AKP-MHP faşist ittifakı özel savaş yöntemleri ile salgın ortamını bir fırsata dönüştürmek ve Kürt soykırımının zemini haline getirmek istiyor. Bunun için sınırsız bir tarzda baskı ve medya gücünü kullanarak başarılı olduğu algısını yaratıp yönetmeyi ve bu yolla düşüşünün önünü almayı amaçlıyor. Dolayısıyla bu salgın ortamında özel ve psikolojik savaş yöntemleri ile yaratılmak istenen algıyı deşifre etmek, bu faşist güruhun gerçek yüzünü ortaya koymak, salgın ortamında daha net bir şekilde açığa çıkan yönetememe halini tüm topluma göstermek, yaratılmak istenen şoven ve Kürt karşıtı ortamı demokratik ulus perspektifi ile tersine çevirmek önemli bir siyasal ve ideolojik mücadele olmaktadır. Bu konuda kimi aydınların ve çevrelerin bir çabası olsa da yetersiz ve eksik kalmaktadır. Hiçbir zaman olmadığı kadar toplumun doğru bilgilendirilerek faşizmin oyunlarını boşa çıkarma hayati bir konu olmaktadır. Çünkü günümüzde faşizm elindeki iktidar ve medya gücünü kullanarak psikolojik savaş yöntemleriyle kendisini ayakta tutmaya çalışıyor. O açıdan yürüttüğü psikolojik savaşı boşa çıkarmak temel bir mücadele alanı olmaktadır.
Her şeyden önce baş aşağı gidişi yaşayan bir faşist iktidar var. Artık bu iktidarın Türkiye halkını kandırmaya dönük fazla bir argümanı kalmamıştır. Deyim yerindeyse maskeler tek tek düşmüş ve gerçek faşist, ırkçı, çeteci, hırsız yüzü tüm toplumca net bir şekilde görülmüştür. O açıdan artık kendisini fazla gizleme şansı kalmadığından direk faşizan baskılarla toplumu korkutmak, sindirmek ve Kürdü düşman ilan ederek, düşman algısını canlı tutma üzerinden şovenizmi körükleyerek kendisini ayakta tutmak istemektedir. Bu konuda en temelde ise gerçekliği çarpıtıp tersyüz etme yöntemini kullanmaktadır. Dikkat edilirse bu iktidar ne diyorsa gerçeklik tam tersi olmaktadır. Mesela ekonomide tümden bir baş aşağıya gidişi yaşadığı bir ortamda en fazla ekonominin başarılı yönetildiği propagandası yapılmaktadır, yine Suriye politikasında tam bir çıkmazı yaşadığı bir ortamda ne kadar başarılı oldukları yandaş basında aralıksız işlenmektedir. Diş ilişkiler konusunda dünyada adeta yalnızlaşan bir konuma gelmişken, ne kadar etkili ve sonuç alıcı bir dış politika yürütüldüğü sürekli kamuoyuna anlatılmaktadır. Kürt Özgürlük Mücadelesi karşısında elindeki tüm teknik imkanlara rağmen sonuç alamayan ve hezimeti yaşayan bir konumdayken, sabah akşam ‘’terörle mücadelede’’ ne kadar başarılı oldukları propagandası yapılmaktadır. Aynı şey günümüzde yaşanan salgın süreci içinde geçerlidir. Dünyada bu salgına karşı ciddi bir önlem almayarak sürü bağışıklığı politikasını uygulayan tek ülke konumunda iken, tüm medyada ne kadar başarılı bir şekilde bu sürecin yönetildiği propaganda edilmektedir. Tüm ülkeler ellerindeki tüm mali imkanları seferber edip, üretimi durdurup bu salgınla mücadelede vatandaşlarını koruma seferberliği içine girerken, bu faşist ittifak salgını fırsata dönüştürme, bağış adı altında halktan para toplama, zamlarla bir nebzede olsa iktidarını sürdürme adına nefes alma çabası içerisindedir. Dünyada petrole olan talebin oldukça düştüğü, petrol fiyatlarının da dünyanın her tarafında düşüşe geçtiği bir ortamda Türkiye’de akaryakıta zam yapılmasının başka nasıl bir izahatı olabilir ki?
Yaşanan salgın konusunda Türkiye’deki resmi kanallardan yapılan açıklamalara da güvenmemek gerekiyor. Salgının boyutu, vaka sayısı ve yaşanan can kaybının çok bilinçli bir tarzda toplumdan saklandığına dair ciddi kaygılar ve bulgular mevcuttur. Profesör düzeyinde kimi hekimler durumun yansıtılandan çok daha vahim olduğunu ve bu rakamların bilinçli olarak farklı tarzda kayda geçirildiğini, bu yolla toplumun kandırıldığını, ‘’başarılıymış’’ imajının yaratılmak istendiğini belirtiyorlar. Bu tarzda toplumu kandırarak süreçten faydalanma yaklaşımının AKP’nin karakterine uygun olduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Mesela şöyle bir haberlere dikkat edelim; dünyada salgın nedeniyle yaşanan vaka sayıları verilirken sadece 6 ülke sayılıyor. Yedincisi es geçiliyor. Çünkü kendi çarpıtılmış, özel psikolojik savaş kapsamında masa başında dizayn edilmiş resmi rakamlarına göre dahi vaka sayısının en fazla yaşandığı yedinci ülke konumundadır. Can kaybı konusunda da durum aynıdır. Kayıtlara farklı tarzda geçirme, gizleme vb. pek çok hileye rağmen dünyada en fazla can kaybı yaşanan on birinci ülkedir. O yüzden can kaybı sıralaması yapılırken onuncu ülkeden sonrası verilmemektedir. Çin milyarları bulan nüfusunu kontrol altına alıp, testten geçirip, bu yolla salgının önünü geçerken, bu iktidar maske dağıtımını dahi beceremeyerek çuvallamıştır. Ancak her konuda olduğu gibi bu gerçeklikte yine en çok çarpıtılarak ve ters yüz edilerek adeta tüm halka ücretsiz maske dağıtıldığı algısı yaratılmak istenmektedir. Bu ve benzeri pek çok yolla ve çarpıtmayla bu iktidar yaşanan salgın ortamında bir yandan toplumda korku ve panik yaratmakta, diğer taraftan ise kendisini kurtarıcı olarak topluma yansıtıp, yaşadığı baş aşağı gidişi durdurmak ve ömrünü uzatmak istemektedir.
Korona Virüs salgını bahane edilerek meclisten geçirilen infaz düzenlemesi ise bu faşist iktidarın sürece nasıl yaklaştığının en açık göstergesi olmaktadır. Çıkarılan bu faşist-ırkçı ve Kürde-muhalife ölümü reva gören karakterdeki yasanın doğru anlaşılması gerekiyor. Her şeyden önce her konuda olduğu gibi AKP-MHP faşist ittifakı bu yasal düzenleme konusunda da fırsatçı yaklaşmıştır, toplumu aldatmayı esas almıştır. Daha önce de MHP ile birlikte kimi eski ülkücü artığı mafya babalarını, dolandırıcıları, tefecileri, uyuşturucu tacirlerini, çocuk ve kadın istismarcılarını kapsayan kısmi bir af üzerinde çalıştıklarını, ancak kamuoyu baskısı nedeniyle ertelediklerini biliyoruz. İşte salgın süreci düşündükleri ama pratikleştiremedikleri bu kısmi affın ‘’infaz düzenlemesi’’ adıyla ve salgına karşı bir tedbirmiş gibi gösterilerek hayata geçirilmesidir. Yoksa salgından dolayı tedbir amaçlı düzenlenen bir yasa olsaydı hiçbir ayrım gözetmeksizin en büyük risk grubunu teşkil eden öncelikle ağır hasta mahpuslar, yaşlılar, 0-6 yaş grubu çocuklarıyla beraber cezaevinde yaşamak zorunda kalan anneler ve hamile kadınlar derhal serbest bırakılır, geride kalan mahpuslar için de vakit geçirmeksizin infaz düzenlemesinde değişiklik yaparlardı. Yargılamaları devam etmekte olan tutukluların adli kontrolle, hükümlülerin de denetimli serbestlik, infazda indirim veya infaz ertelemesiyle serbest bırakılmalarının sağlanması çok zor bir iş değildi. Ancak amaç salgına karşı tedbir olmadığı için yasallaşan düzenleme de siyasi tutsakların salgınla baş başa bırakılması ve bu yolla bir katliamın gerçekleştirilmesinin kılıfı oldu. O açıdan bir yasal düzenlemeden, infaz düzenlemesinden çok bir katliam düzenleme yasasıdır. Bu yasa uluslararası hukuka ve insan hakları evrensel bildirgesine aykırı olduğu gibi kendilerinin ırkçı-tekçi-anti demokratik anayasalarına dahi terstir. Bir defa eşitlik ilkesi gözetilmemektedir. Tutsaklar siyasi olan ve olmayan biçiminde ayrıştırılmakta, dolayısıyla ayrımcı bir yasa olmaktadır. Kaldı ki yine hem uluslararsı hukuka, hem de kendi yasalarına göre devlet ceza indirimi, kısmi af vb. konularda öncelikli olarak devlete karşı işlendiği varsayılan suçlarda düzenleme yapma hakkına sahiptir. Bireylere karşı işlenen suçlarda devletin indirim yada af yetkisi yoktur. Buna göre yapılacak bir düzenleme sadece yada öncelikle siyasi tutsakları kapsamalıydı ancak faşizm kendi hukukunu bile tanımayarak Kürt düşmanlığı konusunda pervasızlığını ortaya koymuştur bu düzenlemeyle.
Tüm bu yaşananlardan da anlaşılacağı gibi gerçeği tersyüz etme, toplumu kandırma ve Kürt düşmanlığı üzerinden AKP-MHP faşist ittifakı bu salgın sürecini bir fırsata çevirmek istemektedir. Ancak artık mızrak çuvala sığmamakta, ellerindeki iktidar ve medya gücüde yeterli olmamakta, yaşadıkları erime ve çöküşün önüne geçememektedirler. Bu faşist iktidara yakın anket şirketlerinin son verileri bu gerçekliği netçe ortaya koymaktadır. Bu konuda muhalif kesimlerin faşizme karşı mücadelesi oldukça büyük bir öneme sahip olmaktadır. Doğru temelde, yaygın ve etkin bir söylem ve eylem sürekliliği ortaya çıkarılabilirse faşizmin yıkılması ve Demokratik Türkiye yolunda yeni bir sürecin başlaması en güçlü ihtimal olmaktadır. ‘’Benzine zam yapıldı’’ twitinden dahi korkan ve yasaklayan bitmiş-tükenmiş bir faşist iktidar gerçekliği ile karşı karşıyayız. Birlik-örgütlülük ve doğru bir mücadele ile bu faşist iktidara son vermek tüm özgürlükçü, demokratik kesim ve çevrelerin en temel görevi ve tarihi bir sorumluluğu olmaktadır. Dönem bu görev ve sorumluluğa sahip çıkma ve gereklerini yerine getirme dönemidir.
Zilan KAYA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi