26 Mart 2017 Pazar Saat 16:22
Bilindiği gibi halkların baharının umut olmayı aşıp ete
kemiğe büründüğü ve bu uğurda görkemli direnişlerin sergilendiği, dolayısıyla
kahramanlık destanlarının yazıldığı bir o kadar da ihanet ve düşkünlüklerin
yaşandığı bir dönemden geçmekteyiz. Kobane Direnişi, Rojava Devrimi ve Bakurê
Kürdistan’daki Demokratik Özyönetim Direnişleri bir halkın “xwebûn olmaktaki
ısrarını dolayısıyla kendi kendini yönetmekteki ahlaki ve politik tutumunu ve
bu anlamda özgür yaşamdaki etik ve estetik değerlerinin yüceliğini ifade
etmektedir.
Demokratik Ulus paradigması anlamlı ve özgür yaşamı her
şeyin üstünde olduğunu, doğru ve insanca yaşamanın, yaşama ihanet edilerek
yanlış yaşanamayacağını doğru yaşamanın da toplumsallaşmadan geçtiğini,
bireylerin ancak kendi tarihsel ve toplumsal kültür ve kimlikleriyle varlık
kazandıklarını bunun ötesinin biyolojik yaşam düzeyinde seyretmek olduğunu,
bunun da insanca bir yaşam olmadığını dolayısıyla yaşamın inkârı demek olduğunu
ispatlamıştır.
Yedi bin yıllık hegemonya tarihinde hiçbir sistem Kapitalizm
kadar insanca yaşamaya karşı ihanet içerisinde olmadı. Bunun kadar topluma
karşı, soykırımcı, acımasız, zalim, alçak, hırsız, yalancı, ikiyüzlü ve hatta
yüzsüz, komplocu ve düşkün vb. kısaca toplum düşmanı olmadı. Bu sistem 7 den 70’e
herkesin hayatıyla oynamaktadır. Hiç kuşkusuz bu bir zihniyet durumunu ifade
etmektedir. Bu öyle bir zihniyet durumu ki patolojik yani hastalıklıdır.
Algılama da yaşanan kargaşa durumu kendisini günlük yaşama karabasan olarak
dayatmaktadır. Zihniyette toplumsal yaşamın etik ve estetiğinin yitirilmesinin
yanı sıra ahlaki örgünün yırtılması zihniyet keşmekeşliğinin ana
kaynağıdır.
Hayatın her anına ve değerine mekanikleştirip para ile değer
biçen, her şeyde kuşku ile yatıp kuşku ile kalkan aynı zamanda kendisini
modernlik ve bilimsellik adı altında pazarlayan en kof mitolojik söylemli bir
dini, Modernite dinini ifade ediyor. Oldukça katı, dogmatik ve fanatik bir din
gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Kaldı ki din, bilimin ana kaynaklarından birisidir.
Mitolojik söylemi, katılaştırarak toplumsal ahlakı örmüştür. Ancak dini
iktidara bulaştıranların gayesiyle birlikte bu vasfını yitirdiği söylenebilir.
Dinler dönemine göre özgür yaşamı salık verirken, Peygamberler toplumsal
yozlaşmalara karşı toplumsal hafızanın vicdanı olarak toplumsal ahlakı ve
politikayı ördüler. Oysa Modern değerler dizisi toplumsal ahlâk ve politikayı
hallaç pamuğu gibi atmaktadır. O ise algı operasyonlarıyla toplum kırımını
gizlemeye çalışmaktadır. Kapitalist Modernite gücünü veya güçsüzlüğünü bu
özelliğinden almaktadır.
Kapitalizmin dünya sistemi olabilmek için Merkezi Uygarlık
Sisteminin doğuş kaynaklarına emperyalist yönelimleri kendisiyle birlikte
çelişki ve çatışmaların yoğunluk kazanmasını ve dolayısıyla kaosun
derinleştirilmesini getirmiştir. Sistem, dünya hegamonik gücü olabilmek için
bölgeye tüm hışmıyla yüklenirken, büyük yalanlarla örülü ulus- devletleri imal
etmediği gibi eski devlet geleneğinin yerine oryantalistleri ikame etmiştir.
Modernite ve oryantalizm diyalektiğini efendi ve köle
diyalektik bütünlüğü içerisinde çözümlemeden günümüzde yaşadığımız gelişmeleri
kavramakta zorlanıyoruz. KİME GÖRE DOĞU? Sorusu bile batının kendisini
merkeze koyup, doğuya dönük emperyalist ve sömürgeci emellerini ele
vermektedir. Yereldekiler ise Moderniteyi medeniyet adı altında yere göğe
sığdırmayan açık ya da gizli, derinden yaşayan köksüzlerdir. Başta bölgemiz
Ortadoğu olmak üzere kaos oluşturmak ve derinleştirmek bu Modernitenin yapısal
bir özelliği olduğu kadar, buna uygun siyasi ve askeri yapıları geliştirip öne
çıkarmak diğer bir özelliği olmaktadır.
Bilindiği gibi 19. yy Kapitalist Modernitenin bir dünya
hegemonya sistemi olarak gerçekleşmesinin yüzyılıdır. Bu yüzyıl aynı zamanda
Kürtlerin baş aşağı gidişatının başlangıcı olmaktadır. İngilizlerin Ortadoğu’ya
sızmaları bölge halkları açısından tam bir felaketle sonuçlanmıştır. Kürtler askeri, siyasi, ekonomik, sosyal,
kültürel olarak soykırım süreçlerine alınırken sadece biyolojik bir yaşama
mahkûm edilmeye çalışılmışlardı.
Bu süreçte Kürtlerin payına inkâr ve imha düşmüştür. Kürtler
adına, coğrafik parçalanmışlık, soykırım uygulamaları ve derin toplumsal
parçalanmışlık ilk elden söylenebilecek hususlar olmaktadır. Bu sürecin sonunda
kendini inkâr eden Kürtlüğün para ettiği bir dünya gerçekliği örülmüştür. Yakın
geçmişteki nesil az ya da çok bu duyguyu derinden hissetmişlerdir.
Kürtler ve Kürdistan dört ulus-devletin arasında paylaşılıp,
çarmığına çekilirken Kürdistan’da sistemin esaslı yedek koruyucu, kollayıcı ve
kolluk kuvveti işlevini gören temel yapılar tarikatlar, aşiretler ve aileler
arasından derlenmiştir. Dolayısıyla Kürdistan’da Nakşilik ve Barzanîcilik bu
paradigmadan türetilmiştir. Kendi toplumsal dinamiklerine dayanmayan, burjuva
anlamda bile bir değeri olmayan, ilkel milliyetçilik kendini dönemin
koşullarına göre uyarlayarak günümüze kadar gelen Kürt görünümlü, Kürt
düşmanlığıdır
Barzanî’nin KDP’sinin 2. Dünya savaşının hemen akabinde
İsrail gizli servisleri ve o dönem etkisi altındaki İran Şahı’nın Savak’ı
tarafından kurulduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Arap dünyasında monarşilere
karşı bir tepki olarak gelişen BAAS milliyetçiliği ve dünyada gelişen ulusal
kurtuluş mücadeleleri uluslararası gericiliği erkenden böyle bir tedbir almaya
doğru itmiştir. Ve nitekim Doğu Kürdistan’da gelişen Kurdistanî hareketlerin ve
başlattıkları isyanların bastırılmasında ve katliamlarla sonlandırılmasında en
ön saflarda yer almıştır.
KDP ve benzeri oluşumlar aynı yaklaşımları Güney
Kürdistan’da daha fazlasıyla sergilemişlerdir. Güney Kürdistan’da aşiret, parti
ve şahsiyetlerden teşekkül olan özgür, devrimci demokratik dinamiklerin
tüketilmesinde, yine Enfal ve Halepçe başta olmak üzere halkın katliamlardan
geçirilmesinde ilkel milliyetçiliğin rolü belirgindir. Kürdistan’da devrimci
demokratik bir gelişmenin gerçekleşmemesi görevini amentü olarak benimsemiş
olan, savaş ağalarından oluşan bu güruh her zaman mazlum Kürt halkının sırtında
ki hançer olmuştur.
Kürdistan’da KDP demek Kürtlük adına yaşamın yerlerde
sürünmesi veya özgür yaşama ihanetin adıdır. Kürt halkının en küçük demokratik
kıpırdanma süreçlerine girdiği dönemlerde hemen Kürt ihanetçiliği olarak
devreye konmaktadır.
Devlet paradigması normlarında bile kabileciliği ve
aileciliği aşamayan bir KDP’nin devletleşme dayatması Kürdistan diriliş
devriminin tamamlanması ve Kürdistan demokratik devrimine denk gelmektedir. O
da efendilerinin dayatmasıyla olmuştur.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan öncülüğünde PKK hareketinin
ulusal ve uluslararası sistemi sarsması sonucunda Kürdistan’da yaşanan devrimci
demokratik gelişmelere karşı, uluslararası güçler tarafından Kürdistan ulusal
demokratik devrimine karşı bir karşı-devrim olarak dayatılmıştır. PKK’nin
mücadeleyi yaydığı ve umut olduğu bir dönem de güneyde tek bir peşmergenin dahi
barınamadığı, hepsinin İran’da mültecileştiği bir dönem de Kürt Özgürlük
hareketine karşı kullanılmak üzere Barzanî ve Talabanî’nin ayaklarında çarıkla
Gever’e kadar getirilerek oradan helikopterlerle Silopya’ya taşındıkları ve
Ankara da sömürgeci T.C. devletinin kendilerine diplomatik pasaportlar verdiği
dün kadar yakın durmaktadır.
Sömürgeciliğin Güney Kürdistan başta olmak üzere tüm
Kürdistan’da yaşatılmasının en temel nedenlerinden birisini teşkil eden bu yapı
sömürgecilikle olan iç içe geçmiş ilişkileri bir hayli ilerletmiştir. Güney
Kürdistan’ı vahşi Türk kapitalizminin talan rejimine sonuna kadar açmışlardır.
Sömürgeci Türk devlet yetkililerin beyanlarına göre her devlet yetkilisinin
ziyaretinde bu kader birliğinden dem vurulduğu ve KDP’nin kraldan daha kral MİT
demek olduğunu ifade ediyorlar. Dolayısıyla KDP’lilerin peşinden gitmek,
sömürgeciliğin ve insanlıkta dibe vuranların peşinden gitmektir.
Kürt halkının en değerli ve yiğit evlatlarının kanları
üzerinden palazlanan bir savaş ağalığı başta Hewler ve Avaşîn hastanelerindeki
savunmasız yaralılara karşı olmak üzere birçok yerde tarihin en vahşi
katliamlarını dayatmaktan geri durmamıştır.
2003 yılında ABD’nin Irak’a müdahalesi yeni bir küresel
hamleyi zirveye taşırırken işbirlikçi ve ihanetçi yapının rol ve misyon
arayışını gündeme getirecektir. Küreselleşme bölge ayaklarından birisini Hewler
merkezli olarak örmektedir. Ancak beyaz Kürt’leşme sağlanmadan
geliştirilemeyecek olan sosyal doku, şimdiden Güney Kürdistan’da üretici
güçleri, tarım ve köy toplumunu, tüketilip, bitirilerek, halkı Hewler’in
varoşlarına mahkûm etmiştir. Kendisi olma ısrarındaki özgür Kürtlük ise her zaman
hedef gösterilerek Hewler seremonisine uyarlanmaya çalışılmıştır.
KDP’nin Kürt ihanetçileri temelli mevcut alt yapısı devlet
gibi gelişmeleri karşılamaktan uzak olduğundan dolayı artık uluslararası
güçlere ayak bağı teşkil etmektedir. Ancak alternatif oluşturulamaması ve
Barzanî ailesinin sürekli muhalifleri tasfiye etmesi ömürlerini uzatmalarına
vesile olmuştur.
Ortadoğu’da oryantalizmin sosyal bir yapıya dönüştürülerek
kurumlaştırılmasında dinin 2. Önemli ayağı teşkil ettiği su götürmez bir
gerçektir. Wehabilik, Selefilik ve Nakşilik bütün anti- Modernite iddialarına
rağmen dinci ve milliyetçi ideolojiler olarak bölge de Truva Atı işlevini
görmüştür.
Kürdistan öteden beri sosyal mücadelelerin sahnelendiği bir
ülkedir. Bu mücadeleler çoğunlukla kendisini her biri bir sivil toplum
kuruluşları olan dini cemaat veya tarikat ve mezhepler kanalıyla yansıtmıştır.
Biz buna Demokratik İslam örgütleri de diyebiliriz. Toplumun vicdanı ve
kültürel birikimlerinin günümüze kadar sürdürülmesinde adeta tarihsel ve
toplumsal hafızası olarak da değerlendirebiliriz.
Kürt oryantalizminin dini şeceresini Nakşîlik ile
başlatabiliriz. Osmanlının merkezileşme sürecinde Kürdistan’da Mîr önderlikli
isyanların yenilgisinden sonra sivrilen şeyhlik kurumu açığa çıkan idari ve
siyasi boşluğa talip olurlar. Hem de herhangi bir teorik, siyasi program veya
stratejiden yoksun olarak mazlum Kürt halkının acıları üzerinden kaos önderliğine
soyunurlar.
Nakşilik kendisini başından beri bir asker ve siyasi yapı
olarak örgütlemiştir. Ancak kime karşı sorusuna verilen cevap her zaman
karanlıkta bırakılır. Özellikle bölge de din adına verilen savaşlarda Nakşilik
görmezden gelinir ya da Nakşiler sırra kadem basar olur. Kadirilerin Nakşiliği
dinden sapma olarak suçlamaları olmadık sudan ucuz bahanelerle hep görmezden
geline durmuştur. Elbette bu algıyı oryantalizm inşa etmektedir. Birazcık dini
konulara hâkim bir âlimin bile çok rahatlıkla görebileceği oryantalist içeriğe
fazlasıyla sahiptir.
Mevlana Xalid’ın Sömürge Hindistan’ında İngiliz valisinden
Silemanî merkezli bir Kürt devleti kurma desturunu aldığını bilmeyenimiz hemen
hemen yok gibidir. Sapkın görüşler yaydığı gerekçesiyle Şeyhülislamın hakkında
fetva verdiği ve halife II. Abdülhamid’in Mevlana Xalid’i idam sehpasına
gönderdiği, o dönem Hicaz’da baş gösteren Wehabiliğe karşı kullanılmak üzere
devlet tarafından görevlendirildiği bu da işin laf-ı güzafıdır.
Diğer yandan Osmanlı’nın bölgenin kadim halkları olan
Ermeni, Rum, Sûryanilere karşı giriştiği soykırım uygulamalarında Nakşilerin
rolü incelemeye değer bir konudur. Ancak
Kürdistan’da gelişen yurtsever ve demokratik halk özgürlük mücadelesine karşı
geliştirilen hizbi-kontra faaliyetleri, bundan bağımsız değildir. 20 bine yakın
yurtsever demokrat Kürt’ün en vahşi yöntemlerle arkalarından sinsice
yaklaşılarak enselerine tek kurşun sıkılarak hunharca katledilmeleri hangi din
veya hangi vicdana sığar. Ya da Jitem’in basit birer tetikçileri olarak
yansıtmak hangi akla sığar.
Kuzey Afrika’dan Anadolu ve Mezopotamya’ya, Kafkaslardan
orta Asya’ya kadar geniş bir saha da Nakşi örgütlülüğü bölgenin komünal
demokratik ve kültürel değerlerinin yitirilmesinden başka bir şey ifade
etmemektedir.
Ortadoğu’ya en büyük yönelimler ideolojilerin sonunun
geldiğinin iddia edildiği bir çağda ideolojik bombardımanlarla yapılmaktadır.
Popüler Kültür ve Arabesk kültürü ile inanç ve dini temelli olanlarda dâhil
olmak üzere un ufak edilen kültürel kimlikler ahlaki yozlaşmanın girdabından
kurtulamamaktadırlar. Teknolojinin el verdiği imkânları da kullanarak sistem
bir beyin yıkama makinesinden öteye bireyi kul bile olamayacak derecede
hiçleştirmiştir. Bölgedeki uygulamalar çok vahim manevi gediklere yol açmıştır.
Solun halk gerçekliğinden uzak oluşu, İslam sosyalizmini
bırakalım söylem düzeyinde dahi tutturamayacak kadar bölge değerlerine yabancı
oluşu ironiktir. Dolayısıyla toplumu ve bireyi hiçleştiren Modernite
paradigmasının insan zihniyetinde ve vicdanın da açtığı yaralara derman
olmamasının tarihi vebali altındadır. Bu paradigmanın yarattığı manevi boşluk
en çok anti modernist görünümlü oryantalist İslamcıların işine yaramıştır.
Ortadoğu da demokratik ulusal taleplerin başat hale gelmesinden duyulan ürküntü,
kaygı batılı güçleri radikal veya siyasi İslamcıların yükselmesine zemin
sunmasına yol açmıştır. Koskoca TC devleti bile bir tarikata teslim edildi.
Dolayısıyla geçmişte Bop’un en temel dayanağı siyasi İslam
olmuştur. Böylelikle Ortadoğu’da yükselen halklar baharı, Arap baharının
üzerine kara bir şal çekilmiş oldu. Bazı Müslüman çevreler İslamofobinin
kaynağını batı olarak verirler. Bu tespit doğru olmakla birlikte bağrında
birçok eksikliği taşımaktadır. AKP, DAİŞ, Selefî ve Wehabî gibi Oryantalist İslamcıların
bölge de Müslümanlara ve gayr-i Müslümlere karşı Muaviye İslam’ını da kat be
kat aşan provakasyonları, sözde cihat uygulamaları da İslamofobiye ana
kaynaklık teşkil etmektedir.
Barzanî ailesinin tanrılık, Mehdî’lik öyküsü de Nakşilikle
başlar. Hatta Yahudi kökenli olduğu bile iddia edilir. Nakşîlerin o kadar
ideolojik olmasa da siyasi arena da asgari ortak payda da bir araya geldikleri
AKP, DAİŞ, KDP birlikteliğinde rahatlıkla gözlenebilmektedir. Die Welt gazetesi
uzun bir süredir bu konuları araştırmaktaydı. Türkiye, Suriye ve Irak
trafiğinde, AKP, DAİŞ, KDP arasında dönen sermaye dayanışma ve birlikteliğine
vakıf olduklarından dolayı Türkiye de ki gazete temsilcisi içeri alındı. Alman
hükümetinin sadece Almanya da ki AKP imamlarının Mit adına çalıştıklarını
kamuoyuna açıklaması aysbergin sadece görünen yüzünü teşkil etmektedir.
Almanya’nın AKP, DAİŞ ve KDP üçlüsü arasında gerçekleşen kaçak petrol ticareti
başta olmak üzere insan kaçakçılığı ve DAİŞ’e KDP tarafından sağlanan lojistik
destekten daha fazla pay istediği anlaşılmaktadır.
KDP’nin Kürdistan’da Kürt Özgürlük Hareketine karşı içine
girdiği saldırgan tutumların temelinde AKP ve DAİŞ’in bitme noktasına
geldikleri dolayısıyla kendisinin de biteceği korkusu yatmaktadır. Bunun için
yapmayacağı çılgınlık yoktur. KDP’nin Şengal, Maxmur ve Kerkük’te ki
provokasyon girişimleri askeri ve siyasi gerekçeleri geniş bir çerçeve de ele
alınıp değerlendirilebilir ancak Ezîdîler başta olmak üzere Güney Kürdistan’da
ve Irak’ta halkın bir nebzede olsa soluduğu özgürlük nefesinden duyulan kaygı
olduğu da belirtilebilinir. Çünkü artık ilkel milliyetçilik dibe vurmuş bir
milliyetçilik olarak inkâr ve imha Kürtlüğüne dönüşmüştür. Son dönemler de
Şengal’de, Maxmur’da ve Kerkük’te Kürtleri savunuyorum adı altında girdiği
içine girdiği provakatif tertipler timsahın gözyaşlarını dökmekten başka bir
şey ifade etmiyor. Adama demezler mi daha önce neden bu halkı savunmadan
yüzüstü bırakıp kaçtınız, diye sormazlar mı? Kürdistan’ı faşist güruhlara ve
sömürgecilere peşkeş çektiniz. Tıpkı Muhabad, Enfal ve Halebçe’de olduğu gibi
halkı yüzüstü bırakıp kaçtınız. Hani savunma gücüydünüz. Yoksa tarihinde ilk
defa bu halkın kendi kendini özgür bir temelde yönetmesi mi size dokundu? Artık
halktan ağzını açan sizin yüzünüzü dahi görmek bile istemediklerini ifade
ediyor.
Kapitalistler bile bir kırtıkte olsa bu halkı anlamaya
başladılar. Ancak Kürt ihanetçileri hala timsahın gözyaşlarını dökme
sevdasındalar. Amma ve lakin artık ne yiyebilecekleri yavru kaldı. Ne de
dökebilecekleri gözyaşı. Bir farkla yaşarlar, artık sürüngenler gibi bataklıkta
yalnız yaşayacaklar. Toplumsallığını yaşamayanın sonu bu olur. Tüm dünyaya
ibretlik kalacaklar.
Seîd Dayêyamin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”