08 Ocak 2017 Pazar Saat 09:01
Al-Monitor’da yer alan 17 Kasım 2016 tarihli yazımda şu
değerlendirmede bulunmuştum: “2016’nın temmuz-eylül dönemini kapsayan üçüncü
çeyrekte büyüme değil tersine, yüzde 0.5’e yakın bir küçülme ya da negatif
büyüme gerçekleştiği büyük bir ihtimal. Bu, 2009 ortasından bu yana ya da 27
çeyrektir ilk defa yaşandı. Ayrıca, devamında düşük temponun süreceğine ilişkin
de birçok ön göstergeden söz edilebilir. ‘Bahardan sonbahara’ bir geçiş olduğu
ve bu güz mevsiminin ne kadar süreceği, bir kışa (krize) evrilip evrilmeyeceği
ise bilinmiyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 12 Aralık’ta üçüncü çeyrek
büyüme verisini açıkladı. AB standartlarına uygun olarak yöntemi yenilenen
büyüme serisiyle ulusal gelirin eski seri ile hesaplanandan yüzde 20 daha büyük
olduğu öne sürüldü. Bu hesaplama yöntemi üstüne tartışmalar süredursun ekonominin
üçüncü çeyrekteki büyümesi daha doğrusu küçülmesi de tahminlerin çok üstünde,
yüzde 1.8 olarak açıklandı.
Ama bitmedi. Bundan yaklaşık iki hafta sonra, 28 Aralık’ta
TÜİK bu kez ulusal gelir ile ilgili “mevsim ve takvim etkilerinden
arındırılmış daha “süzme bir veri açıkladı ve üçüncü çeyrek küçülmesini
ikinci çeyreğe göre 2.7’yi bulduğunu duyurdu. Dahası, yapılan revizyona göre
ulusal gelir 2016’nın ilk çeyreğinde de bir önceki çeyreğe göre yüzde 0.4
küçülmüş, ikinci çeyrekteki yüzde 1.1 büyümenin ardından üçüncü çeyrekte yüzde
2.7’lik sert düşüş gelmişti.
Ayrıntılar daha olumsuz bir görünüm sergiliyor. Ekonominin
bel kemiğini oluşturan imalat sanayisinde üç çeyrektir üst üste küçülme
yaşandığı ve üçüncü çeyrekte küçülmenin yüzde 5’e yaklaştığı açıklandı. Üçüncü
çeyrekte inşaat sektörü de resesyona girmiş ve bir önceki çeyreğe göre yüzde
5’e yakın küçülmüştü. Tarım, yine yılın başından beri yüzde 1 dolayında küçülme
halindeydi. Hizmetler sektöründe de yüzde 2’yi bulan ve yılın başından beri
süren bir küçülme vardı.
Tahminen, doların fiyatının hızla arttığı 2016’nın son
çeyreğinde de daralan iç talebin etkisiyle küçülme yaşandı ve ekonomi 2016’yı
daralmış olarak kapadı. Böylece Türkiye “yükselen çevre ülkeleri arasında,
2016’yı yüzde 3.3 küçülme ile kapattığı tahmin edilen Brezilya ve yüzde 1.2
daralma beklenen Rusya’dan sonra krizdeki üçüncü ülke durumunda.
2016’da “resmen krize giren Türkiye ekonomisinin 2017’deki
durumu da iç açıcı görünmüyor, alarm veriyor. 2016’dan devralınan sorunların
yılın en azından ilk yarısında sürmesi bekleniyor. Sert şirket sarsıntıları,
banka çalkantıları, yoğun işsizlik ve gelir erimesi kaçınılmaz görünüyor. Bu
öngörüye yol açan etkenlerin başında, Türkiye ekonomisinin dış kaynağa
bağımlılığı ve bu kaynağın Türkiye’den uzaklaşması ile dolar fiyatının hızla
artışı geliyor. 2015 aralık ayında 2.91 TL olan dolar, 2016 aralık ayı
ortalamasını 3.50 TL’ye yakın kapadı ve 12 ayda yüzde 20’nin üstünde
fiyatlandı. Dolar, önceki yıl da yüzde 25 pahalanmıştı.
Dolar fiyatı özellikle eylül sonrası hızla yükseldi.
Derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu “yatırım yapılamaz ilan
etmesi, ABD’de Donald Trump’ın seçimleri kazanması, Avrupa Parlamentosu’nun
rejim eleştirileri ülkenin risk birikimini artırınca sıcak para çıkışı hızlandı
ve dolar yılı yüzde 20 pahalanmış olarak kapadı.
Bunun, özellikle yabancı para ile borçlanmış ve döviz açığı
olan firmalar için öngörülmüş bir artış olduğu söylenemez ve bundan dolayı
uykuları kaçan çok sayıda büyük firma var. Öyle ki, Merkez Bankası finans dışı,
yani çoğu sanayi, inşaat, hizmetler sektörlerinde olan firmaların net döviz
açığının 2016 eylül ayı sonu itibarıyla 213 milyar doları bulduğunu açıkladı.
Firmalar özellikle 2010 sonrası hızla borçlanmışlardı. 2009 eylül ayında 65
milyar dolar döviz yükümlülükleri 2016’da 213 milyar dolara çıkarak yüzde 228
arttı.
Doların fiyatının hızla artışı, özellikle bu tür
yükümlükleri olan şirketleri telaşlandırdı ve dolar talebini kamçıladı.
Dolardaki her 1 kuruşluk artış, toplam yükümlülükte 2 milyar TL’lik bir kur
zararına yol açtı. Döviz açığı olan şirketler ödemeyi belki bir gün önce
yapmakla çok ciddi bir zarar telafisi elde etme şansı olduğunu düşünerek dolar
alımına yöneldi. Örneğin, 1 milyar dolar borcu olan bir şirketin dolar kuru
3.45 TL düzeyindeyken ödeme yapmasıyla, kurun 3.50’ye çıkması durumunda ödeme
yapması arasında tam 50 milyon lira (14 milyon dolar) fark var. Kurun
artacağından endişe eden şirketler ödemeyi bir an önce gerçekleştirmek için
döviz alımına yöneldi. Bu da kur artışını körükleyen, döviz talebini canlı
tutan bir etki doğurdu.
Merkez Bankası, 2016’nın ikinci yarısı için yayımladığı
Finansal İstikrar Raporu’nda yabancı para (YP) yükümlülüklerinde Kamu Özel
İşbirliği (KÖİ) projelerinin taşıdığı ağırlığa da dikkat çekiyor ve şu değerlendirmeye
yer veriyordu: “Ülkedeki toplam ihracatın yüzde 90’ından fazlasını
gerçekleştiren imalat sektörü YP kredilerin önemli bir kısmına sahiptir.
Elektrik, gaz ve su, taşımacılık, depo ve haberleşme, inşaat ve sağlık
sektörlerinde bilhassa son dönemdeki KÖİ yatırımlarıyla YP kullanım miktarı
artmıştır. Genel olarak enerji, ulaştırma, sağlık ve inşaat sektörleri
yatırımlarının dövize endeksli fiyatlar üzerinden kamu hizmet alım garantisi
olan yenilenebilir enerji santralleri ve dağıtımı, havalimanları, köprü, otoyol
ve şehir hastaneleri gibi projelerde yoğunlaşması yüklenici firmaları uzun
vadede kredi ve kur risklerine karşı korumaktadır.
Bu “rahatlatıcı açıklamaya karşılık firmaların
ihracatlarında gerileme ve iç talepteki düşüş YP yükümlülüğü olan firmalara
şimdiden kâbus yaşatıyor. Dahası, “mega projeler olarak adlandırılan işleri
yürüten firmaların durumunun “devlet garantisi altında olması da iç
rahatlatıcı değil. Çünkü bu kez, devlet maliyesinin YP riskinden payını alması
gerçeği var. Bu risk ne kadar? Merkez Bankası bu konu ile ilgili edindiği
bilgileri raporunda şöyle paylaşıyor: “YP kredilerin önemli bir kısmının KÖİ
projelerinde toplandığı değerlendirilmektedir. Mevcut durumda KÖİ projeleri
kapsamında faaliyet gösteren firmaların YP kredi borcu (…) en geniş
varsayımlar altında 46 milyar ABD dolarına ulaşmaktadır. Analizimize göre bu
rakamın yaklaşık 31 milyar ABD doları kamu hizmet/ürün satın alma, kiralama
veya dolaylı garanti yöntemleriyle kur ve talep risklerine karşı korumaya
sahiptir.
Daha da endişe verici olan Merkez Bankası raporundaki “mega
projeler ile ilgili verilerin sağlıksızlığı. Bu veriler, derli-toplu olarak
birinci kaynak olan devlette bulunmadığı için ikinci kaynaktan, Dünya
Bankası’ndan edinilmiş. Bu kaynağın veri seti ise Türkiye’de, Kalkınma
Bakanlığı’ndaki verilerle hiç uyuşmuyor!
Bir kara delik tahribatının yaşanması ihtimali her geçen gün
daha da artıyor. Mustafa Sönmez, Al Monitor
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html