06 Ekim 2013 Pazar Saat 13:31
Yüzyıl öncesinin tarihi gerçekleri, bugünü anlamamız için
çok zengin derslerle doludur. Kerkük ve Musul meselesinde olup bitenleri
kuşkusuz bugün, bir hayli farklılaşan ve çoğalan politik aktörlerin kamuoyu
yaratma ve yönlendirme amaçlı birkaç cümlesi ve pratiğiyle açıklama olanağı
yoktur. Bu son derece yanıltıcı olur. Bu anlamda akla ilk gelen ve bu sözünü
ettiğimiz dönemden çıkarılması gereken en önemli sonuç, Musul Kerkük sorunu
sadece bugün değil ama koşullara göre hemen hemen her dönemde devlet ötesi ya
da sınır ötesi bir sorun halini almıştır.
Geçmişte Musul bir eyalet biçimindedir. Kerkük ise Musul
eyaleti sınırları içinde olduğu için Musul sorunu olarak bilinir. Kerkük ve
Musul, tarih boyunca sömürgecilerin hep savaş ve istilalarına maruz kalmıştır.
21.yüzyılda da özelikle Kürdistan’ın statüsünün belirleneceği dönem de bile
önemli bir sorun olarak öne çıkmaktadır.
Musul ve Kerkük nüfusunun çoğunluğunu Kürtler oluştursa
da Arapların, Türkmenlerin,
Asurilerin, Keldani’lerin yaşadıkları
yerler olması ayrıca petrol kaynakları nedeniyle yoğun hesapların yapıldığı bir
konuma getirilmiştir. Buna bir de
mezhepsel farklılıklar eklendiğinde aslında bir Ortadoğu maketi ortaya
çıkmaktadır. Musul-Kerkük sorununu anlamak-görmek açısından tarihsel arka
planını, günümüz de izlenen siyaseti ve Irak üzerinde var olan güçlerin
izledikleri siyaseti bilmek açısından
gereklidir. Aksi halde Musul ve Kerkük’ün tarihsel gerçekliğini bilmeden bu
güne kadar neden çözümsüz bırakıldığını ve nasıl çözüleceğini bilemeyiz.
Kerkük ve Musul’un
tarihsel rolü
Kerkük oldukça önemli
ve eski bir yerleşim alanadır. Eski ismi Erbeka olarak bilinir. Aynı zamanda
Lolobiler ve Gutilere başkentlik yapmış bir şehir olaraktan tarihe geçmiştir.
Asurîler, Kerkük’ü istila ettiklerinde bu şehre Erbeka ismini koymuşlardı.
Günümüzde kısmı bir biçimde değişikliğe uğrayarak Erapğa olmuştur. Bu gün bile
Kerkük’ün en büyük mahallerden Erapğa’nın tümü Asurî’dir. Asurî, istilasından
önce, Kerkük’te Asurîler yaşamıyorlardı. İstiladan sonra bu şehre birçok Asurî
yerleştirilmiştir. Daha sonraları Med’ler tarafından Asurî imparatorluğu
yıkıldıktan sonra Kerkük bir Kürt şehri olmuştur. Kerkük çevresine de, ‘’Kürdi
adiyi’ ’dedikleri köylü Kürtler yerleşmiştir. Yani Kürtler, köyler kurarak yeni
yerleşim alanları açmışlardır. Bu gün bile bakıldığında şehir merkezinin
çoğunluğu Kürtlerdir. Her yönü ile Kerkük’ün bir Kürt yerleşim alanı olduğu
bellidir.
Tarihte Kürdistan’a hâkim olmak isteyen sömürgeci devletler
öncelikle Kerkük ve Musul’u egemenlik altına alma çabasında olmuşlardır. Çünkü
Kerkük ve Musul, Germiyan, Hewler ve Süleymaniye’yi birbirine bağlayan merkez
bir noktada yer almaktadırlar. Onun için Akadlar, Asurlar ve dışardan hangi güç
Kürdistan üzerine sefer düzenlemişse, ilk önce Kerkük ve Musul’u ele geçirmeye
çalışmıştır. Kerkük ve Musul ele geçirildikten sonra Güney Kürdistan’ın Hewler
ve diğer yerleşim birimleri kolaylıkla düşmüştür. Dışardan gelen saldırıların
tek amacı bu noktaların stratejik olmasından dolayı değildir. Bu iki şehrin
sahip olduğu yer altı zenginlikleri özelikle verimli petrol yatakları buraları
bir sömürü merkezi haline getirmiştir.
Kürdistan’a, Arap İslam saldırıları olduğunda yine Kerkük ve
Musul üzerinden olmuştur. Bu dönemde de birçok defa Kerkük ve Musul’un doğu
kısmı katliamlara maruz kalmıştır. Arap İslam ordularının saldırıları daha çok
Kerkük, Keler, Kifri yani Germiyan mıntıkasına yönelik olmuştur. İslam’ın
yayılış döneminde Arap orduları buraları işgal ederken Kerkük’ün güney kısmı ve
şehir merkezine, çöllerde getirilen Araplar yerleştirilmiştir. Örneğin Hedidi
aşireti bu dönemde alana yerleşmiş olanlardandır. Hewice kasabası ve çevresine
birçok Arap aşiretleri yerleşmiş ve bu kasabanın çoğunluğu şuan da Arap’tır.
Kültürel zenginlik ya
da batı icadı mezhep savaşı
Osmanlılar ise
Bağdat’a sefer düzenlemeden önce, tüm cephane ve askerlerini Kerkük’e
yerleştirmişti. Alanda daha sağlam-güvenlikli kalabilmeleri için Kerkük ve
Musul Kürtlerinden gelebilecek olası bir saldırıya karşı Kerkük’e Türkmenleri
yerleştirmişlerdi. Daha sonraları da Türkmenler yerleştirilmeye devam eder. İstanbul-Bağdat arasına döşenen tren hattını
korumak amacıyla buralara Türkmenler yerleştirilir.
Safeviler’de, Nadir şah ve Şah Abbas döneminde Kerkük
üzerine birçok defa sefer düzenler. Mendeli ve Kerkük’te bulunan Türkmenler,
Araplar hatta bazı Kürtlerin(Fiili Kürtleri) Şii olmaları bu dönemin
eserleridir. Mendeli, Bedra, Şehraban, Zırbatı, Cesan, Celewle(kısmen) vb. bu
kasabalar Safeviler döneminde Şii oldular. Çünkü Safeviler’de Şiilik daha ön
plandaydı. Xaneqin, Düzxormatu(kısmen), Karatepe, Dokuk(tavuk), Pırde(Altın
köprü) de Şii mezhebinden olan Türkmen ve Kürtler vardır.
Yukarda açıklamaya çalıştığımız bu durum, her işgalci gücün
istilası-bir yönü ile Kerkük ve Musul şehrinin demografik yapısını etkilediğini
ve iz bıraktığını ortaya çıkarmaktadır.
Bu gün Kerkük ve
Musul şehrine bakıldığında ortaya çıkan kültürel zenginlik bu şehrin en önemli
zenginliği olarak görülmektedir. Fakat daha sonraki yıllarda bu kültürel
zenginlik batı icadı “mezhep savaşıyla ortadan kaldırılmaya çalışılacaktı.
Ortadoğu’nun küçük bir maketi konumunda olan Kerkük şehri,
Sünni, Şii, Hıristiyan, Asuri, Kürt, Arap ve Türkmen’in bir arada yaşamış
olduğu bir kent haline gelmiştir. Kerküklüler, kültürel farklılıklarını çatışma
ve çelişkiler için bir neden değil, demokrasi kültürü için bir zenginlik olarak
görüyorlardı.
İngiliz işgali ve
Musul-Kerkük sorunu
1.Dünya savaşında Osmanlılar, Almanların yanında savaşa
girmiş ve yenildiler. Savaşın galip devletleri, hem savaşı sonlandırmak hem de
isteklerini kabul ettirmek için yenik devletlerin her biriyle çeşitli ateşkes
anlaşmaları imzalamışlardı. Bu çerçevede Osmanlılarla da 30 Ekim 1918 yılında
Mondros Mütarekesi’ni imzaladılar. Osmanlılar bu antlaşmayı imzalandığında
ellerinde kalan toprakları Misak-ı Milli sınırları olarak kabul etmiştir. Musul
eyaleti(Musul-Kerkük) de bu antlaşma imzalandığında siyasal olarak Osmanlının
işgali altındadır. Ancak bu antlaşmaya göre itilaf devletleri güvenliklerini
tehdit etme ihtimali olan yerleri işgal edebileceklerdi. Bunu gerekçe yaparak
İngilizler, antlaşma sonrasında Musul ve Kerkük’ü işgal ederler. İşte
Musul-Kerkük sorunu da böyle başlar.
Bunu fırsat bilen yeni Osmanlı yani Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, Lozan Konferansı’nda Musul Kerkük’ü işgal eden İngilizlerden Musul ve
Kerkük’ü geri ister. Bu talebine de Musul’un misak-i milli sınırları içinde
olmasını, tarihi, toplumsal ve kültürel yapısını gerekçe olarak sunar
Lozan antlaşmasında
Musul- Kerkük
Lozan Konferansı’nda
görüşülen, ama sonuca bağlanmayan konulardan birisi de Musul sorunudur. 1923’te
Lozan’da, açıkça Kürtleri de temsil
ettiğini söyleyen İsmet İnönü, Süleymaniye, Kerkük ve Musul sancağından oluşan
Musul vilâyetinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bırakılmasını talep ederken,
bu vilâyetin nüfusunun büyük ekseriyetle Türkler ve Kürtlerden meydana
geldiğini vurguluyordu. İsmet İnönü, Musul vilâyetinde yaşayan 253 bin Kürdü,
53 bin Türk ile topluyor ve nüfus çoğunluğunun kendilerinde olduğunu belirtiyordu.
Türk heyeti, İsmet İnönü’n tarih biliminden yoksun olan bu önerisini devşirme
sayılarına dayanarak referandum yapılması teklifini dile getirir. Var olan
referanduma yönelik çözüm halen varlığını korumaktadır
Lozan Konferansı’ndan
sonra taraflar arasında görüşmeler devam etmesine rağmen bir sonuç alınmaz. En
son 1924’te İstanbul’da yapılan konferansta da sonuç alınmayınca, sorun
Milletler Cemiyeti Konseyi’ne götürülür.
Türkiye Cumhuriyeti, Milletler Cemiyeti’nin bir üyesi
olmamasına rağmen sorunun tarafı olduğundan görüşmelere katılır. Türkiye’yi
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras yönetiminde bir heyet temsil eder. Türkiye,
burada da Musul’a ilişkin talebini ve gerekçelerini yeniler. Ancak Irak
petrolleri ve oluşturduğu manda rejiminin güvenliği açısından İngiltere
tarafından kabul edilmez. Fransız ve İtalyanları kendisine çeken İngilizler
Türklere bu talebinden vazgeçmesi yönünde baskı yaparlar. Ancak tanınmış ve
meşruiyetini sağlamış olan, giderek de Ruslarla ilişki geliştiren Türkler bu
talebinden vazgeçmezler.
Daha sonra Şeyh Sait
İsyanının bastırılması noktasında Türk Devleti ile İngilizler anlaşırlar. Bu
anlaşma sonucunda uluslararası bir komisyonun kurularak rapor hazırlaması
kararlaştırılır. Bu komisyon bir rapor hazırlar ve 1925’te Milletler Cemiyeti
Konseyi’ne sunar. Bu cemiyet aynı yılın Aralık oturumunda rapor olduğu gibi
kabul edilir. Kabul edilen bu rapor üzerinden Türk devleti ile İngilizler 5
Haziran 1926’da yeni bir anlaşma imzalarlar. Bu anlaşmayla daha önce Brüksel’de
geçici olarak çizilen Türkiye-Irak sınırı resmen kabul edilir.
5 Haziran 1926’da Türk ve İngilizlerin yaptıkları antlaşma
ile Musul ve Kerkük Irak sınırları içinde bırakılır. Kürt halk önderi Abdullah
Öcalan’ın 5 Haziran 1926 tarihli antlaşmaya ilişkin şu değerlendirmeyi
yapmaktadır “Kürdistan’ın oluşturulmak istenen Irak temelinde parçalanması,
misak-ı millînin açık bir ihlalidir. Bu gelişme TBMM’de ve Kürtler arasında
büyük bir infiale yol açmıştır. İngilizlerle yapılan 5 Haziran 1926 tarihli bu
anlaşma halen karanlıkta bırakılmış birçok unsur taşımaktadır. Kürt
soykırımının başlangıç tarihi olarak işlemek şarttır.
Irak’ın şekillenmesi
ve Musul Kerkük’ün geleceği
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıldığı ve Ortadoğu’da ulusal
sınırların İngiliz işgali altında yeniden çizildiği l. Dünya Savaşı yıllarında,
Britanya’nın önde gelen sömürge politikaları yöneticilerinden Percy Cox, Mezopotamya’daki İngiliz varlığının, Kürdistan coğrafyasını kapsayacak şekilde kuzeye
doğru genişlemesi gerektiğini savunuyordu. Burada kurulacak yeni bir
jeo-stratejik alanın Musul ve Kerkük’ün petrol alanlarını kapsaması gerektiğini
söylüyordu. Bu coğrafyadaki zengin petrol alanlarına sahip olmak, İngiltere’nin
yabancı petrole bağımlılığını azaltacak ve bu ülkenin egemen olduğu
sömürgelerin de kendi kendilerine yeterli ülkeler olmalarını sağlayacaktı.
Pery Cox ‘un savunduğu fikirlerin tersine, İngiltere’nin
‘Sömürge Dairesi’ başkanı Winston Churchill ve dönemin bakanlarından Edwin Montgan
ise, kendi denetimlerinde olma koşulu ile
‘’Kürtlerin tam olarak bağımsız olmaları’’ gerektiğine
inanıyorlardı. Pery Cox ise ‘Kürdistan ve Irak’ın yakınlaşıp bir tek
devlet olarak bırakılması yünündeydi. Kürdistan’ın bölge politikalarının kazanımları
gereği bağımsız olması durumunda gelecek yılarda izlenecek politikaların rahat
izlenemeyeceği, petrol gelirlerinden de bu yüzden faydalanamayacaklarını dile
getiriyordu. Bunu da Kürdistan’ın bağımsız olması durumunda özelikle petrol
gelirleri nedeniyle Musul ve Kerkük gibi şehirlerin Kürdistan’dan yoğun bir güç
alacağına bağlıyordu.
Zaman içinde, Kürtlerin Irak’ta ve İran’da yürüttükleri
isyanlar İngilizlerin himayesini kabul etmedikleri gerekçesiyle İngilizlerin
siyasi müdahalesiyle başarısızlığa uğratıldı. Başarısız olan Montgan ve
Churchill fikri karşısında ve Cox ‘un fikirleri galip geldi. Bu nedenle Güney Kürdistan’ı Irakla
birleştirme kararı verildi ve bugünün Irak’ı da bu esaslar üzerinden kuruldu.
Kısaca İngilizler Kürdistan’ı bir gelir sağlama ve politik araç olarak
görmekteydi. Bugün de İngiliz politikalarının uygulayıcısı ABD aynı geleneği
sürdürmektedir.
İngilizler Irak’ta hükümet kurduktan sonra Kerkük’te 1957
yılında bir seçim yaptırırlar. Bu güne kadar da Kerkük’ü nüfus bakımında en iyi
şekilde ifade eden seçim olarak bilinir. Çünkü o dönemde herhangi bir güç
Kerkük’teki demografik yapısını değiştirmek gibi bir çaba içerisinde olmamıştı.
Bu sayımda, Kerkük nüfusunun %67’i Kürt, %19’i Arap ve %14’i de Türkmen’di.
Dolaysıyla Kerkük’ün her yönü ile bir Kürt şehri olduğu apaçık ortaya çıkmıştı.
1970’lere gelindiğin de Molla Mustafa Barzani ile Irak
hükümet başkanı Ahmet Hasan Bekir ve başkan yardımcı sıfatı ile Saddam Hüseyin’in
bulunduğu bir görüşme yapılır. O dönemden sonra Kerkük’ün tüm kasabaları Kifri,
Keler, Düzxormatu, Xaneqin, Bedra, Mendeli,
vb. hatta Kerkük içinde geçen Çemı Hassa şehri iki bölünür. Baas
partisi, bu ilçeler yanında şehrin Kürtler tarafında kalan bölümü Kürtlere,
Araplar tarafında kalan bölümü Baas rejimine kalacak biçimde parçalamaya
çalışır. Mola Mustafa Barzani buna karşı çıkar. Kerkük ve Musul’un Kürt
şehirleri olduğunu, parçalanamayacağını, Kürdistan’dan ayrılamayacağını
savunur. 11 Mart 1970’de yayınlanan bir belgede de bu şehirler Kürt şehri olarak
tanımlanmış ve etrafındaki ilçe, kasaba vb. yerleşim yerleri de Kürdistan
toprakları olarak görülmüştü. Kürtlerle Irak merkezi hükümeti arasında daha
sonra yaşanan anlaşmazlıkların temelinde hep Musul-Kerkük meselesi bulunmuştur.
Kürtlerin ret tavırlarına
karşın Cezayir sözleşmesinden sonra Baas rejiminin şoven zihniyeti ile şehrin
demografisi değiştirilerek, Kürdistan-i kimliğinden uzaklaştırılmak
istenmiştir. Yörede yaşayan Kürt halkı bu topraklardan çıkartılması ile
Arapların buraya yerleştirilmesi uzun süreli bir politika izlenmiştir. Örneğin
1976 yılında Irak rejimi almış olduğu bir kararla Kerkük’ün Çemçemal, Duzxormato,
Kifri, Keler ilçeleriyle birlikte nahiye ve köylerinin bazılarını Tikrit,
Diyala ve Süleymaniye’ye bağlamıştı. Gerekçe ise Kifri, Çemçemal, Kelar eğer
Kerkük’e dâhil edilirse Kürtlerin Kerkük’te ki nüfusunun çoğalması sebep
gösterilmişti.
Musul’da, Kerkük
benzeri uygulamalara tabi tutuldu.
Tarihte Kürt kenti olarak bilinen Musul’da, Baas rejimi öncesi Kürtlerin
nüfus yoğunluğu daha fazla iken Saddam başa geldikten sonra Musul genelde
petrol rezervlerinden dolayı Araplaştırmaya çalışmıştır. Musul merkezinde kalan
Kürtlerde işbirlikçiliğe zorlanılmıştır. Musul’da Kürtler, Baas rejimi
tarafından birincil tehlike olarak görüldüğü için, Musul’un dağlık kesimlerinde
bulunan, Kürt kültürünün en katı biçimde korunduğu ve sürekli rejim muhalifliği
ile ün kazanmış olan Ezidi Kürtlerin yerleşim alanları olan Şexan, Şengal
bölgelerinin tüm köyleri boşaltılıp merkezi köylere taşınarak su kaynaklarından
uzak alanlarda toplama kampları oluşturulmuştur.
Musul öyle bir üs alanı haline getirilmiş ki Arap
milliyetçiliğin en koyu kesimi bu alana yerleştirilmiştir. Kırsal kesimlerde ki
Bedevi(Koçer) dedikleri Arapları Musul’a yerleştirerek ev, iş ve arazi
verilmiştir. Baas’cılığın merkezi konumunda olan Tikrit’den sonra Musul’da Baas’cılığın
merkezlerinden biri haline getirilmiştir.
Bu dönemde Kürtlerin herhangi bir biçimde mülk sahibi
olmalarına izin verilmedi. Araba, ev, iş yeri vb. bunlara sahip olmak isteyen
Kürtler bu mülklerini bir Arap üzerine göstermek zorunda kalıyorlardı. Buna benzer yüzlerce uygulama söz konusuydu.
Ortaçağda bile rastlanılması zor olan uygulamalara gidiliyordu. Musul ve
Kerkük’te Baas rejimi tam bir Kürt soykırımı gerçekleştiriyordu.
Irak işgali ve Federe
Kürdistan döneminde Musul Kerkük
Güney Kürdistan’da
gerçekleşen serhildanlar süreci ve 1991’de Baas rejiminin Güney Kürdistan’dan
çıkartılması ve sonrasında yerel hükümeti kurma çalışmaları sürecinden günümüze
kadar Irak ve uluslararası düzeyde bu sorunun çözülmesi için birçok proje
geliştirilmiştir. Hem geçici anayasada hem de daimi anayasa da bu sorun bir
madde olarak yer almıştır. Ancak zamana yayılan bir siyasetin izlenmesiyle boşa
çıkartılmıştır. Bundan sonra eski BM özel temsilcisi olan Demostura‘nın projesi
güncelleştirilmiştir. Ancak bu projede bir sonuca ulaşmamış, yöre halkları
arasında toprak savaşına dönüşmüştür.
1991 Körfez Savaşı’ndan sonra başlayan dönemde, Irak’a
yönelik, 30. Paralel kapsamında Güney Kürdistan’ın hava sahasının Irak
hükümetine kapatılması, Çekiç Güç’ün bölgedeki varlığı tartışma konusu olurken,
Kuzey Irak’ta Kürtlerin giderek elde etmeye başladıkları siyasal güç ve
uluslararası prestijden sonra Türkiye’nin Güney Kürdistan’a özelikle Kürt özgürlük
hareketi PKK’ye yönelik 1992, 1995 ve 1997’de yapılan sınır ötesi harekâtlar bu
amacı da taşımaktaydı. Musul ve Kerkük üzerine yeniden hak talep etmeyi ifade
eden tartışmalar da yine bu yıllarda başladı ve gündemde kaldı. 1995’te TC
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Kerkük ve Musul’un 1925’te Türkiye’den haksız
yere alındığını sınırın kötü çizildiğini ve daha savunulabilir kılmak için
yeniden düzenlenmesi gerektiğini ileri sürdü.
Musul-Kerkük, ABD’nin 2003 Irak’ı işgali ve Saddam’ın
devrilmesinden sonra Türk devleti, Irak’ta yaşayan Türkmen nüfusu
üzerinden sürece tekrar müdahil olmaya
çalışmıştır.
Satranç tahtasında
filler-atlar ve piyonlar
ABD’nin 2003 Irak işgali öncesinde birçok ülkeden gerek
siyasi gerek askeri olarak yardım talebinde bulunmuştu. Bu ülkelerden biri de
Türkiye idi. Türkiye hem Irak’a yapılacak ABD saldırısının kaderini
belirleyecek hem de Güney Kürdistan’da oluşacak olası bir “Kürdistan
statüsünün gelecekteki yürüyüşünü belirleyecekti.
ABD’nin Irak’ı işgali için daha çok Kürtlerin gücü, Türkiye
açısından da Musul-Kerkük sorunu önem arz ediyordu. ABD gerek Irak üzerinde
gerek Musul-Kerkük üzerindeki siyasetini garantiye alabilmek için Kürtlere,
Türkiye ise Lozan antlaşmasından beri kendilerine ait olduğunu dile getirdiği
Musul-Kerkük’ü garantiye alabilmesi için Güney Kürdistan’da KDP’yi denetimi
altına alarak bir şekilde bölge politikalarını garanti altına almaya
çalışıyordu. Aksi takdir de Musul-Kerkük sorunu tamamıyla başka bir mercide
seyredecekti. Yaklaşık yetmiş yıldır Güney Kürdistan’da aşiretsel düzey de Irak
hükümetine karşı mücadele eden KDP, günümüze kadar bölgeyi kendi çıkarlarına
göre dizayn etmek isteyen İngilizler daha sonra ABD ve Türkiye tarafından
farklı amaçlarla el altında tutulmuştur. Zayıflatılmasına izin verilmiş ama
tasfiyesine izin verilmemiştir. Bunun nedenlerinin başında Arap devletlerini
tehdit, İsrail’i savunma diğer Kürt hareketlerini kontrol altında tutmak
geldiği açıktır. Güneyde KDP öncülüğünde Musul-Kerkük-süz bir Federal
Kürdistan’ın oluşumuna izin verilmesinin temelinde böyle bir politika vardır.
Barzani ailesi iktidarlarını korumak için Musul-Kerkük’ün olmadığı bir
Kürdistan’a razı edilmiştir.
Bunun için herkesin kabul edeceği bir plan İngiltere ve ABD
tarafından uygulamaya konuldu. KDP’nin katılımıyla 2 Mayıs 2002 tarihinde
Washington’da gerçekleşen toplantıda “Kerkük Kürdistan’ın başkenti yaklaşımına
karşı Türkiye’nin böyle bir girişimi savaş nedeni olarak görüleceği
belirtilerek KDP’den geri adım atması istenir.
KDP’nin Musul-Kerkük ısrarı Türkiye’nin hassasiyetleri ile frenlenir.
Eğer Musul-Kerkük konusunda ısrarcı olunursa Türk devleti Güney Kürdistan’a
girecek tehdidi öne çıkartıldı.
ABD, arka planda yarattığı krizde hemen öne çıkarak Türkiye
ile KDP arasında arabulucu oluverdi. ABD, KDP’ye Kerkük ve Musul’dan vazgeçin
Türklerin Güney ’ye sardırmasına izin vermeyeceğiz sözünü verdi. Türk devletinden de bunun karşılığında Adana
İncirlik üssünü ve hava sahasını açmasını isteyecekti. Ayrıca Güney
Kürdistan’ın Türk devletinin himayesi altına girmesine onay verilmişti. ABD,
zaten AKP hükümetinin iktidara gelişi ile Türkiye üzerinde hakimiyet kurmuştu.
Musul-Kerkük kavgasında ABD’nin çuval dersi
Bağdat’ın 9 Nisan
günü düşmesi Güney Kürdistan’daki Kürtlerin direnişini de etkilemişti.
Peşmergeler 10 Nisan da hiç bir direnişle karşılaşmadan Kerkük ve Musul’a girerek
denetime aldılar. Türk devletinin Musul ve Kerkük’ü işgal etmesinden korkan KDP,
ABD kuvvetleri geldikten sonra bu iki şehirden Peşmergelerin çekileceği sözünü
vermişti. Beklenen cevap Türk Genelkurmay Başkanı General Hilmi Özkök’ten
geldi. ABD’den habersiz Güney Kürdistanı’na girmeyeceğine sözünü verdi. KDP’nin
Musul ve Kerkük’ten çıkartılacağı garantisini ABD’den alan Türk devleti buna
rağmen Güney Kürdistan’da karanlık planlar yapmaktan geri durmadı. Kerkük ve
Musul’da Sunni Arapları Kürtlere karşı kışkırttı. MİT’in desteklediği El Kaide
kimliği altındaki çeteler Güney Kürdistan genelinde kalabalık alanlarda
araçlarda bombalar patlatmaya başladılar. En son Kerkük ve Musul’da sabotaj ve
suikastlara hazırlanan Türk askerleri Süleymaniye kentinde ABD ve Peşmergeler
tarafından gözaltına alınarak başlarına çuval giydirildi. ABD, Türk askerlerinin
kafasına çuval geçirerek gerek Kürtlere gerek Türk devletine Musul-Kerkük sorunun
çözümünün ve inisiyatifinin kendisine geçtiğini açık bir şekilde gösterdi.
Referandum ve 140.madde
140. madde özellikle
ABD’nin Irak’ı işgali ettiği dönem de Türk devleti gündeme getirdi. Bunu Kürtlere
karşı bir şantaj aracı olarak kullanmaya çalıştı.140.maddenin uygulanmaması
için de her türlü kirli ilişki içerisine girdi. Gerek bölgede ki Arapları gerekse
Türkmenleri Kürtlere karşı kışkırttı. 2007 yılında Kerkük il meclisi Kerkük’ün
geleceği noktasında karar alacağı sırada ABD dışişleri Bakanı Condoleezza Rice
ABD’den Irak’a gelerek çözüm kararına müdahale ederek sorunu çözümsüz bıraktı.
Peki, 140.madde nedir
ve neyi öngörmektedir ki gerek Türkleri ve ABD’yi bu kadar ilgilendirmektedir?
Irak Anayasanın 140.
maddesi gereği Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşamış olduğu fakat Kürdistan
Federal sistemine dâhil olmayan tüm yerleşik alanların zamanla referandumla
netleşmesini ön görmektedir. Bu yasa, Musul (Maxmur, Şengal, Şexan, Gower vb.),
Selahaddin (Tikrit, Duzxurmatu, Xaneqin vb.) ve El Teemim(Kerkük, Keler, Kifri
vb.) vilayetlerini kapsamaktadır. Bu durum Arapları ve Türkleri oldukça
korkutmaktadır. Madde’nin Ortadoğu açısından belirleyici olduğu gerekçesiyle
gerek Türkiye gerek ABD ve KDP açısından birer rant maddesi halini almış
durumdadır. ABD bu maddeyi Kürtlere ve Türklere karşı bir koz olarak
kullanmaktadır. Türkiye maddenin uygulanması halinde Güney Kürdistan’ı işgal
edeceği noktasında tehditler savurmaktadır. KDP ise 140. Maddeyi uygulamaya
çalışmaktan çok bunu özelikle Kürt özgürlük hareketine karşı kullanarak bu
şekilde ticari ve siyasi rant amacıyla belli dönemlerde dile getirmektedir.
Irak işgalinden sonra her ne kadar Musul Kerkük sorununu dile getirmiş ise de
son zamanlar da Musul-Kerkük’ün Kürt federe bölgesine bağlanması açısından bir
faaliyet gösterememiştir. Son dönemler de ise özellikle 2013 bölge seçimlerinde
Musul ve Kerkük’ün kapsam dışı bırakılması, Musul gibi Kerkük’ün de KDP
tarafından Türk devletine gizli anlaşmalarla satılmış olabileceğini kuşkularını
akıllara getirdi.
Musul-Kerkük
pazarlığında KDP’ye tepside sunulan iktidar
Sorunun siyası çözümü 140. Madde iken sorunun çözümsüz
bırakılması her ne kadar anlaşılmaz gibi görünse de sorun Kerkük-Musul olmaktan
ziyade asıl sorun Federe Kürdistan Bölgesi ile Irak devleti arasında toprak
sınırının belirlenmemesidir. Kürdistan sınırı noktasında KDP herhangi bir
radikal adım atmaması ise sorunu çözümsüz bırakmanın yanında sorunu 140.madde
içerisinde hapsetmektedir. Kürdistan
sınırları KDP tarafından dile getirilseydi sorun başka bir noktaya
everilebilirdi. Ancak sorun üzerinde kendini yaşatmaya çalışan KDP sorunu
çözümsüz bırakarak özelikle referandumu erteleme noktasında Türk devleti ile
gizli ittifaklar yaparak bunu ranta dönüştürmüştür. Bu durum bölge seçimlerinde
açığa çıkmıştır. Türk devletinin isteği üzerine Musul ve Kerkük’ü gündemden
çıkartmıştır. Güney Kürdistan sınırları fiili olarak Musul-Kerkük-süz
çizilmiştir. Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyaretlerinde görüşülen konulardan
birinin de Musul-Kerkük konusu olduğu daha sonra ortaya çıkan belgelerle
anlaşılır hale gelmiştir. Musul-Kerkük karşılığında AKP hükümeti, KDP’yi
destekleyerek seçimlerde 38 milletvekili çıkarmasını sağlamıştır. Ayrıca Güney
Kürdistan petrol ve doğalgazının Türkiye üzerinden uluslararası pazara
çıkartılması noktasında da anlaşmalar yapılmıştır.
KDP, Musul-Kerkük konusunda izlediği siyasetle sorunun
çözümü noktasında bir şeyler yaptığı görüntüsü vererek Kürt halkını kandırırken
bir taraftan da kendi iktidarının ömrünü uzatmaktadır. Musul-Kerkük sorununu
bir ranta çeviren KDP ve Barzani ailesi, Türk devleti ile bu konuda birçok
görüşme ve anlaşma yapmıştır. Konuyla ilgili yakın tarihten örnekler vererek
KDP’nin Kerkük Musul sorununa gerçek yaklaşımını ortaya koymak önemli olacaktır.
Bilindiği gibi 2012 yılının aralık ayında Güney Kürdistan’a
giden TC başbakan yardımcısı Beşir Atalay basına kapalı olarak Güney Kürdistan
bölge başkanı Mesut Barzani ile görüşmüştü. Kamuoyuna herhangi bir
bilgilendirme yapmamalarına rağmen konunun Musul-Kerkük olduğu açığa çıkmıştı.
Görüşmenin içeriğini en açık olarak Güney Kürdistan’da haftalık yayın yapan
Resen gazetesi vermişti
Güney Kürdistan’da
haftalık yayın yapan Resen gazetesi 466 numaralı son sayfasında manşetten
verdiği haberinde Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’nin Türkiye’ye Kerkük
karşılığında PKK’nin tasfiyesi için ortak çalışma teklif ettiğini deşifre
etmişti.
Resen gazetesine göre, Barzani, Atalay’a şu önerilerde
bulunmuştu:
– Türkiye Kerkük’e askeri müdahalede bulunmasın
– Kerkük’ün Kürdistan Bölgesi’ne bağlanmasına ses
çıkarmasın, bu yönlü müdahalelerde bulunmasın,
– Biz de PKK ve Maxmur Kampı’nın tasfiyesi için yardım
edelim,
– Örgütün diğer
kamplarına yakın ve Kandil eteklerindeki köyleri boşaltalım.
Beşir Atalay ise KDP’nin bu kirli teklifine medya yoluyla
“KDP ile terör örgütüne karşı aynı fikirleri besliyoruz diyerek yanıt
vermişti.
Yine 2007 yılında
Kerkük il meclisi “… şayet Kerkük sorunu zamanında anayasal yollarla çözülmese
biz Kerkük halkı olarak ya Federatif bir yönetim biçimi ya da Federatif
Kürdistan bölgesine katılmayı karar altına alacağız açıklamasını yapmıştı. Bu
karar Irak, Kürdistan ve dünyada çok tartışıldı. Bu dönemde Amerika dışişleri
bakanı olan Condoleezza Rice hemen Irak’a geldi Kerkük il meclisinin bu kararı
almaması için diplomatik baskıda bulundu ve aynı zamanda Kürdistan
parlamentosuna da Kerkük il meclisinin böyle bir karar alması durumunda destek
vermemelerini istedi. KDP, Condoleezza Rice’ın bu isteğini yabancı petrol
şirketleriyle antlaşma yapmalarına izin vermeleri karşılığında kabul ettiler.
Irak merkezi hükümetinin karşı çıkmasına rağmen KDP’nin baskısı ile Kerkük il
meclisinin kararı geri çekildi. Bunun karşılığında Rice, bölge hükümetinin 20
uluslararası şirketle 15 petrol çıkarma ve ihracat antlaşmasını kabul etti.
Özelikle Kanadalı petrol şirketi Talisman Energy sorumluları ile o dönem
Kürdistan Bölge Başbakanı olan Neçirvan Barzani arasında ki anlaşma dikkat
çekicidir. Buna göre Kanadalı grup Kelar, Bawanur petrol kuyularının yüzde 40’ını
elde edecek. Kanadalı diğer bir şirket olan Western zaten bu kuyunun yüzde
40’ına sahipti. Geriye kalan yüzde 20’si Kürdistan hükümetine ait olacaktı.
Yine petrol antlaşmanın en büyüğü olan 1100 kilometre uzunluğunda, bir metre
çapındaki Kerkük-Ceyhan boru hattıdır. Bu hattın en yüksek kapasitesi günde 1,1
milyon varildir. Kirli ittifaklarla Kerkük’ü pazarlık konusu yapan KDP, bir
taraftan da referandumu da sürekli erteleyerek Irak ve Türkiye arasında bir
denge siyaseti izliyordu.
Gerek Neçirvan Barzani’nin gerek Mesut Barzani’nin
referanduma olan yaklaşımı aynı olmanın yanında izlediği politikalarda bir
birbirini aratmamaktadır. Özelikle 2007 yapılması gereken referandum sürecinde
bunu açık bir şekilde ortaya koymuştu.
Referandumdan önce Neçirvan Barzani, Irak Başbakanı Maliki’nin 140.
maddenin uygulanmasının yanında olduğunu ve bu maddenin uygulanmaması konusunda
Irak’ta hiçbir siyasi düşüncenin olmadığını da söylemişti. Yine Neçirvan
Barzani , ‘Şu ana kadar Irak hükümeti tarafından 140. maddenin uygulanmamasına
yönelik hiçbir siyasi düşünce yok. Bilakis, Nuri el-Maliki bu maddenin (140.)
güçlü bir irade ile uygulanmasında kararlıdır. Bu şekilde KDP, Bağdat hükümeti ve Türkiye ile
kurduğu kirli ittifakını Kürt halkından gizleyerek referandumun Haziran 2008’e
ertelenmesine neden oldu. Ancak referandum için belirtilen Haziran 2008 tarihi
hiçbir zaman gerçekleşmedi. Tamamen gündemden çıkartıldı. Mesut Barzani, Kerkük
konusunda Federe Bölge Hükûmetine yönelik eleştirilere ise ‘’Biz Kerkük
referandumunun ertelenmesi için hiçbir öneride bulunmadık. Eğer referandum
zamanında yapılırsa destekleyeceğiz diyerek Kürt halkıyla dalga geçmişti.
Kerkük Referandumunun erteleneceği aylarca önce Türkiye-KDP arasında yapılan
gizli anlaşmalarla planlanmıştı. Güney Kürdistan Bölgesel yönetim başkanı Mesut
Barzani koltuğa oturduktan üç ay sonra Duhok’ta yaptığı bir ziyaret esnasında
referanduma yönelik “Teknik’i nedenlerden dolayı yapılacak bir ertelemeye karşı
çıkmayacaklarını’’ ifade etmişti. Fakat
diğer taraftan da Kerkük’ün Kürdistan’a dahil edilmesi konusunda sert
açıklamalar yapmaktan da geri durmadı.
Daha sonra anlaşıldı ki, Irak Parlamentosunda Kerkük referandumunun
ertelenmesi kararına KDP’nin isteği üzerine Kürdistan listesi
milletvekillerinin onay verdikleri açığa çıktı.
Musul ve Kerkük’ü gündemden çıkartan KDP’nin Türkiye ile
ilişkileri son yıllarda zirve yaptı. Ticari ilişkiler büyüdü. Bu durum öyle bir
hal aldı ki, Lekolin sitesinde yayınlanan gizli belgelerde Türk devleti Güney
Kürdistan’dan “Kuzey bölgemiz olarak bahsedecek kadar ilişkiler iç içe girdi.
Sonuç
Musul Kerkük sorununun tarihsel gelişimi, sorunu var eden
koşullar ve Kürdistan’a yönelik olan soykırım politikaları görülmeden Kürt ve
Kürdistan gerçeğinde yarattığı etkileri taşıdığı amacı anlamak imkânsız
olacaktır. Bu nedenle Lozan antlaşmasının Kürdistan toprakları üzerindeki
bugüne olan yansımaları, 5 Haziran 1926 yılındaki İngiliz ve Türkiye’nin
imzaladığı antlaşmanın ulusal birlik çalışmalarına olan etkileri görülmeden
Kürdistan üzerindeki derin soykırım politikaları anlaşılamaz. Bir manada Musul-
Kerkük sorunu bütün yönleriyle anlaşılamadan Kürdistan’a yönelik “böl ve
parçala-talan et politikası anlaşılamaz. Bu temelde Musul ve Kerkük sorununu
dile getirmemek, bunu bir rant-pazarlık konusu haline getirmek ise Kürdistan
üzerindeki yüzyıllık soykırım politikasını kabul etmek ve devam ettirmek
anlamını taşımaktadır. Bu durum Kürt halkına, Kürdistan topraklarına ve bu
uğurda verilen binlerce şehide ihanetle eş değerdir.
Musul-Kerkük sorunun
tarihsel gelişimini, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Kültüler Soykırım
Kıskacındaki Kürtleri Savunmak’ adlı savunmasında dile getirdikleriyle
sonlandırmak daha gerçekçi ve anlaşılır olacaktır.
“Güney Kürdistan gerçekliği soğuk savaş hesapları sonucunda
ısıtıldı. Fiziksel de olsa varlığını koruyan Kürt halkının bilinç olarak da
gelişip kaderine hükmetmesini önlemek ve sistemin ileri karakolu halinde tutmak
amacıyla küçültülmüş bir Kürdistan hep yedekte tutuldu. Bu sefer çıkarları bunu
gerektiriyordu. Güney(ırak)Kürdistanı denilen olgu tıpkı Helen ve Ermeni
halklarının tarihsel vatanlarını kaybetmeleri karşılığında bir diyet borcu
olarak kendilerine sunulmuş küçük vatan parçalarına mahkûm edilmelerine benzer
biçimde ortaya çıkarıldı.20.yüzyıl sona erdiğinde, tarihinin belki de oluşmuş
ilk ve en eski vatanı neredeyse yok edilmişti… Kapitalist hegemonik güç olan
İngiltere bu politikanın yakın işbirlikçisiydi. Hiç ses çıkarmadı, bu
politikayı alttan destekledi. Zaten Musul Kerkük petrollerine bu nedenle
konmuştu.
Irak sınırı
bağlamında Kürdistan’ın ve Kürtlerin parçalanması 20.yüzyıl tarihinin en trajik
olaylarından biridir. Bununla sadece Kürtlerin değil Araplar Acemler ve
Türklerin de tarihlerinin temeline atom bombasından daha etkili bir bomba
konulmuş gibidir. Önce doğuda Kars Antlaşması’yla 1921,sonra batıda Lozan
antlaşmasıyla kazanılanlar 5 Haziran 1926‘daki Musul –Kerkük antlaşmasıyla
stratejik bir kayba uğratılmıştır. Bu kaybın ne denli stratejik olduğu son ırak
işgalinde gayet açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır. Yine sanıldığının aksine,
bu sınırın çizilmesiyle sadece Musul Kerkük petrolleri kaybedilmemiştir, aynı
zamanda Kürtler kaybedilmiştir. Kürt Türk kardeşliği kaybedilmiştir.
Ortadoğu’nun tüm haklarının kültürel bütünlüğü kaybedilmiştir.
Munzur Botan
Navenda Lêkolînên Stratejîk a Kurdistanê
www.navendalekolin.com www.lekolin.org -www.lekolin.net – www.lekolin.info