Geçenlerde özgür basında Tayyip Erdoğan’ın özel ordusu SADAT’ın Bakurê Kürdistan’da, Van’da gençleri silahlandırdığına ve eğittiğine dair bir haber yayınlandı. Üzerinde önemle durulması, incelenmesi gereken bir bilgidir bu. Sömürgeci Türk devletinin SADAT gibi bir örgütlenmeyi Van’da pratikleştirmeye girişmesi şaşırtıcı gelmemelidir. Bize, buna şaşırmak daha şaşırtıcı gelmektedir. Türk sömürgeciliği öteden beri Kürdistan’ı sadece bir ekonomik sömürü alanı ve vergi kaynağı olarak değil, aynı zamanda Kürt gençlerini elinin altında sürekli kullanabileceği bir asker deposu olarak görmüştür.
Sömürgeci Osmanlı devleti tarafından bir yandan Kürdistan halkı vergiye bağlanırken öte yandan Kürt gençlerinin savaş dönemlerinde Osmanlı ordusuna alınması bir zorunluluk olarak dayatılmıştır. 19. Yüzyılda diğer alanlardan çekilmek zorunda bırakılan Osmanlı sömürgecileri Kürdistan’a yüklenmeye başlamıştır. Bu sefer kurmuş oldukları düzenli ordulara gençlerini zorla alma gerçekleşmiştir. 19. Yüzyıl isyanlarının en önemli sebeplerinden birisi budur. Öte yandan sömürgeci Osmanlı imparatorluğunun can çekişme dönemindeki padişahı Abdülhamit de Hamidiye Alayları biçiminde bir örgütlenmeye giderek Kürt gençlerini bu temelde kendi kirli emelleri için silahaltına almıştır. Bu, İttihat ve Terakki döneminde Sarıkamış seferinde de görüldüğü gibi bir tür soykırım politikası biçimine ulaştırılmıştır. Çünkü bu savaşlarda sayıları belirsiz on binlerce Kürt genci yok edilmiştir. Sarıkamış bunun en açık örneğidir. Enver Paşa, Kürt gençlerini öldürtmekten büyük bir gurur duymuştur.
Son yüzyılda Kürt soykırımını daha sistemleştiren büyük soykırımcı Mustafa Kemal Kürtleri sistemli bir biçimde beyinsel ve ruhsal olarak eritmeyi hedeflemiş, beyinlerde ve ruhlarda Türk sömürgeciliğini meşrulaştırmış ve orduyu bunun temel yürütücüsü olan bir kurum haline getirmiştir. Sömürgeci Türk ordusu halen de bu politikasını sürdürmektedir. Öyle anlaşılıyor ki özgürlük gerillasının direnişi karşısında zorlanan Türk sömürgeciliği Kürt gençlerini gerillaya katılımını engelleme ve giderek boyutlanan Üçüncü Dünya Savaşı sürecinde Kürt gençlerini kendi amaçları için kullanmak için bir de sivil görünümlü örgütleme geliştirme ihtiyacını duymaktadır.
SADAT’ın 2012 yılında sömürgeci ordusunun emekli Tuğgenerallerinden Adnan Tanrıverdi tarafından kurulduğu biliniyor. Fakat öncesinden de 2000’li yılların başlarında bunun alt yapısının atıldığı yönünde hazırlıkları bulunmaktadır. Şu anda bu örgütlenme sömürgeci Türk ordusunun Ortadoğu’ya dönük her işgal, ilhak saldırılarında yerini almaktadır. Aynı zamanda DAİŞ ve benzeri örgütlenmelerin başta Suriye ve Kuzey Doğu Suriye alanları olmak üzere aktif olarak çalıştığı herkesçe bilinen bir husustur.
Şimdi bunun karşısında halk olarak Kürtlerin ve diğer halkların ne yapması gerektiği önemlidir. Birincisi SADAT, sömürgeci Türk yasalarına göre kurulmuş bir örgütlenmedir. Yine Milli Beka Hareketi biçiminde Şırnak ve benzeri yerlerde örgütlenmeye çalışılan çeteler de bu çerçevede ele alınmalıdır. Sömürgeci Türk ordusu, polisi, bekçisi, korucusu, istihbaratı hepsi de yasal temelde kurulmuşlardır. O halde yasal olarak bunlara karşı yapılacak bir şey yok. Bilinmelidir ki yasayı yapan gücü elinde bulundurandır. Fakat her güç ve her yasa meşru değildir ki. Türk sömürgeciliğine ait hiç ama hiçbir şeyin Kürdistan’daki varlığının bir meşruiyeti yoktur. Ne ordusu ne emniyeti ne de sözde sivil örgütlenmelerinin hiçbir meşru değildir. Ve Kürt halkı hepsine tutum almalı ve gençlerini bunlara kaptırmamalıdır. Çünkü Kürdistan’da geçerli olan sömürgeci hukuk düzenidir. Unutulmamalıdır ki sömürgeci Türk devletinin 1923’teki ilanı Kürt halkı ve diğer halkların yok edilmesi temelinde olmuştur. Türk sömürgeci hukukunun özü Kürdün yokluğu üzerinedir. Dolayısıyla eğer sömürgeci Türk devletinin Kürtdistan’daki bir ayağı olan SADAT’ın teşhiri yapılacaksa Kürdistan’da uygulanan Türk soykırımcı, sömürgeci politikasının bir uygulaması olarak değerlendirilmelidir. Bunun karşısında Kürtlerin yakınmaya, sızlanmaya hakları yoktur. Tek bir hakları vardır. Kutsal yaşam hakkı. Kutsal yaşam hakkı ise ancak ve ancak sömürgeci Türk devletinin her türlü askeri, siyasi, kültürel, hukuki, ekonomik ve benzeri politikalarına karşı yurtseverlik temelinde bir bilinç geliştirilerek elde edildiği asla unutulmamalıdır.
Evet…
Onlar ülkemizde gençlerimizi bin bir özel savaş yöntemiyle korkutarak, kandırarak, satın alarak kendi ordularına katmaya çalışırken Kürtler de hiç kimseyi beklemeden her yerde mütevazi bir adım olarak küçük, dar, gizli, askeri birimlerini kurmalıdır. Elli yıllık Önder Apo öncülüğündeki PKK mücadelesi, gerilla direnişi, Rojava Devrimi, 90’lardan beri süren halk serhildanları ve en son Tepê Sor, Werxelê, Mam Reşo, Zendura’da ortaya çıkan direniş iradesi böyle bir örgütlenme için bilinç, kararlılık ve harekete geçmek için yeter de artar.
Hatırlıyoruz, sömürgeci Türk devleti bekçi örgütlenmesini gündeme ilk getirdiğinde de Kürt medyası ve siyasetinin önemli bir kesiminde adeta bir yakınma, şikayet etme; sözüm ona kanunların çiğnenmesi, devlet düzenin bozulması biçiminde değerlendirip ele aldılar. Kürtler şimdi Van’da uç veren örgütlenmenin birçok yerde gelişebileceğini ve bunun da Kürdün eliyle Kürdü soykırıma uğratma hazırlığı olduğunu bilerek harekete geçmelidir. Kürdistan topraklarında özgürce ve onurluca yaşamanın başka da yolu yoktur. Kim ki başka yol özlemiyle, düşüncesiyle yaşar ve hareket ederse büyük yanıldığını çok geçmeden görecektir.
Bunun Türkiye halkı, emekçileri ve kadınları için tehlikesini de görmezden gelemeyiz. Daha geçen yaz aylarında ekonomik çöküntü süreci ile birlikte olası halk hareketlini engellemek, korkutmak için bizzat büyük Kürt katillerinden Tayyip Erdoğan açıkça ‘’sokağa çıkın da görelim’’ mealinde açıkça tehditlerde bulundu.
Türk halkı ve devrimci güçleri sömürgeci Türk devleti ve hükümetinin kendi adlarına, Türk halkı, emekçi, kadın ve gençleri adına Kürdistan’da böyle bir politika gütmesine karşı durmalıdırlar. Kürtler zaten gerillasıyla, kadınıyla, genciyle her gün bu politika karşısında bilincinin ve gücünün yettiği oranda direnmektedir. Her iki direnişi Türk halkı ve yine Kürt halkının birleşik güçleri bu sivil görünümlü katil sürüsüne karşı kendi silahlı halk örgütlülüklerini oluşturmaktan çekinmemelidirler.
Devrimci halk savaşı dediğin nedir ki Devrimci halk savaşı işte budur. Çünkü bu düşman ancak bu dilden anlar. Zafer ancak böyle bir örgütlenme ile mümkündür.
Leyla EGİT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi