Son süreçte başlayan büyük Güney operasyonu sıradan bir saldırı değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yetmiş yılı aşkın Kürdistan politikasının doğal bir sonucu olduğu kadar, onun içinde bulunduğu bütün çıkmaz ve çelişkileri gösteren bir operasyondur da aynı zamanda. Yine kendine göre yürüttüğü işgal, istila ve katliam politikalarını ne pahasına olursa olsun bir kez daha olsa sürdürebilmek ve bu politikayı sonuçlandırmak için tüm gücünü ortaya koymaktadır. Hem tarihsel ve hem de güncel gerçeği arkasına alarak, sadece Güney Kürdistan halkının gelişen ve gelişmesi kaçınılmaz olan mücadelesini boğmayı değil, onunla birlikte Kuzeydeki devrimci savaşı da kendince “ikinci 19 Mayıs” senaryosu temelinde acımasızca ezerek sonuçlandırmak için tüm iç ve dış güçleri büyük bir kampanya halinde seferber ederek sonuç alma gerçeğini ifade ediyor.
Devam eden bu operasyonları salt Güneye ilişkin bir operasyon olarak değerlendirmek de büyük bir eksikliği taşır. Biraz tarihsel ve daha geniş siyasal açıdan baktığımızda ve bir de gün geçtikçe pratikte ortaya çıkan gerçekleri değerlendirdiğimizde, tüm halkımızın ve hatta bölge halklarının tehlikeli bir saldırı ile karşı karşıya olduğunu görebiliriz. Sürekli uyanıklık gösterilmez ve devrimci tedbirler alınıp geliştirilmezse, halkımız açısından Cumhuriyetin başlangıç yıllarında Ermeni ve Rum halklarının soykırımla tüketilişi örneğinde görüldüğü gibi bir örnekle karşı karşıya olduğumuz anlaşılacaktır. Kürt halkının fiziksel anlamda ülkesinden boşaltılacağı kadar boşaltılması zaten çok ileri düzeyde geliştirilmiştir. Savaşla imha edileceği kadar imha edilmesi, koruculaştırılacağı kadar koruculaştırılması ve direnen güçlerinin en acımasız yöntemlerle dağlarda sıkıştırılarak imha edilmesi, geri kalanların da yoğun bir asimilasyon ve ideolojik savaşımla hakim ulus içinde eritilerek tarihten saf dışı edilmesi gibi en tehlikeli bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu hepimizin mutlak yeterince görmesi ve bu doğrultu da görevlerini yerine getirmesi gerekmektedir.
Bu, sadece bir halk olarak kimliğini koruma gereği değil, hatta kurtuluş görevi de değildir; bu, bir insan olarak ayakta kalmanın zorunlu bir gereğidir. Aksi halde, faşizmin düşürdüğü maymunlaşmış insanlar olmaktan kurtulamama gibi hazin bir akıbet herkesi bekliyor. Biraz güncel gelişmelere bakmasını bilen, bu değerlendirmenin ne kadar isabetli olduğunu söylemekte gecikmeyecektir.
TC’nin özel savaşı şu anda sadece Kuzey Kürdistan’ı değil, Güney Kürdistan’ı ve dolayısıyla bütün Kürdistan’ı kendisine hedef olarak seçiyor. TC, sadece devrimci savaşın gücünü değil, kullandıktan sonra işbirlikçileri tasfiye etme de dahil, yine ulusal kimlik adına ne varsa ve ne kadar yaşatılıyorsa hepsini tasfiye etmek de dahil, bu ülkeyi insansızlaştırmaya kadar götürebilecek bir karşı-devrimci savaş yürütüyor.
Kaderlerini “Çekiç Güç”ün kendisine bırakanlar, devrimci savaştan çekiniyorlar. Onların devrimci savaş diye bir sorunları olmadığı gibi, engelleme görevleri de vardır. Nitekim PKK’nin engellenmesi de özünde budur. Yoksa PKK Güneye el attı diye değil. PKK orada Güney halkının, Kürdistan halkının, hatta Irak halkının devrimci mücadelesine varını yoğunu sarf ederek yardımcı olmak için vardır. Devrimci mücadeleyi geliştirsinler ve kendi öz güçleriyle ayakta dursunlar, biz bir gün bile durmayız orada. Bunu çok açıkça söylüyorum. Ama biz her şeyden önce enternasyonalistiz, devrimci mücadelenin geliştirilmesi için oraya gireriz, sonuna kadar mücadele ederiz. Biz yurtseveriz, biz aynı zamanda sınıf devrimciyiz, halkın yanında yer alır ve sonuna kadar mücadele ederiz. Bu devrimciliğin zorunlu bir gereğidir.
Kaldı ki, biz buna zorunlu değiliz, bizi buna zorlayan düşmandır. Düşmanın kendisi bizden çok evvel oraya birliği dayatmıştır. Kuzey için Güneyi kullanmak, Güney için kuzeyi kullanmak istiyor. İncirlik’ten uçaklar kalkar, Güneyi kontrol eder. Güneydeki Çekiç Güç etrafındaki kuvvetler kuzeyi kontrol etmek istiyor. Güney modeli Kuzey Kürdistan’a taşırılmak isteniyor. Onlar, bizden daha fazla kuzeye müdahale etmek istiyor, hem de halkımıza hiç bir şey vermeden. Bu sözüm ona önderlikler, Ankara’da MİT elemanlarıyla, özel savaş subaylarıyla masa başına oturarak, Kuzey Kürdistan’ı devrimden alıkoymanın planını yapıyorlar. Fırsat bulurlarsa bunun işbirlikçi örgüt modellerini geliştirmek istiyorlar.
Tayin ettikleri bazı elçiler var, görevlerini başaramamaları ayrı bir mesele ama, 1990’lardan beri yoğun bir biçimde bu yönde uğraştıklarını, yine KDP’nin 1965’lerden beri bunun peşinde olduğunu çok iyi biliyoruz. Türkiye KDP’si, Güney işbirlikçi önderliği tarafından MİT’e teslim edilerek Kuzey Kürdistan halkını kontrol etmenin aracı kılınmamış mıdır? Halen bunu anlayamayacağımızı mı sanıyorlar? Yine bir çok küçük-burjuva örgütlenmenin Kuzeyde zorla yaşatılması, Güneyli küçük-burjuva önderliğin dayatmasıyla değil de nedir? Hatta, daha PKK ortaya çıkmamışken Kuzey Kürdistan’ın içine müdahale edenler kimlerdir? Botan’ı boydan boya kendi cephe gerisi olarak, gıda çekim alanı olarak örgütleyen Güneydeki KDP değil de kimdir? Ve halen kendisine bağlı temsilcilerle sözüm ona Türkiye KDP’sini MİT’le en çok işbirliği içinde tutan Güneydeki KDP değil midir? Öyleyse kim kimin işine müdahale ediyor? Kuzey mi Güneye, Güney mi Kuzeye müdahale ediyor? Üstelik haksız ve işbirlikçi temelde, tehlikeli özel savaşa hizmet temelinde yapıyorlar.
Bu mesele söz konusu olduğunda, bu soruları açık sorup cevaplarını almamız gerekiyor. Kaldı ki, bugün biz Bağdat’a heyet göndermiş değiliz. İmkan olmadığı için değil, siyasi anlayışımıza uygun bulmadığımız için. Hatta “gelin Güney Kürdistan meselesini çözelim” de demedik. Bunu demesini bilmiyor muyuz? Yapacak gücümüz yok mu? Var, ama bizim de göz önüne aldığımız dengeler ve devrimin çıkarları vardır. Buna karşılık kendileri ne yapıyor? Hiçbir dengeyi ve halkımızın çıkarlarını göz önüne almadan ne idüğü belirsiz her türlü ilişkiye giriyorlar. Kesinlikle Kürdistan halkının aleyhine ve devrimci savaşın tasfiyesine yönelik planlar içine giriyorlar. Bu suç değil de nedir? Kuzey halkının olsun, Güney halkının olsun, kutsal direnme haklarına, onların şehit kanlarına saldırı değil de nedir?
Eğer tüm bunlar doğruysa, o zaman şu söylenir; “biz çoktan özel savaşla işbirliği yaparak Kuzey Devrimi’nin tasfiyesi ile uğraştınız ve biz de aslında buna karşı çoktan en sert tavrı ortaya koymalıydık. Böylece siz de ya bu faaliyetlerinizden uzaklaşmalıydınız, ya da zorla size el çektirilmeliydi”. Şimdi bunun hesabını biraz sormaya çalışıyoruz.
Diyorlar ki “PKK’nin Güneyde ne işi var?”
“PKK’nin Güneyde ne işi var?” diye soruyorlar, PKK’nin Güneyde çok işi var. Mutlaka yerine getirmesi gereken görevleri var. Birincisi; her şeyden önce Kuzey Devrimi’ne yönelik komplodan ellerini çekmeleri gerekiyor. İkincisi; zorla, çok haksız, yapay olarak bölündüğü için; yurtseverlik ve demokratlığın gereği olarak Kuzey ve Güney halkının birliğine, her iki halkın örgütlerinin bir araya gelmelerine şiddetle ihtiyaçları olduğu için; destek ve dayanışma içinde ortak bir savaşıma ihtiyaçları olduğu için, onların Kuzeyde, bizlerin de Güneyde olmaya hem hakkımız, hem de ihtiyacımız vardır. Aynı ülkenin ve aynı halkın çocukları, devrimci güçleri ve hatta siyasal örgütleriysek, birlik ve dayanışma için mutlaka yerine getirilmesi gereken görevlerimiz vardır.
Amaçlar belirlensin, gelsinler bütün Kuzey onların olsun. Eğer amaçlar doğruysa tabii. Eğer Güneyde devrimin amaçlarına aykırı bir durum varsa ve şartlar elveriyorsa, hele böyle bir boşluk varsa, bütün Kuzey halkı da Güney halkının imdadına gelmeli ve buranın devrimine katılmalıdır. Bunun önünde kim engel olabilir? Azılı özel savaş güçlerinden başka kim buna karşı durabilir? Türk özel savaşından başka kimler buna karşı olabilir ve kim bu özel savaş politikasıyla işbirliği halindedir? Çok iyi biliniyor ki, bu özel savaş politikası yalnız Kuzey halkına değil, Güney halkına da yönelik bir yok etme hedefini içeriyor.
O halde, hepimizin bütün ülke sathında devrimci görevlerden ötürü hem bulunmaya, hem mutlak savaşmaya hakkımız ve görevimiz vardır. Bunun Güneylisi de, Kuzeylisi de, hatta başka milliyetten devrimcisi de eğer biraz sosyalist ve enternasyonalist hedefleri önüne koyan birisiyse, yine kendi halkının özgürlük sorunuyla ilgiliyse, İran İslam devrimcisi de düşünmek zorundadır, Arap’ı da, Acem’i de düşünmek zorundadır; Irak’ın demokratı, devrimcisi de düşünmek, Türk’ü de düşünmek zorundadır. Ortada böylesi bir özel savaş ve faşizm varsa, gerekirse hepsi Güney Kürdistan’da toplanmalı, orada bir devrimin üssünü inşa etmeliler ki, bütün halklara bağımsızlık ve özgürlük taşısınlar. En doğrusu da budur.
Bu, sadece bir hakkımız değil, vazgeçilmez bir görevdir de. Yine yalnızca koşullar gerekli kıldığı için de değil, bir ilkeye bağlı olmanın gereği olarak. O halde buradaki devrimci savaşı geliştirmenin önünde hiçbir halk açısından karşı durmak için ideolojik, siyasal, askeri gerekçe yoktur. İlkesi de yoktur; pratik tavrı da olamaz. Tam tersine, bir halka bağlı olmanın, yine halkların kardeşliği ilkesine bağlı olmanın, özel savaş ve onun faşist ideolojik ve politik saldırılarına karşı durmanın gereği olarak, ister ideolojik, ister politik, ister pratik nedenlerle herkesin bir araya gelmek, birlikte olmak ve savaşmak doğrultusunda hakları, görevleri vardır. Özel savaş istemiyor, onun dayandığı uluslararası ittifak istemiyor, varsın istemesin! Onlar halkımızın iyiliğini, halklarımızın iyiliğini ne zaman istediler? Kendi çok sınırlı maddi çıkarları için gerekirse halkların ölüm fermanına imza koyabilmekten, sonuna kadar halkların yok olmasına evet demekten başka neyin peşindeler? Ve eğer gerçek böyleyse, bunlara karşı bizim de sonuna kadar ister stratejik, ister taktik, ister ideolojik, ister siyasi haklarımızın gereğini yapmak için birleşmek, dayanışma içinde olmak, savaşı çok yönlü geliştirmek, bunun için her şeyi ortaya koymak gibi soylu, gereklerinin mutlaka yerine getirilmesinin zorunlu olduğu görevlerimize bağlı olmaktan başka hangi tutumumuz doğru olabilir, başka hangi tavra bağlı kalınabilir? Kürdistan halkının temel ulusal-demokratik ve birlik taleplerinin de ötesinde, bugün anti-emperyalist olduğunu söyleyen İran İslam Devleti var, hatta bir Irak rejimi var. Eğer bunlar dediklerinde samimilerse, onların da Kürdistan’ın bu parçasında yürütülecek devrimci savaşa karşı değil, destek olmaları gerekir. Dolayısıyla bu rejimlerin de gerçek niteliklerini anlamak için, onları da bu devrimci savaşa destek olmaya çağırmak gerekir. Madem bölgeyi emperyalizmin, Siyonizm’in etkisinden çıkarmak istiyorlar, en azından zayıflatmak istiyorlar, o zaman gelsinler Kürdistan’daki bu devrimci savaşı desteklesinler diyeceğiz.
Parti Önderi Abdullah ÖCALAN
1995 ve 1997 çözümlemelerinden derlenmiştir.