Günümüzde sanal medya sadece yoğun kullanılıyor ve nerdeyse artık herkesi etkiliyor. AKP-MHP faşist iktidarına karşı muhalif söylemler kullanan bazı çevreler ise bu alanı neredeyse kutsuyorlar. Yasadışı organize grup lideri Sedat Peker’in bu alanda yaptığı itiraflara gönderme yaparak sanki faşist hükümeti sanal medya yıkacak algısı yaratılıyor. Bu görüş sadece bir yanılgı değil, toplumsallığa yabancılaşmanın bariz bir ürünüdür. Kürt halkı her yerde fiziki olarak direnip en değerli evlatları bedenleriyle faşizmin saldırılarına set çeker, onu geriletirken sanal ortamı iktidarın esas zorlanacağı alan olarak görmek kadar abes bir şey olamaz.
Bu noktada öncellikle ideolojik bir çarpıtmayı düzeltmek ve sanal medyaya dair bazı belirlemeler yapmak gerekir. İnternet temelinde şekillenen alana çok bilinçli bir şekilde “sosyal medya” adı verilmektedir. Bu kapitalist modernitenin toplumsallığın altını oyma çabalarının bir yansımasıdır. Çünkü bu alanda kurulan ilişkiler, etkileşimler, oluşan ağlar “sosyal” yani toplumsal değil, aksine inşa edilmiş ve gerçeklikten kopuk yani “sanal”dır. Bu açıdan sosyal medya tabiri yanlıştır, doğru olan sanal medya ifadesidir. Kapitalizm sanal olanı sosyallik olarak sunmakta, bu şekilde toplumsallığı gerçeklikten ayrıştırmaya çalışmaktadır.
Kapitalist sistem kutsadığı bireyi gerçek, yüz yüze ilişkilerden kurtarmakta ve onu kendi kimlik inşasında da “özgür” bırakmaktadır. Bu şekilde birey burada her tür maskeyi takabilir, bu zeminde sistem karşıtı olmayan her şeyi yapabilir ve gerçek hayatta yaptığı seçimlerin hiçbirinin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmaz. Denetimin sınırlı olduğu izlenimi ile bu alanın devletten uzak ve demokratik olduğu da iddia edilir. Oysa kapitalist sistem bu alanı denetlemeyi bir an bile bırakmaz. Sözel düzeyde kalan tutumlara sessiz kalması denetimsizlikten değil, bunun ona zarar vermemesindendir.
Öte yandan kapitalist sistem kendi mali ve fiziki gücü sayesinde aslında bu alanda da hegemonyasını inşa etmiştir. Sistem karşıtları bu zeminde bir cümle kurabiliyor, gerçek bir haber paylaşabiliyorsa, sistem güçleri binlerce ideolojik argüman üretiyor, milyonlarca çarpıtılmış yanlış haber paylaşıyor. Hiyerarşik eşitsizlik bu anlamda klasik medya araçlarından daha fazla sanal medya için geçerlidir.
Sanal medyanın gelişmesinin demokratikleşmeyle eş görüldüğü yanılgısının Türkiye’de de yoğunca yaşandığını görüyoruz. Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan rabiasına dayanan AKP-MHP faşizmi, iktidarı gasp ettikten sonra toplumsal yaşamı da tek renk haline getirmek için saldırılarını yoğunlaştırdı. Bu temelde kültür alanından akademik dünyaya, siyasetten basına tüm alanlarda yoğun bir sindirme operasyonuna girişti. Demokratik siyaset ve devrimci demokratlara yönelik Kürt soykırımını sonuçlandırma amacına uygun biçimde saldırdı. Dahası faşist iktidardan biraz farklı düşünen insanlar bile fikirlerini ifade etme mecralarından yoksun bırakıldı. Cezaevine girmeyen her düşünceden muhalifler yurtdışına çıktı. Faşizm karanlık demekti ve ona göre bir toplumsal atmosfer yaratılmak istendi. Kürt halkı ve tutarlı demokrasi güçleri buna her açıdan direnirken, sistem içinde düşünen muhalifler sindi. Faşizm toplumu özellikle medya alanında yavan bir ideolojik abluka içerisine aldı.
İşte tam böylesi bir dönemde muhalifler sanal medya alanını oldukça aktif olarak kullanmaya başladı. Faşist hükümet bu alanı da zapturapt altına almak için elinden geleni yapsa da yurtdışında başta Fetullahçılar, içerde ise ana akım medyadan uzaklaştırılanlar bu alanda yoğunca boy göstermeye başladı. Bu alanda herkes en uç değerlendirmeler yapmaya, asmaya kesmeye sözel düzeyde kalan en sert muhalif söylemler kullanmaya başladı. Özellikle geçmişte medyanın temel figürleri olan kişiler, eski bilinirliklerini bu alanda da sürdürmeye uğraştılar.
Bugünlerde sanal medyaya bakan Türkiye’de iktidarın hala AKP-MHP’de olduğuna inanmayabilir. Fakat aynı şey somut hayatta görünmüyor. Toplumun sinir uçlarıyla oynanmasına karşın toplumsal refleks aynı oranda sergilenmiyor. Bunun birçok nedeni olmakla birlikte sanal medyanın da bu durumda ciddi bir etkisinin olduğunu bilmek gerekir. Tek başına kameranın karşısına geçerek hükümet düştü, düşüyor demenin somut bir karşılığı yok. Bununda ötesinde bir yandan toplumdaki direniş dinamiğinin gerçek mecrasında, sokakta açığa çıkmasını da engelliyor bu sanal muhaliflik. İnsanlar bu alanda bir iktidarın uygulamalarına karşı bir cümle yazınca, ya da bir düğmeye dokununca görevini yerine getirdi sanıyor, vicdanını rahatlatıyor. Oysa örgütlenmeden, sanal gruplarda değil, gerçek hayatta bir araya gelmeden ne faşizmin yüz kızartıcı uygulamaları durdurulabilir ne de antifaşist mücadele gelişebilir. Faşizm sanal değil, somut direnişle yıkılır.
Konforlu koşullarda kamera karşısına geçip topluma iktidarın gittiğini, uluslararası desteğinin kalmadığını anlatmanın hayata değen bir yanı yok. Tek tek bireysel duruşlardan toplumsal muhalefete katkı sağlanamaz. Muhalefeti konuşmaktan ibaret görenler için bu normal fakat bu tutum birçok kesimi de etkiliyor, bu yanlış bilinci yayıyor. Nasıl CHP düzen içi muhalefet yürütmesi, İYİ partinin iktidara zaman zaman sert zaman zamansa göz kırpan bir politik hatta yürümesi iktidarı güçlendiriyorsa sanal muhaliflikte aynı etkiyi yaratıyor. Eksikliklerine rağmen HDP baskılara, katliamlara, tutuklamalara karşı mücadele ederken, sokaklarda meydanlarda ısrar ederken sadece bilgisayar başı muhalifliğinin muhalefet sayılmayacağı açıktır.
Bu belirlemelerimiz sanal medya zemini toplumsal muhalefet ve direniş için kullanılmaz anlamına gelmiyor. Bunun birçok yöntemi de ve bu alanı doğru bir şekilde kullananlar da vardır. Alternatif basın organlarını oluşturmaktan uluslararası kamuoyuna ulaşmaya kadar olumlu değerlendirilebilecek özellikleri de var, bu alanın. Sosyal medya alanı bireyselleştirme, toplumu atomize etme isteklerinden bağımsız kolektif bir biçimde işletilebilir. Kişinin kendisiyle sınırlı kalan çıkışların bir anlamı yoktur, bu alanda da eğer bir arada durma, beraber çalışma ilkeleri geçerli olursa sonuç alınır.
Kaldı ki tutuklamalarla, yasal düzenlemelerle yine beslediği binlerce trol ordusu ile faşist hükümetin sosyal medya zemininden ne kadar ürktüğü ve burada etkinliğini ve denetimini sürekli artırmak istediği de açık. Fakat bunun yöntemi ve sanal medyaya biçilen misyon önemlidir. Sanal medya ancak faşizme karşı yürütülen somut mücadeleye yardım eder, insanları oraya yönlendirebilirse anlam kazanır. Faşizmin uygulamalarını teşhir eder ve bu uygulamalara karşı direnişi tavsiye eder ve insanları “hashtag” açmaya değil örgütlenmeye teşvik eder biçimde kullanılırsa değerli olur. Faşist iktidarı korkutanda aslında bu potansiyeldir. Unutulmamalıdır ki arkadaşlıkta, yoldaşlıkta, direnişte ve en önemlisi hayatta bilgisayarda değil, dağda, sokakta, güneşin, yağmurun altındadır. Ve mücadele de orada kaybedilip orada kazanılır.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
Ari TUFAN