İçinde bulunduğu çağı ve toplumu tanımak, aydın ve entelektüel olmanın bir zorunluluğudur; bu aynı zamanda aydın olmanın bir gereğidir de. İçinde yaşadıkları çağı ve toplumu gereği gibi tanımayan, elverişli tüm koşul ve sınırları zorlayarak analizini yapamayan aydınların entelektüel ahlaka sahip olmaları beklenemeyeceği gibi, bu tip insanların ayaklarının yere bastığı da söylenemez. Ayakları yere sağlam basmayan, bilinçleri tarih ve toplumsal mücadele içinde şekillenmeyen aydın ütopik, toplumdan yalıtılmış, ayakları havada kalır; toplumsal ve siyasal sürecin gidişatına cevap olmaz. Siyasal konjonktürü iyi okuyamayan, sürecin sorunlarını anlayıp çözümleyemeyen; var olan toplumsal ve siyasal sorunlara çözüm üretemeyen aydın toplumuna ve toplumsal sorunlara yabancılaşır.
Tarih ve sosyoloji okumaların anla birleştiği durumlarda anlam ürettikleri bilinmektedir. Tarihin yapıcıları, vurulan her tokat, yenen her lokma, yağmalanan her servet, bireyin çektiği tüm acıları, halkların katlandığı her züllümü; yani yaşanan ve yaşanacak olan her şeyin ben ve sen olmadan önce var olduğunu bilenlerdir. Demek ki sırf biz istiyoruz veya karşı çıkıyoruz diye tarihsel olgular oluşmazlar; tarihin kendine özgü bir metodolojisi vardır, biz istemesek de o işleyecektir. Fakat bu bir kaderi mutlak da değildir, insan iradesi, toplumsal mücadele ve düşünsel-ideolojik duruş tarih ve toplumun akış yönünü değiştirebilir. Öyle olmasaydı, cani cinayet işlememezlik edemez! Maktul kurban edilmeye karşı çıkamaz! Temiz olan kimse, günah işleyemez! Yani, olmuş̧ ve olacak herşey ne senin ne de benim elimde ve irademizdedir diyecektik. Bunun için bizim mücadele etme ve tarihin akışını değiştirme irademiz vardır diyoruz. Böyle olmasaydı ne cani suçludur diyebilecektik ne yoksulluk kader değildir diyebilecektik. Ne yağmalayan suçlu ne de yağmalanan mazlum! ne kan emenler suçlu ne de kanı dökülenler haklı! Herşey mutlak, kesin ve değişmez olacaktı. Ne senin iraden ne benim iradem ne senin ve ne de benim sorumluluğum ne cani olmayı ne de kurban olmayı seçme yetisini bize verirdi. Zalim ya da mazlum olmak yazgısı önceden sabit ve belirlenmiş olurdu; buna da kaderine boyun eğme denir. Bütün bunları şunun için belirtmek istiyoruz: aydın insanın sorumluluğu gömülü olduğu, çerçevesi çizilmiş, belirlenmiş kalıplar temelinde hareket etmek değildir. Eğer bu doğru olsaydı ahlâk, politika, adalet, özgürlük ve demokrasi için mücadele etmek anlamsız olacaktı. Eğer herşey bundan ibaret olsaydı herkese, her şeye bir hiç gözüyle bakmamız gerekirdi! Oysa her zaman mutlu ve iyi insan olmak için; mutsuzluk ve kötülük karşısında mücadele ederiz: İnsanlık, ahlâk, irade, sorumluluk, iyilik, kötülük, düşünce, mücadele, devrim, kavramları bunun için anlamlı, tarihsel ve değerlidirler.
Aydınlanma ekolu tarihte büyük dönüşümler gerçekleştiren bir ekoldür. Dış̧ sömürgeciler ile içteki sömürü odaklarına karşı, politik ve ideolojik-düşünsel mücadele binyıllar boyu kesintisiz sürdürenler aydın sınıfı olmuştur. Aklı başında bir aydın bu gerçeği inkâr ederek avamda gördüğü yaklaşım ve anlayışla hakikat ve gerçek hakkında bir yargıya varamaz. Yargıya varırken bilinçsiz, eğitimsiz, cahil, apolitik halkı kalkış̧ noktası olarak alamaz. Özgürlük mücadelesini anlamak ve kavramak istiyorsa onu bir olay olarak değil, bir ekol olarak analiz etmesi gerekiyor. Böylece ancak hem hakikatin ruhu hem de özgürlük gerçeğini anlayabilir. Başka bir deyişle hem hakikati tanır hem de hakikat ve özgürlük mücadelesinin toplum karsısındaki sorumluluğunu öğrenir. Zaman süreci içerisinde binlerce açık ve gizli el, görkemli biçimde özgürlüğün gerçekleşmesi ve insan olmak erdemi için şehit düştüler. Hallaç gibi, Giordano Bruno gibi, Sokrat gibi hakikat ve özgür ruhların korunması için şehit oldular. Aydın olmak; züllüme karşı mücadele, gasp ve cinayete karşı ayaklanma, yurt savunmasında taraf olmayı gerektirir. Bu öyle bir çaba ve hesaptır ki O, altın dünyasında kendi ilâhıyla baş başa kalır; hakikatini zalime ve zulme başkaldırıda bulur.
Bu kural ve ölçütü Kürt aydın kişiliği şahsında analiz etmek önemlidir: toplumsal meselleri kökünden bilen; tarih boyunca toplumuna yapılan zalimlikleri duyumsayan, halkından yana tavır alan, insanlık değerleri ile toplumunun değerlerini bir potada eritebilen, vatan savunmasında işbirlikçilik ve ihanete karşı tavır alan, toplumunda var olan politik eksiklikleri bilen; değişik politik, geleneksel, kültürel ekonomik ve sınıfsal faktörleri sosyolojik, tarihsel ve bilimsel analiz ve irdelemelere tabi tutan; doğru, hakkaniyetli ve objektif eleştiri yapabilen, tarih boyunca toplum ve insana karşı yapılan haksızlıklara karşı mücadele eden, halkına karşı kendi kişisel çıkarları için ve oportünistçe davranmayan; bu inancın toplumsal motif ve pratik zihinsel etkenlerini değerlendirip onun ilk doğru ve gerçek durumunu bilinçli bir araştırma sonucu elde edenler Aydın’dır.
Peki şimdi Kürt aydınının durumu nedir? Görülen tablo çok iç açıcı değildir! Yüzyıllardır Kürt ve Kürdistan halkı dış sömürgeciler tarafından hurafelerle dolu akidelere tutsak edilmiştir. Halkımıza karşı dış sömürgeciler tarafından soykırım, içerde ise feodal ve burjuva komprador sınıfının ihanet çemberi örülmektedir. Buna karşın: Halktan uzak aydınlar ise kapalı kule ve kalelerinde, fakülte sınıflarında, üst düzey akademik dergilerinde, yeni şiir, edebiyat ve sanat yapıtlarıyla başbaşa; “uzmanlık konferanslarında”, teknik kitaplarında birbirlerine konuşuyor ve avamın ” cehaletine ” gülüşüyorlar. “Çok derin eleştirileri”, “titiz incelemeleri”, “nükteli konuşmaları”, “filozofça tespitleriyle” zevkleniyorlar ve vicdanen rahatladıklarını’ sanıyorlar. Çünkü, “anti gericidirler”, “bilimsel bakış̧ açılı,” “çağdaş̧ ve son moda görüş̧/düşünce” sahibidirler. Halkın sorunlarına eğilmeyi avamca işlerden sayarlar. Bu aydın tipleri, salt kendilerinin duyumsadığı Aydıncıklardır. Yaptıkları iş “aydıncılık” oyunundan ibarettir!.. Yoksa halk için hiçbir şeyi aydınlatmış̧ değildirler. Bunun nedeni kendilerine bile “aydınlık” olmamalarıdır. Bu aydın tipleri Kürdistan’da feodal komprador ihanet kol gezerken, GENCECİK KÜRT KIZLARI VE OĞULLARI ihanet eliyle toprağa düşerken meleklerin cinsiyetini tartışırlar, mezardan geçerken korkusunu bastırmak için ıslık çalan korkak gibi arkalarına bakmadan geçer giderler. Bu tiplerin avamla tek farkları, avam bu bozuk zihinsel olgulara inanırken bu aydın tipi hakikati inkâr ediyor. Oysa ki, bilimsel düşünen, ilerici ve bilgili aydın kişi, hakikati inkâr noktasında değil; bilgiyi doğru edinmiş̧, okuyup kavramış̧, kendini hakikate sadece hakikate bağlamış kişidir.
Harun ŞIKAKİ