09 Ocak 2010 Cumartesi Saat 17:42
12.00
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
:” ”
Fernand Braudel’in süre kavramının toplumsal gelişmedeki
rolünün yeterince kavranmadığı kanısındayım. Özellikle süre-kültür,
süre-uygarlık ve süre-toplum biçimleri açımlanmaya muhtaç kavramlardır tarihe
güçlü bir katkıdır. Fakat tarih bilimine yetkince uygulanamamaktadır. Buradaki
çözümlemede bu kavramı cesaretlice açarak kullanmaya çalışacağım.
a- ‘En uzun süre’, dördüncü buzul döneminin sona ermesinden
sonra, neolitik devrimde ana nehri oluşturan Verimli Hilal toplumu için, ancak
ya benzer yeni bir buzul dönemi, ya nükleer bir felaket ve önlenemeyen bir
hastalık veya benzeri nedenlerle varlığını fiziksel olarak sürdüremez zamana
kadar geçerliliğini sürdürmek durumundadır. Çin ve Semitik kökenli kültürler
birer kol olarak bu ‘uzun süre’ toplumunda yer alırlar. Diğer küçük kültürel
kollar ana nehir için birer ırmak gibidir. Tezin içyapısını iyi anlamak
gerekir. İnşa edilen toplum zihniyet ve maddi kültürel öğeleriyle o denli
güçlüdür ki, hiçbir iç toplumsal neden bu süre dahilinde bu toplumu yıkamaz.
‘Temel kültürel toplum’ kavramını bu süre karşılığında kullanabiliriz.
Kalıplarını, içerik ve birikimlerini tekraren de olsa sıkça vermemin nedeni
budur ‘en uzun süre’ kavramına denk düşen ‘temel kültürel toplum’ tanımına
ulaşmak içindir. Çünkü süre ve toplum kavramları bu yeni anlamlarıyla
toplumbilimine katkı sağlayıcı niteliktedir. Liberal toplumcular daha şimdiden
‘tarihin sonu’ kavramıyla kendi toplumsal algılarını sahte bir metafizikle
sonsuza dek geçerli saymak isterler. Marksistler ve diğer ‘mahşerci’
yaklaşımlar, zaman-mekân boyutundan kopuk bir ‘ebedi saadet çağı’nı vaat
ederler. Kötümserler daha çok geçmiş ‘altın çağ’ anlayışını anımsayarak,
şimdiki ‘teneke çağı’nın anlamsızlığından dem vururlar.
En uzun süre kavramı tüm bu toplumsal teorilere göre daha
bilimseldir. Somut koşullar kadar, toplumsal sistemin başı ve sonu için
anlaşılır argümanlar sunmaktadır. Tarihi ne olaylar yığını halinde boğmakta, ne
de dar toplum biçimlerinin dönemsellik basitliğine düşmektedir. Ne anlık
olaylar ne de toplum biçimleri hayatın anlamını kapsamlı yorumlama yeteneğinde
olamaz. Bunlar ancak kısmi anlatımları başarabilirler.
En uzun süre kapsamında temel kültürel toplumda her tür din,
devlet, sanat, hukuk, ekonomik, politik ve diğer temel kurumlara yer vardır.
Kurumlar nicel ve nitel yönleriyle sürekli değişirler. Bazıları çok küçülür,
karşıtları büyür. Azı yok olurken, işlevleri ya başka kurumlarda ya da
yenilerinde anlamını sürdürür. Toptancı bir anlayışla diyebiliriz ki, tüm
kavram ve kurumları arasında oluşturucu bir diyalektik ilişki vardır. Ana
kültürel toplumun tekliği, onu güçlü ortaklarından ve yeni iç oluşumlarından
yoksun kılmamaktadır.
Bu noktada ‘evrimcilerle’ ‘yaratımcılar’ arasındaki kavgayı
anlayabiliriz. Yaratımcılar ‘en uzun süre’ kavramının farkındadırlar. Esas
güçlerini buradan almaktadırlar. Tanrının evreni yaratım süresi ve sonu
hakkındaki ayetleri kültürel anlayışla açıklanabilir. Sosyolojik olarak
yorumlarsak, yaratıcı görüş inşa edilen toplumun kutsal, yüce, görkemli
özelliğinin farkındadır. Zaten Kitabı Mukaddeslerin üçü de (Tevrat, İncil ve
Kuran) Verimli Hilal’deki büyüleyici, kutsal yaşamı izah etmeye çalışan
yorumlardır. İnsanlığın büyük çoğunluğunun bu üç dine mensubiyeti,
oluşturdukları yorumların niteliğinden ileri gelmektedir. Mucizevî olarak
gerçekleşen (dönem insanlığı için bu kavram anlaşılırdır) yeni kültürel yaşamın
ebediyete kadar süreceğini iddia etmek, bunu temel inanış haline getirmek bu
kültürün etkileyici gücünü göstermektedir. Düşünelim: Milyonlarca yıl klan
olmaktan ve bir nevi primat olmaktan kurtulamamış insan kümeleri, Verimli
Hilal’deki devrimle çok olağanüstü, ancak mucize terimiyle izah edilebilecek
bir toplumsal inşayla karşılaşıyorlar. Bunu kutsal, yüce, ilahi, bayramsal
olarak karşılamaktan geri kalabilirler mi?
Hemen hatırlatalım ki, Durkheim gibi sosyologlar ve diğer
bilimciler, toplumu olaylar ve kurumlar toplamından oluşmuş insan grupları
saymaktan öteye gitmiş sayılmazlar. Sınıfsallık, devlet, ekonomi, hukuk, politika,
felsefe ve din gibi anlatımlar olay ve kurum mantığını aşmaz. Fakat bu
yaklaşımlar neden bir Kitabı Mukaddes kadar değer bulmadıklarını bir türlü
anlamak istemezler. Anlatımlarının en önemli zaafı, en uzun süre toplumunun
önemini kavramamış olmalarında yatar. Şunu yine önemle belirtmeliyim ki,
insanlık kendi öyküsünün derin hafızasına sahiptir ve bunu kolay terk etmez.
Sanıldığının aksine, toplumların kutsal din kitaplarına bağlılığı soyut bir
tanrı ve bazı ritüelleri teşkil etmesinden ötürü değildir. Kendi yaşam
öykülerinin anlamını ve izini bu kitaplarda sezdikleri için büyük saygı
duyarlar. Bir nevi yaşayan toplumun hafızası rolünü oynadıkları için bu
kitaplar vazgeçilmezler arasındadırlar. İçindeki olay ve kavramların doğru olup
olmaması ikinci planda kalan ayrıntılardır. Fernand Braudel, çok yerinde
olarak, “Tarih sosyolojikleşmeli, sosyoloji tarihselleşmeli derken, temel bir
yöntem ve bilim yanlışlığına dikkat çekmektedir. Tarihin de süre-toplum
ilişkileri anlamlıca belirlenmedikçe, ayrı ayrı tarih ve sosyoloji anlatımları
toplumsal gerçekliği büyük yaralamaktan, anlam yitimine uğratmaktan
kurtulamazlar. İstediğiniz kadar belgelere dayalı olay yığın, istediğiniz kadar
toplumsal kurum ve kural belleyin, belgelerle açıklayın nerede, ne zaman, hangi
içerikte, yaşayanlar ne diyor sorularına yanıt verilmedikçe, tarih ve
sosyolojinin anlambilimine katkıları kaba malzeme olmaktan öteye gitmez.
Evrimciler olay ve olguları daha iyi tespit etmelerine
rağmen, toplumsal süre kavramının anlamından yoksun oldukları için
eleştirilmekten kurtulamazlar. Toplumsal hafıza olgular ve olayların evriminden
daha önemlidir. İnsan için anlambilim, olgu kayıtlarından önce gelir. Orada
yaşamlarının nehir gibi akışı söz konusudur. Tanrıdan da vazgeçmeyişleri
toplumsal hafızanın gücünden ileri gelmektedir. İleride daha kapsamlı
yorumlayabileceğimiz gibi, toplum tanrı kavramıyla geçmiş hafızasını
özdeşleştirmektedir. Olguculuk bir modernite hastalığı olup, esasında toplumun
hafızasına, dolayısıyla metafiziğine karşı durdukça eleştirilmekten kurtulamaz.
Nasıl hafızasız insan yaşamda büyük güçlüklerle karşılaşıp çocuklaşırsa,
hafızasını yitirmiş toplumlar da kendilerini unutup yitirme tehlikesiyle karşı
karşıya kalırlar. Hafızasını yitirmiş toplumlar kolay sömürülme, işgal edilme
ve asimile edilmekten kurtulamazlar.
Pozitivist olgucular toplumu bilimsel olarak
tanımladıklarını iddia etmelerine rağmen, pozitivist olguculuk toplumun gerçek
akışını en az tanıyan düşünce okuludur. Toplumu tarihsiz, kaba materyalist bir
yığın gibi yorumlayarak, en çarpık, eksik bir tanımıyla en tehlikeli toplumsal
operasyonların yolunu açarlar. Toplumsal mühendislik kavramı pozitivizmle
bağlantılıdır. Bunlar dıştan müdahaleyle topluma istenilen şekli
verebileceklerini sanırlar. Modernitenin de resmi anlayışı olan bu yaklaşımlar,
toplumun içinde ve dışında yürütülen iktidar ve istismar savaşlarının meşru
gerekçelerini oluştururlar.
b- Yapısal süre kavramını toplumsal gelişmede temel kurumsal
dönüşümlere uyarlayabiliriz. Temel yapıların inşa ediliş ve yıkılış sürelerini
tanımlamak, toplumsal gerçekliğin anlamlandırılmasında katkı yapabilir. İnsanın
baskı ve istismar durumu baz alınarak köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist
toplum ayrımları anlamlı yorumlara konu olabilir. Yapısal süreleri bu toplum
biçimleriyle bağlantılandırmak önemli bir literatüre yol açmıştır. Fakat en
uzun ve kısa süre kavramlarıyla bağlantısını anlamlı kuramadığı için pek
verimli olamamakta, klişe anlam tekrarına düşmektedir.
Neolitik toplum hem yapısal toplum, hem temel kültürel
toplum süreleriyle iç içe yorumlanabilir. Kendisine özgü kurumsal yapılar,
zihniyet ve maddi yaşam birikimlerinin olması ‘yapısal süreyle’ izah
edilebileceği gibi, halen sürüp giden kültürel etkilerinin fiziksel imha veya
yıkılışa kadar devam etmesi nedeniyle ‘en uzun süre’ kavramıyla da izahatı
mümkündür. Temel kültürel toplum sürelerinin konusunu esas olarak bilim, sanat,
din, dil, aile, etnisite-kavim gibi, sürenin sonuna kadar çeşitli değişiklikler
geçirseler de, hep ayakta kalması kuvvetle muhtemel olan zihniyet biçimleri ve
geniş insan grupları teşkil eder. Ayrıca ekoloji, tüm bilim kollarının
sonuçlarıyla bağlantılı olarak, bu dönemde ekonomik kurumlaşma bilimi olarak
baş köşeye oturtulabilecek konulardandır. Demokratik siyaset de hem bilim hem kurum
olarak sürekli yaşaması gereken konulardandır.
Yapısal sürelerin en temel kurumu devlet kuruluş ve
yaşamları olmakla birlikte, devletle birlikte var olan hiyerarşi, sınıflar,
devlet sınırları olarak mülk, toprak-vatan, devlet biçimleri olarak rahip
devleti, hanedanlık devletleri, cumhuriyet ve ulus-devletler önemli
konulardandır. Din biçimleri de önemli konu teşkil ederler. Toplumları üretim
tarzları olarak (neolitik, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist) ayrımlayan
konular da yapısal süre konularındandır. Kurumların çöküş konusu da yapısal
süre dahilindedir.
Yapısal konuları inceleyen sosyoloji alt dalına ‘yapısal
sosyoloji’ demek uygun bir adlandırma olabilir. En uzun süre inceleme
konularını da ‘temel kültür sosyolojisi’ olarak adlandırmak, bütünleyici kapsam
itibariyle yerinde olacaktır.
c- Orta ve kısa süre konuları hem sayısal, hem niteliksel
olarak çoklu olay ve olguları konu edinirler. Kısa ve orta süreler dahilinde
tüm kültürel ve yapısal değişim ve dönüşüm olaylarını temel konu edinirler.
Orta dönem konuları biraz daha uzun ömürlü olan, ama aynı yapısal kurumlar
içinde meydana gelen değişiklikleri konu edinirler. Örneğin ekonomik
bunalımlar, siyasi rejim değişiklikleri, ekonomik, sosyal, siyasal ve eylemsel
her tür örgüt kuruluşları bu kapsamda düşünülebilir. Bireyin tüm toplumsal ve
toplumsallaşma faaliyetleri de kısa sürenin baş konularındandır. Medya daha çok
kısa süreli olay ve olguları esas alır. Her yapısal kurumdaki günlük olaylar da
kısa sürenin baş köşesinde yer işgal ederler.
Kısa süre dahilindeki olayları temel aldığı için, bu
sosyolojiye Auguste Comte sosyolojisi demek yerinde bir adlandırma olabilir.
Diğer deyişle ‘pozitif sosyoloji’ adlandırması (temel eleştirisini göz ardı
etmeden) uygun düşebilir. Gerçekten sosyolojinin olaylar dalını inceleyen bir
bölümü olmalıdır. Özellikle kaotik dönemlerde olaylar ağırlık ve belirleyicilik
kazanırlar. Sosyolojinin temel kültür ve yapısal sosyolojiyle birlikte olaysal
anlatım olan pozitif sosyolojiyle bütünleştirilmesi tamamlayıcı nitelikte
olacaktır.
Ayrıca toplumsal olaylar dahil, tüm evrensel olay ve
oluşumlar, kuantum ve kaotik dediğimiz bir ortamı gereksinirler. Kuantum ve
kaotik ortamlar yaratılış ortamlarıdır. Henüz derinliğine incelenmemiş olsalar
da, varlıkları kesindir. Tüm uzun, orta ve kısa süreli oluşumların hem ‘her
an’, hem ‘kısa aralıklarda’ki ‘olup bitenler’ tarafından ayakta tutuldukları,
bilimin giderek ilgilendiği temel konulardandır. ‘Kuantum anı’ ve ‘kaos
aralığı’ olarak da adlandırabileceğimiz bir nevi ‘yaratılış anı’ ihmale gelmez.
Evrende özgürlük olasılığı bu ‘an’da gerçekleşmektedir. Özgürlüğün kendisi
‘yaratılış anı’yla ilgilidir. Tüm doğa ve toplumdaki yapılar hem inşa olarak,
hem ayakta kalma ve yaşam süreleri bakımından farklı nitelikleri de olsa,
‘yaratılış anları’na ihtiyaç duyarlar.
O halde kısaların en kısa süresindeki yaratılış konularını
toplumsal açıdan ele alan sosyolojiye de bir ad düşünmek uygun olacaktır. Benim
şahsi önerim, ‘yaratılış anı’nı toplumsal olaylarda konu edinen sosyolojiye
‘özgürlük sosyolojisi’ demenin yerinde olacağıdır. Daha da önemlisi, toplumsallık
tarafından eşsiz bir kabiliyete erişen insan zihniyetindeki müthiş esneklik ve
yol açtığı yaratılıcılık nedeniyle bir nevi zihniyet sosyolojisi de
diyebileceğimiz özgürlük sosyolojisinin son derece gerekli bir dal olduğu
kanısındayım. Özgürlük düşüncesini ve iradesini incelemek en başta gelen konu
olsa gerekir. Kaldı ki, yaratılış anındaki gelişme özgürlük yanı olan gelişme
olduğuna göre, bir nevi Yaratılış Sosyolojisi de diyebileceğimiz bu kısalar
kısası ‘kuantum anı’ ve ‘kaos aralığı’ en çok toplumsal alanı kapsadığından,
dolayısıyla ilgilendirdiğinden ötürü, özgürlük sosyolojisi en çok
geliştirilecek sosyoloji konularının başında gelmektedir.
Ayrıca konumuzu ilgilendirmeyen, genel fikir babında bir de
‘astronomik süre’den bahsetmek gerekir. Henüz bu sürenin konuları
belirlenememiştir. Fakat ana hatlarıyla ‘güneş’ ve ‘gök adaları’nın oluşumları,
çöküşleri, evrenin muhtemel ‘genişleme’ ve ‘daralma’ karakteri ve buna bağlı
olarak temel ‘çekim’ ve ‘itim’ kuvvetlerini ‘astronomik süre’ kavram ve konularına
dahil edebiliriz. Evrenin ömrü de tartışılacak konuların başında gelmektedir.
Sosyolojik inceleme yöntemi hakkındaki bu düşüncelerimizi
yeri geldikçe ilgili konulara ilişkin hem açacağız, hem de uygulamaya
çalışacağız. Deneme niteliğinde çalıştığım unutulmamalıdır. Düşüncelerimizin
tasarısal değer arz etmeleri doğaldır.
Verimli Hilal’deki toplumsal gelişmeleri bir kez de bu
sosyolojik bakış açılarıyla araştırdığımızda özgürlük sosyolojisinin bölgede
neolitik devrim sürecinde toplum tarihi açısından en verimli bir kaos aralığına
tanıklık ettiğini görürüz. Gezginci avcı ve toplayıcılıkla geçinen gruplar,
buzulların hızla dağların doruk noktalarına çekilmesiyle daha önceki dönem
tecrübelerinden kaynaklı toplum yapılanmalarını çözerek yerleşik yaşama, tarımla
geçinmeye dayalı bir arayışa girdiler. Yüz binlerce yıllık klan toplulukları
yerini daha geniş yapılara bırakmayla karşı karşıyalar. Tam bir zihniyet
dönüşümü, patlaması yapılan bir aşamadayız. Eski klan zihniyeti ve işaret
dilinden tam kopmamış dil yapısı yerine, daha geniş köy halkı ve etnisitesi
zihniyetine geçiş söz konusudur. Simgesel dil düzeni hızla gelişmektedir.
Sayısız besin maddeleri, ulaşım, dokuma, çömlek, öğütme, mimari, dinsel ve
sanatsal konular ortaya çıkmış olup, hepsi yeni bir adlandırma düzeni ve zihin
kalıpları gerektirmektedir.
Yeni toplum ağırlıklı olarak köy yaşamına dayanırken, klan
bağları etnik bağlara dönüşüyor. Maddi yapılanmanın bu yeni biçimleri daha
anlamlı zihniyet çerçevesi olmadan yürüyemez, hatta başlayamaz. Zihniyet
dönüşümü ve dili, eski klan toplumunun kimliği olan ‘totem’ sürmekle birlikte,
neolitik toplumun simgesi ‘ana-tanrıça’ figürüdür. Totem figürleri azalırken,
ana-tanrıça figürleri ortalığı kaplamaktadır. Ana kadının yükselen rolünü
simgeliyor. Dinsel açıdan bu bir üst aşama olup, çok zengin bir
kavramlaştırmayı beraberinde getiriyor. Dilde kadın eki öne çıkıyor. Simgesel
dil eklerinde kadın öğesi başat durumunu uzun süre koruyor. Bugün bile birçok
dilde bu özelliği bulmaktayız. Ana-tanrıçayla birlikte toplumsallık yoğun bir
kutsallığa da bürünüyor. Yeni toplum yeni kavram ve adlandırma demektir.
Zihniyet devrimi dediğimiz süreç yaratıcılığı gerektirdiğinden, özgürlük
sosyolojisine dahil etmemiz gerekir. Bu sürecin yoğun yaşandığı önde gelen
tarihçilerin üzerinde birleştikleri bir konudur. Binlerce olgu, binlerce
zihniyet devrimi ve ad demektir. Avrupa’daki zihniyet devriminden daha
kapsamlı, orijinal ve yaratıcı çaba isteyen bir patlama söz konusudur. Bugün
kullandığımız tüm kavram ve buluşların büyük çoğunluğunun bu dönemde
yaratıldıkları tarihen tespit edilebilen bir husustur.
Kaba bir tasnif yaparsak, yarıdan az sayılamayacak bir
toplumsal yaratıcılık dönemi söz konusudur. Din, sanat, bilim, ulaşım, mimari,
tahıl, meyve, sığır (büyük ve küçükbaş olarak), dokuma, çömlekçilik,
öğütücülük, mutfak, bayram, aile, hiyerarşi, yönetim, savunma ve saldırı,
armağan, tarımsal araçlar ve daha da sıralanabilecek bir liste, nicel ve nitel
gelişmeye uğramış haliyle bugün de toplumsal yaşamın temel listesi düzeyindedir.
Neolitik’ten kalma köy ve aile yapısına baktığımızda, en asil ve topluma güç
veren, yaşamı anlamlı kılan toplumsal ahlak saygı, sevgi, komşuluk,
yardımlaşma başta olmak üzere, kapitalist modernitenin değer yargılarının (veya
ahlaksızlığının) çok üstündedir. Hiç eskimeyecek toplumun temel zihniyet
kalıpları esas olarak bu dönemin damgasını taşımaktadır.
Pozitif sosyoloji açısından bölgedeki olaysal yaşam da
dönemine göre çok zengindir. Klan toplumunun yeknesak avcılık, savunma ve
toplayıcılık yaşamına kıyasla Verimli Hilal’deki olaylar ve yeni olgular tam
patlama halindedir. Yeni bir adlandırmaya kavuşmuş sayısız olay ve olgu insan
sesini, eylemini en zengin haliyle sergilemektedir. Dönemin insan zihnine
bıraktığı temel anlamın daha sonraları ‘cennet’ kavramına yol açtığını Kutsal
Kitaplardaki anlatımlardan da çıkarabilmekteyiz. Belki de pozitif sosyolojinin
en şanslı anlarından biriyle karşı karşıyayız. İnsanlık üzerinde yıldız yağmuru
misâli bir gelişme söz konusudur. Dünyanın dört yanını birer ışık, yıldız
aydınlığında olan olay ve olgularla yağmurlamakta, toplumsal gelişmenin cennet
hayalini, hatta gerçekleşme anlarını ekmektedir
KÜLTÜRLEŞTİRMEKTEDİR.
Yapısal sosyoloji açısından toplumsal gelişmeye damgasını
vurmuş tüm kurumsal düzenlemelerin izini Verimli Hilal’de gözlemek mümkündür.
Özellikle M.Ö. 6000-4000 dönemi tam bir kurumlaşma dönemidir. Tüm köy ve kent
yapılarının temel alacağı yerleşim alanları belirlenmiş, yerleşkelere geçilmiş,
hiyerarşi doğmuş, din kurumlaşmış, ilk mabetler ortaya çıkmış, etnisite varlık
kazanmış, dil yapıları netleşmiş, komşuluk gelenekleri oturmuş, ahlakla yönetim
en güçlü dönemini kurmuş gibidir. Diğer bir deyişle neolitik toplumun, tarım ve
köy devriminin kalıcılığı, dolayısıyla kurumlaşması kesinleşmiş gibidir. Yapısal
sosyolojinin temel konusunu oluşturan toplumsal yapılar ilk defa Verimli
Hilal’de bu denli güçlü bir oluşum sergilemektedir. Orijinal kurumlaşmalar
olarak bugün de incelenmeyi gerektiren bu yapılaşma gerçeğinden halen
öğreneceğimiz çok şey vardır. Hatta insanlığın ilk kurumlaşmış değerleri olarak
alandaki yapıları ne kadar incelersek, yapısal sosyolojinin kuruluşu hakkında o
denli sağlam sonuçlara erişebileceğiz. Çok iyi bilmek gerekir ki, günümüz
yapısal sosyolojisi ciddi bir ‘anlambilim’ yoksunluğu yaşamaktadır. Genel
sosyolojinin bir parçası olarak kendini gözden geçirirse, anlambilimin yetkin
bir ifadesi olabilir.
Temel kültür sosyolojisinin konusu olarak Verimli Hilal’de
temeli atılan dil ve kültürün yeri orijinal kaynak değerindedir. Alanda kurulan
toplum en uzun süreli olma konumundadır. Daha önce belirttiğimiz gibi, doğal
veya toplumsal bir afetle insan yaşamı ciddi oranlarda ortadan kalkmadıkça
(mesela yeniden klan çağına dönülmedikçe), Verimli Hilal’e dayalı olarak ortaya
çıkan toplumsal kültür ve uygarlık kuşağı başatlığını sürdürebilecek
kapsamdadır. Çin veya Semitik kültür kaynaklı bir uygarlığın hegemonik güç
haline gelebilmesi, kapsam itibariyle teorik olarak imkânsız olmasa da, pratik
olarak çok zordur. Nitekim hem ‘İslami saldırılar’ hem de ‘Moğolitik’ kaynaklı
çok büyük saldırılar gerçekleştirilmesine rağmen, Hint-Avrupa kültürü
(dolayısıyla kaynak kültür, Aryen dil ve kültürü) hegemonik karakterini hiç
yitirmedi. İlerde belki Çin yeni bir saldırıya girişebilir. Fakat dünya çapında
anlamlı bir yerleşikliğe sahip Hint-Avrupa kültürünü işgal ve istila etmesi,
sömürgeleştirme ve kolonileştirmeye tabi tutması, dış etkenlerin mucizevî bir
desteği olmadan (örneğin Çin kültür bölgesi dışında büyük doğal ve toplumsal
felaketler) çok zayıf bir olasılıktır.
Temel kültür sosyolojisini genel sosyolojiyle de
özdeşleştirebiliriz. Bu durumda zihniyet biçimleri, aile kurumu ve
etnik-kavimsel varlıkların (başta üç büyük kültüre dayalı olmak üzere, diğer
tüm kültürlere dahil olanlar) değişim ve dönüşümleri Genel Sosyoloji konusu
yapılabilir. Daha da önemlisi, Özgürlük Sosyolojisiyle Yapısal Sosyolojinin
karşılaştıkları, dayanakları ve sonuçları olarak yaşadıkları ‘kaos ve çürüme
ortamları’ konu olarak Genel Sosyolojinin kapsamında incelenebilir.
Verimli Hilal’de yükselen toplumun ikinci büyük aşaması olan
ve ‘Sümer Rahip Devleti’yle başlayan aşaması ‘uygar toplum’ aşaması olacaktır.
Uygar toplum esas olarak Verimli Hilal’in kültürüne dayanan hiyerarşi-hanedan
kökenli bir çıkıştır. Özü, besin bolluğu ve çeşitliliğinin üretim tarzıyla
bağlantılı olan sınıfsallık olanakları kentleşmeyle birleşince, herhangi bir
hanedan-hiyerarşik grubunun eskiden kalma ‘güçlü adam’ın olanaklarını harekete
geçirip ‘devlet’ örgütlenmesine geçebilmesidir. Verimli Hilal’de sadece Aşağı
Mezopotamya’da değil, Yukarı ve Orta Mezopotamya’da da bu yönlü çok sayıda
girişime tanık olmaktayız. Bazıları kalıcılaştıkları halde, bazıları koşullar
gereği tutunamıyor. Devlet Kutsal Kitapta Leviathan (denizden çıkan canavar)
olarak yorumlanır. Bu canavarın toplumsal gelişme üzerindeki kanlı, istismarcı
ve zaman zaman soykırımcı yürüyüşünü maskeli ve maskesiz, örtük ve çıplak
krallar yönetiminde insanı köleleştirerek sömürme biçimleri ve bunu
meşrulaştırma avadanlıklarıyla birlikte incelemek bundan sonraki konularımız
olacaktır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan
Demokratik Uygarlık Manifestosu’ndan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info