11 Haziran 2012 Pazartesi Saat 17:35
Bir toplum kendisini ne kadar öz siyasal gücü ve iradesi ile yürütebiliyor ise o kadar kendi kimliğine de sahiptir. Eğer bu imkânlar sınırlandırılmışsa, toplumsal yapının tüm üyeleri farklı anlam arayışları içerisine girer. Erkek egemenliğinden beslenen, iktidar ve devlet eğiliminin kendisini sürekli kılışı ve bu sürekliliği sağlayan araçlar ve yöntemler o toplumsal yapı içerisinde tartışılmaya başlanır. Çünkü öz iradesi ve siyaseti elinden alınmış bir toplum başkaları tarafından yönlendirilmeye, algısı bozulmaya doğru yol alır. Siyasetini yürütememek toplumsal yaşamın her yerinde çarpıtılmış anlamlarla dolu bir yaşam demek olur. Tabi bu bütün toplum için geçerli olduğu gibi bireyler içinde geçerlidir. Toplumun bireyleri kendisini ne kadar bağımsız, öz iradeli gördüklerini iddia etseler de kendilerine ait değil, iktidarda yer alan gücün söylemleri doğrultusunda hareket edeceklerdir. İktidar gücünün oluşturduğu sınırlar zihin duvarları olur. O duvarlara sürekli çarpa çarpa kişiliklerinde bozulmalar yaşanır. Bu nedenle siyasal irade kimse her şey onun istemleri doğrultusunda biçimlendirilir, deforme edilir. Bu bozulma süreci ise pek de bireylere hissettirmeden yapılmaya çalışır ki derin fark edişlerle birlikte tepkiler oluşmasın. Siyaseti elinde bulunduran güçler uzun vadeye yayılmış programlar hazırlar. İnsan yaşamının her anını kuşatma altına alınır. Bunu yaparken de bireyleri sanki özgürmüş gibi hissettirmek ister. Bireyler kendilerini öyle hissettikçe sorun olmaktan çıkarlar, özgür yaşadıklarını düşünür ve öyle hareket ederler. Oysa kendileri için, ama sisteme hizmet etmektedirler. Attıkları adımlar sistemi büyütüp besler. Bu düşünüş ve yaşayış biçimi sarmal gibidir. Bireyin tüm bedenini ve ruhunu hapishaneye dönüştürür. Eğer bu sarmal hiçbir yerinde açık vermemişse kişilikler deforme olmuştur. Artık deforme olan kişilik de kendisine ait değildir.
Kişilik bozulmaları en çok siyaset alanında cereyan eder. Her gün insanların özgürce yaşamaları adına siyaset yürüttüğünü iddia eden güçlere rastlarız. Hep de şuna dem vururlar biz insanların özgür, demokratik ve eşit yaşayabilmesi için siyaset yapıyoruz denilir. Söylemlerinin altını doldurabilmek için bir sürü progandatif cümleler kurulur gider. En çok da söylenen hukuk devleti içerisinde bireyin özgür yaşayabilmesi için her türlü imkânlarının oluşturulduğudur. Fakat bu işin iç yüzünde bireyin hakları söz konusu bile değildir. İnsanın özgür doğup, özgür büyüyeceği, yaşayacağı söylendikçe sanki bireyler özgürmüş gibi yansıtılır. Bu söylemin altında yatan temel etkenlerden birisi de bireyi siyaset dışına itmektir. Çünkü onun yerine düşünüldüğü, karar verildiği ve uygulamaya geçmek için mutlak bir temsileyetin olduğu söylenir. Böylece bireyler ve topluluklar siyasetsiz kılınır. Güçsüz kılınarak, iradesine el konulur. İktidar gücüne tabi kılınır. Bireyler ve topluluklar iktidara oynayan gücün tasarrufuna alınır.
Bireylerin iradesinin olduğu propagandasını yapan güçlerin denetiminde yaşayan toplumsal yapılarda bireyin siyaset içindeki yeri de sorgulamalık bir durumdadır. Toplumun tek tek özgür bireylerden oluştuğu, bireyin toplumdan üstün olduğu çokça dillendirilir. Oysa tek başına birey hiç bir şey değildir. Düşüncesi, kültürü, dili, hatta yediği yemek dahi tek başına bireyin oluşturması mümkün değildir. Dil ve kültür yapıları toplumsuz oluşması mümkün değildir. Toplum bireyin her yerine nüfuz ettiği gibi, Toplum dağınık, her yerde hazır ve nazır ve bazen de soluduğumuz hava gibi hissetmediğimiz gerçeğiyle bizi kapsar. Fakat biz ne başına bireyi ne de tek başına toplumdan bahsedebiliriz. Siyaseten de iç içe ele alınmak durumundadır.
Toplumsal yapı günlük işlerini yürütürken bunu siyasetle yapar. Fakat toplumsal siyaset gücünü ele geçiren güçler, toplumun mutlak olarak bir üst yönetimle yürütülmesi gerekliliğini ısrarla vurgularlar. Söylemlerini, argümanlarını çok güçlü kurgulayıp, topluma böyle yutturmaya çalışırlar. Bunlar sadece söylemler doğrultusunda süreklileştirilebilecek durumlar değildir. Dolayısıyla bunun kurumlaşmalarına da ihtiyaç duyulmuştur. O kurumlaşmalar olmazsa olmazlar gibi toplumun zihninde bir algıya dönüştürülmüştür. Tabi siyasal kurumlaşmaları güçlendiren alanlardan biri de hukuktur. Hukuk sistemin meşru zeminini hazırladığı gibi onun dışına çıkılamayacağının gerekçelerini oluşturup, suç-ceza yasalarıyla kati uygulamalara dönüştürülür.
Günümüzde devletçiliğin en üst aşaması olan ulus devlet yapısında siyaset hem kurumlarıyla hem de paradigmasıyla elit bir kesimin elindedir. Toplumsal özgürlük eğilimini temsil eden güçlerin hangi toplumsal zeminde olursa olsun, toplumun öz iradesini ortaya çıkarabilmek için kendi siyaset mekanizmalarını oluşturması olmazsa olmazlardandır. Bunun için ise ulusu iktidarcı ve devletçi temelde ele alan örgütlenmelerin alt yapısını oluşturan tüm kurumların demokratikleştirilmesi önemli oluyor. Ulusun demokratikleşmesi, tüm toplumsal dokuların da demokratikleştirilmesinde önemli bir adım olacaktır. Çünkü iktidarcı güçler toplumsal tüm dokuları ulus devlet paradigması ile donanımlı kılmıştır. Ulus devlet paradigmasında yaşanacak değişim, tüm dokuları etkileyeceği gibi değişimin kolektif gelişimini de sağlayabilir. Bunun için önemli olan demokratik siyaseti tüm yaşamımızda geliştirebilmektir. Dostluk ilişkilerinden anne çocuk ilişkilerine, kadın erkek ilişkilerinden, doğa ile ilişkilenmeye kadar her düşünüş, konuşma ve uygulamalarda demokratik siyaset olmazsa olmazlardandır.
Günlük yaşamın tüm ilişkilerini demokratik siyasetli kılmak belki epey zor bir sanat olacaktır. Çünkü ulus-devlet yapısı, kendisini örgütlemiş ve belli bir organizasyona ulaşmıştır. Bu organizasyonu görmezden gelemeyeceğimiz gibi, onu çok yüceltip süreklileştirmemek de önem kazanıyor. Dolayısıyla demokratik ulus ve ulus devletin dönem dönem uzlaşı dönem dönem ise çatışmalı halde olacağı bir gerçektir. Ulus devlet demokratik ulusu kolay kolay kabul etmeyecektir. Fakat demokratik ulus yapısı da onu kabul etmek zorunda değildir. Bu nedenledir ki toplumsal yapı kendi siyasetini yürütürken ulus-devletle de çelişki ve diyalog halinde olabilir. Burada belirginlik kazanan yön, kadının toplumun kendi kendini yürütme mekanizmaları içerisinde yer almasıdır. Kadın siyasal organizasyon içerisinde yer aldıkça, sistemini de örgütleyecektir. Genel siyasal organizasyonları örgütlemek kadar kadının içinde yaşamak istediği toplumsal yapıyı değiştirip-dönüştürme alanı olarak siyasetin içinde yer alması önem kazanıyor. Ayrıca burada siyasete ilişkin kullanılan kavramlarda da değişim ve dönüşüm yaratmakta önemlidir. Örneğin siyaset sahnesi demek korkunç bir söylem olduğu kadar siyaseti üst, elit bir alan olarak tanımlamaya götürür. Çünkü söylem, düşünceden kaynağını aldığı gibi, günlük yaşama da bu biçimiyle yansıması olur. Zihniyet oluşumlarına götürür. Kadının siyasal yaşamın temel bir öznesi olarak yer alması toplumda köklü değişim-dönüşümlere neden olacaktır. Erkek siyasetinin önünü alacağı gibi kadının yaşamak istediği toplumsallıkta irade olmasını sağlayacaktır.
Dorşin Akif
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info