02 Temmuz 2012 Pazartesi Saat 09:08
KCK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan, Türk ordusunun son dönemde hayata geçirdiği paralı askerlere dayanan ordunun Dağlıca eylemiyle iflas ettiğini belirterek, gerilla karşısında ordunun yaşadığı kayıpların gizlendiğini söyledi. Kalkan, Mayıs ayından bu yana 200’den fazla asker cenazesinin ailelerine verilmediğini söyledi.
Duran Kalkan ANF’ye verdiği röportajda Dağlıca eylemi ve sonuçları, PKK konusunda Türk medyasında yapılan “parçalandı, dağılıyor yorumlarını, Roboski’de katledilenlerin arasında PKK gerillalarının olduğu yönündeki iddiaları değerlendirdi.
Son dönemlerde artan eylemlerin, özellikle Dağlıca eyleminin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk hükümetinin ordunun kayıplarını gizlediği söyleniyor. Bununla ne amaçlanıyor? Ayrıca hareketiniz içinde bölünme, fikir ayrılığı, parçalanma ve çok sayıda gerilla kaybı olduğu gibi söylemlerin amaçları konusundaki düşünceleriniz neler?
Daha önce AKP’nin 12 Haziran 2011 seçimleri ardından izlediği politikayı ve bunun özgürlük hareketimiz tarafından nasıl boşa çıkartıldığını ve başarısız kılındığını ifade etmiştik. Bu başarısız kılmada gerilla eylemlerinin oynadığı role ve özellikle 19 Haziran’da başlayan Zagros eylemlerimizin sonuçlarına değinmiştik. Bu durum hala etkisini sürdürüyor. Direniş devam ediyor. Kamuoyu yakında biliyor ki Mayıs ayından bu yana gerilla eylemliliklerinden istikrarlı bir yükselme ve büyüme söz konusudur. Kış boyu hazırlık yetersizlikleri nedeniyle de gelişen operasyonlar karşısında bazı toplu kayıplar veren gerilla, baharla birlikte kendini yeniden düzenleyip, düzelterek bunları önlemiştir. Hata ve eksikliklerden kaynaklı şahadetler önemli ölçüde azaltılmıştır. Buna karşılık ise faşist Türk ordusuna ağır darbeler vuran gerilla eylemliliği Mayıs Şehitler ayı boyunca adım adım geliştirilmiştir. Nitekim Mayıs sonuna gelmeden çeşitli çevreler bu durumu tartışmak, gerilla eylemlerinin ortaya çıkardığı sonuçları değerlendirerek çözüm arayışlarında bulunmak zorunda kalmıştır. Tam bir hamle olmasa da, AKP politikaların tümden kıracak sonuca ulaşmasa da, siyaset gündemine girecek düzeyde bir gelişmeyi ortaya çıkarmıştır. Bazı çevreler, örneğin eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin gibi bazıları Mayıs boyunca Türk ordu kayıplarının yüz elliden fazla olduğunu, bunların büyük bir kesiminin kamuoyundan gizlendiğini ifade etmiştir. Bu durum Haziran ayında daha da gelişme göstermiştir. Haziran günleri boyunca Kürdistan’ın dört bir yanında gelişen gerilla eylemliliği 19 Haziran Oramar-Şitazin eylemiyle doruğa ulaşmıştır. Bu eylemlerin Türkiye’yi temellerinden sarstığı, siyaset gündemini tümüyle belirler hale geldiği birçok çevre tarafından tartışılan bir husustur. Neden? Çünkü AKP’nin yalanlarını boşa çıkartmıştır. AKP yardakçısı çeşitli çevrelerin yarattığı sanal çözüm biçimindeki yalana dayalı oyunlarını boşa çıkartmıştır. Gerçekleri halkın görüp anlayabileceği bir dille herkese göstermiştir. Bu eylemler, kış boyu yediği darbelerle gerillanın zayıf düştüğü, marjinal konuma düştüğü biçimindeki yalan propagandaları da boşa çıkarmıştır. Bir kere daha gerillanın yüksek vuruş gücünü ortaya koymuştur. Bir yandan AKP’nin savaş politikasını teşhir eden, AKP saldırılarının misillemesiz kalmayacağını, halkın ve gerillanın üzerindeki baskıların hesabının sorulacağını ortaya koyarken, diğer yandan gerçekten psikolojik savaş kapsamında yalana dayalı sanal bir ortam yaratma çabalarını da yerler bir etmiştir. Gerçekleri açığa çıkartarak bütün yalancıların maskelerini düşürmüş daha yatsı olmadan mumlarının sönmesine yol açmıştır.
Bu konuda psikolojik savaş o kadar çok ileri gitmiş ki insan gerçekten de şaşıyor. Bazıları sanki ilk defa bir çatışma yaşanıyormuş gibi, nereden çıktı böyle bir çatışma diyecekmiş gibi düzeyde bir havaya giriyor. Hâlbuki otuz yıldır bir savaş yaşanıyor. Bunu görmeyen mi var, bilmeyen mi var. Diğer yandan sanki kış boyu saldıran AKP değilmiş gibi Botan’da, Garzan’da, Erzurum’da, Dersim’de kış koşullarında üslenme yerlerindeyken, hareketsizken onlarca gerillayı katleden AKP değilmiş, bütün bu katliamlar yaşanmamış gibi PKK saldırıyor diyerek adeta savaşı yürütenin, saldıranın PKK olduğu yaygarasını yayıyorlar. Suçu PKK’ye yıkmaya çalışıyorlar. Oysaki AKP yöneticileri bile suçun kendilerinden olduğunu çok iyi biliyorlar. Hiçbir yöneticisi mevcut gelişmeleri beklenmedik olarak değerlendirmedi. Tayyip Erdoğan o kadar suçluluk psikolojisine girmişti ki kafasını kaldırıp karşısında ki kameralara çıplak gözle bakma cesaretini gösteremiyordu. Tam bir suçluluk psikoloji içerisindeydi.
Şimdi bütün bunlar yürütülen savaşla bir kere daha açığa çıkartılan gerçekler oluyor. Gerilla eylemliliği kimin savaştan yana olduğunu, kimin suçlu olduğunu, kimin misilleme hakkını kullandığını, demokratik hak ve özgürlükleri koruduğunu çok iyi biliyor. Çünkü savaş bu temelde bir aydınlatıcılık ortaya çıkardı, yarattı. Bu anlamda herkes gerçekleri iyi görmeli. Gerilla direnişinin yarattığı etkileri, verdiği mesajı iyi okumalı. “Kürtleri aldatırım, PKK’yi oyalarım, gerillayı ezerim biçimindeki hesapların boş hesaplar olduğunu artık herkes net görmeli. Artık Kürtler ne eski Kürtlerdir kolaylıkla aldatılabilir, ne PKK öyle oyalanabilir, ne de gerilla ezilebilir güçtür. Tersine artık bu devir geçmiştir. Gerilla nasıl ezici güce sahip olduğunu, Kürt halkının nasıl duyarlı ve uyanık bir konumda bulunduğunu, PKK’yi de kimsenin aldatamayacağı bir kere daha ortaya çıkmıştır. Herkes bu gerçeği görmeli. Bu eylemlerin verdiği mesajı doğru anlamalı, doğru okumalı. Yalanla, hileyle psikolojik savaşı tırmandırarak sanal ortamlar yaratarak gerçeklerin asla gizlenemeyeceğini, halkın bilincinin saptırılamayacağını herkes netçe görmeli. Dolayısıyla da gerçeğe gelmeli. Yoksa psikolojik savaşta, katliamda ısrar etmenin sonu yoktur. Dolayısıyla AKP politikalarının sonu yoktur. Ne kadar çaba harcanırsa harcansın işte gerilla direnişleri de gösterdi ki hiç kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacaktır. Kürt halkına, Kürt halk Önderliğine, gerillaya yönelik saldırıların hesabı er geç misliyle sorulacaktır. Suçlular işledikleri suçların hesabını mutlaka vereceklerdir. Gerilla eylemliliği, Zagros direnişi bu gerçeği netçe ortaya çıkarmıştır. Bunu göremeyenler daha fazla gerillanın vurucu, ezici gücü karşısında darbe yiyecek, er geç gerçeği görür, anlar, demokratik tutumla doğruya ulaşır hale geleceklerdir.
Şimdi gerilla eylemleri temelinde yaşanan önemli bir husus bu oluyor. Gerçekten de siyaset gerçeğini aydınlattırdı, netleştirdi. Bütün hile ve oyunları teşhir edip boşa çıkardı. Doğruları, gerçekleri herkese net bir biçimde gösterdi. Herkesten yaptığının hesabını sordu. Demokratik adalet dağıtıcılığını yaptı, bu bir gerçek. Fakat bunu örtbas etmeye, gizlemeye çalışan epeyce çevreler de var. Örneğin psikolojik savaş tırmandırılarak basına sansür uygulanarak, hükümet son iki ay içerisinde yaşanan savaşta ortaya çıkan asker kayıplarını gizlemeye çalışıyor. Mayıs ayında çok az bir rakam vermişlerdi. Bir milletvekili yüz elliden fazla asker öldüğünü söyleyerek aslında bu kayıpları gizleyen tutumu teşhir etti. Şimdi Haziran boyunca da yaşanan kayıplar da benzer biçimde gizleniyor. Özellikle Zagros’ta ağır bir darbe yemiş, adeta hezimete uğramış olmasına rağmen Türk ordusu hükümet kaynakları ve basın yayın organları bunu gizlemeye çalışıyorlar. Asker kayıplarını çok az göstererek sözde toplumun ve ordunun moralini yüksek tutmaya çalışıyorlar. Fakat biz şunu belirtelim ki: Bunlar da boş çabalardır. Güneş balçıkla sıvanmaz, denir. Savaş ve sonuçları güneşin balçıkla sıvanmayacağı kadar yalın ve açık bir gerçektir. Dolayısıyla savaştaki kayıpları kimse gizleyemez. Bu biçimde halkı, toplumu aldatamaz.
Fakat biz bu konuda şunu gördük: AKP hükümeti geçen yıldan bu yana çeşitli özel askeri yasalarla paralı asker örgütlemeye çalışıyor. PKK’yle savaşacak ordu diyorlardı. Bu doğrultuda on binlerce kişinin paralı asker yapıldığını, başta sınır boyları olmak üzere Kürdistan’daki karakollara bunların dağıtıldığını biliyoruz. Bunlara yüksek meblağda aylık maaş da veriliyor. Fakat şimdi şu açığa çıkıyor: Kişilerle para karşılığında savaşması için anlaşmalar imzalanırken öldükleri zaman cenazeleri devlet, ordu isterse vermeyeceği maddesi de konmuş bulunuyor. Aslında paralı asker örgütlemesinin özünde PKK’ye karşı daha güçlü savaşacak eğitimli, tecrübeli bir ordu yaratma arayışından ziyade ordunun ve hükümetin yapamadığı cenaze töreninden kendisini kurtardığı anlaşılıyor. Daha önceki süreçte biliyorduk. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen gençler savaşta ölünce her yerde cenaze törenleri fazlasıyla yapılıyordu ve öyle bir duruma geldi ki bu ölümlerden genelkurmayı ve hükümeti sorumlu tutarak halk, cenaze sahipleri generallerin ve bakanların üzerine yürüdü. Cemil Çiçek gibi kıdemli savaş uzmanı bile bir cenaze törenine gidemedi. Halk tarafından linç edilmekten kaçırılarak kurtarıldı. Böylece ordu ve hükümet üzerinde büyük bir psikolojik baskının oluştuğu anlaşılıyor. İşte paralı asker uygulamasının özünde genelkurmayı ve hükümeti böyle bir baskıdan kurtarma arayışının yattığını anlıyoruz. Şimdi bu temelde isterlerse cenazeyi veriyorlar, tören yaptırıyorlar. Bir yerde şoven duyguları kabarmak ihtiyacını duyuyorlarsa oradaki cenazeyi veriyorlar, tören yaptırıyorlar, halktaki şoven, faşist duyguların kabarmasına, Kürt düşmanlığının gelişmesine yol açıyorlar. Ama başka bir yerde buna ihtiyaç yoksa ya da aileler tepki gösterecekse onları gizliyorlar. Bu biçimde Mayıs’tan bu yana belki de iki yüzden fazla cenazenin verilmediğini, gizlendiğini biz iddia ediyoruz. İnanmayan çevreler araştırmalılar, açığa çıkartmaya çalışmalılar. Özellikle basın çevreleri araştırsınlar. Sonuçta görecekler ki bu iddiamız doğrudur. Örneğin, Oremar-Şitazin direnişinde ordunun verdiği kayıp kesinlikle yüzden fazladır. Savaşı yürüten komutanlıklar yüz dokuz askeri ölü olarak verdiler ki aslında bu asgari bir rakamdı. Sayının bundan daha fazla olduğu yüksek büyük bir ihtimaldir. Ama dikkat edelim önce on beş civarında bir kaybı genelkurmay siteleri verirken kısa sürede bunu hemen sekize indirdiler ve sekiz cenaze verip diğerlerini gizlediler.
Bu da bir tür savaşta kaybetmenin yaşadığı psikolojik baskıdan kurtulma arayışını gösteriyor. Aslında bir tür yenilgiyi gösteriyor. Öyle bir hükümet ve genelkurmay var ki cenazelerine sahip çıkamıyor, cenaze töreni yapamıyor. Halktan aldığı insanları savaştırıyor, katliamına yol açıyor ama cenaze töreni yaptıramıyor. Çünkü haksızdır, çünkü saldırgandır, faşist sömürgeci amaçlar uğruna Kürt insanını katletmek için bu insanları savaşa gönderiyorlar. Bunu artık Türkiye toplumu, Türkiye insanı biliyor, anlıyor. Bu savaşı isteyenden yana değil, destek vermiyor, katılmıyor. Dolayısıyla da bu politikaları benimsemiyor. AKP’nin izlediği savaş politikalarına karşı çıkıyor. Mevcut haliyle AKP yüzde elli oy almasına rağmen Kürdistan’da izlediği savaş politikasına halktan destek bulamıyor. Bu çok açık ve net olan bir gerçeklik.
Tabii bu tür tutumlarla birlikte psikolojik savaşın çeşit çeşit yöntemleri var. Sanal ortam yaratıyorlar, cenazeleri gizliyorlar, hainlere para verip devreye koyarak Önder Apo ve PKK hakkında küfrettiriyorlar, yalan haberler yayıyorlar. Şu ya da bu arkadaşımızın yaralandığı ya da şehit düştüğü biçiminde yalan bilgileri sık sık kamuoyuna sunuyorlar. Bu bildik psikolojik savaş yöntemlerinin bir tanesi de yönetimimizin görüş ayrılığı içinde olduğu, parçalandığı, fazla gerilla kaybı verdiğimiz gibi hususlar oluyor. Bunlar yeni ortaya çıkmıyor. Belki onlarca kez, son yirmi yıldır deneniyor. Bu konuda basının sayfaları irdelendiğinde görülecektir ki aslında söylenmedik söz kalmamıştır. Eğer Türk basınının öldürdüğü gerilla sayısı 15 Ağustos 1984’den bu yana izlenerek ortaya çıkartılsa belki de elli bini geçer, yüz bini geçer. Hâlbuki ortada o kadar gerilla var bile olmamıştır. Bu halkın moralini bozmak için, gerilla güçlerini aldatmak için uydurulmuş basit yalanlar oluyor. Bunları iyi biliyoruz.
Diğer konularda benzerdir. Basın incelensin PKK şimdiye kadar elli kez bölünüp parçalanmıştır. Belki de PKK yöneticileri elli kez birbirlerine karşı şunu veya bunu yapmışlardır. Fakat bunların hepsinin yalan olduğu kısa sürede anlaşılmıştır. PKK, PKK’liliğini koruyor. Yönetim birlik içerisinde üzerine düşen görevleri başarıyla sürdürmek için çaba harcıyor. Bu açık bir gerçek. Şimdi de durum aynısıdır. Özel savaş güçleri biraz sıkışınca, zorlanınca hemen kendilerini bu sıkışıklıktan kurtarmak üzere yalan makinesine yani psikolojik savaşa başvuruyorlar. Bu konuda çamur at izi kalır misali söylemedik yalan, yapmadıkları hile bırakmıyorlar. Aslında söylediklerine kendileri de inanmıyorlar. Bu sözlerinin inandırıcılığının kalmadığını kendileri de herkesten iyi biliyorlar. Ama buna rağmen yine de yaşadıkları yenilgi ve çıkmaz onları kendi kendilerini motive etmek, aldatmak üzere böyle yalanları söylemeye götürüyor. Adeta morallerini yalan söyleyerek düzeltmeye çalışıyorlar. Psikolojilerini bununla yeniden motive ediyorlar. Yoksa bu konuda söylenecek başka bir şey yoktur.
Aslında herkes Abdullah Gül ile Erdoğan arasındaki çekişmeden söz ediyordu. AKP yöneticileri arasındaki bölünme, parçalanma, görüş ayrılıkları gündemdeydi. Bülent Arınç bir şey söylüyor, Beşir Atalay başka bir şey söylüyordu. Hüseyin Çelik bir şey söylüyor, sarhoş kafalı içişleri bakanı İdris Naim Şahin başka bir şey söylüyordu. Tayyip Erdoğan bunları düzeltmek için defalarca çaba harcadı. En son “AKP’nin genel başkanı benim demek zorunda kaldı. Ancak böyle bir uyarıyla bu tür tartışmaların önünü geçici de olsa alabildi. Bunu herke biliyor. Parçalanan, dökülen, her kafada bir ses çıkan AKP’nin kendisidir. Gerçek bu iken ve böyle bir parçalılık kamuoyuna, basına ileri düzeyde yansırken bir den bire hareketimizin bölündüğü, parçalandığı, arkadaşlarımızın farklı farklı düşündüğü biçiminde yalan haberler basın sayfalarına düşürüldü. Bunun amacının AKP içindeki görüş ayrılıklarının, parçalılığın gizlemek olduğu çok açık. Demek ki hemen devreye psikolojik savaş girdi ve AKP gerçeğini gizleyebilmek için bu sefer yönetimimiz hakkında bir sürü yalan, uyduruk laf ileri sürdüler. Böylece güya AKP’yi koruyorlar, gizliyorlar. Oysaki bunun öyle gizlenebilecek, saklanabilecek bir boyutu da yoktur. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Bu AKP böyle yürümüyor, parçalanıyor, eriyor sonun başlangıcı çoktan olmuş. AKP de artık tarihten silinmek üzere koşar adım ilerliyor. Bu bir gerçek, bunu herkes görmeli.
PKK yönetiminin bölünüp-parçalanacağından medet umanlar, umutlarını buraya bağlayanlar tarihi boyunca her zaman yanılacaklar ve kaybedeceklerdir. Bu tür beklenti içinde olanlar sürekli yenilgi ve kaygı yaşayacaklardır. Ben sadece onu söyleyebilirim. Halk bu konuda gerçekleri zaten biliyor. Kürt toplumu PKK’yi kimliği olarak ele alıyor. PKK yöneticilerini çok iyi tanıyor, biliyor. Bunlar kırk yıllık mücadelenin ateşi içinde sınavdan geçmiş en zor ortamlarda yürüyerek mücadeleyi bu düzeye getirmiş güçlerdir ki bundan sonrasını da başarıyla yürütmeyi de bilirler. Kaldı ki PKK, yönetim olayı da değildir. Şu ya da bu kişiye bağlı bir örgüt filan değildir. Bir halk hareketi, bir direniş hareketi, bir özgürlük gücü. Halkın özgürlük gücünü ve iradesini temsil ediyor. Kürt halkı var oldukça ve özgür yaşam iradesine sahip bulundukça herkes bilmeli ki PKK var olacak ve birlik halinde yürüyecektir. Hiç kimse kim olursa olsun bu birliği bozamaz, birlik önünde engel oluşturamaz. Halkın birlik halindeki özgürlükçü yürüyüşü her türlü engeli aşar, zorluğu yener, birliğini yaratır ve zaferi kazanır. Geçen dönem bunun kanıtıdır, gelecek de bu konuda büyük zaferlere tanıklık edecektir.
Özellikle AKP yöneticileri ve devletle çalışan kişilere yönelik tutuklamalar büyük yankı yarattı. Bu tür eylemler ilk kez bu kadar yoğun ve yaygın olarak devam etti. Bu tür eylemleri neden gerçekleştiriyorsunuz ve devam edecek mi?
Dördüncü stratejik mücadelenin gereği olarak devlet ve AKP temsilcilerini suçlu görerek, tutuklayıp sorgulanmalarını içeren çalışmalar ortaya çıkıyor. Bu stratejik dönemin faaliyetlerini ifade ediyor. Tabii dördüncü stratejik dönem ve onun bu temelde bir mücadeleyi içermesi bizim isteğimizle, niyetimizle gerçekleşen bir durum olmuyor. Buna AKP hükümetinin izlediği politikalar yol açmış bulunuyor. Neydi bu politikalar? Yalandı, hileydi, dolandı, oyalamaydı. Bu temelde özel savaşı tırmandırma, psikolojik savaşı derinleştirmeydi. Kürt sorununu çözüyormuş gibi çeşitli beklentiler yaratarak, aslında çözümsüzlüğü derinleştirmeydi. Kürt sorununun siyasi çözümü için oluşan zeminleri ortadan kaldırmak üzere siyasi ve askeri operasyonlara hız vermeydi. Bu temelde KCK operasyonu adı altında Kürt demokratik siyasetini, aydınlarını, ileri gelenlerini, sorgusuz sualsiz tutup zindana koymayı ifade eden siyasi soykırım operasyonları böyle gündeme geldi. AKP ucuz bir biçimde terör kavramını geliştirdi. KCK’yi terör örgütü olarak ilan etti, her Kürdü de KCK’li varsaydı ve böylece Kürt halkına, Kürt demokratik siyasetine dönük basit bir suçlama, onları suçlu ilan etme ve tutuklayıp zindana doldurmayı ifade eden bir Kürt avı süreci geliştirdi. Böylece Kürt sorununu çözmek bir yana aslında siyasi çözüme zemin oluşturacak bütün güçleri, veriler ezip tasfiye etmeyi öngören bir siyaset yürüttü.
Bu gerçeği görünce AKP’nin gerçek niyet ve politikalarını anlayınca artık Kürt sorununun siyasi çözümünü kesinlikle gerçekleştirmeyecek bir parti konumunda olduğunu anlayınca biz de AKP’nin anladığı dilden mücadele etmek üzere, mücadele strateji ve taktiklerimizi yeniden gözden geçirdik. Bu temelde de AKP’ye ilişkin, kültürel soykırıma ilişkin, bölgedeki gerçekliğe ilişkin, kendi durumumuza ilişkin, halkın taleplerine ilişkin yaptığımız değerlendirmeler sonucunda stratejik değişiklik yapmak gerektiğini tespit ettik. Bu temelde bir strateji değişimini yarattık. Neydi stratejik değişimimiz? Daha önceki süreçte Kürt sorununu siyasi uzlaşma yöntemiyle çözmek istiyorduk, artık gördük ki karşımızda siyasi çözümden yana olan, uzlaşmayı kabul eden bir hükümet yoktur. Devlet yönetimi ve AKP hükümeti kesinlikle siyasi uzlaşmayı ve Kürt sorununu siyasi yöntemlerle çözmeyi ret ediyor. Sözde çözüyormuş gibi görüntü vermesinin hepsi yalandır, hiledir, aldatmadır. Kürt halkını aldatmaya çalışıyor, böylece kamuoyunu aldatmaya çalışıyor. Özdeyse siyasi çözüm zeminin imha ve tasfiye etmek için siyasi ve askeri operasyonlarını her türlü yöntemle sürdürüyor. Bu bizim için netleşmiş bir durumdur. Böyle olunca artık Kürt sorununun siyasi uzlaşma yöntemiyle çözüleceğini en azından AKP’nin mevcut politikaları sürdürdüğü müddetçe beklemek bir hayaldir. Biz bu tür beklentileri bir hayal olarak görüyoruz. Hala mevcut politikalar devam ettikçe AKP’den çözüm bekleyenler kendilerini aldatmaktan öteye başka hiçbir şey bulamazlar. Bu bakımdan biz bu konuda bir netliğe ulaştık. Stratejik netlik temelinde mücadele stratejimizde de değişiklik yaptık. Siyasi uzlaşma yöntemiyle Kürt sorununun çözümünü aramak yerine demokratik direnişi geliştirerek onu devrimci halk savaşı temelinde gerilladan serhildana, propagandadan diplomasiye kadar her alana yayarak büyük bir topyekûn direniş mücadelesi geliştirmeyi, demokratik özerklik çözümünü böyle bir direniş mücadelesiyle gerçekleştirmeyi öngören yeni bir mücadele stratejisi belirledik. Bu temelde de yeni stratejik mücadelemizi devam ettiriyoruz. Böyle bir stratejiden tabii sistemden, devletten kopuş vardır. Kendi demokratik öz yönetimini inşa etme, kurma, kendi kendini yönetmeye ulaşma istemi, arayışı vardır. Bunun için halka çağrılar yaptık. Kürt gençleri askere gitmemelidir. Çocuklar ve gençler sömürgeci asimilasyon okullarında eğitime gitmemelidir. Devleti kutsayan, Kürdün adını, varlığını yasak sayan hukuk kurumlarına gitmemeli, adaleti orada aramamalıdır. Bunlara karşı kendi ekonomisini, kendi sağlığını, eğitimini, kendi güvenliğini, kendi adaletini, hukukunu yaratmalı ve demokratik öz yönetim çerçevesinde bunları işletmelidir. Bu ayrı bir devlet kurmak değildir. Türkiye’den kopup ayrı bir sınır çizmeyi de ifade etmiyor. Ama faşist, sömürgeci, soykırımcı devlet yönetiminden kopmayı, kendi Kürt kimliğini esas alan demokratik öz yönetimini kurup yaşamayı ifade ediyor. Bunu gerçekleştirecek bir mücadeleyi öngördük. Bunun için de yurtsever Kürdü, demokratik Kürdü örgütlemiş ve kendi kendini yönetmek isteyen Kürdü terörist sayan, suçlu ilan eden, tutuklayıp yargılamaya çalışan AKP hükümetine ve Türk devletine karşı biz de Kürt kimliğini, dilini, kültürünü yasaklayan Kürt halkının demokratik örgütlenmesini ve yaşamını engelleyen, Kürdistan üzerinde askeri işgal ve kültürel soykırım yürüten devlet yönetimini ve bu yönetimin temsilcisi olan AKP yöneticilerini sömürgeci kültürel soykırım suçlusu olarak ilan ettik. KCK’nin yargı organları bu durumu incelediler ve soykırım suçlusu olarak Kürdistan’da örgütlenen AKP yönetimlerini ve devlet temsilcilerini suçlu buldular. Bu temelde yargı kurumları geliştirdiler. Davalar açıldı, daha fazla da davalar gelişebilir. Bunun üzerine bizi terörist sayan ve yok etmek isteyen devlet ve hükümete karşı biz de onları terörist sayarak, soykırım suçlusu sayarak tutuklayıp, yargılayıp temel bir yurtseverlik ve demokratik görev olarak bildik. Bu temelde söz konusu tutuklamalar ve soruşturmalar oluyor. Bu daha fazla da olacak. Artık yaygınlaşarak devam edecektir. Aslında şimdiye kadar uyarı kabilinde bazı olaylar gelişti. Çok fazla bunları henüz yapmış da değiliz. Bundan sonra eğer farklı bir çözüm bulunmazsa bu tür tutuklamalar, sorgulama ve yargılamalar çok daha gelişebilir. Bunu herkes bilmeli. Nasıl ki AKP’ye göre BDP teröristse, seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları teröristse Kürt gençleri, kadınları teröristse, KCK’li olan terörist ve yeri cezaeviyse şunu bilmeli AKP’liler Kürdistan’da bulunan bütün AKP yöneticileri de teröristtir, soykırımcıdır. Kürdistan’daki bütün devlet görevlileri valisinden nüfus memuruna kadar soykırım suçunun ortağıdır, işleyeni ve yürütenidir, memurudur. Dolayısıyla Kürt halkına karşı onun varlığına ve özgürlüğüne karşı suç işlemektedir. Dolayısıyla bu suçundan dolayı tutuklanacak, yargılanacaklar, suçlarının cezasını çekeceklerdir. Böyle bir cezayı çekmek istemeyenler Kürt halkının demokratik adaletinden, KCK adaletinden yargılanmak istemeyenler o halde Kürdistan’ı terk etmeliler. Kürt halkına karşı suç işlemekten uzak durmalılar, vazgeçmeliler. Kürt soykırımının yürütücü memuru ve bu temelde suçlusu olmamalılar. Böyle olanlar, bu suçu işleyenler elbette ki er geç işledikleri suçun cezasını çekeceklerdir. Kürt halk adaletinde, KCK adaletinde işledikleri suçun hesabını vereceklerdir. Nitekim bu hesap sorma şimdiye kadar bir uyarı kabilinde gelişti. Bundan sonra bu çok daha yaygınlaşabilir. Tüm suçları kapsayacak hale gelebilir. Bizim buna gücümüz var.
Aslında sorunu bu düzeye getirmek istemedik. Önce sözlü uyardık, mevcut olanlar biraz pratik uyarıdır. Ama AKP sözde anlamadığı gibi, eğer bu pratik uyarılardan da anlamaz Kürt demokratik siyasetine dönük siyasi soykırım operasyonlarını sürdürürse, mevcut tutuklamaları, zindanda tutmaları devam ettirse bilmeli ki bunun karşılığı olarak kendi temsilcileri de KCK zindanlarında veya KCK cezaevlerinde tutulacaklar, KCK mahkemelerinde yargılanacaklardır. Bundan daha doğal bir durum olamaz. Bu bakımdan da yadırganacak bir durum yok. Aslında geç kalmış bir durum sözkonusu. Şimdiye kadar savaş suçu işleyenler, soykırım suçu işleyenler, halk üzerinde katliam yapanlar çoktan tutulmalıydılar, soruşturulup yargılanmalıydılar. Aslında biz bu konuda ileri gitmedik, yavaş davrandık, geç kaldık. Şimdi bu durumu telafi ediyoruz, düzeltiyoruz. Sanıyorum bundan sonra farklı bir gelişme olmadığı müddetçe bu tarz bir mücadele devam edip gidecektir. Bunun sorumlusu da kuşkusuz biz değiliz, buna yol açan PKK değildir. Buna yol açan14 Nisan 2009’dan itibaren Kürt demokratik siyasetin sorgusuz yargısız zindana koyma sürecini başlatmış olan AKP hükümeti, başbakan Tayyip Erdoğan ve yalancı bakan Beşir Atalay’dır. Bunları da herkes görüyor, biliyor, tanıyor. Dolayısıyla eğer birilerinden hesap sormak gerekiyorsa bu işin suçlusu ve sorumlusu olan bu güçlerden hesap sorulmalıdır.
Siyasi soykırım operasyonları karşısında BDP ve Kürt halkı geri adım atmadı. Bu cepheyi parçalamak için AKP her türlü yol ve yöntemi devreye koyuyor. Bu durumu siz nasıl görüyorsunuz? Bu tür girişimler sonuç alabilir mi?
Siyasi soykırım operasyonlarına karşı dışarıda ve zindanda bilinçlenerek, örgütlenerek ve birleşerek direnen herkesi saygıyla selamlıyorum. Bu kutsal direnişlerinden dolayı hepsini kutluyorum. Doğru yolda olduklarını, bu direnme yolundan asla kuşku duymamaları gerektiğini ve geri adım atmamalarını ifade ediyorum. Gerçekten de Kürt halkı, demokratik siyaset onurlu bir tutum sergiledi. Zaten bu işin de başka yolu yoktu. Yani ne yapılacaktı. AKP’nin bu basit oyunlarına, hilelerine kanılacak mıydı? AKP’nin kabadayıca tehditleri karşısında boyun mu eğilecekti? Hayır, bunların hiç birisi yapılamazdı. Nitekim olmadı da. BDP ve demokratik çevrelerin tümü gerçekten de onurlu, değerli, yurtsever ve demokratik bir tutum içinde oldular. Her türlü saldırı karşısında onurluca durdular, direndiler. Bedeli baskı da olsa, işkence de olsa, zindanlara doldurulup ve yıllarca yatırılmak da olsa bu bedeli kahramanca göze aldılar. Birlik halinde bu direnişlerini sürdürdüler. Şimdi de hala sürdürüyorlar. Sonuna kadar sürdüreceklerine inanıyoruz.
Zindanlarda üçüncü büyük direniş dönemi yaşanıyor. KCK operasyonu adı altında tutuklananların direnişi 1980’lerin Amed zindan direnişi ardında, İmralı direnişi ardından üçüncü büyük özgürlükçü demokratik zindan direnişi oluyor. Anadilde savunma hakkı istemekten tutalım da zindanları bir direniş ocağına, bilinçlendirme ve eğitim ocağına dönüştürmeye kadar yürütülen çabalar, gösterilen tutumlar doğrudur, saygılıdır. AKP’nin bütün hesaplarını ve oyunlarını bozmuştur.
AKP’nin hesapları neydi? Tutuklarım, biraz işkence yaparım, bazılarını yıllarca zindanda tutarım onların gözünü korkuturum, dışarıdakilerin gözünü korkuturum mücadeleden uzaklaştırırım, örgütlenmelerini dağıtırım, demokratik halk örgütlülüğünü eritirim, parçalarım, bölerim, korkar bazıları benim isteğimi kabul eder, farklı eğilimler ortaya çıkar, dolayısıyla böler, parçalar tasfiye ederim, dedi. Aslında onun için “siyasi soykırım operasyonu dendi. Yani demokratik siyasete dönük bir tasfiye operasyonuydu. Bireysel olarak eriterek veya vurup, parçalayarak Kürt halkının demokratik siyasi duruşu bu saldırılarla tasfiye edilmek istendi. Bu saldırılar 14 Nisan 2009’dan bu yana kesintisiz bir biçimde sürdürülüyor. Sonuç AKP’nin bütün hesapları, oyunları, faşist saldırı ve baskıları boşa çıkmıştır, başarısız kılınmıştır. Saldırı ne kadar kapsamlı olursa direnişte o kadar büyümüştür. Saldırı ne kadar azgın olursa direniş de o kadar keskinleşmiştir. Demokratik Kürt toplumu bu saldırılar içerisinde kendisini yeniden eğitmiş, örgütlemiş, bilinçlendirmiş ve aslında demokratik ulus gerçeğini bu direniş içerisinde daha da çok güçlendirmiş ve sağlamlaştırmıştır. Demokratik toplum bu temelde gelişiyor, demokratik birlik gelişiyor. Demokratik ulus topluluğu oluşuyor. Kürtler gerçekten de AKP’nin faşist baskı ve zulmü karşısında gösterdikleri direniş içerisinde bilinçleniyor, örgütleniyor, birleşiyor ve demokratik Kürt toplumunu ulusal düzeyde ortaya çıkarıyorlar. Bu geçen üç-dört yıllık mücadeleyle kesinleşmiş durumda. Şimdi artık AKP’nin hiçbir oyunu, hiçbir tehdidi ve baskısı geçen mücadele sürecinin ateşi içerisinde pişmiş insan ve toplum duruşunu geri adım attıramaz, hiç kimseyi korkutamaz. Hiç kimseyi teslim alamaz, hiç kimseyi bölemez. Bu insanlar büyük bir birlik ve bilinç içindeler. Boş yere direnmiyor ki her türlü baskı ve zulüm karşısındaki bu direnme gücünü boş yere yaratmıyorlar ki. Ortada ciddi konular var, sorunlar var. Dilleri, kültürleri, kimlikleri, özgürlükleri her şeyleri yok sayılıyor, yok edilmek isteniyor. AKP’nin oyun ve hileleri bu konuda hiç kimseyi aldatamıyor. Peki, toplum AKP’nin saldırılarına boyun mu eğecek, aldanacak mı? Bu halk Beyaz Ergenekoncuların her tür kontrgerilla baskı ve saldırılarını, faili meçhul katliamlarını yaşadı. Yeşilleri gördü, Erseverleri gördü, Hizbukontrayı tanıdı. Yüzlerce zalim saldırgan gördü hiç birisine boyun eğmedi. Bütün bunların hepsine bu güne kadar kahramanca direndi, yiğitçe direndi. Özgürlükten, demokrasiden, birlikten yana oldu. Önder Apo etrafında kenetlendi ve demokratik haklarını savundu. Özgürlük mücadelesini her koşulda geliştirdi.
Şimdi beyaz Ergenekonculuğ’un faşist zulmü karşısında boyun eğmeyenler yeşil Ergenekonculuğ’un hile ve oyunları karşısında, baskı ve tutuklamaları karşısında mı boyun eğecek? Bunu umut edenler, bekleyenler yanılıyorlar. Aslında AKP’nin kendisi 28 Şubat darbesiyle Ergenekonculara boyun eğmiş, teslim olmuştur. Besbelli ki Tayyip Erdoğan ve arkadaşları herkesi kendileri gibi sanıyorlar. Biraz baskı olursa boyun eğerler, teslim olurlar hesabı yapıyorlar. Oysa bu yanlış bir hesaptır. AKP bir işbirlikçi olabilir, baskı karşısında boyun eğebilir, teslim olabilir. Ama Kürt halkı asla Beyaz Ergenekonculuğ’un faşizmine karşı direnenler, teslim olmayanlar AKP’nin yeşil Ergenekonculuğu karşısında asla teslim olmazlar, direnişte hiçbir biçimde vazgeçmezler. Vazgeçmeyeceklerini, her türlü oyun ve hileleri boşa çıkartacak, baskı ve zulmü yenilgiye uğratacak bir birlik ve direniş içerisinde olduklarını şimdiye kadar ki pratikleriyle netçe gösterdiler. Bundan sonra da buna benzer birlik ve direniş tutumunu daha da derinleştirip, geliştirerek gösterecekleri kesindir. Bu konuda hiçbir hain, işbirlikçi bu halkı aldatamaz. Bu halkın yurtsever demokratik birliğini bozamaz. Hiçbir grev kırıcılık, oyunbozanlık bu halkı etkileyemez, aldatamaz, direnişte alıkoyamaz, kafasını karıştıramaz. Çünkü halk gerçekten mücadeleyi kendisi yürütüyor. AKP gerçeğinin ne olduğunu herkesten daha iyi biliyor. Uzun yıllar şans tanıdı, demokratik siyasi çözüm olsun diye çaba harcadı, yeter ki çözüm olsun diye her türlü baskı, zulme ses çıkarmadı. Fakat kendi pratiğiyle gördük ki hepsi yalandır, hiledir, aldatmadır. Gerçekte kültürel soykırımı yürütmekten başka bir şey yok ortada. Bunları pratikte gördü, tanıdı. Yaşayarak öğrendi. Şimdi her şeyi çok iyi biliyor. Öyle kendini akıllı, kendini çok bilir sananlardan çok daha fazla kadını, genci, çocuğu, yaşlısı, emekçisi bu gerçekleri biliyor. Kürt halkı tarihin en büyük bilinçlenme dönemini yaşıyor. Özgürlüğün, demokrasinin, yurtseverliğin ne olduğunu bildiği gibi faşizmin, soykırımın, sömürgeciliğin, ihanetin işbirlikçiliğin de ne olduğunu çok iyi biliyor. Bunların kimler olduğunu da iyi tanıyor. Dolayısıyla sömürgecilerle hainlerin işbirliği yapmış olması Kürt halkını ne aldatabilir ne de korkutabilir. Tersine öfkelerini daha çok geliştirir, kinlerini arttırır. Bilincini derinleştirir. Bu da Kürt halkının daha çok örgütlenmesine, daha fazla birleşmesine, daha güçlü bir direnişi geliştirmesine yol açar. Nitekim PKK’nin tarihi bunun gerçek olduğunu gösteriyor. Tarihi içerisinde defalarca kanıtlanmış olan bir durum oluyor bu. Bundan sonrası açısından da geçerli olan durum kesinlikle budur. Bu konuda farklı bir şey gelişeceğini sananlar boş hesap içindedirler. Hiç kimseyi aldatamayacaklar. Tek bir Kürt insanını bile bu oyunlar, hileler, yalanlar aldatamayacak. Dolayısıyla özgürlükçü yurtsever duruşundan uzaklaştıramayacak. Kürt halkının Önder Apo’yla ulaştığı kararlılık ve birlik budur. Bundan sonra da bu tutumu onurla, şerefle bu halk zafere kadar kesintisiz taşıyacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi, endişesi olmamalıdır.
Roboski katliamının üzerinden geçen altı aya rağmen soruşturmada bir gelişme yaşanmadığı gibi yaşamını yitirenler arasında gerillalar olduğu ve silahların saklandığı iddiası ortaya atıldı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Roboski katliamı üzerinden altı aylık bir süre geçti. Altı ayı dolarken Kimyasal Nejdet’in emriyle katledilen otuz dört Kürt yurtseverini saygı ve minnetle bir kere daha anıyorum. Ailelerine, halkımıza sabır dileklerimi yeniliyorum. Gerçekten de önemli bir olaydır Roboski katliamı. Fakat yeni bir durum değildi. TC devleti altında Kürt halkının yaşadığı durumu, gerçekliği ifade ediyordu. Mustafa Muğlalı katliamcılığı altında yaşanan otuz üç Kürdün katliamı biliniyor. Tansu Çiller yönetimi altında faili meçhul adı altında katledilen on yedi bin Kürdün katliam olayı biliniyor. Kenan Evren yönetimi altında binlercesi tutuklanarak işkencelerde katledilmiş Kürtlerin var olduğu gerçeği biliniyor. Ağrı katliamı biliniyor, Dersim soykırımı biliniyor, Amed-Bingöl katliamı biliniyor. Birinci Dünya Savaşı içinde yaşanan Kürt katliamları biliniyor. Yani bunlar bilinen gerçekler. Türkiye cumhuriyeti devleti yönetimi altında Kürt halkı üzerinde bir fiziki ve kültürel soykırım rejimi uygulanıyor. Kültürel soykırımla birlikte katliamlar gerçekleştiriliyor. Roboski katliamı bunun son örneğiydi. 2011’in son günlerinde gerçekleşti. Bazıları hatayla, yanlışlıkla oldu, dediler. İşte göremeden, bilmeden gerçekleştiğini söylediler. Hâlbuki meclisin oluşturduğu komisyon da gitti inceledi, her şey bile bile yapılmış dedi. Daha sonra ABD yetkilileri de gerekli bilgilendirmeleri yaptıklarını ama buna rağmen Türk yetkililerinin bu saldırılarda bulunduklarını açıkladılar. Günümüzde tekniğin bu kadar gelişmiş olduğu bu ortamda, insansız keşif uçaklarının bu düzeyde etkili kullanıldığı bir ortamda otuz dört köylünün katırlarıyla birlikte mal götürme durumlarının görülmemesi, bilinememesi, tespit edilmemesi mümkün değildir. Nitekim zaten izin alarak geçtiklerini o alanın askeri yetkilileri de ifade ettiler. Böyle gizli, kapaklı bir sınır ticareti yapma durumu da söz konusu değil. Buna rağmen bile bile bu katliam yapıldı.
Zaten Kürdistan’daki bütün katliamlar bile bile yapıldı. Hiç birisi tesadüf değildir. Kesinlikle bilgisiz, bilinçsizce gelişen bir durum değil. Hepsi de bilinçli, planlı, örgütlü bir biçimde yapılmıştır. Bir amaca dönüktür. Kürt soykırımını gerçekleştirme amacına. Kürdü yok sayan, inkâr eden ve yok etmek isteyen zihniyetin ve siyasetin bir sonucu olarak katliam uygulamaları ortaya çıkmıştır. Bunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Roboski katliamı da bunlardan birisidir. Nitekim katliam Roboski’yle de durmamıştır. Günümüzde devam ediyor. İşte başta Urfa cezaevi katliamı olmak üzere devam eden katliamlar Roboski katliamının bir tesadüf olmadığı gibi son katliam olmadığını da ortaya koyuyor.
Şimdi bu kadar bilinçli, planlı görgü tanıklığının bu kadar açık olduğu bir ortamda elbette ki böyle bir katliamın sorumlularının kimler olduğunu bilmek de elbette zor değildir. Kuşkusuz bundan hükümet sorumlu, başbakan sorumlu, genelkurmay başkanlığı sorumludur. Zaten bazı çevreler, BDP’li yöneticiler Tayyip Erdoğan’a bu konuda sorular da sordular. Saldırı emrini kimin verdiğinin açıklanmasını istediler. Tayyip Erdoğan bunu açıklamak yerine BDP’li yöneticilerini hakaretamiz bir dille suçlamaya çalıştı. Aslında kendi suçluluğunu gizlemeye çalıştı. Bu şunu gösterdi: Emri Tayyip Erdoğan bizzat kendisi vermiş. Esas suçlu Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Necdet Özeldir. Kürt halkı da kamuoyu da bu gerçeği çok iyi biliyor. Altı aydır farklı biçimde olayın aydınlatılamamasının temel nedeni de bu oluyor. Neyi aydınlatılacak? Eğer doğru araştırılıp aydınlatılmaya çalışılsa altında Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Necdet Özel çıkacak. Her ikisinin de haberi vardır. Her ikisi de bu saldırı emrine iştirak etmişlerdir. Bunu herkes biliyor. O halde suçlular en üstte olduğuna göre bu durumu aydınlatma çabası değil, karartma, kamufle etme çabası gerekli. Nitekim baştan beri özel savaş basını buna gayret ediyor. Yine hükümet içindeki çeşitli savaş uzmanları, psikolojik savaş uzmanları gerçekleri kaybettirecek sözler söylüyorlar, davranışlar da bulunuyor. Bütün gayretleriyle gerçeğin karartılmasını, saklanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Böyle olsun ki esas suçlular başbakan ve genelkurmay başkanının katliamdan bizzat sorumlu olma durumu açığa çıkmasın. Bu konuda çok fazla yalan söylediler, oyun yaptılar. Aslında mecliste, başka yerlerde komisyonlar oluşturmuş olmalarına rağmen dikkat edilirse o komisyonların hiç birisi net bir sonuç ortaya koymadı. Bütün araştırmalar yarı yolda kaldı. Sadece demokratik çevreler, insan hakları kuruluşlarının yaptığı araştırmalar sonuca gitti ve onlar bize gösterdi ki bundan başbakan ve genelkurmay başkanı sorumlu. Dolayısıyla bu sorumluları gizlemek için o halde özel savaş kurumunun yalan üretmek, gerçeklerin üstünü kapatmak için çaba harcamayı sürdürmesi lazım. İşte son söylenen sözler de bu anlamda ortaya çıkıyor. İşte bilmem içlerinde gerillalar varmış, silahları varmış, hatta gerillalar vurulmuş silahları, cenazeleri kaçırılmış. Bunu da şimdi söylüyorlar. Peki, madem böyleydi beş aydır, altı aydır neredeydiniz? Kimdi bu gerillalar, nereye kaçırıldılar, nereye gömüldüler, silahları neredeydi, neden şimdiye kadar yoktular da şimdi ortaya çıktılar? Katledilenleri ve onların katledildikleri yerden nasıl alınıp Roboski’ye götürüldüklerini bütün televizyonlar yayınladı. Binlerce defa herkes gördü. Olayın nasıl olduğunu herkes biliyor. Peki, gerilla nerdedir? Bunların hiçbirisi yoktur, bunların hepsi külli yalandır. Bunun yalan olduğunu söyleyenler bizden daha iyi biliyorlar. Fakat şöyle bir durum da var: Başbakan Tayyip Erdoğan olay üzerine yaptığı açıklamada, “bize verilen bilgiye göre bunlar terörist olması gerekiyor dedi. CHP genel başkanının söylediği gibi bu konuda Tayyip Erdoğan’ı bir aldatan mı oldu? Kim aldattıysa açıkça söylemeli. Hatta bazı arkadaşlarımızın adını da verdiler. Örneğin “Bahoz Erdal’ı vurduk diyordu Tayyip Erdoğan. Peki, vurulmamış, o halde orada Bahoz Erdal’ın olduğunu Tayyip Erdoğan’ı kim söyledi. Gerçekten onun için mi saldırı yaptın? Bunlar da muammadır, bilinmiyor. Fakat ortada tabii karmaşık bir durum var. Birbirini kullanma durumları var. Hükümet içinde bazı çevrelerin birbirini kullanıp aldatma durumu yaşanmış olabilir. İstihbarat içinde bazı kurumlar yine bunu yapabilirler. Ordu içinde olabilir. Çünkü paramparçadırlar. Kaç parça olduğu bilinmiyor. Askeriye kaç parçadır, emniyet-MİT kaç parçadır belli bile değil. Dağılmış, paramparça olmuş, kendi içinde her gün kavga eden bir devlet gerçeği var karşımızda. Bir de bu devletin işbirlikçilik yaptığı güç var. Keşif uçağını da Amerika’da alıyor, istihbaratı da Amerika’dan alıyor. Kimin eli kimin cebinde adeta bilinmiyor. Türkiye’yi gerçekten Tayyip Erdoğan’mı yönetiyor yoksa Amerika başkanı mı yönetiyor yoksa CIA başkanı mı yönetiyor, belli değil. O halde gerçekler daha karmaşık. Öyle görünüyor ki çok fazla birbirini kullanma var. Ama bütün bu kullanmalar Tayyip Erdoğan ve Necdet Özel’in suçlu olma gerçeğini ortadan kaldırmıyor, azaltmıyor. Emri veren onlardır, katliamı yapanlar onlardır. Acaba onları da yanıltanlar olmuş mudur o kendi sorunlarıdır. Gerçekten varsa söylemelidirler. Kaldı ki onları yanıltanlar var olsa bile Tayyip Erdoğan ve Necdet Özel’in bu katliamdaki sorumluluğunu ve suçluluğunu ortadan kaldırmaz. Onların suçları sabittir ve kesinlikle bir gün gelecek ve adalet önünde bu suçun hesabını vereceklerdir.
Türk Başbakanı Erdoğan Urfa cezaevinde adli tutuklular tarafından başlatılan ve birçok cezaevine yayılan isyana “terörle bağlantılı dedi. Bu açıklamaya ne diyorsunuz?
Urfa cezaevi katliamı üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklama tam da AKP hükümetinin ve Tayyip Erdoğan’ın gerçekliğini yansıtıyor. Ne kadar uydurma ve yalan üzerinde var olduklarını ve yaşadıklarını gösteriyor. Bir hükümet böyle konuşur mu? Bir başbakan her hangi bir bilgi sahibi olmadan bir şeyi duyar duymaz hemen hiç de bilmediği halde birilerini suçlayacak yargıda ve açıklamada bulunabilir mi? Böyle devlet olur mu, böyle hükümet olur mu, böyle başbakan olur mu? Olmaz ama günümüz Türkiye’sinde var. AKP ve Tayyip Erdoğan böyle bir yönetim gerçekliğini ifade ediyor. Türkiye’de böyle bir hükümet sürüp gidiyor. Derler ya, böyle başa böyle tarak. Gerçekten de örgütlülüğünü kaybetmiş, bilincini yitirmiş, adeta Aziz Nesin’in deyimiyle ahmaklaştırılmış bir toplum üzerinde de böyle yalancı bir hükümet var olur ve hükümlerini icra eder. Böyle duruşa böyle hükümet yaraşır. Böyle bir duruşta yüzde elli oy alıyor, sanıyor ki çok iyi oy alıyor, toplum kendisini destekliyor. Hâlbuki bazı televizyon kanalarında program yapıyorlar şehir şehir dolaşıyorlar günlük dilde kullanılan Türkçe olarak kullanılan sözleri halka soruyorlar. Yüzde biri bile bilmiyor. Kullandığı kelimenin ne anlama geldiğini bile bilmiyor. Bu kadar ezbere yaşayan, söylediğinden ve yaşadığından anlamayan bir toplumsal gerçeklik ortaya çıkartılmış. Böyle insanlar da kime oy verdiklerini bilmezler tabii. Tam da Tayyip Erdoğan ve AKP gibi yalan makinesi gibi olmuş bir topluluk, böyle bir toplumda yüzde elli oy alır. Nitekim alıyor da. Yalancılığa devam ettikçe, aldatıcılığı ve demagojisi de sürdükçe halktan oy oranı da artıyor.
Bu durum en yalın bir biçimde kendisini Urfa cezaevi katliamıyla gösterdi. Tayyip Erdoğan’a göre bu dünyadaki her şey PKK’yle bağlantılıdır. Dünyayı dolaşıyor, gitmediği hiçbir ülke, görüşme yapmadığı hiçbir hükümet bırakmadı. Hepsiyle PKK’ye karşı anlaşma imzalamaya çalıştı. Çünkü ona göre PKK bütün dünya olayıdır. En küçük bir açık bırakmamalı. Çünkü ne olur? Kendisine zarar PKK’den gelir. Gece-gündüz PKK ile yatıp kalkıyor. Rüyasında PKK’yi görüyor. Hayalinde PKK var. Bütün korkusu PKK’nin gerçekleri ortaya koyması, aydınlatması, kendisinin yalancı, ikiyüzlü gerçeğini ortaya koymasıdır. Bundan o kadar çok korkuyor ki adeta PKK’den hop oturuyor, hop kalkıyor. Ona göre PKK’yle ilgilendirilen hiçbir olay bulunmuyor. O nedenle hemen Urfa cezaevinde katliam olunca terörle bağlantılı dedi. Terör dediği PKK’dir. PKK’yle bağlantılandırması da normaldir. Tayyip Erdoğan’ın mantığına göre her Kürt PKK’lidir. Dolayısıyla da Urfa cezaevinde Kürtler isyan ettiklerine göre o zaman doğaldır isyan edenlere PKK’li demesi. Bu açık bir durum, anlaşılır bir durumdur da. Öyle yabana atılır bir durum da değildir. Gerçek böyle, yani bugün Kürt kimliğiyle var olan, Kürt olarak yaşayan herkes PKK’lidir. PKK böyle bir Kürt kimliği haline geldi. PKK demek Kürdün var olma ve özgürlük haklarını istemesi demektir. Gerçekte bu Tayyip Erdoğan da bunu böyle görüyor, kabul ediyor. Dolayısıyla da Kürtlük adına Kürtler adına olan her şey de PKK’yi sorumlu görüyor, bunların altında PKK arıyor. Bu bir anlamda doğrudur da çünkü PKK’yle savaşıyor, Kürtlerle savaşıyor, savaştığı gücün kim olduğunu biliyor. Ama gerçek buyken bunu bir yönden de gizlemeye çalışıyor. Mademki terörle bağlantılı, cezaevinde olan da PKK’li dışarıda olan da PKK’li o halde Kürtlerin hepsi de PKK’lidir. Bu sorunu artık böyle ele alıp çözmek gerekli. Diyor “yok Kürt sorunu ayrı, PKK ayrı. Benim Kürt kökenli vatandaşım ayrıdır, PKK terörü ayrıdır. İşte böyle bir ikiyüzlülük yaşanıyor. Bir yanda her direnen Kürt’te PKK’lilik arıyor diğer yandan ise PKK ile Kürdü ayrı sayıyor. Bu da AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın onarılmaz çelişkisidir. Nitekim bu çelişki altında söylediklerinin hepsi yalan oluyor, demogoji oluyor. İnandırıcılığını kaybediyor. Belki gerçekleri bilmeyen, Türkiye’nin farklı alanlarındaki bazı kesimleri etkileyebilir ama Kürtleri kesinlikle etkilemiyor.
Kürtler artık Tayyip Erdoğan ve AKP gerçeğinin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Onun nasıl bir yalan, aldatıcılık, gerçeklikten uzak olduğunu yaşam tecrübeleriyle, yıllarca yaşadıkları baskı ve işkenceyle gördüler, öğrendiler. Dolayısıyla AKP’den ve Tayyip Erdoğan’dan koptular. Onlardan hiçbir umut, fayda beklemiyorlar. O bakımdan bazılarının hala AKP’nin Kürt sorununu çözecekmiş gibi göstermeye çalışması, Kürtlerin sanki AKP’den bir beklentisi varmış gibi bir tutum takınması doğru değildir, gerçekle bir alakası yok. Herkes toplum gerçeğini, halk gerçeğini iyi görmeli ve onun gereğine göre tutum takınmalıdır. Bu temelde de AKP’nin katliamcı yüzü iyi görülmelidir.
Urfa cezaevi katliamı neyi açığa çıkardı? Demek ki Roboski katliamı bir tesadüf değilmiş, bir yanlışlık sonucunda olmamış. Tam tersine AKP’nin izlediği soykırım politikalarının bir sonucu olarak gerçekleşiyor. Bilinçlidir, planlıdır, sorumlusu da AKP hükümetidir. Urfa cezaevi bunu açıkça göstermiştir. Yarın başka yerde katliamın gelişmesi olasılık dâhilindedir, önü açıktır. Herkes bunu bilmeli. Eğer AKP katliamını yaşamamak, buna dur demek istiyorlarsa, o zaman Roboski katliamının da Urfa cezaevi katliamının da hesabının sorulması için el birliğiyle ellerinden gelen bütün çabayı herkes harcamalı, birlik olmalı ve Roboski ve Urfa cezaevi katillerinden hesap sormayı bilmelidir.-Behdinan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info