Sömürgeci Türk devleti Süleymaniye’de 17-9-2021 tarihinde PKK kadrosu Yasin Bulut-Şükrü Serhat’ı katletti. Bu cinayetten bir gün önce de kuzey Kürdistanlı mülteci Ferhat Kondu’ya suikast yapmış, Ferhat ağır şekilde yaralanmıştı. Türk devleti KDP’nin verdiği askeri, istihbari ve siyasi destekle güney Kürdistan’da şimdiye kadar hava saldırılarıyla onlarca PKK kadrosunu şehit etti. Hatırlanacağı üzere 2019’da da Süleymaniye’de insansız uçak saldırısı yapılmış, Cemil ve Demhat adlı iki PKK yöneticisi şehit edilmişti. Son saldırı Kürtler için taşıdığı mesajla diğer saldırılardan farklıdır.
Bildiğimiz kadarıyla ilk defa Türk devleti, katileriyle güneyde üstelik de Süleymaniye’de böyle bir cinayet işliyor. Bu cinayet, işlendiği yer ve gerçekleştiği dönemdeki gelişmelerle birlikte ele alındığında, Kürtlere vermek istediği mesajı çok daha farklı kılıyor.
Bilindiği gibi Türk devletinin en büyük amacı Kürtleri birbiriyle çatıştırmaktır. KDP, Kürtler içi bir çatışmaya hazır olduğunu Zînî Werte’ye güç gönderdiği dönemde göstermişti. Bunun için Kürt güçleri arasında şimdiye kadar bir iç çatışma çıkmamışsa, bunda PKK politikası ve YNK’nin KDP’nin denetimine girmemiş olması belirleyici rol oynuyor.
KDP’nin açıktan ve cepheden gerillaya saldırması için Türk devletinden YNK’yi ikna etmesini istediğini biliyoruz. KDP bu önerisini Şırnak’ta Türk devletiyle ortak yaptığı bir toplantıda yatığı bilgisi mevcuttur. KDP, Türk devletine ‘halkın tepkisinden kaynaklı tek başıma PKK ile açık bir savaşa girmeyeceğim, YNK’nin de olması hem askeri olarak işimi kolaylaştırır hem de savaşa girmemizi meşrulaştırır’ demiştir. YNK yönetiminin şimdiye kadar tüm baskılara rağmen buna direndiği de biliniyor. Bunun için KDP, YNK’nin geçen yıl yaptığı kongresinde seçtiği yönetimini kabul etmek bir yana kutlamadı bile. Ve sürekli baskı altında tutarak, kendine mecbur bırakarak çizgisine çekmeye çalıştı. YNK içinde yaşanan son gelişmelerde KDP’nin bu baskısının etkisinin de payı vardır. Kuşkusuz ki YNK ya da diğer Kürt örgütleri içinde sorunlar vardır. Örgüt ve partilerin içinde sorunların olması anormal bir durum değildir. Bu tür durumlar dünyadaki tüm partilerde, örgütlerde olur. Anormal olan YNK’nin kendi sorunlarını ele alış biçimi oldu. Çözüm yöntemi YNK gibi köklü geleneği olan bir örgütü daha da zorladı. YNK tabanı içinde de çok derin kuşkulara, KDP Süleymaniye başta olmak üzere YNK’nin denetimindeki il ve ilçeleri ele geçireceği kaygılarına yol açtı. Bir örgütün tabanında kendisine dönük kaygıların oluşması gerçek büyük tehlike olmaktadır. Şükrü Serhat’ın katledilmesiyle hedeflenen sonuçlardan birinin YNK içindeki sorunları çıkmaza sürüklemek, YNK tabanı içindeki kaygı ve kuşkuları büyütmek ve YNK’yi teslim almak olabileceğini düşünmek mümkündür. Çünkü YNK tabanı partilerinin KDP’den farkını, KDP’nin başta Türk devleti olmak üzere sömürgeci güçlerle olan işbirlikçi politikalar gibi olmadığını belirterek dile getirmektedir. Ve bu YNK tabanı için haklı olarak çok önemli bir yurtsever farklılığı teşkil etmektedir. YNK’yede itibar ve kimlik kazandırmaktadır. Qubat Talabani’nin suikasttan sonra yaptığı açıklamanın satır aralarında bu duruşu görmek mümkündür. Çünkü Süleymaniye de Hewler gibi Türk devletinin atını koşturduğu bir yer olursa, YNK diye bir partinin kalmasının çok zor olacağını tüm taraflar biliyor. Malum olduğu üzere KDP varken YNK’ye gerek kalmaz. YNK’nin güney Kürdistan’da gerekli olmadığı savı, Barzani ailesinin temel stratejisidir. Hem de Mam Celal döneminden beri yürürlükte olan bir politikadır. Meseleye buradan bakınca PKK Dış ilişkiler komitesinin ‘bu saldırı tüm Kürtlere yapıldı, en başta da Süleymaniye halkına dönük yapıldı’ belirlemesinin ne kadar doğru olduğu görülmüş olur.
Türk devletinin kurulduğu ilk günden beri Kürt soykırımını üzerine aldığını, Kürt soykırımını tamamlamak amacıyla da İran, Irak ve Suriye ile ortak çalışmak için açık gizli birçok anlaşma yaptığını biliyoruz. Türk devleti, dört parça Kürdistan’da yaşanan Kürt bilinçlenmesinden ötürü sadece kuzey Kürtlerini değil tüm Kürtlerin soykırıma tabi tutulmasını canhıraş bir şekilde istiyor. Ve bunun için en alçak ve barbar saldırılar yapıyor. Hiçbir savaş kural ve yasasına da uymuyor. Çünkü hangi parçada olursa olsun, gelişen bilişim teknolojisi ve serbest dolaşım hakkının evrensel bir hak olmasından ötürü Kürtlerin ayrı devletlerin egemenliğinde de olsalar birbirini etkileyeceğini çok iyi biliyor. Son günlerde Türk MİT’inin başındaki kişinin Irak ve Suriye istihbarat örgüt yöneticileriyle toplantı yaptığı basına düşmüştü. Bu saldırının bu toplantılardan sonra yaşanması dikkat çekiyor.
Bu bize;
Bir; Irak devleti Türk MİT’inin güneyde ve Irak’ta Kürt devrimci ve yurtseverlerine dönük suikast yapma izni vermiş olabileceğini gösteriyor. Irak ve Türk devletinin Kürtlere karşı ortak çalışması, Türk devletinin de Kürtlere saldırılarıyla aynı zamanda Irak devletine destek verdiği anlamına gelir. Biz bu iki devletin aralarındaki ilişkileri böyle kurduklarını Mele Mustafa döneminden beri biliyoruz. Her ne kadar Mele Mustafa Türk devletine kuzey Kürtleri üzerinden değişik güvenceler vermişse de Türk devletinin Kürtleri yok etme stratejisi olduğu için Irak devletinden koparamadığını çok iyi biliyoruz. Bu yorumumuz doğruysa, ki yabana atılır bir yorum değildir bu, devlet olarak Irak’ın Türk devletinin güney işgaline sessiz kalarak, güney Kürtlerini kendine mecbur etmeyi istediği çizgiye çekmeye çalıştığı anlamı çıkar. Irak Türk devletine destek vererek PKK’nin zayıflamasını sağlayarak Türk devletine, Türk devleti de güneyi işgal ederek, güney kentlerinde suikastlar yaparak, güvensizliği, Kürtler arası çelişkileri derinleştirerek ve Kürtleri bölerek Irak devletine destek vermiş oluyor. Buna karşı tek bir yol var Kürtler için, ortak ve birlikte belirleyecekleri ulusal bir politika. Yani tüm Kürtlerin dilendirdiği Kürt birliği.
İki; Irak devleti Türk devletinin güneydeki saldırılarını kabul etmemişse Süleymaniye’deki suikast Türk devleti ile KDP ortaklığının yeni bir aşamaya geçtiğini gösterir. Ki bana göre yaşananlar daha çok bunu gösteriyor. Bu toplantıların gündeme geldiği dönemlerde Xelifan’da gerillaya dönük yapılan saldırı bu olasılığın daha gerçekçi olduğunu gösteriyor. Türk devleti KDP ile birlikte Süleymaniye’de Kürt devrimcilere saldırarak, Süleymaniye’nin Hewlerleştiğini göstermeye çalışıyor. Her iki güç, PKK ile YNK arasındaki ilişkileri provake etmek istiyor. Güney halkının KDP üzerindeki baskını azaltmaya, özellikle de YNK kitlesinin YNK yönetimine karşı güvensizliğini artırıp parçalamaya, teslim alarak politik duruşunu pasifize etmeye çalışıyor.
Suikastın Süleymaniye’de olması YNK istihbarat örgütü Zanyari’yi de töhmet altına sokuyor. Bu da KDP istihbaratı adı altında da olsa, Türk MİT’inin bir şubesine dönüşmüş olan Parastın adlı örgütün bu kirli ve işbirlikçi yüzünü örtme amacını da taşıyor. Ancak bu suikast Zanyari’nin doğrudan ya da dolaylı katılımıyla gerçekleşmişse de tüm Kürtler bu Zanyari’nin KDP’ye bağlı birim ya da kişiler olduğunu çok iyi biliyor. Yani YNK kadrosu ve YNK çizgisine kültürüne göre düşünen ve çalışan hiçbir Zanyari elemanı, Kürt devrimcileri Türk sömürgecilerine üstelik de Süleymaniye gibi bir kentte katlettirmez. Çünkü Mam Celal ‘biz Türklere Kürt kedisini de teslim etmeyiz’ demiştir. YNK Eşbaşkanları da yakın bir geçmişte ‘YNK Mam Celal’in kurduğu ve onun bize teslim ettiği YNKdir ve öyle de kalacak’ mahiyetinde konuşmalar yapmıştı.
Umarız ki bu suikasta güneyli örgütlerin planlı, örgütlü ve bilinçli parmağı yoktur. Çünkü bu çok tehlikeli olur. Ve çok çirkin bir leke olarak üzerlerinde kalır. Kürtler böyle bir durumu asla af etmez ve de unutmaz. Güney Kürdistan tüm Kürtlerin ülkesidir. Yurdudur. Hiçbir Kürdistan parçası, sadece o parçada yaşayanların değildir. Nasıl ki bir İngiliz ya da bir Fransız için tüm ülkesi yaşam alanı ve her yerde aynı haklara sahipse, Kürtler de kendi içinde böyle davranmak, yaşamak ve politika yapmak zorundadır. Çünkü söz konu bu evrensellik, Kürtlerin de hakkıdır. Güney hükümeti ya da Süleymaniye idaresinin ilgili birimleri bu suikasta göz yummuş mudur bilemeyiz. Bu da katillerin yakalanıp yakalanmamasıyla ortaya çıkar. Şayet birkaç ay önce Hewler’de katledilen KDP-İ yöneticisi Musa Babaxanî cinayetindeki gibi KDP asayişi ve istihbaratı bazı mobese görüntülerini montajlayarak ‘Şükrü’nün katilleri Türkiye’ye kaçtı’ derse olay başka bir anlam kazanır. Fakat, katiler yakalanıp idamla yargılanırsa başka ele alınır. Daha da önemlisi Kürt kamuoyunun her iki sonuca göre Süleymaniye idaresine ve güney hükümetine dönük algısı oluşur.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi