20 Ocak 2017 Cuma Saat 13:27
Tarihe Damgasını Vuran İki Çizgi:
İhanet ve Direniş
1. Zerdüştilik Felsefesi
Kürt Halk Önderi Öcalan AİHM savunmasında genişçe
Zerdüştlüğü değerlendirmiştir. Bu geniş değerlendirmelerin bir kısmını buraya
alarak Zerdüşt’ü ve felsefesini işleyeceğiz.
Kürt Halk Önderi Öcalan: “Zerdüşt’ün M.Ö. 1000 ile 600
yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Zerdüşt ilkel aryan inanç
sistemini esaslı bir reformdan geçirmiştir. Üçlü tanrı sisteminden, tek tanrılı
sürece doğru evirilmesinde ara bir rol oynamıştır. Dönemin temel aryan
tanrıçaları olan İndra, Mitra’dan, Varuna da Ahura Mazda’ya geçiş yapmıştır.
Anadolu, Medya ve İran’da tek tanrıcılığa doğru adım atıştır yapılan.
Cennet-cehennem, sırat köprüsü, melekler, çok katlar, mahşer, büyük mahkeme,
iyilik-kötülük terazisi derken birçok kavramın oluşmasında rol oynamıştır.
Kadına çok değer biçmekte, temizlik, namuslu yaşam, güzel söz, güzel işten yana
iken, hayvan kesmeye karşıdır. Öz savunmanın dışında şiddeti de ret etmektedir.
Büyük ahlakçıdır. Karanlık ve aydınlığın, iyilik ile
kötülüğün mücadelesini esas almaktadır. İnsan iradesinin özgürlüğüne inanmakta
ve bu temelde var olan tanrıyı sorgulamaktadır. Sorularıyla isyanı çağrıştıran
başkaldırıyı yapmaktadır. İnsanın bireysel yaratıcılığına inandığı gibi,
insanın sessiz ve köleliğini hazmedememektedir. Kulluğu ret etmektedir.
Denilebilir ki din ile felsefe arasında bir geçiş durumundadır. Din ile felsefe
arasında yol ayırımını temsil ettiği söylenebilir. Bu bağlamda doğu ile batının
iki çatallı gelişiminin başlangıcında ve başlatıcısı olarak rol oynamıştır. Hiç
şüphesiz kaynağını daha derinden Sümer ile Aryan Kültürü’nü derinden
sentezlemesinden almaktadır. Medya, Zagros ve Toros sistemlerinin verimli
vadilerle birleştiği bu ülke hem Sümer şehir devriminin, hem de neolitik tarım
köy devriminin birleşme noktasıdır. Zerdüşt bu mirasın bir sentezcisi olduğu
kadar onu üst düzeyde bir dönüşüme büyük bir reforma uğratarak, hem ilk çağ
köleciliğini yumuşatıp mantığa daha uygun klasik çağ dönemini başlatma, hem de
tarım toplumunun kullaştırılmamış iradesini özgürleştirip felsefeye açık bir
yolu aşma misyonunu temsil etmiştir.
Medler, bu yerelin kültür mirasçıları olarak ortaya çıkmış
ve Zerdüşt kaynağından beslenmişlerdir. Med ya da Mag adı verilen rahiplerin
arayışları da bu genel eğilimin bir parçasıdır. Mag rahipleri bir kurtuluş
ideolojisi ve gruplaşmasını temsil etmektedirler. Mag’ların yeni olan yanları
Aryen’lerin dinsel anlayışları ile Sümer Mitolojisi’ni sentezleyip daha
kurtuluşçu ve insana yakın bir tutuma yaklaşmış olmalarıdır. Zerdüşt’ün
beslenme kaynağı bu Mag’lardır. Büyük ihtimalle dönemin en önde gelen Mag’ların
içinde yer alacaktır. Medlerin bu gelişime ciddi bir özümseme ile yanıt
vermeleri ve yeniyi yerele uyarlamayı sağladıkları gözlemlenmektedir. Demirci
Kawa direnişini, bu eğilimin destansı dile gelişi olarak ele alabiliriz. Etnik
yapıda Kavi-Mîr denilen prenslik düzeyine yakın bir otorite gücüne ulaşmakla
birlikte, sınıflı toplum ve devlet oluşumu gözlemlenmemekte, aşiretler
varlığını koruduğu müddetçe beylik tarzını aşacak bir siyasallaşma mümkün
görülmemektedir. En çok aşiretler arası konfederasyonlara gidilebilmektedir.
Medlerde bu böyledir. Öncekiler daha çok aynı dil ve kültürü paylaşırken, Medlerde
ise Pers aşiretleri yer almaktadır demektedir.
Kürt Halk Önderi Öcalan Özgürlük Sosyolojisi kitabında
yeniden Zerdüştlüğü ele alırken: “Tarihte din-ahlâk ilişkisinde müstesna bir
öğreti ve kişilik olarak Zerdüştizm’i ve Zerdüşt’ü görüyoruz. Araştırmalar
Zerdüşt’ü ve bağlı olduğu öğretiyi büyük bir ahlaki devrim olarak
tanımlamaktadır. Zagros Dağları’nın eteklerinde tarım ve hayvancılıkla geçinen
bir toplumsal kültürel (neolitik devrimden beri, M.Ö. 12000, hatta dördüncü
buzul döneminin kalkış tarihi olan M.Ö. 20000’lerden beri şekillenen kültür)
ortamda, Sümer uygarlığının (M.Ö. 3000 – sonrası) mitolojik ve dinsel
hegemonyasına karşı kutsallıktan ziyade seküler, dünyevi ahlâkı savunan bir
eğilim olarak gelişen bu ahlaki devrime Zerdüşt’ün adına izafeten Zerdüştizm
denilse de, çok daha eski köklere sahiptir. Zerdüşt’ün ünlü sözü olan “Söyle,
sen kimsin? hitabıyla Sümer uygarlığının mitolojik ve dinî tanrısallığını
yargıladığı açıktır. Dolayısıyla uygarlık din ve tanrılarının bu ilk ahlaki
eleştirisi çok büyük öneme sahiptir…
Zerdüştilikte demokratik uygarlık unsurları ağır basar.
Zerdüşti ailede kadın-erkek ilişkileri eşitliğe yakındır. Hayvanlara acı
çektirilmez, eti çoğunlukla yenmez, ürünlerinden yararlanma esastır. Ziraat
büyük değer taşır. Tanrısallıktan arınmış iyilik-kötülük kavramları öne çıkar.
Diyalektiğin ilk tohumlarını çağrıştıran düalisttik düşünce tarzı
(aydınlık-karanlık güçleri) çok belirgindir. Evren diyalektik olarak kavranmaya
çalışılmaktadır. Toplumun güçlü ahlaki ilkelerle yönetilmesi esas alınmaktadır.
Tüm bu yönleriyle Sümerlere ve kökenlerini oradan alan uygarlıklara karşı güçlü
bir ahlaki devrimi yansıttığı çok açıktır. Bilindiği gibi, saptırılmış da olsa,
bu devrimin en büyük ürünü Med Konfederasyonu ve onu devralan (Ne yazık ki çok
çarpıtılacaktır) Pers İmparatorluğu’dur. Mani (M.S. 250’ler) bu ahlaki öğretide
ikinci bir devrim yapmak istese de, oldukça yozlaşmış Sasani İmparatorları bunu
engelleyecektir. Mani’nin kendisi ağır bir şekilde cezalandırılacaktır. İki
dinsel ve ahlaki kimliğin çatışması söz konusudur…
Rivayet edilir ki, Zerdüşt, çok tutkunu olduğu Zagros
Dağları’nda güneş tüm parlaklığı ile doğarken bir ses duyar. O sese şöyle
bağırır: “Söyle, sen kimsin? Tanrıyla böyle karşılaşıp hesaplaştığı biçiminde
bir yorum-dur bu. Ben ise, Onun binlerce yıl Zagros Halkı’nın özgürlüğüne
yöneltilmiş bir tehdit olan Sümerik tanrı-kralların varlığı ile ilgili bir
hesaplaşmaya giriştiği kanısındayım. Bir nevi uygarlığın kendisi olan bu
tanrı-kralların kutsallığını sorgulayıp Zerdüşti ahlâk devrimini
gerçekleştirir. Aydınlık-karanlık, iyilik-kötülük ikilemi biçimindeki devrimdir
bu diye yorumlamaktadır.
14.inci resim Zerdüşt, Zerdüşt Heykeli ve Zerdüşt
tleri
Zerdüşt’e ilişkin birkaç şeyi bilgi düzeyinde vermek iyi
olabilir. Zerdüşt’ün somut olarak M.Ö. 650-583 yılında yaşadığı söylenir. Bu
tarih aynı zamanda Medlerin Ortadoğu’da güçlü bir devrimi yarattıkları
yıllardır. Hiç şüphe yoktur ki Medlerin büyük çıkışının arkasında Zerdüşt
zihniyeti vardır. Zerdüşt’ün Gathalar-Sözler biçiminde düzenlediği Avesta
kitabı bulunmaktadır. Tamamı “21 kitaptan -72 Yasna’dan- meydana geldiği
söylenen Avesta’dan ne yazık ki günümüze çok az bir bölüm ulaşabilmiştir. Bu
Gathalar, 3600 -kimine göre 12.000 öküz derisine- yazıldığı ifade edilmektedir.
Bu devasa külliyat büyük İskender’in Persepolis şehrini yakıp yıkması sürecinde
önemli oranda yok edilmiştir. Çok az sayıda Gathalar kurtarılabilmiştir Geriye
bugüne kalan 17 Yasna’dır.
“Gathalar, Zarathuştra’nın Tanrı Ahura Mazda tarafından
insanlara bildirmekle görevlendirildiği kutsal metinlerden arta kalanlardır.
Bunlar sonradan Avesta olarak şekillenen büyük dini kitaplar kompleksinin
3.’sünde, “Yasnalar” bölümünde yer alırlar. Avesta’da 72 Yasna yer
alır. Bunların bir bölümü Zarathuştra’nın Kutsal Kitabı’nın 72 Yasna’sını
tamamlamak üzere sonradan metne eklenmişlerdir. Asıl orijinal Yasnalar -ki
bunlar Gatha adını taşıyan lirik ilahilerden oluşurlar-, 28-34, 43-51 ve 53.
Yasnalar’dır ve 17 tanedirler. Bu Yasnalar’ı oluşturan Gathalar, Avesta’nın
şiirsel olarak düzenlenmiş olan bölümleri olup gerek metrik sistemleri, gerek
dilleri, gerek felsefeleri ve terminolojileri ve gerekse anlam bütünlükleri
itibariyle hem diğer Yasnalar’ın metinlerinden ve hem de Avesta’nın kalan
bölümlerinden ayrılırlar…
Avesta, Sasaniler döneminde ikinci kez derlenip
toparlanarak, genelde iki bölüm haline getirildi. Birinci bölüm, yani kelimenin
tam anlamıyla Avesta, üç kitap halinde düzenlenmiştir. Bunlar Vendidad,
Vispêrad ve Yasna’lardır. Vendidad Avesta’da, dinsel kuralların ve bazı mitsel
öykülerin derlenerek bir kitap haline getirildiği ilk bölümün adıdır ki,
Pehlevice’de adı Videvdad veya Jvît-dêv-dât olarak geçer. Videvdad
“Divlere karşı kurallar” anlamına geliyor. Bu bir nevi kanun kitabı
görünümündedir. İkinci bölüm ise Bahdin (Zarathuştra’nın önayak olduğu din)
tapınaklarında mukabele ile okunan dualar ve adanması gereken kurbanlarla
ilgili bölümdür ki adı “Visperad”dır. Visperad, hem 3. bölümde, bir
“cüz” deki 23 alt bölümün tümüne birden verilen addır, hem de
Yaştlar’ın yer aldığı kitabın Sasani dönemindeki adıdır. Üçüncü bölüm 72
Yasna’dan oluşmaktadır. Tüm bu kitapların Ahura Mazda (tek tanrı) tarafından
Zarathuştra’ya indirildiği farz edilir. (ZERDÜŞT-SIRAÇ BİLGİN)
2. Son Med Kralı Astiyages ve Harpagos’un İhaneti
Bugün Kürdistan’ın Kuzeydoğu alanları diyebileceğimiz Medya
bölgesinde yaşayan Medler, Asurlulara komşu olarak yaşamaktaydılar. Asurlar,
Ortadoğu’nun her yerine kan kusturdukları gibi bu topraklara da bunu denemekten
geri durmamışlardır. Özelde de, Medya alanında bulunan madenler (demir vb.) de
eklenince saldırılarının sürekli olması kaçınılmaz olmuştur. Ancak Mag ve
Zerdüşti kaynağından beslenen Medler, giderek –arazilerinin de avantajını
kullanarak-komşu halklarla ittifaklar yaparak güç kazanırlar. Onlarca yıl
savaşlar sürer. İlk büyük savaşları, M.Ö. 625 yılında yapılacaktır. Ancak
Ninova düşürülemeyecektir. Keyakserli Medlerle, II. Nabukadnezarlı Babiller
geri çekileceklerdir. Bu ittifaklarını pekiştirmek için Keyakser, kızını Babil
Kralı’na gelin gönderecektir. Bu ittifak sonucu M.Ö. 612 yılında Asur
imparatorluğu Ninova’nın yıkılışı ile kısa bir süre sonra tarihe karışır.
Asurların yıkılışında Kürdistan’ın kuzeyinde bulunan ve uzun yıllar sürekli
uygarlık güçlerine karşı geliştirdikleri direnişle demokratikleştirici
rollerinden dolayı, burada Kimmerler ile İskitleri de anmak yerinde olacaktır.
Her iki kavim Kürdistan Coğrafyası’nda yıllarca kalabilmişlerdir. Özelde
İskitlerin tam 28 yıl boyunca yer yer Kürdistan’da kalmaları hatta kendilerine
önemli merkezler kurdukları da ayrıca belirtilmelidir.
Denilir ki II. Nabudkezar’a gelin giden Kürt Prensesi
Amyitis, Medya’nın zengin toprak, bol sulu, yeşilimsi hayvan dolu tabiatına
hasretlik besler. Her gün Medya ülkesi için ağıtlar yakar. II. Nabudkezar bu
ağıtları durdurmak için en usta mühendislerini çağırarak: “Buraya öyle bir yer
yapacaksınız ki Medya Prensesi Amyitis bir daha ülkesini özlemesin
diyecektir. İşte günümüzde dünyanın yedi harikasından biri olarak bilinen,
Babil’in Asma Bahçeleri bu şekilde ortaya çıkmıştır. Bu öyle bir yapıdır ki,
halen bugün bile o kadar yükseklere taşınılan toprağın nasıl taşındığı
tartışılır durur.
Konumuza devam edersek, ortaya çıkan ve gelişmekte olan Med
imparatorluğu gerçeğidir. Ne var ki Halklarla kardeşlik temelinde gelişen bu
imparatorluk uzun süreli olamaz. Her ne kadar Keyakser gibi büyük askeri
dehalar yetiştirse de, uzun ömürlü olmadan M.Ö. 550 yılında egemenliği Pers
olan Akamenit’lere bırakır.
Tam da bu noktada Kürt Tarihi’ndeki ihanetçi ve işbirlikçi
doku tekrar gündeme gelir. Büyük tarihçi Herodot bu ihaneti çok çarpıcı bir
şekilde izah eder. Hikâye şöyledir: Astiyages bir rüya görür. Rüyasında kızı
Madana öyle bir su bırakır ki, oluşan suyun içerisinde Astiyages boğulur.
Astiyages bu rüyayı yorumculara anlatır. Onlar “Madana’nın bir oğlu olacağını
ve bu oğlun Astiyages’in yerine geçeceğini söylerler. Bunu önlemek için o
zaman Medlerin bir nevi hizmetçileri konumunda olan, ancak uzaktan da kültürel
bağları olan Persli Kambiyeses’e kızını vererek evlendirir. Böylelikle ileride
olabilecek bir olay engellenmiş olacaktır.
Hikayenin devamında ise, Madana’nın bir çocuğu olmak
üzeredir ya da olur. O ara Astiyages benzer bir rüya daha görür. Remilciler,
yani rüya okuyucular geçmişte söylediklerinin halen geçerli olduğunu söylerler.
Bunun üzerine Astiyages, Madana’nın yeni doğmuş olan oğlu Kiros’u yanına alır.
Ve öldürülmesi için o zamanların bir nevi Medlerin Genelkurmayı sayılabilecek
olan Harpagos’u çağırarak, bu çocuğun öldürülmesini ve iç organlarının
hayvanlara yedirildikten sonra ona geri getirilmesini ister.
Hâsılı uzun olan hikâye şöyle devam eder. Harpagos bunu
yapmayacak ancak Astiyages’in çobanını çağırarak bunu yapmasını isteyecektir.
Tesadüfen çobanın yeni doğmuş bir çocuğu yakın zamanda ölmüştür. Çobanın eşi
olan Kino- bu Yunanca bir isimdir, muhtemelen kendisi de Yunanlıdır- çocuğun
öldürülmemesini, bunun yerine ölen çocuklarının iç organlarını hayvanlara
yedirildikten sonra Harpagos’a götürmesini ister. Sorun da bu şekilde
“çözülmüştür .
Ancak uzun bir zaman dilimi ardından bir gün Kral,
maiyetiyle piknik yaparken, saraylıların çocukları oyun oynarlar. Bu oyunda
çobanın oğluna da kral rolü verilir. Kral olan Kiros, kendi maiyetini belirler.
Burada bir soylunun oğluna onu koruma görevi verir. Ancak soylu aileden gelen
biri “nasıl olurda, bir çobanın oğlunun dediklerini yapacaktır? Yapmaz da
nitekim! Bunun üzerine Kiros, bu çocuğa kırbaç cezası vererek cezalandırır.
Çocuk babasına gidecek, çocuğun babası olan soylu da Astiyages’e giderek çobanının
oğlunu şikâyet edecektir. Kral Kiros’u çağıracak ve onunla konuşacaktır. Kiros,
“bir kralı dinlemeyen birini cezalandırmak hakkı olduğunu söyleyerek cevap
verecektir. Küçücük bir çocuğun bu denli kararlı duruşu Astiyages’i
etkileyecektir. Herodot hikâyesine devam ederken, Astiyages’in Kiros’un
gözlerinde kendisini gördüğünü ve kendisine benzettiğini söyler. Sonra da kendi
çobanını çağırdığını, olayın nasıl cereyan ettiğini anlatan çobandan sonra
Harpagos’u çağıracaktır. Ve Harpagos’u af ettiğini ve torununun yaşamasından
dolayı bir ziyafet vereceğini, bu ziyafette Harpagos’un oğlunu Harpagos’a
pişirerek-Harpagos bunu bilmemektedir-yedirdiğini de anlatır. Bunun üzerine kin
güden Harpagos’un alttan alta Kiros’la ilişkilenerek Med krallığını, “eğer o
isterse ona vermek için çalışacağını, tek isteğinin yeter ki Kiros bir
saldırıya geçsin ve tahta geçmeyi istesindir. Savaş esnasında ordunun
başkomutanı olan kendisinin, Astiyages’i ona teslim edeceğinin de ayrıca sözünü
verir. Kiros bunu kabul eder ve Medlerin üzerine gider.
Yıl M.Ö. 550’dir. Olup bitenin özcesi şudur: Med Kralı
Astiyages, başkomutanı olan Harpagos’a–çok yakın akraba bağı da cabası- hakaret
etmiştir. İncitmiştir. Belki de giderek iyi bir yönetim tarzına da sahip
değildir. Öyle anlaşılıyor ki, Medlerin saraylıları ondan rahatsızdır. Harpagos
Akamenitlerle ilişkilenir. Astiyages’in kızı Madana, Akamenitlerden önde gelen
biri olan Kambiyeses’le evlidir. Kiros onun oğludur. Kiros ile ilişkilenen
Harpagos savaşı kışkırtır, Astiyages’i de buna ikna eder. Öyle bir komplo
düzenler ki–Harpagos ordunun başkomutanıdır-tek bir çatışma çıkmadan
Astiyages’i esir düşürür.
Esareti ardından Harpagos, Astiyages’e “bak dün kraldın,
bugün kölesin. Kendini nasıl hissediyorsun? der. Astiyages’in verdiği yanıt
hala daha kulaklarda yankılanır: “Ey alçak, bana ihanet ettin, krallığımın
yıkılışını gerçekleştirdin. Bari kendin yerime geçseydin. Madem bunu yapmadın,
hiç olmazsa krallığı Medlerde bıraksaydın. Neden alçakça götürüp Persli
uşağımız Kiros’a teslim ettin? sözleri sanki bir tarihi öngörüdür. Burada da
görüldüğü gibi adeta altın tepside “iktidar Perslere sunulmuştur. Bunun
yorumlanışı şudur: “Biz buna layık değiliz, biz dağlarımıza çekiliriz, biz
“iktidarda yokuz! Özünde Kürt’ün gen dokusundaki bu gerçeklik, çok çarpıcı
bir biçimde hep göze çarpar. Daha sonra ele alacağımız Enkidu ve Mattizawa
olayları, bu olaydan çok önce bilinen halkalardır. Perslerin Astiyages için
“Azhi Zahak dedikleri ve buradaki Zahak’ın yani Dehak’ın kötülüğün sembolü
olduğunu unutmayalım. Egemenlerin tüm tarihi böyle tahrifatlarla doludur.
Vururlar, katlederler, yaptıklarına kahramanlık, halkların direnişine ise
çapulculuk ve eşkıyalık derler. Tuhaf bu döngü arada tam 2500 yıl geçmesine
rağmen harfiyen devam etmektedir. Tarihte komünal değerleri köleci Roma
İmparatorluğuna karşı savaşan Vandal’lar bugün yıkıcılar olarak
emperyalistlerin tarihlerine geçerken tabiidir ki Romalılar medeniyeti ve
uygarlığın taşıyıcıları olurlar!!!
Pers Şairi ve Tarihçi’si Firdevsi, Şahname’de Rüstemê Zal’ı
anlatırken aynı dokuya vurgu yapar. Bir dönem gelir Fars soyu tükenmekle yüz
yüze kalır. Ülkenin en güçlü kişisi Zal’dır. Zal ailesi iktidarın askeri
gücüdür. Rüstemê Zal iktidarı ele geçirme yerine, kral ailesine soyca uzak olan
biri de olsa, içlerinde o soya en yakın olan bir çocuğu getirir ve kraliyet
tahtına oturtur. Yıllarca bu çocuğu yetişkin bir kral olana kadar korur. Hep
ona sadakat gösterir. Daha sonra bu geleneği oğul Rüstem devam ettirecektir.
Firdevsi Rüstemê Zal’ı Fars olarak ele alsa da, doku Kürt Dokusu’dur. Neolitiğe
çakılıp kalan, sürekli başkasının askeri olan! Bu Kürt’ün dokusudur! Kürt’ün
“iktidardan yoksun kalması mı, yoksa “iktidardan kaçan dokusu mu demek
gerekir?
3. Pers Magamonisi ve Kürdistan’da İşgaller Süreci
Akamenitlerin öncülüğünde Kürtler yani Medler, sistemin
içerisinde ikinci güç olarak yerlerini alırlar. Medlerin özel statüsü hep devam
eder. Medler de kendilerini çok ayrı görmezler. Ne de olsa aynı soydandırlar.
Olup biteni bir hanedanlığın el değişimi olarak görmek mümkündür.
Herodot’tan öğrendiğimiz kadarıyla Kambyses’in Mısır işgali
sırasında ölmesi, Med Mag’larının –ki bunlar etkilidirler-büyük bir
hareketlenmesine yol açar. İktidarı ele geçirme çabaları Pers üst sınıfının
sert direnciyle karşılaşır. Tarih, Gomata adında bir Mag’ın iktidarı çok
“sinsice ele geçirmek istediğini yazar. Ancak olup biten yalnızca bu değildir.
Asıl gerçekleşen durum, krallık içerisinde çok etkin olan Magların-ismi ne
olursa olsun-en etkili Mag’ın önderliğinde direnişe geçerek tekrardan
kendilerinin olan iktidarı ele geçirmek istemeleridir.
Darius’un öncülüğündeki Farsların etkili aileleri bir araya
gelerek sarayda başat olan Mag etkisini kırmak için harekete geçerler. Fars
tarih belgeleri, bu olayı Mag komplosuna karşı mücadele olarak ele alsalar da,
muhtemelen olup biten bu değildir. Kambiyeses Mısır seferine çıkarken, Perslere
güvenmediği için kendi yerine Medli kâhin Patizetites’i bırakır. Patizetites
ise, Mag olan Gomata Pasagarda’yı kral ilan ettiğini söyler. Mısır dönüşünde
Kambiyeses ölünce, yerine Gomata tam kral ilan edilir. Buna karşı olarak M. Ö.
522 ya da 521 yılında Darius öncülüğünde Perslerin ileri gelenleri, acımasız
bir katliam başlatırlar. Medlerin kâhinlerini, Magları, aydınları,
aristokratları ve ne kadar umut vaat eden bireyleri varsa, hepsini katliamdan
geçirirler. Esasta Maglar karşısında küçüklük kompleksini yaşayan Pers
egemenlerinin, iktidarı kaybetmeme hırsından ve yaşanan farklı komplekslerinden
dolayı bu tasfiye yaşanır. Bu kompleksin üstünü örtmek için bu kez Pers Kralı
Darius, M.Ö. 515 yıllarında Taqustan (Bestun Dağı) dağında yüksekçe bir yere,
tarihi ters yüz eden, çarpıtan öyküsünü kayalara kazır.
Sonuçta tüm Maglar katliamdan geçirilir. Denilebilir ki,
Medlik bilinci ya da Kürtlük bilinci ve ona öncülük edebilecek tüm entelektüel
ve aydın zihin katledilir. Arta kalanlar, bugünkü İran’ının içleri
diyebileceğimiz sahaya sürgün edilirler. Çok az sayıda Mag, Medya’ya kaçabilir.
M.Ö. 522–21 yılında gelişen bu katliam, Kürtlerin gerileyişinin de tarihidir
aynı zamanda. Bu katliamı, Kürtler açısından bir felaket olarak ele almak
yerinde olacaktır. Aydın zihinlerin, kendisi olabilecek zihinlerin acımasızca
tasfiye edilmesi yutulacak lokma değildir. Bu Magamoni ya da Magofoniya’yla
birlikte-bu katliamı her zaman zihinlerde diri tutmak için Persler, özenle
kutlanan bir bayram olarak ele almaktadırlar-Medler düşünsel ve siyasal olarak
tarih sahnesinde silinmiş olacaklardır. Ve bu olaydan sonra, Medlerin giderek
askerliğin vurucu gücü olarak kullanılmaya başlandığı bir süreçle karşı karşıya
kalacağız. Kürt, o gün bugündür hep başkasının askeridir. Kendi askeri
olamamıştır. Olmayı bir türlü düşünemez olmuştur. Beyin yok edildikten, tasfiye
edildikten sonra vücudun diğer organlarını yönlendirmek tarihte çokça görüldüğü
gibi nede olsa çokça görülmüştür.
Bu noktada bir parantez açmamız gerekirse kendim birey
olarak her zaman bir yoldaşımızın “sanki biz Kürtler çokta Medlerden gelmemişiz
gibi sözünün peşine takılmışımdır. Medlerin oldukça düzenli, disiplinli, beyin
adamları olduğunu Herodot bize söylemektedir. Ve Medlerin etkili oldukları
yıllarda-adeta tüm coğrafyanın-Medlere özendiklerini de pek çok tarihçi
aktarmaktadır. Peki, nasıl olur da aynı gen yapısına sahip olması gereken bir
halk, bu denli kendi dokusuna ters düşebilmiştir? Bu soruyu yıllarca durmadan
kendime sormuşumdur. Medlerin aksine Kürtlerin dağınık, keyfi, disiplinsiz,
birlik olmayan, her zaman başkasının adamı olan bu durumu nasıl ortaya çıktı?
Hangi olay ya da olaylar buna yol açtı? İşte bu soruların cevabının yukarıda
anlatılan Magamoni de saklı olduğunu düşünüyorum. Magamoniyi çözen bir Kürt’ün,
kendisi olabileceğine içtenlikle inanıyorum.
Bu dönemde Medler, tarihlerinde en çok işgal edilecekleri
bir sürece doğru yuvarlanmaktadırlar. M.Ö. 550’den- M.Ö. 330’a kadar Persler,
M.Ö 330’lardan- M.Ö. 64’lere Yunanlılar, M.Ö. 250’lerden- M.S. 216’lara
Partlar, M.Ö 64 yılından- M.S. 1000 yıllarına kadar Romalılar ve de M.S. 3.
yy’lardan 700’lü yıllara kadar Sasani’ler tarafından Kürdistan hep işgal
altındadır. Kürdistan hep savaş alanıdır. Biraz daha detay vermekte yarar
olacaktır.
Özgün bir olay ve önemli bir tarihi belge olması itibariyle
de Anabasis kitabında Ksenephon tarafında ele alınmış olan, Yunanların
Kürdistan’dan geçişlerini ve o günlerin yansıyan Kürt karakterini görmek ilginç
olacaktır.
Persli Genç Kiros, kardeşi Artakserkses’i tahttan indirmek
amacıyla, Miletos’u Tissaphernes’in elinden almak bahanesiyle asker özellikle
de paralı asker toplar. Kendi ülkesinde büyük krala kızan kardeş Kiros,
Yunanlılara dayalı paralı bir ordu kurarak, İran’a dönecek ve Yunanlıların
desteğiyle tahtı ele geçirecektir. Plan budur.
Uzun bir yürüyüş yapılır. Ege, Akdeniz kıyıları derken bugün
Suriye diye bildiğimiz topraklara ve ardından Babil, yani bugünün Irak’ına
ulaşılır. Kunaksa savaşında Yunanlılar, karşılarındaki düşmanın zorlanıp geri
çekilmesini sağlarlar. Fakat krala saldıran Kiros, bir mızrak yarası alarak
ölür. Ve Ortadoğu’da, Yunanlılar bir başına ve öncüsüz kalırlar. Pers kralı
Yunanlıların teslim olmaları durumunda af edileceklerini söylese de, Yunanlılar
Perslere güvenmediklerinden silahlarını bırakmazlar. Ksenephon, savaşa bir
yazar olarak katılmış olsa da, kendisini ansızın Yunan kuvvetinin komutanı
olarak bulur. Ve Yunanistan’a geri dönüşlerini “Onbinler’in Dönüşü yani
“Anabasis olarak kitaplaştırır. Ksenephon M.Ö. 430 ile 355 yılları arasında
yaşadığına göre, olup biten tarih muhtemelen M.Ö. 400’lü yıllardır.
Persleri savaş hileleriyle atlattıktan sonra, bize daha
yakın olan topraklara, yani Kürdistan’a kadar gelirler. Bugünün gözü ile ele
alacak olursak muhtemelen Garê’den girerek ya da Garê’den sıyırarak, Zap
vadisine inerler. Buradan başlayarak Kürdistan’ın en sert coğrafyasına dalış
yaparlar. Herhangi bir yol ve iz bildikleri yoktur. Kuryeleri de olmayınca,
bildikleri tek yolu deneyerek o da savaşa savaşa ana ülkelerine dönmeye
çalışırlar. Geldikleri yollardan gidemezler, çünkü yollar Persler tarafından
tutulmuştur. Kürdistan’dan çarpışa çarpışa, vuruşa vuruşa geçerler. Ksenephon olup
bitenleri detaylı olarak kaleme alacaktır. ‘Onbinler’in Dönüşü’, biz Kürtler
açısından zamanında Kürt, Kurdienne, Karduk (Sümerce yiğit, cesur anlamında)
kelimelerinin geçmesinden dolayı önemli bir belge olagelmiştir. Bir yerinde
Ksenephon “Acemler onların yiyeceklerini (Yunanlıların) köylerden aldıklarını
görünce, köyleri ateşe verdiler. Ksenephon köyleri yakılan köylülere yardım
ederek, köylerin yakılmasına meydan vermiyordu. Ancak Hisrof o düşüncede
değildi. Yunanlılar da Hisrof’un düşüncesine katılarak, Kardukların köylerini
yakmaya başladılar diye yazacaktır. (Anabasis) Yine Ksenephon, Kardukların
savaş yetenekleri hakkında ise şöyle diyecektir: “Onlar ok atmada hedef
şaşırmazlardı ve yayları hemen hemen üç, okları ise iki dirsekten fazla uzunluktaydı.
Okları kalkan ve zırhları delip geçiyordu diyerek Kürtlerin karakterlerini ne
kadar iyi tespit edebildiğini göstermektedir.
Bu ilk belgeli anlatımın örnekleri, daha sonra Kürtlerin her
isyanında ya da direnişinde kaçınılmaz kaderi gibi olacaktır. Kürdistan’da
çatışan yabancı güçlerin hepsi de, Karduk köylerini yakmışlardır.
Özelde Pers memleketinden kurtulduktan sonra Kürdistan’ın
sert coğrafyasına kendilerini vurmak zorunda kalan Yunanlılar, karşılarında
hiçte düzenli olmayan savaşçı aşiretler bulmaktadırlar. Daha ilginç olanı, bu
insanlar gündüz saldırmıyorlar, toplu yönelmiyorlar ve düz çatışmıyorlar.
İzledikleri yöntemlerden bir tanesi yol güzergâhlarına taş yağdırmaktır.
Arazinin sert yerlerine yerleşik olan bu insanlar, nerede hangi taşı yuvarlatacaklarını
iyi bilmektedirler. Bir diğer yöntemleri, boğazlarda pusu atmaktır. Ya da ana
güç geçtikten sonra, son kalan birkaç ağır teçhizatlı ya da yürüyemeyen birkaç
hantalı avlamaktan çekinmemektedirler. Bir bakıyorsunuz bu insanlar gündüzün en
kavurucu sıcak saatlerinde saldırdılar. Bir bakıyorsunuz yatarken sızma
yaptılar. Bir bakıyorsunuz Yunanlıların geçtiği güzergâhları tam terk ederek,
boşaltarak, kuyuları kurutarak, otlakları ve köyleri yakarak hep Yunanlıları
bir akrep gibi sokmaktadırlar.
Ksenephon, “Karduk ülkesini yedi günde geçmişlerdi. Bu yedi
gün içinde bir an olsun silahlarını ellerinden bırakmamışlardı. Bu yedi gün
içinde gördükleri azap ve işkenceyi acem kralı ile giriştikleri savaşta,
Kiros’un öldürülmesi sırasında görmemişlerdi diye yazacaktır.
Kürdistan’ın nasıl viraneye çevrildiği, Büyük İskender’in
Doğu’ya yapacağı seferinde daha çıplak bir şekilde görülecektir.
Makedonyalı Büyük İskender (Alexander, İ. Ö 20 Temmuz 356–10
Haziran 323), İllirya (Arnavutluk) seferinin ardından 30 bin piyade ve 5 bin
kadar süvari ile Perslerin elinde olan Anadolu’ya (Anatolia, Grekçe, Güneşin
Doğduğu Ülke) yürümüş ve İ. Ö 334–333 yıllarında Küçük Asya’nın batısını
fethetmiştir. Ardından M.Ö. 331 yılında Pers Ordusu’nu bugünkü Osmaniye
civarlarında yenerek tüm Akdeniz kıyılarını, Mısır’ı ve Mezopotamya’yı
fetheder. Pers Kralı, İskender’in önünden kaçmaya çalışsa da Erbil-Gaugemele’de
(muhtemelen Çemçemal’dır) yeniden yenilgiye uğratarak şehri alır. Ve Sus
şehirlerini aldıktan sonra Perslerin son Akhemenit Kralı Darius’u III
yakalayarak öldürür. Pers İmparatorluğu’nun merkezi Persepolis’e girer ve Pers
Krallığı tarihe karışır. 400 yıllık dev bir kültürün tüm belge ve metinlerini,
Zerdüştlük ile ilgili her şeyi ateşe verir. Sonradan ortaya çıkacak olan Zerdüşti
belgeler, o yıllarda Hindistan’a kaçırılarak kurtarılan arşivlerdir. Çokça
bahsedilen İskender’in aydın bir kişiliğe sahip olması yalnızca kendisi
içindir. Bir coğrafyada şekillenmiş bir topluma tümden mal olmuş tüm değerli
aydınlanma belgelerini yakma ve imha etme edimleri, tüm işgalcilerin ortak
birer özelliği olarak hep kalacaktır. Kürt Halk Önderi Öcalan: “Asıl gelişim
kaynağını bu kültürde bulan Helen Kültürü, İskender’le Bu topraklarda insanları
karınca gibi ezerek bir sentez oluşturdu derken ifade ettiği gerçekliğin
kendisi budur. O çokça anlatılan Napolyon Bonaparte da Mısır’ı fethetmeye
giderken, toplarının ne kadar etkili olduğunu göstermek için Firavun anıtlarını
toplarına hedef seçmemiş miydi?
Pers topraklarına bütünüyle hakim olan İskender, iktidarını
sağlamlaştırmak ve birleşik bir devlet oluşturmak amacıyla 10 bin askerini
İrani kadınlarla evlendirmiştir. Akhemenit İmparatorluğu’nun İskender
tarafından yıkılmasıyla birlikte, Kürt Halkı’nın veya onların atalarının da
içinde olduğu İran dünyasında yaklaşık 200 yıl sürecek Helen (Grek) yönetimi
dönemi başlamıştır. Grek ismi yerine, Perslerin Yunan demelerinin bir anlamı
vardır. “Yunan kelimesi Persler tarafından vahşi ve barbar anlamına
gelmektedir. Ve Greklerin yaptıkları gerçekten de azımsanmayacak
tahribatlardır. Özelde Zerdüşti Kültürü’nün devasa arşivlerinin özenle yakılıp
yıkılmalarının Yunanların marifeti olduğu, tüm tarih belgeleri tarafından
kaydedilmiştir.
15.inci resim İskenderin İmparatorluğu ve Selefkoslar
Sonuç olarak Doğu ile Batı’nın birbirlerinden etkilenmesi
ile sonuçlanan bu sefer, Kürdistan’ın yıkımını getirirken, daha sonra Avrupa
Kültürü’nün temelini oluşturacak olan Helenistik kültürün de doğmasına neden
olmuştur.
Makedonyalı İskender, bazı Orta Asya ülkelerini,
Afganistan’ı ve Hindistan’ı da zapt ettikten sonra geriye döndüğü Babil’de İ.Ö
323 yılının yazında ölmüştür. Ancak Kürdistan’ın işgali daha da derinleşerek
sürdürülecektir. Çokça dile getirilmesine rağmen İskender’in kendisi
Kürdistan’da kendisini Katolara vurmamıştır, yine Kuzey Kürdistan’ın Zagros
dağlarına da kendisini vurmamıştır. Yunanistan’da geliş güzergahı bellidir.
Akdeniz kıyılarında aşağıya yani güneye Mısır’a kadar inmiş oradan tekrar
Babil, Çemçemala derken Ranya ve oradan da Doğu Kürdistan’da bulunan Zagrosları
aşarak Persopolis’ten Afganistan üzerinden Hindistan’a geçmiştir. Dikkat
edilirse bizatihi İskender Kürdistan’ı sıyırıp geçiyor.
İskender’in ölümünün ardından ele geçirmiş olduğu topraklar
dört generali tarafından paylaşılmıştır. Bunlar Seleukus, Ptolemy,
Triparadisus ve Perdikas adındaki komutanlardır. Bunlardan Babil Satrap’ı olan
Seleukus (Seleucus), daha sonra Mezopotamya’yı, Filistin’i, İran topraklarının
çoğunu ve Anadolu’yu ele geçirmiştir. Başkentleri Antakya’dır. Geniş bir alana
hükmeden, Grekçe konuşan Makedonyalı aristokratlar tarafından yönetilen ve
hâkimiyet alanında Grek Kültürü’nü nüfuzlu duruma getiren Seleukid
İmparatorluğu’nun İran hâkimiyetine Kuzeydoğu İran’dan gelip İskitlerle
akrabalığı olan, İrani bir dil konuşan ve İrani bir halk olan savaşçı Partlar
son vermişlerdir. Tarihte bilinen Kleopatra isimli Mısır kraliçesi bu
hanedanlığın soyundan geldiğini tarihçiler belirtmektedirler.
Part Kralları, İ.Ö 247’de ayaklanmışlar ve kendi
sülalelerinin iktidarını kurmuşlardır. Bunlar aynı zamanda Aşkani olarakta
bilinmektedirler. Çıkış coğrafyaları Kuzeydoğu İran’dır. Ari bir halktır.
Başkentleri Ktesiphon’dur. Dilleri Aramice, dinleri Zerdüştlüktür. “İran’ın
tamamı, Ermenistan, Irak, Gürcistan, Kürdistan, Suriye’nin doğusu,
Türkmenistan, Afganistan, Azerbaycan, Tacikistan, Pakistan, Kuveyt, ayrıca
Suudi Arabistan’ın, Bahreyn’in, Katar’ın ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Basra
Körfezi’ndeki kıyılarına kadar uzanan bir imparatorluk kurmuşlardır. Seleukid
İmparatorluğu’nu batıdan da Romalılar kemirmişlerdir. Seleukidlerin
Filistin-Suriye yöresinde kalan son etkileri de İ. Ö 64’de Roma’nın bölgede
kurduğu kesin hâkimiyetle son bulmuştur. Ancak Kürtlere ya da Kürdistan’a olan
yine olmuştur yıkım, işgal ve talan!
M.Ö. I. ve II. yüzyıl arası Kürdistan’da Part, Selefkoslar
ve Romalılar arasındaki hâkimiyet mücadelesiyle geçmiştir. Partlar kuzeyden
Kürdistan’a doğru yayılırken, Kürt aşiretleri Medya satraplığı altında
toplanmıştır. Yerine göre Partlar ve Romalılara yardım eden Kürtler, savaşta en
çok zararı görenler olmuştur.
Partların Kürdistan’a doğru hareketi sırasında Romalıların
denetiminde olan Kürtler, Partlarla birleşerek ilk önce Romalılara karşı
savaşırlarken, daha sonra Romalılarla birleşmişlerdir. Bu uzun savaşlar sırasında
Partlar Kürdistan’a hakim olmuşlardır.
Part’lar M.Ö. 80’li yıllarda doğuda İndus Nehri’nden
Pakistan’a, Afganistan’dan Türkmenistan’a, Tacikistan’a ve batıda Gürcistan’a,
Ermenistan’a, Anadolu’nun doğusuna ve tüm Ortadoğu’ya dek hükmetmişlerdir. Part
ağır süvarileri Romalıların “baş belası olmuştur ve Partlar Roma
İmparatorluğunu dengeleyen büyük bir güç olarak uzun yıllar varlıklarını
sürdürmüşlerdir.
M.Ö. 224 yılında Partlarla Sasaniler arasındaki savaştan
sonra, Kürdistan’daki Part hâkimiyetine son verilecek ve Kürdistan Sasani
devletinin denetimine girecektir.
16.inci resim Part İmparatorluğu
Ermeniler M.Ö. 190 ile M.S. 458 yılları arasında benzer bir
şekilde bu topraklarda varlıklarını sürdüreceklerdir. Ermenilerin kendilerini
Armania olarak isimlendirdiklerini Kermanşah’ta bulunan Taqustan yazıtları bize
söylemektedir. En etkili kralların Tigran olduğunu da bizlere aynı yazıtlar
söylemektedir. Yine Ermeni halkı kendilerine Hay ya da Hayk demekte, ülkelerine
ve yaşadıkları topraklara ise Hayistan dedikleri de bilinmektedir.
Sasani iktidar yılları son Part İmparatoru Artabanos V.’e
karşı ayaklanıp, M.S. 226 yılında Sasani İmparatorluğu’nun temellerini atan
Ardaşir I ile başlar. Ardaşir, halk “kahramanı Sasan’ın soyundan gelir. Sasani
İmparatorluğu adını eski bir isyancı olan bu “kahraman Sasan’dan alacaktır.
Hakkında kesin bilgiler olmamakla birlikte Sasan, Part İmparatorluğu içinde
vassal (bağımlı, köle) bir krallık olan Pers ülkesinde lokal bir yönetici olup
bağımlı bir prensti. Başlattığı isyan başarısızlığa uğrayacaktı ama oğlu Babak
(veya O’nun soyundan gelen Babek) isyanı sürdürecekti. Babak’ın oğlu Ardaşir I
başkaldırıyı zafere ulaştıracak ve Pers imparatorluğunun bir mirasçısı olarak,
Sasani İmparatorluğu’nun temellerini atacaktı. Aynı hükümdar, Zerdüştiliği
imparatorluğun birleştirici resmi devlet dini haline getirmiş ve Sasani
döneminde dinin rahipleri çok büyük iktidar sahibi olmuşlardır. Zerdüşti
metinler yeniden derlenip Pehlevi ya da Pehlevi dili ile yazılmaya
başlanmıştır.
İmparatorluğu M.S. 241–272 yıllarında yöneten Şapur (Ardaşir
I.’in oğlu), Akhemenit sülalesinin iktidar alanlarına yeniden sahip olma
düşüyle, batıda Roma İmparatorluğu’na karşı hiç bitmeyecek olan savaşları
başlatmıştır. Bu dönemde Sasaniler doğuda İndus nehrinden, batıda Fırat ve
Dicle yöresine dek tüm topraklara hükmetmişlerdir. Kürtlerin yaşadığı topraklar
ve vassal (köle) bir krallık olarak Ermenistan, Sasanilerin sınırları
içindedir. Kuzeyde Gürcistan, güneyde de Mezopotamya ve Akdeniz’e dek Arap yarımadasının
kuzeyinde hükmetmişlerdir.
Yine aynı dönemde, bu hiç bitmeyen savaşları durdurma,
değişik halk gurupları arasında barışçı bir birlik oluşturma düşü ile
Zerdüştlüğü, Hıristiyanlığı, Budizmi ve bazı eski Mezopotamya Mitolojileri’ni
birleştirerek, yeni barışçı bir din yaratan Mani de Şapur’un dostluğunu ve
sevgisini kazanarak özgürce dolaşmaya ve ideolojisini yaymaya başlamıştır. Ünlü
bir Part asilzadesinin soyundan olan Mani’yi kendi iktidarları için tehlikeli
bulan ve esasta bozulmuş olan Zerdüşti rahipleri olan Kartirler, Şapur’un M.S.
272’de ölümünün ardından bu sade yürekli insanı önce hapse attırmışlar ve
ardından da M.S. 276’da derisini yüzdürüp işkence ile öldürterek teşhir
etmişlerdir. Buna rağmen Mani’nin(M.S. 215–276) düşünceleri batıda Roma
İmparatorluğu içinde Neo-Manişizm adıyla ve Hindistan’dan tutalım Çin’e ve daha
farklı geniş alanlara kadar yayılmıştır. Mani’nin en tanınan eseri Arjange iken
bir diğer önemli çalışması ise Şahpukan’dır. Bu gelişme, birçok dini ve egemen
inanç temsilcilerini kaygılandırdığı için çoğu yerde yasaklanmasının yanı sıra,
düşmanları kendisini aşağılamak için Mani adından hareketle, “saldırganca
aşırılıklar yapan deli anlamına gelecek olan Manyak deyişini türetmişlerdir.
“Gerçekler çıplak olmayı sever derler, ne kadar karalamış olurlarsa olsunlar
Mani ismi bugüne kadar sadeliğin timsali olarak bizlere kadar ulaşmıştır.
Mani’nin dini de Zerdüşti gibi düalist, iyi ile kötünün çarpıştığı bir
öğretidir. Mani’nin bugüne ulaşan on emirleri, gerek ahlak felsefesi açısından
gerekse de dönemin despot krallıkları ve toplumsal yapının yaşadığı manevi
boşluğa cevap olması açısından hayli önemlidir. Kısaca şu şekilde
özetlenebilir:
1. Geçirilmiş olan zamana (tarihe) inanmak
2. Çok Tanrılı döneme inanmak
3. Yalandan kendini korumak
4. Kötü insan olmamak
5. Et yenilmesini yasaklanmak
6. Başkasının namusuna kötü gözle bakmamak
7. Hırsızlık yapmamak
8. Okumak, sihirle hakikati tanıyarak, bunları
birbirinden ayırmak
9. Toplum
içerisinde inançlı olmak
10. İşinde gevşek ve ihmalkar olmamaktır.
Yukarıda dile gelen on emrinin tümünün ahlakla ilgili
olduğunu aklımıza getirdiğimizde, neden Mani gibi bir ahlakçının katledildiği
kendiliğinden anlaşılacaktır.
Romalılarla Sasaniler, Part Devleti’nin yıkılmasından sonra
birbirine komşu oldular. M.S. 224 ile M.S. 645 yılları arasında Romalılarla,
Sasaniler arasında onlarca savaş yaşanmıştır. İki devletin bölgeye egemen olmak
için verdikleri savaşların tamamı Kürdistan’da geçmiştir. Kürdistan
şehirlerinden Amed, Nusaybin ve Urfa bu savaşlardan çok olumsuz
etkilenmişlerdir. Sasaniler, Romalılardan yıllık vergiyi alamadıkları zaman,
Romanın denetimindeki Kürt şehirlerine saldırmış ya da Harran vb. alanlarda
tarımla uğraşan Kürtleri talan etmiş ve katliamdan geçirmişlerdir. Bu savaşları
kim kazanmış olursa olsun, Kürtlere kalan mutlaka yerle bir edilme ve yoksulluk
olmuştur.
Dini inançlarından dolayı Sasanilere daha yakın olan
Kürtler, çoğunlukla savaşlarda Sasanileri desteklemelerine rağmen, her iki
taraftan da zarar görmüşlerdir. Savaşlar sırasında Dicle ve Fırat nehirlerinden
biri sürekli olarak Sasani ve Romalılar arasında değişen sınır olmuştur. Ama
Romalılar ve Sasaniler arasındaki her türlü anlaşmazlığın sonucunda, savaşlar
Kürdistan’da yapılmaktadır. Bundan dolayı en çok etkilenenler her zaman Kürtler
olmuşlardır.
Kürt Halk Önderi Öcalan, Kürdistan’da adeta kültür halini
almış bu talanı ve kıyımı yorumlarken şöyle demektedir: “Uygarlığın bağrındaki
şiddetin ve talanın sürekli kan kustuğu alandan gelişme beklemek gerçekçi olmaz.
Komlar halinde dağlarda yaşam sürerken, kent merkezleri istila karargâhlarıdır.
Etnik toplumla, askeri toplum arasında net bir ayrım oluşur.
Beyni dağılmış ve dumura uğratılmış toplum, tarihinde baş
aşağıya doğru yuvarlanırken yaşama direnişini dağları mesken etmekle sürdürür.
Tarihin hiçbir zamanında görülmediği kadar üst sınıf ile sıradan halk
ayrışmıştır. Üst sınıf saldırılar karşısında, kendi yaşam yolunu teslimiyet ve
işbirlikçilik ile çizerken buna hâkim olanın kültürünü de özümseyerek bunu yapar.
Sıradan halk yani tebaa kendi kabuğuna çekilerek, kendi dilinde ve kültüründe
direterek direnişini sürdürür. Kürdistan Tarihi’nde direniş ve ihanet iki çizgi
olarak tohumlarını bu yıllarda çok daha güçlü ayrıştırarak sürdürmüştür.“
Yukarıda ki dizeler bugüne ne kadar da yakın. Ne kadar da
benziyor bugüne. Ve ne kadar da aydınlatıyor bugünleri… Devam etmeden önce
bugüne kadar tüm sosyal ahlakçıları, sosyalistleri, toplumcuları ilgilendiren
Mazdek’e kısaca değinmekte yarar vardır.
Mazdek’in ne zaman yaşadığı bilinmemekle beraber, M.S 499
yılında İran Sasani hükümdarlarınca katledildiği belirtilmektedir. Burada yine,
Zerdüşt geleneğini bozan Kartirler etkili olmuşlardır. Mazdek, esas itibariyle
Zerdüşt’ün karanlık-aydınlık felsefesini sürdürmektedirler. Su, ateş, toprak
inancı güçlüdür. Mazdeklere göre mal ve servet ortak olmalıdır, tahakküm
olmamalıdır, zenginlerden alıp fakirlere dağıtma esas olmalıdır. “Mal insanlar
arasında ortaktır, diyordu. Çünkü insanlar Tanrı’nın kulları ve Âdem’in
çocuklarıdır. Her biri ihtiyacına göre ötekinin malını kullanmalı, hiç kimse bu
haktan yoksun kalmamalıdır. Herkes malca eşit olmalıdır. Mazdek’in bu sözleri
üzerine herkes, malını ortalığa koymuştu.“ (Ortaçağ’dan Modern Çağa
Alevilik-Mehmet Bayrak)
“Alman bilimadamı Prof. Dr. Theodor Nöldeke, daha 1879
yılında yayımladığı “Şark Sosyalizmi“ konulu bir incelemesinde özetle şunları
söylüyor:
„Beşinci yüzyılın sonunda ve altıncı yüzyılın başlarında
İran ülkesini sarsan bu dinsel-politik akım, modern anlamda Sosyalist bir görüntüye
sahipti. (…) Bu öğretiye göre, tüm insanlar eşit idi ve bu nedenle yoksul ve
zengin arasında bir fark olmamalıydı. Tanrı insanı eşit yaratmıştı
Mülkiyetteki eşitsizlik ise haksız paylaşıma dayanmaktaydı. Bir malın o an
mülkiyetimizde olması, bizi gerçek hak sahibi yapmıyordu. Bu nedenle
zenginlerin fazlasını alıp, yoksullara vermesi gerekiyordu. (…) Bu ise özel
mülkiyetin, miras hakkının ve buna bağlı olarak özel mülkiyet edinme hırsının
ortadan kalkması demekti. Mazdek, bu sonucun bilincinde olmalıydı Çünkü
zenginlerin hazineleri kadar zengin donanımlı haremlerinin de ihtiyacı olanlar
arasında paylaştırılmasını istiyordu. Mazdek, ancak her türlü mülkiyetin
paylaşımı ile gerçek kardeşlik duygularının gelişebileceğini ve bunun da
Tanrı’nın hoşuna gideceğini söy-lemekteydi…“ (M. Bayrak: Alevilik ve Kürtler).
Yukarıda dile gelen sosyalist düşünce ve yaşam tarzlarıyla
toplumda etkili olmaya başlarlar. Bunun için kısa bir süre içerisinde devletçi
geleneğin sahiplerince hedef haline gelen Mazdekçiler, 499 yılında Mazdek’in
katledilmesiyle yer altına çekilirler. Mazdek öğretisi yer altına çekilirken,
bu öğretinin devamını Mazdek’in eşi olan Hürrem sürdürecektir. Tarihte
Hürremciler diye isimlendirilecek olan bu akım yüzlerce adaletçi, özgürlükçü,
eşitlikçi, ortakçı ve sosyalist akımın varlığını bugüne kadar sürdürmesinin en
temel kaynaklarının başında gelir.
Medlerin esin ve ilham kaynağı olan Maglar, M.S. Sasani’ler
sürecinde bu imparatorluğa layık bir şekilde kendi özlerine karşıt bir duruma
gelmişlerdir. Önce kanla-katliamla aydınlarını bastır, yok et, tasfiye et!
Peşinden ismi Mag olsa da, kendi Mag’ını yetiştir! Zihni senin olsun, bedeni
Medlerin olsun! Ruhu senin olsun, ancak bedeni Medyalıların olsun! Düşüncesi
senin olsun, fakat dili Medlerin olsun! Bu bir düşürme tarzıdır! Kendi özüne
yabancılaştırmaktır! Dediğimiz gibi bugün bu gerçekliği Kürtlerin üst sınıf,
feodal bey, şeyh, ağa ve sayılı işbirlikçi ailelerinde görmek insanı tarihe
götürüp benzer örneklikleri, canlı canlı anımsamaktan geri tutamıyor.
İşte bundan dolayıdır ki vicdan uyanması ve köleliğe karşı
duruşun simgesi olan Mardinli Mani’ye karşı en büyük fitne ve entrikalarla
Maglar ya da Kartirler, ihanetin derin temsilcileri olarak rollerini
oynamışlardır. İhanet böyle kök salarken, direniş dağların doruklarında kuytu
ve tenha coğrafyalarda, medeniyetten uzak ve adeta ondan kaçarcasına dağların
rahminde komünal değerler diye tabir ettiğimiz değerleri de temsil ederek yaşam
kavgasını sürdüre gelmiştir. Teslimiyet ihanete götürürken, direniş yaşamaya
götürmüştür.
Tarihsel Gelişim Seyrini Yaşamama ve Bunun
Doğurduğu Sonuçlar:
Bir toplum ne kadar kendisi olmaktan uzaklaştırılmışsa,
diğerine de o kadar uzaklaşacağı aşikârdır. Ne kadar kendi olmaktan çıkmışsa, o
kadar diğeriyle bütünleşemez. Bütünleşmenin de ötesinde bir ur gibi, kanser
gibi bulaşıcı hale gelir. Hasta olan bir doku kendini iyileştirmedikçe, kendi
bağışıklık sistemini kendine has bir şekilde geliştirmedikçe, başka yapılarla
sağlıklı olarak buluşamaz. Yani kendi kültürünü iyi tanımayan, iyi özümsemeyen
bir yapının varacağı yer uyumsuzluk ve çatışmadır, başkaldırıdır, içine
kapanarak ve asabileşerek kendini geriye çekmelerdir ya da…
Kürt kendisi olmaktan çıkarılması için çokça muameleye tabi
tutulmuştur. Bu Kürdistan Coğrafyası’nın da stratejik oluşundan ileri gelse de,
dış istilacı güçlerin böl-yönet ve idare et politikalarının bir sonucudur.
Kürt’ün kendi dokusu da yaşam biçiminin bir şekillenişi olarak ortaya
çıkmıştır.
Med sürecinde aşiret konfederalizmini aşamama, yerinde çakılıp
kalma, kendi içindeki ihanet ve işbirlikçiliğinin sonucu olarak üst sınıfın hep
birilerine yamanması ile kendine güvensiz, hırçın ve her an saldıracağı gibi
her an teslimiyete yatmaya açık bir kişilik yaratmıştır. Doğayla yaşam
mücadelesi sert karakter imajını yaratırken, kendisi ile barışık olmadığı gibi
çevresi ile de barışık olmayan, bu bağlamda agresif ve bencil bir kişilik
oluşumuna götürmüştür. Dağların kuytu köşelerindeki sert yaşam arayışının
zorunluluğundan hep dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı hazırlık yapmak,
savunmak için tetikte olmak durumu, kendisiyle sınırlı kalmak ve doğallığında
dar görüşlü, ufuksuz, günübirlik yaşam alışkanlıklarına da sebebiyet vermiştir.
Bir kesim teslim olmaktansa dağların yükseltilerine
sığınarak “medeniyetten koparken, bir kesim de amiyane tabiriyle “gelene ağam,
gidene paşam misali kökleşmiş bir ihanet tohumu ekilmesine ve işbirlikçi
kültürün yaratılmasına yol açmıştır.
Kişilik olarak sıkışık, bastırılmış ve zorluklarla hareket
eden bir karakterin ne zaman ne yapacağı belli olmayan istikrarsız yapılar
yaratırken, her an kullanılmaya ve devşirilmeye de açık bir karakter
şekillendirmiştir. Kürt Halk Önderi Öcalan böyle kişilikleri ne zaman, nerede
ve kimde patlayacağı belli olmayan serseri mayınlara benzetir.
Devam Edecek: -Araplaştırma, 10 yy.da Kürt Beylikleri ve
Osmanlı Kürt İlişkileri,
İşbirliği Temelinde Gelişen Sınıflaşma ve Üst Tabakanın
Oluşumu
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”