17 Eylül 2012 Pazartesi Saat 07:54
Diğer bir nokta psikolojik savaş yürütülürken, araçlarından bahsetmiştik. Araç olarak, basın- yayın organları, fikir kulüpleri, sözde sivil toplum örgütleri, partiler, dernekler, sendikalar, araştırma-inceleme kuruluşları, akademiler, kültürel ve düşünsel alanda topluma hitap eden-yönelen vb. kuruluşlar şeklinde kendilerini örgütlüyorlar. Bunlar toplumsal alanda incelemeler yapan, araştırma kurumları şeklinde kendilerini örgütlüyorlar. Onlara göre yeni stratejiler belirliyorlar ve onlara göre hareket ediyorlar. Bunların en önemli kuruluşları belirttiklerimizdir. Türkiye’de daha önce Toplumla İlişkiler Başkanlığı oluşturulmuştur. Bu kuruluş (TİB)Türkiye’de, psikolojik savaşın ana karargâhı olarak bir rol oynamıştır. Görevleri: Topluma karşı nasıl mücadele edilir? Toplum nasıl etki altına alınır? Toplum bir amaç doğrultusunda nasıl harekete geçirilir? Bu gibi sorulara yanıt temelinde tartışma, tezler ortaya koyma ve buralarda üretilen politikaları, Türkiye’deki siyasal kurumların önüne getirmek vb. biçiminde belirlenmiştir. Bu şekilde kurumlar oluşturulurken, dernekler, sendikalar, okullar ve dini kuruluşlar gibi yerler psikolojik savaşın kullanılıp, uygulandığı araçlardır. Bunlar değişik propaganda biçimlerine başvurmaktadırlar. Bu propagandalarını ‘Beyaz’, ‘Gri’ ve ‘Kara’ propaganda şeklinde sürdürmektedirler.
Kara Propaganda: Asılsız olan, yalana dayalı propaganda yöntemidir. Yapılan asılsız, yalan propagandalarla halk içinde kargaşa ve provokasyon yaratılması hedeflenir.
Gri Propaganda: Gerçekler bulanıklaştırılmak istenir. Var olan gerçek ters yüz edilerek, topluma olduğundan farklı sunulur. Var olanın ters yüz edilmesi, olduğundan farklı gösterilmesi bilinçlerde bir bulanıklaşmaya neden olur. Bu toplum üzerinde en etkili bir propaganda yöntemi olarak kullanılır. Örneğin, bir yerde bir olay olmuştur, olayda birilerinin başına bir şey gelmiştir, ama olayın nedenlerini ve sonuçlarını olduğundan farklı gösterdiği için toplumun o olaydan hareketle farklı şekilde yönlendirilmesi hedeflenir. Bu nedenle Gri propaganda en tehlikeli bir propaganda yöntemi olarak kullanılır.
Beyaz Propaganda: Dost güçlerin lehte yapmış olduğu açıklamalardır, demeçlerdir ve beyanlardır.
Bu şekilde de psikolojik savaş yürütülürken kullanılan propaganda yöntemlerine başvurulur. Biz, bunların somutlaştırılmasını Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan örneklerde daha geniş olarak görebiliriz.
Bio İktidar, Özel Savaş Devleti ve Derin Devlet
Diğer yandan özel savaşlar daha çok, özel savaşın sosyalist, ulusal kurtuluşçu demokratik hareketlere karşı devletlerin geliştirdiği özel bir uygulama idi. Silahlı zorla bir başarıya ulaşılmadığı noktada toplumun her alanına daha etkin nüfuz edip başarıya ulaşmasını tamamlayan aygıtlar olarak tanımlandırılıyordu. Onun için özel savaş tanımı insanda dönemsel bir uygulama olarak algılamaya neden oluyor. Özel savaş sadece dönemsel ortaya çıkan bir sorun, bir direniş karşısında uygulanır sanılır. Ama onun dışında devlet, bilinen politikasını sürdürür. Bugün bio iktidardan, Foucault’un çok bahsettiği ‘disiplin toplumu’ yerine, ‘kontrollü toplum’dan yani toplumun tüm hücrelerine, yaşamsal tüm alanlarına kadar yönetildiği bir durumdan bahsediliyor. Böyle ele alınırsa, kapitalist modarnite, bugün yaşadığı kaos durumunda zaten günlük olarak özel savaş devleti ile kendisini ayakta tutuyor.
Özel savaş geçmişteki gibi gerilla hareketlerine, sosyalist ve ulusal kurtuluşçu hareketlere karşı dönemsel uygulanan çok özel bir politika olmaktan çıkmış, genel anlamda direnen-direnmeyen günlük sistem içinde yer alan tüm kesimlere, insana-bireye karşı uygulanan bir politika haline gelmiştir. Yani sistemin genel olarak kendisini sürdürmesi olmuştur. Çünkü geçmişte kaba devlet vardı ve egemen devlete karşı direnen hareketler karşısında uygulanan psikolojik ve askeri özel savaş vardı. Fakat bugün itibariyle kapitalizmin geldiği çok farklı bir aşamadan ve bio iktidarların toplumu çok farklı yönlendirmesinden bahsediliyor. O zaman bu özel savaş ve bio iktidar yönetimini yan yana getirdiğimizde nasıl tanımlayacağız? Özel savaş günlük bir olay haline gelmemiş midir?
Bu bölümün daha iyi anlaşılması için Kürdistan ve Türkiye’yi somutlaştıracağız. Çünkü özel savaşın rejim haline geldiği en somut ülkelerin başında Türkiye yer almaktadır. Mesela, eskiden milyonluk ordular oluşturuluyordu, şimdi ordular küçültülüyor. Ordularda tümenler ve kolordular vardı. Ama şimdi ordularda tümenlerden, kolordulardan vazgeçiliyor ve tugaylar düzeyine düşülüyor. Milli ordulardan vazgeçiliyor, profesyonel ordular kullanılıyor. Sayısal olarak gücü az, ama vurucu gücü üstün bir savaş stratejisi uygulanıyor. Tüm ordu gücünü, tüm askeri-militer gücün özel savaş şeklinde örgütlendiği koşullarda doğal olarak onu örgütlendiren ideoloji de devletin resmi ideolojisi haline geliyor. Bu anlamda her şey ekonomi, siyaset, toplum ve kültür buna göre şekillendiriliyor. Doğal olarak sistemin kendisi de özel savaş bileşimi haline gelmiş oluyor. Günümüzde devlet gerçekliği bu şekilde somutlaşıyor.
Devlet tartışmaları 1950’lerden beri dünyada yürütülmektedir. Türkiye’de de devlet tartışmaları yetmişli yıllardan sonra yürütülmeye başlanmıştır. Yürütülen bu tartışmaya neden olan gerekçeler vardır. Devletin yürütme-yasama-yargı organları olmasına ve bu organlar vasıtasıyla gerekli kanunlar çıkarılarak uygulanması ve bağlayıcı olması gerekliyken, bunun dışında kararların alınması ve uygulanması devleti tartışma konusu yapmıştır. Bunlar olurken de yargı-yasama ve yürütme organlarının seslerini çıkarmamaları sorgulamada etkili olmuştur. Bu nedenle devlet bir görünen, bir de görünmeyen biçimiyle tartışılıyor. Onun için, devlet içinde ‘derin devlet’ tanımı ile anlatılmak istenen, asıl devletin kendisi oluyor. Derin devlet, yani bir anlamda bugün Türkiye’de bahsedilen Ergenekon ismi, hükümete, yargı ve yasamaya rağmen karar ve uygulama gücü olan bir mekanizma için kullanıyor. Günümüzde de, daha çok özellikle Türkiye gibi ülkeler için bu tür nitelemeler ve değerlendirmelerde bulunuluyor. Çünkü Türkiye gibi ülkeler ve devletler yeni sömürgedir. Yeni sömürge ülkelerde devlet işbirlikçi ve bağımlı bir güç olduğu için ipleri de başkalarının elindedir. Böylesi devletlerde doğal olarak görünen ve göstermelik bir yön varken, bir de asıl işlerin yürütülmesi, yönlendirilmesi vardır.
Göstermelik biçimde, dört yılda bir seçimler yapılır. Seçilen hükümet bir yürütme gücü olarak ‘iktidar’ olur. Seçilen meclis yasama organıdır ve orada kararlar alınır. Bu kararlar nasıl alınacak, nasıl uygulanacak sorusu gündeme geldiğinde de asıl yönlendirici olan güçler devreye girer. İşte bu ‘asıl yönlendiren güç’ gerçeğine ‘derin devlet’ denilmektedir. O günkü koşullarda, devletin var olan karakterine göre bu derin devletin birleşenleri de değişiyor.
Örneğin, günümüzde derin devlet deyince ne anlıyoruz? Özel savaş yönetiminin kendisini anlıyoruz. Özel savaş yönetiminin kendisi derin devlettir. Bunun görevi, özel savaşa ilişkin tüm kararların alınmasında ve uygulanmasında belirleyici olmaktır. Ülkenin geleceğine ilişkin hangi adımlar atılacaksa, onları belirlemektir. Türkiye’de bugün bunlar kimlerdir? Genelkurmay Başkanı’dır, Cumhurbaşkanı’dır, Başbakan’dır. Uygulamada, Türkiye siyasal yaşamında etkili olan bakanlardır, bakanlıklardır. MİT Başkanı’dır. Asıl kararlar buralarda alınır. Fakat önemli olan buralarda alınan kararların uygulanmasıdır. Buralarda alınan kararlar nasıl uygulanır? İlk önce buralarda alınan kararlara bir meşruluk kazandırılmaya çalışılıyor. Bu meşruluk, alınan kararların uygulanma safhasında pürüzlerin çıkmaması için hükümetler, meclisler tarafından gerekli tedbirlerin alınmasıyla elde ediliyor. Bu yasallaşmanın sonucunda bu süreç, daha aktif biçimde uygulanır. Yani derin devlet, kararlar yasallaşmadan önce, kararların alındığı ve uygulandığı yerdir.
Bu durum, farklı ülkelerde, farklı biçimlerde de kendini gösterir. Örneğin: Tarihin çeşitli dönemlerinde güçlü devlet ve imparatorluklar vardır. Bu devletlerde imparatorlar, krallar, padişahlar, şahlar ve sultanlar vardır. Bunların arkasında da devlet işlerinin yürütülmesinde rol alan etkili kişilikler ve şahsiyetler vardır. Bu etkili kişilikler, bazen farklı tarikatlara, mezheplere ya da inanç gruplarına üye olabiliyor. Ama hepsinin de uzlaştıkları, bütünleştikleri, buluştukları husus, ortak bir irade, ortak bir disiplin ve biraraya geliştir. Böylece bunlar da şahların, sultanların, padişahların, kralların arkasında iktidarı yürüten güçler olarak, siyasal mekanizma içindeki yerlerini almış oluyorlar.
Örneğin, İngiltere’de bazen İşçi Partisi bazen de Muhafazakâr Parti iktidar oluyor. Ama biz bugün zaman zaman hükümete gelen İşçi ve Muhafazakâr Partilerinin, İngiltere’de asıl hükümet haline gelebildiklerini söyleyebilir miyiz? Hayır! Örneğin, İşçi Partisi Hükümeti egemen sermayenin çıkarlarına ters bir yaklaşımda bulunduğu zaman, orada kontrgerilla ya da derin devlet diye adlandırılan güç, harekete geçerek çok kısa sürede İşçi Partisi Hükümeti’ne son verebiliyor. Nasıl son veriyor? Bir genel grev düzenliyor. Gösteriler düzenliyor. Çeşitli baskı grup ya da güçlerinin muhtıra vermesini ayarlıyor. Çeşitli anlaşmaların uygulanmasında sorunlar yaratıyor. Sonuçta hükümet alaşağı ediliyor. Benzeri bir durum Türkiye için de geçerlidir. AKP hükümet oldu, ama AKP’nin hükümet olmasına nasıl müsaade edildi? ‘Mecliste çoğunluğu bulundurursun, bizim istediğimiz kararları alırsın, bizim istemediğimiz kararları da alamazsın.’ şeklinde gerçekleşen bir iktidar olma sürecidir. AKP, ‘mecliste ben varsam, hükümet bensem benim dediklerim de olmalıdır’ demeye başladığında, nasıl değerlendirmeler yapılmaya başlandı? : ‘AKP, devleti-iktidarı ele geçirmek istiyor’ dendi. Demek ki, hükümet olmakla devleti, hatta iktidarı elinde bulundurmak aynı şey değildir.
Devlet iktidarını elinde bulundurmak devletin temel organlarını elinde bulundurarak, devletin politikasını belirleyen kararlar alınmasını sağlamak demektir. Bunun için illa hükümet, bakan olmak gerekmiyor. O kendini devletin bürokrasisinde yuvalamıştır. En ücra noktalara kadar hâkim kılmıştır. Türk Devleti’ni anlatırken, ‘asker ve sivil bürokrasinin bileşkesi üzerinde yükselmiştir’ denilmektedir. Bu asker ve sivil bürokrasi denildiğinde anlaşılması gereken, devletin ordu içerisindeki asıl temsilini sağlayan kesimlerdir. Bunlar komuta gücüne göre ayarlanmıştır. Cumhuriyetin oluşumunda İttihatçı ya da bir başka deyişle derin devletçi Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü vardı. Bunların politikalarına karşı çıkan generaller olduğu zaman bunlar tasfiye edildiler. Mustafa Kemal de, bu iktidar çatışmaları içinde kuşatmaya alınıp nötralize edildi. Hatta en yakın arkadaşları öldürülerek ya da başka bir biçimde etkisizleştirilerek tasfiye edildi.
Devletin bürokratik kurumlarında yer alanlar vardır. Bunlar devlet bürokrasisi içerisinde değişmeyenlerdir. Hükümetler içerisinde değişmeyen görevlere sahip olanlardır. Asıl faaliyet yürüttükleri alanlarda devleti temsil edenler bunlardır. Devletin en tepesinde bunlar olurken, devletin en alt kurumlarına varıncaya kadar derin devlet yaygınlaştırılır. Bu anlamda derin devlet denildiği zaman sadece tepedeki birkaç kişi anlaşılmaz. Devletin görünen yüzüne paralel olarak, görünmeyen cephesinden de tepeden tırnağa kadar kendisini örgütlü bir güç haline getirmiş olan mekanizmadır. Bunlar için bağlayıcı olan, devletin temel prensipleridir. Türkiye’de cumhuriyetin kurulmasında devletin temel prensipleri, cumhuriyetin ilkeleri biçiminde dile getirilmiştir. Özellikle 1924’lerden sonra Cumhuriyet’in ilkelerinde öne çıkan hedefler vardır. Karşıt olarak görülen güçler vardır. Bu karşıt güçler: komünistler ve Kürtlerdir. O süreçte padişahlıkla, sağ tarafta belli sorunlar yaşandığı için halifelik ya da inanç örgütlenmelerini de kendisine karşıt olarak görmüştür. Yani İslami çevreler de karşıt güçler içinde yer almıştır. Bu iç politikada, dış politikada ve milli savunma konularında temel prensiplerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Savunma gücü, iç ve dış politikada devletin temel organizasyonunu yürütmekle yükümlü olan bir güç haline gelmiştir. Eğer bunun dışına çıkılırsa ona müsaade etmeyen bir güçtür. Buna nasıl müsaade etmiyor? Kapatarak, çalışmasını engelleyerek müdahale ediyor ve daha farklı yöntemlerle onu ortadan kaldırarak müdahalesini gerçekleştirmiş oluyor.
Onun için de derin devlet, devletin sivil ve askeri bürokrasisinin zirvesinde yer alanların, devletin yasal görünürlüğüne rağmen asıl kararların alındığı ve uygulama için direktifin verildiği, harekete geçmenin sağlandığı mekanizma oluyor. Bunun dışında bazı kesimler var. Örneğin, Türkiye’de Mehmet Ağar’dan bahsediliyor. Mehmet Ağar derin devlet miydi yoksa devlet üzerinde iktidar olmak isteyen kliklerden birinin sözcüsü müydü ya da öne çıkan birinin ismi miydi? O süreçte MİT ve polis tartışmaları, çatışmaları var. MİT’in öne çıkan bazı temsilcileri tasfiye edilirken ya da kızağa çekilirken, İç İşleri Bakanlığı’na bağlı polis gücü öne çıkartılıyor. İktidarda etkili olmak isteyen Çiller kliği, o güce dayalı olarak toplum ve siyasal yaşamda etkili hale gelmek istiyor. Bu durum, derin devlet üzerine yürütülen çatışmalarda yer alan kliklerin varlığını gösteriyor. O çatışma sonucu güçlenerek öne çıkan, derin devleti ele geçiriyor. Mesela Türkiye’de doksanların sonlarına geldiğimiz zaman, derin devlet çetelerin eline geçmişti ve derin devletin eski temsilcileri buna karşı bir mücadeleyi başlatmak zorunda kaldılar. Susurluk Olayı ardından Genelkurmay, polis teşkilatı ve bürokrasi içerisinde yaşanan tasfiyeler hep bunun sonucu olarak gerçekleşmiştir. Özet olarak, Türkiye’de derin devlet denildiği zaman anlamamız gereken, özel savaş yönetimidir. Özel savaş yönetiminin kendisidir, Genelkurmay’dır, MİT’tir, Başbakan’dır, Cumhurbaşkanı’dır, uygulamalı gücün de öncelikli olan bakanlıklarıdır. Bunlar hükümete rağmen, hükümetin aldığı kararları alan, uygulanmak üzere hükümetin önüne koyan ve uygulamasında da birinci derecede takip etmekle yükümlü olan bir güçtür. Bunların seçimlerle iş başına gelmesi veya seçimlerle iş başından indirilmesi diye bir durum söz konusu değildir. Devlet için görevlerini yapabildikleri sürece görevlerini yaparlar. Devlet içinde görevlerini yapamadıkları düzeyde de farklı görevlerle yine derin devlete bağlı şekilde çalışmalarını sürdürürler.
Bu konuda Rêber APO’dan yapacağımız bir alıntı ile derin devletin tarihsel köklerine farklı bir boyutta ışık tutmak oldukça yararlı olacaktır.
“Laiklik ortaçağda Yahudi yapı ustalarının Katolik dünyanın hegemonyasını kırmak için geliştirdikleri bir (Masonik) mezheptir. Her ne kadar pozitif bilimlerle iç içe geliştiği gözlemlense de, Yahudi ideolojisinin Rabbanik unsurunun bir türevi olduğu kuşkusuzdur. Bu husus iyi anlaşılmadan, gerek laiklik gerek yol açtığı sorunlar anlaşılamaz. En az diğer dinsel gelenekler kadar Rabbanik (Tanrısal Yahudice ‘efendi’ anlamına gelir) unsur taşımaktadır. Fakat bu gerçeğini çok gizli ve özel ambalajlarla inşa etmek durumundadır. Ortaçağ Katolikliğinin amansız baskıları bu tür yöntemler kullanmalarını zorunlu kılmıştır. Hollanda-İngiliz burjuva devrimiyle hamle yapan laikler, Fransız Devrimi’nden çok daha büyük kazançlar sağlamışlardır. Ulus-devlet inşası ile devlet çekirdeğinin ulaşılması, tanınması ve iktidardan düşürülmesi en zor olan kesimi olarak örgütlenmişlerdir. Bu dönemden günümüze kadar bu hâkimiyetlerini sürdürmektedirler. Derin devlet olgusu biraz da bu gerçeği ifade eder. Dünyada bugün sayıları iki yüzü geçen her ulus-devlet laik olduğu kadar Masoniktir. Kapitalist modernitenin ideolojik hegemonyasının temel gücüdür. Etkileri küreseldir. Bu konumlarını halen pekiştirerek sürdürmektedirler. Diğer etkili oldukları odaklar medya tekelleri, üniversite hocaları başta olmak üzere dünyanın stratejik gidişatında pay sahibi olan birçok sivil toplum kuruluşlarıdır. Laik dünya dedikleri modernitenin akıl hocaları ve denetmenleri konumundadırlar. Dünyevi, seküler dedikleri işlevleri bu kapsamdadır.
Cemal Şerik
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info