Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “Sizin tarikat veya cemaat dediğiniz, bizimse STK dediğimiz yapılarla protokolümüz var. Yapmaya da devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor.” Açıklaması soykırımcı TC devletinin Kürdistan’da yıllardan beri geliştirdiği tarikatların asıl amacının itirafı olmuştur.
Kelime anlamı olarak ‘Allah’a ulaştıran yol’ anlamına gelen Tarikat kelimesi AKP-MHP iktidarıyla beraber bir bütünüyle özünden koptuğunu sadece maddi çıkarlar uğruna toplumun inancını sömüren devletin birer holdingi haline geldiğini sitemizde daha önce “Devlet Eliyle Holdingleşen Tarikatlar” başlığı altında geniş bir dosya halinde mercek altına almıştık.
Benzin istasyonlarından, inşaata enerji santrallerinden beton üretimine kadar her alanda, dini faaliyetlerin yanında ticaret faaliyeti yürüttükleri birçok haber sayfasına konu oldu. Holdingleşen Tarikatların devlet eliyle hangi dönemlerde nasıl kullanıldığı ve Kürdistan’da devlet eliyle üstlendiği role bakacak olursak;
TC’NİN TARİKATLAR YOLUYLA KÜRTLERİ TÜRKLEŞTİRMESİ
TC ile ortaklaşan Kürt kökenli tarikatçı kesim Kürt halkı içinde yaydığı en büyük yalan, Kürt olarak Müslüman olmanın ve yaşamanın, Kürtçe ibadet etmenin ve konuşmanın, ulusal haklarını talep etmenin günaha eşdeğer sayılacağını iddia ettikleri saptırmadır. Unutulmamalıdır ki “hepimiz Müslümanız, din kardeşiyiz Kürtlüğe ne gerek var” şeklinde formüle edilmiş ve kesinlikle altında Türk İslam sentezi ırkçı zihniyetin gizletildiği söylem, bu türdeki dinciler Kürtler içinde ümmet kardeşliği adı altında yaymıştır.
Bu saptırmanın yol açtığı çarpıcı bir diğer örnek ise Türk dinci ve faşistleri için çalışan tarikat ailelerinin, Şeyhlerin daha yoğun yaşadığı özellikle Urfa, Bingöl, Muş, Bitlis, Erzurum gibi şehirlerde, seçimlerde Kürt yurtseverliğini temsil eden partilere oy vermenin günah işlemekle eş olduğunun propaganda edilmesidir. Kuşkusuz ki bu ve benzer durumlar çok ciddi bir bilinç, irade ve ahlaki kırılmanın yol açtığı sonuçlardır; Türk devletinin din ve tarikatlar yoluyla Kürtleri Türk yapmanın Kürtlerden bazılarında varlığını bizzat kendisinin inkar ettiği noktaya geldiğinin işaretidir. Ki Kuran’a göre varlığını inkar etmek, Allah’ın ayetini dolayısıyla Allah’ı inkar etmek demektir. İşte bazı dinci Kürtler, Türk devletinden çıkar elde etmek için Kürtlüklerini inkar ederek aynı zamanda Allah’ı da inkar etmeye din diyor.
Bu kesimler DP döneminden sonra devletin verdiği imkanlarla zenginleştirilmiştir. Zamanla devlet bunları Kürt halkına karşı kullandığı örgütlü bir güce dönüştürmüştür. Artık bunlardan bazıları beyaz ve yeşil faşist Türklerin yanında Kürt kökenli Türkler olarak devlete yerleşmiştir. Örneğin Kürtlerde Kürtlüklerini inkar eden Nakşi guruplarla, Türklerde de demokrasi ve sosyalist aydınlanma karşıtı Nakşi gurupların ittifakı sayesinde AKP’de devlet olacak kadar sistem içileşmiş Kürtler söz konusudur. Ulusal kimliklerini inkar eden Kürt dinciler ve Türk dinci milliyetçi faşistler arasındaki iktidar ilişkisinin bu düzeye gelmesini sağlayan asıl gelişme, 1952’de Türk devletinin NATO üyesi olmasıyla başlamıştır.
TC’nin 1952’de NATO’ya girmesiyle, devlet ve tarikatlar ilişkisini yeniden düzenlemeye gitmiştir. TC’nin NATO’ya üye olması, NATO içinde siyasi ve askeri gücünü İslami hareketleri kontrolüne alma, yönlendirme imkanı vermiştir. Bu politika sosyalist mücadeleye, ulusal kurtuluş hareketlerine karşıtlık üzerine inşa edildiği için NATO’nun diğer üyelerince de desteklenmiştir. 2016’da Türkiye’deki darbe girişiminin arkasındaki güç olduğu iddia edilen Gülen Cemaatinin, 1950’lerden sonra “Komünizmle Mücadele Dernekleri” adı altında örgütlenerek işe başlaması, bahsettiğimiz bu gelişmenin sonuçlarındandır. Bu aşamayla birlikte TC, tarikatları, cemaatleri iç ve dış çıkarları için kullanacak güçte olduğuna inanarak din politikasını belirlemiştir. Böylece Türkiye’de tarikat ve cemaatler, görüntüde dini birer yapı, ancak propagandalarında, yaşam tarzlarında ve örgütsel hedeflerinde anti sol, anti demokratik bir parti, dernek, örgüt olacak şekilde yeniden dizayn edilmiş ve devletle organik bağları güçlü yapılara dönüştürülmüş oldu. Ki en son Milli eğitim bakanı Yusuf Tekin’in açıklamaları bunu teyit ettirmektedir.
TARİKATLARIN KÜRDİSTAN AYAĞI
Soykırımcı TC’nin NATO’ya dahil olduktan sonra tarikatlar ve cemaatlerle kurduğu yeni ilişkilerin bir de Kürdistan ayağı vardır. Politika değişikliğinin yaşandığı bu kritik dönemde Kürdistan’da da Kürt tarikat ailelerine ve liderlerine dönük dinci faşist Türkler lehine sonuç vermiş yeni bazı taktikler devreye konulmuştur; öncelikle Kürt kültürü, inancı ve alimlerinden beslenen hiçbir tarikatın tümüyle devlete teslim olmayacağı bilindiğinden, tarikat liderliğinin ben Türküm diyecek kadar devşirilmiş Kürt kökenlilere verilmesi dayatılmıştır.
Türk devletinin Kürt tarikat geleneğini bozacak en radikal müdahalesi, 1970’lerden itibaren Kürtlerde ulusal kimlik talebinin sol söylemli siyasetle dillendirilip mücadelesinin başlamasına karşı, dini kullanma amacıyla yapılanı olmuştur. Örneğin Milli Türk Talebe Birliği’nin üyesi ve aynı zamanda Neqşîbendî geleneğinden gelen Hüseyin Velioğlu’na Hizbullah adlı kontrgerilla örgütü kurdurulmuş, bu dinci kontra yapı Türk ordusunun emrinde PKK ile savaşmıştır. Bilindiği gibi içinde yurtsever Qedrî kültürden gelenler de dahil Neqşîbendî ve Nurcu Kürt alim ve seydaların da olduğu onlarca Kürt yurtseveri bu cani kontra yapı tarafından katledildi.
TARİKAT VE CEMAATLER TC’NİN ÖZEL SAVAŞ APARATIDIR
1970’ten itibaren TC’nin Bakur’da yürüttüğü Kürt tarikat geleneğini bozma, asimile ederek teslim alma, kontralaştırma politikalarına Med-Zehracılar adıyla anılan ve içinde Kürt ulusal bilincini temsil eden Nurcu guruplar, Qedri ve Neqşîbendî Kürt yurtsever çevreler de yoğun maruz kalmıştır. Örneğin bu müdahaleler neticesinde MHPli ülkücülerin mürit adı altında yoğunca sızdırıldığı Neqşîyên Xalid-î’lerden olan Menzil Cemaati, tümüyle Türk özel savaş aygıtına hizmet edecek duruma sokulmuştur.
Bu cemaatteki Kürt damarı neredeyse yok edilmiştir. Maraş’ta Kürtleri katleden katillerden ele başlar da dahil bazıları kendilerini bu cemaate mürit saymıştır; bugün kendine Hüdapar diyen dünün Hizbikontrası da Kürt Nakşi gelenekten devşirilmiştir. Ayrıca incelenmesi gereken bu husus hakkında, mahkemelerde konuşmuş Kürt katili ve katliamcısı Türk subay ve generallerinin itiraflarına bakılabilir. Bu itiraflar Kürt tarikat geleneğinin sömürgeci ve soykırımcı TC tarafından nasıl yozlaştırıldığını ve ihanete çekildiğini net bir şekilde göstermektedir.
1980 askeri darbesiyle birlikte Türk devleti, Türk İslam sentezini resmi ideolojisi olarak ilan etti. Bu ilan o güne kadar Türk devletinin Türk İslam sentezine dayanmadığı anlamına gelmez. Türk İslam sentezi denilerek formülleştirilmiş siyasi anlayış, 2. Abdülhamit zamanında da vardır. Hatta 2. Mahmut’a kadar da götürülebilir. Zaten Kemalist düşünce denilen düşünce de önemli oranda bu iki sultan halifenin politikalarının 20. yüzyıla uyarlanmasıdır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Türk tarikat ve cemaatlerinin çoğu özel savaş örgütlerine, Kürtlerde ise birçoğu ulusal ihanetin dinselleştirildiği mekanlara dönüştürüldüler.
PKK’nin öncülük ettiği Özgürlük mücadelesinin halk içinde kabul görmesi, Kürt halkında ulusal bilincin gelişmesi 12 Eylül faşist darbesini yapan generalleri ürkütmüştür. Faşist Evren, darbenin yapılma nedenlerinin başında PKK mücadelesini göstermişti. Sömürgeci soykırımcı devlet, 1980’den sonra Kürdistan’da din istismarına dayanan propagandayı daha sistematik olarak devreye koymuştur. Hatırlanacağı gibi Türk ordusu defalarca Kürdistan’da Kuran ayetlerini dağıtmıştı.
TARİKATLAR, AJANLAŞTIRMA ARACI OLDU
Türk devletinin 1980’den sonra din istismarı politikasında yeni olan başka bir şey de sadece Bakur’dakileri değil Rojava ve Başûr’daki tarikat ailelerinin bazı üyeleriyle ilişkilenerek kullanmak olmuştur. Sömürgeci ve soykırımcı Türk devleti kırk yıldan fazladır, üç parça Kürdistan’da dini geleneği temsil eden Kürtlerden ajan devşirmeyi en temel işleri içine almıştır. Soykırımcı TC bu Kürtleri kullanarak, Kürdistan’daki katliamlarını meşrulaştırmaya, Kürtlere saldırılarını “ben Kürtleri dinsizlere karşı koruyorum” yalanına oturtarak propaganda etmeye devam ediyor. Kürdistan özgürlük mücadelesini din karşıtı, kendisini ise dindar bir güç olarak sunuyor. TC’nin bu propagandası ANAP zamanında Bakur’da, AKP iktidarıyla birlikte de Başûr’da Barzani ailesine biat etmiş kimi Nakşiler içinde karşılık bulmuştur.
Türk devletinin resmi olarak Kürtlere dincilikle düşmanlık yapmaya başlaması, hainlikleri tescilli bazı tarikat ailelerine, Şeyhlerine rüyalarında görmediği kadar maddi imkan bulma olanağı sunmuştur. Bilindiği üzere bunun da başını Barzani ailesinden siyasi lider konumundakiler çekmektedir. Bu ailenin Türk İslam sentezi ideolojisine sahip, Nakşiliğin Türk Halid-i koluna bağlı Erdoğan ailesiyle her gün 450 bin varil petrolü piyasaya sürdüğü basına yansımıştı.
Dinci faşist TC iktidarının Kürtler içinde kullandığı hain dinci Kürt gurupların bir saldırısı da TC’nin Kürt halkı içindeki özel savaş saldırılarına dönük yaklaşımında görülmektedir. TC’nin özel savaş elemanlarının bir devlet politikası olarak oldukça planlı bir tarzda Kürt halkı içinde uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık gibi gayri ahlaki saldırılar ile Kürtleri yozlaştırmasına karşı bu münafıklar ya sessiz kalmakta ya da düşmanın bu saldırısını utanmadan PKK’ye mal edebilmektedir. Sadece bu tutumları bile bunların düşmanla hangi düzeyde ortak çalıştıklarını anlamak için yeterlidir. Faşist AKP-MHP adı altında örgütlenmiş faşist dinci Türklerin sonu aynı zamanda kendisiyle müttefik konumda olan Kürt dincilerinin de sonunu belirleyecektir.
Militan RÊHAT