15 Ağustos 2019 Perşembe Saat 10:34
0
21
TR
:” ”
:””
” “,
:” ”
Devletlerin güncel politikaları
ele alınırken salt kısa dönemin ele alınması yüzeysel bir yaklaşımdır. Halkların
Önderi Abdullah Öcalan’ın belirtiği üzere iktidarın en önemli özelliğinden biri
de tahakküm tarzını biriktirmesidir. Bu açıdan tüm devletler yönetim şekline,
devletin şekillenmesine yansıyan bir arka plana sahiptirler. Zaten devlet
geleneği olarak ifade edilen zihin dünyası bu arka plana işaret eder. Her
iktidar ya da hükümet kendi devletinin zihin dünyası çerçevesinde hareket eder.
Aksi durumlar zaten köklü dönüşümlerin yansımalarıdır.
AKP-MHP faşizminin politikalarını
da Türk devlet geleneği ışığında ele almak daha açıklayıcı olacaktır. Fakat
öncellikle Türk devlet geleneği kavramına dair bazı belirlemelerde bulunmalıyız.
Baştan bu kavramın bazı yanılsamaları barındırdığını söylemeliyiz. Çünkü Halkların
Önderi Abdullah Öcalan’ın belirttiği gibi devlet bir halkın ya da ulusun olamaz.
Bu ideolojik bir çarpıtmadır. Türk tekelci kliklerin yönettiği devlet ve
devletler olabilir. Türk halkına ait bir devlet ise yoktur. Egemenlerin
kimliğinin Türk olması o devleti Türk halkının devleti haline getirmez. İkincisi bu kavramsallaştırmaya uygun olarak
Türk egemenlerinin farklı bir devlet geleneği yoktur. Yani Türk üst sınıfları
tarih boyunca yönettikleri devletlerde özgün bir tarz oturtmuş değillerdir.
Böyle bir yaratıcılıkları yoktur. Yaptıkları ele geçirdikleri devletlerin
tarzına uymaktır, üzerine bir şey eklemek değil. Buna rağmen Türk devlet
geleneğinden bahsetmek bize Türk egemenlerinin yönetme tarzına dair
biriktirdikleri ilkeleri görme açısından bir kolaylık sağlar. Eğer kavramın
içeriğine dair genel perspektifi akılda tutarsak Türk devlet geleneği bugünü
anlamamızda önemli bir araç olur.
Türk devlet geleneği bu
coğrafyada varlığını sürdürmüş Bizans ve Pers İmparatorluklarının yönetim
sanatı kopyalanırken iktidarın en yoz yanları içselleştirilerek oluşmuştur.
Kumpaslar ve saray darbeleri, ihanetler sıradan ilkeler olurken yağmaya dayalı
egemenlik rüyaları bu yönetim geleneğinin temel motivasyonu olmuştur.
İmparatorluk büyütülürken sömürgecilik ve yağma dışında bir hedef güdülmemiş,
İslam bu hedefe hizmet edecek biçimde istismar edilmiştir. Cihan İmparatorluğu adıyla yüceleştirilen ve
bugünkü AKP-MHP faşist ideologlarının özlemi olan Osmanlı İmparatorluğu’nun
sistemi işte bu yağma düzenidir. Birileri onlar adına ölecek, onlar da kendi
iktidarlarını sürdüreceklerdir. Türk devlet geleneğinin amentüsü budur.
AKP-MHP faşizmini ele alırken
Türk devlet geleneğinden bağımsız ele almak tabloyu net olarak görmemizi
engeller. Bu durum Kürt soykırımına yaklaşımında geçerli olduğu gibi
uluslararası arenada kullandığı argümanlarda ya da devletin iç işleyişine dair
düzenlemelerinde geçerlidir. Çünkü AKP-MHP faşizmin özgün yanları olmakla
beraber Türk devlet geleneğinin en geri temsilcilerinin doğrudan kalıtçısıdır.
Bu açıdan süreklilik hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.
Rojava’yı tehdit ederken
kullandıkları “Barış koridoru ya da “güvenli bölge kavramlarının ne anlama geldiğine
bakmadan önce çokta gerilere gitmeden bu devlet zihniyetinin kısa dönemde kendi
sınırları dışındaki bölgelere nasıl yaklaştığını ele almak asıl niyetlerini
gösterme açısından gereklidir.
Bu açıdan TC’nin Kıbrıs pratiği
akılda tutulması gereken bir örnektir. 1974’te Kıbrıs’a yapılan işgal
hareketinin adı “Kıbrıs Barış Harekatı idi. Türk devleti adaya barış ve
güvenlik götürme iddiasındaydı. İngiltere ve Yunanistan ile daha önce yapılmış
antlaşmalardan müdahale hakkı olduğunu söylüyordu. Sonuç ise Kıbrıs’ın hatırı
sayılır bir bölümü işgal edildi. O tarihten bu yana Rum ve Türklerden oluşan
Kıbrıs halkı ne barış yüzü ne de huzur gördü. Kıbrıs’taki Türk halkında oluşan
barış ve çözüm iradesi sürekli bir şekilde T.C. tarafından bastırıldı. 45
yıldır çözümsüzlük kronik hale gelirken, ada bölünmüş bir ülke haline geldi. Kıbrıs’taki
konumu tüm dünya tarafından işgalci olarak tanımlanan T.C. adayı kendi
menfaatleri için kullanma dışında bir şey yapmadı. Bugün hala adı konulmamış
bir ilhak söz konusudur. Kıbrıs Doğu Akdeniz’de sürekli bir gerginlik
kaynağıdır. Ve bu durumdan memnun olan yegâne kesim de adanın işgal edilen
kısmını kara para aklama merkezi haline getiren TC’nin yönetici klikleridir.
T.C.’nin yöneticilerinin barıştan, güvenlikten anladıkları budur.
Bu zihniyetin güvenlikten ne
anladığını 2016’dan itibaren Cerablus ve Bab’ta yaptıklarından da
anlayabiliriz. Bu bölgeye kaymakam düzeyinde yönetici atamaktan bile çekinmeyen
faşizm, bölge halkının sürekli protestolarını da umursamamaktadır. Eğitimden sağlığa
yapılan tüm işlemlerde Türkleştirmeyi esas alan AKP-MHP faşizmi bölgeyi asıl
sahiplerine bırakmak şöyle dursun, kuklalarını bile yönetimde söz sahibi haline
getirmeye yanaşmamaktadır. Rojava’ya saldırılarında piyon olarak kullanmak için
beslediği her türlü ahlaki değerden yoksun çetelerin üsleri haline gelen bu
bölgenin yerli halk için ne kadar güvenli ve huzurlu olduğu propagandasını bile
yapamamaktadır. Her türlü hırsızlık, gaspın hukuki olarak yapıldığı bu bölge
tüm Suriye halkları için çok büyük bir güvenlik problemi oluşturmaktadır. Bu
durumda T.C. sürekli diplomatik bir koz olarak kullandığı mültecilerin bu
bölgeye neden dönmedikleri rahatlıkla anlaşılır. Bu bölgede ülkelerini terk
etmelerine neden olan her şey varlığını zaten sürdürmektedir.
Efrin’in işgali de faşizmin
egemenlik alanını genişletme histerisi ve Kürt soykırımcısı zihniyeti ile
yapılmıştır. Bu doğan gün kadar açıktır. Her ne kadar Efrin’de aynı şekilde
hareket etmek istese de burada her gün bu isteğinin bedelini ödemektedir. Efrin
Kurtuluş güçleri T.C.’yi de, güvenlikten ne anladığını çok iyi bilmektedir ve mücadeleyi
sürekli büyüterek Efrin’i faşizmin kâbusu haline getirmeye devam etmektedir.
Bu anlayış ve pratiğe rağmen
AKP-MHP faşizminin Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik sürekli güvenli bir hattan
bahsetmesi ironiktir. Aslında tüm Ortadoğu için tehlike oluşturan kendi faşist
rejimidir. Aslında halkları bu zihniyetten korumak tüm insanlığın görevidir.
Uluslararası alanda adalet, eşitlik gibi değerler hâkim olsa tüm devletler
T.C.’yi bırakalım dikkate almayı bu konumunu geriletmeye uğraşırlardı. Çünkü
faşizmin Rojava’ya yönelik söylemlerinin gerçeklerle en ufak bir ilişkisi
yoktur. Rojava devrimi hiçbir güce saldırmamış ya da tehdit etmemiştir. 8
yıllık pratik, vahşi saldırılara karşı muazzam direnişin tarihidir. Sorunların
çözümü için Önderliğin paradigması doğrultusunda demokratik müzakereye hazır
olduğunu sürekli ilan etmiştir. Daha ilk
günden Rojava’ya tehdit eden, önce İŞİD gibi çetelerle sonra doğrudan kendi
ordusu ile saldıran ise AKP-MHP faşizmidir. Kürt halkının nefes alıp vermesini
kendi soykırımcı varoluşuna bir saldırı olarak görmektedir. Bu açıdan herhangi
bir yerde Kürt kazanımları söz konusu olsa buna yönelmeyi esas almaktadır. Bu
zihniyet tüm dünyanın gözünün içine baka baka tüm özerk bölgeyi ortadan
kaldıracağını, bunu da “barış koridoru adıyla yapacağını ilan etmektedir.
Kavramların çarpıtılmasında Türk devleti oldukça maharetlidir.
Fakat uluslararası sistem de
menfaate dayalı dengeler söz konusudur. Pratik politika da bu durum göz ardı
edilerek geliştirilemez. Rojava devrimcileri de bu açıdan tüm dünyaya gerçekçi
bir öneri yapmıştır. İŞİD karşıtı koalisyon devletlerin sorumluluğunda makul
bir bölgede faşizmin tehdit söylemlerini boşa çıkarabilecek bir mekanizma
kurulabileceğini pek çok kez ifade ettiler. AKP-MHP faşist demagogların
hezeyanlarına karşın son günlerde çokça konuşulan antlaşmanın bu öneriye yakın
bir sonuç açığa çıkardığı, Türk devletinin buna mecbur bırakıldığı
görülmektedir. Aksi durum zaten savaş demektir. Özerk bölgenin ilan ettiği
seferberlik, Rojava halkının bu ihtimalle de hazır olunduğunu
göstermektedir.
Faşizmin Kürdistan’ın her yerini
işgal etmek istediği açıktır. Sadece bekalarına tehdit olarak gördükleri Kürt
varlığını ortadan kaldırmak için değil, aynı zamanda egemenlik alanlarını
genişletmek için Başurê Kürdistan’ı da Rojava’yı da işgal etmek
istemektedirler. Bu isteği hangi kılıfla sunarlarsa sunsunlar asıl hedefleri
budur. Çünkü bu zihniyetin iktidarını kurumsallaştırmak, rantını artırmak
dışında nihai bir amacı yoktur. Onların “güvenlik ten de anladıkları budur.
Güvenlik dediklerinde halklara saldırı, barış dediklerinde topyekûn savaşı
kastettiklerini sürekli akılda tutmak gerekir. Bu açıdan her yöntem ile
direnerek faşizmi dağıtma dışında halkları barışa kavuşturmanın bir yolu
yoktur.
Kendal BAGOK
0
21
TR
KO
:” ”
:””
” “,
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html