
  • İletişim
  • Tüm Yazılar
KÜRDİSTAN ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

© 2020 Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

© 2020 Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Araştırmalar
  • Basın Bültenleri
  • Basından Seçmeler
  • Belgeler
  • Dizi Yazı
  • Dış Basından
  • Duyurular
  • Ekoloji
  • Ekonomi
  • Gençlik
  • Haberler
  • Kadın
  • Kim Kimdir?
  • Kronoloji
  • Kürdistan Tarihi ve Dili
  • Makaleler
  • Okuyucudan
  • Özgürlük Perspektifleri
  • Politik Analiz
  • Röportajlar
  • Serbest Yazılar
  • Teknoloji

Tekrar hoşgeldiniz!

Hesaba giriş

Şifrenizimi unuttunuz?

Tüm alanlar zorunludur

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Oturum aç