Sonbaharın ilk ayında TC olabildiğine genişlettiği dış cephelerde ciddi bir daralmayla karşılaştı. Libya’da Mısır’ın açık ültimatomu sonrası gerçekleşen ve TC’nin zararına işleyen bir ateşkes durumu söz konusuyken bu ay boyunca Doğu Akdeniz’de Yunanistan Fransa’yı doğrudan AB ise dolaylı yanına alarak TC’nin denizlerdeki hareketliliğine yönelik bir hamle başlattı. Yakın bir tarihte Rus diplomasisinin belirleyici isimlerinin Şam’a yaptığı ziyarette Suriye rejiminin Rusya’yı İdlip meselesinde TC karşıtı bir adıma zorladığı açığa çıktı. Öte yandan BM’nin ilgili komisyonlarında TC’nin Efrin’de savaş suçları işlediğini ifade eden rapor da yine bu dönemde duyuruldu. Her biri oldukça kritik olan ve faşist hükümet için daralan çemberi ifade eden bu gelişmelerin yanında kamuoyuna Arap devletlerin Katar’ı da kendi yanlarına çekmek için görüşmeler yaptığı örtük de olsa yansıdı. Türklerle kesilecek ilişkilere karşılık olarak Arap devletleri Katar’a 2017’den bu yana yürürlükte olan kara, deniz ve hava ablukasını kaldırmayı teklif ettiği ve girişimin ABD-İsrail onayı ve teşvikiyle gerçekleştiği söyleniyor.
TC’nin son yıllarda Ortadoğu’da “Osmanlı rüyaları” ile malul politikalarının sözde “komşularla sıfır sorun” şiarı ile başlayıp herkesle kanlı bıçaklı hale gelmeyle sonuçlandığı son dönem kolaylıkla tespit edilebilen bir durum. Katar ise bu duruma yani AKP-MHP faşist hükümetinin Kürt soykırımını temel alan sömürgeci-yayılımcı dış politikasına bölgede açıktan destek vererek istisna oluşturuyor. Kuşkusuz İhvani Müslim ve DAİŞ örgütleri ile türevlerini de gayri resmi oluşumlar olarak Katar’ın yanında ifade edebiliriz.
Özellikle Libya’ya müdahalesi ve son Haftanin saldırısı ile işgal ve ilhak niyetlerini apaçık bir şekilde ortaya koyan TC’ye karşı Arap devletleri bir süredir bir hat kurmaya çalışıyor. Serêkaniyê ve Gri Spi saldırıları ile filizlenen bu çabaların Libya’daki ateşkes dışında henüz çok somut pratik sonuçlara ulaşmamış olması Arap devletlerindeki TC karşıtı ittifakın sınırlı bir girişim olduğu anlamına gelmez. Hatta BAE başta olmak üzere bazı Arap devletlerinin peş peşe İsrail devleti ile resmi açık ilişkiler geliştirdiğini ilan etmesinin de bir nedenin de Türk yayılmacılığını öncelikli tehdit olarak görme olduğunu ifade eden birçok kesim de var. Bu çerçevede Arap devletlerinin Katar ile TC ilişkilerini gözden geçirmesi için pazarlıklar yapmış olması oldukça kritik bir noktaya işaret etmektedir. Katar’ın alacağı farklı pozisyon TC’nin tüm konseptini çökertebilecek bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle Katar’ın Türkiye ile kurduğu ilişkiyi değiştirip değiştiremeyeceğini ve değiştirirse olabilecekleri ele almak anlamlıdır.
AKP’nin iktidar olmasıyla beraber sıkılaşan Katar ve TC ilişkilerinin 2011 sonrası farklı bir mecraya evrildiğini söyleyebiliriz. Katar devleti bu süreçte cihadist örgütlerin tüm türevlerine destek vererek Ortadoğu’da kendi ekonomik gücü oranında politik güç elde etmek istedi. Etrafında ya gerek askeri gerekse nüfus olarak daha güçlü BAE ya da hemen hemen ona benzer Bahreyn gibi devletler ile Suudi Arabistan ve İran gibi büyük devletler yer alırken Katar’ın kendi politikalarını uygulayabilmesi için bölgesel düzeyde İslami tandanslı bir hamle yapması gerekiyordu. Bu çerçevede TC’yi de AKP’nin yeşil faşizmi şahsında önemli bir müttefik olarak ele aldı. Kendi politikasını pratikleştirmek için TC’yi fiziki bir araç olarak kullanabileceğini öngördü. Bunun da ötesinde TC’nin ekonomik pazarında da ciddi bir söz sahibi olabileceğini planlandı.
Katar’ın bu düşüncesi aslında önemli oranda işledi. Tank modernizasyonundan Kanal İstanbul’a kadar tüm ihalelerde öncelik Katar’ın oldu. Buradan elde ettiği kârlar TC’ye yaptığı sürekli sıcak para desteğini de karşıladı. Ayrıca kendi başına asla sağlayamayacağı politik etkinliğe TC’nin hem tarihsel hem de pratik konumu sayesinde kavuştu. Bu durum Katar’ın TC ile ama özellikle de faşist hükümet ile ciddi bir kader birliğine gitmesine neden oldu. TC’nin bölgesel hesapları onun arkasında maddi güç olarak Katar’ın da arzulayacağı gelişmelerdir. TC’nin Sünni blokun liderliğinde geniş bir coğrafyaya yayılması Katar’ın da söz konusu bölgede önemli oranda söz sahibi olmasına yol açacaktır. Bu onu rakip devletlerin çok ötesine taşıyacaktır.
Bu ortaklık nedeniyle Ortadoğu’da Katar da neredeyse tüm güçleri karşısına almıştır. Bu nedenle bu politikalarını değiştirmesinin onun için ciddi bir bedel anlamına geldiğini bilmek gerekir. Ya ekonomik gücüne rağmen iddialarından vazgeçecek ve esasında Suudi Arabistan’ın ona verdiği rolle yetinecek ya da TC’yle oynadığı kumara devam edecek. Durumun bir de TC boyutu vardır. Diplomatik olarak Katar’ın desteği çok bir anlam ifade etmese bile ekonomik desteği faşist hükümet için yaşamsaldır. Ve bunun kesilmemesi için her şeyi yapacağı açıktır. TC’nin Katar’daki 3000 kişilik bu ülkeye göre çok büyük olan askeri gücü Katar’ı savunma adına orada olabilir fakat esasta Katar’ın fikir değiştirmesini engellemek içindir.
Öte yandan Katar’ın İngiltere ile olan ilişkisi göz önüne getirildiğinde bunun kapitalist hegemonik güçlerden tamamen bağımsız olduğu da düşünülemez. Yani Katar’ın bu planlarına İngiltere açıktan ABD ise zımnen onay vermişti. Katar’ın pozisyon değiştirmesi ancak bu güçlerin yoğun baskısı ile gerçekleşebilir. ABD’nin seçimler öncesi bu yönlü bir adım atması zordur.
Sonuç olarak neredeyse 10 yıldır tutarlı bir çizgide TC’ye yatırım yapan Katar’ın konum değiştirmesi kendisi için de ciddi bir kayıp anlamına gelecektir. Tüm bu faktörler göz önüne alınırsa Katar’ın pozisyon değiştirme olasılığının düşük olduğu fark edilebilir.
Fakat bu olasılığın düşük olması kesinlikle olmaz anlamına gelmez. Hele neredeyse olay bazında gelişen ve değişen ittifakların belirgin olduğu günümüzde Katar’ın TC’yi sürekli destekleyeceğini düşünmek naif bir bakış açısı olur. Katar her tarafta gerileyen TC’nin ödeyeceği faturaya ortak olmak istemeyebilir. Arap devletlerin sunacağı ve komşusu BAE’ye denk bir pozisyon onun çark etmesine yol açabilir. Korona salgını döneminde düşen enerji kaynaklarının fiyatları nedeniyle azımsanmayacak bir ekonomik tahribat yaşadığı bir dönemde TC maceralarında daha fazla para kaybetmek istemeyebilir. Çünkü her ne kadar TC içinde önemli karlar elde ediyorsa da aynı şeyi TC’nin dış seferlerinden hala elde edebilmiş değildir. Son kertede Katar’ın bu girişimi sadece ekonomi ile sınırlı değilse de politik etkinliğin oluşabilmesi için maddi gücünü sürekli üst seviyede tutabilmelidir. Uluslararası ilişkilerde belirleyici olanın çıkarlar olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
Katar’ın değil ki karşıt ittifaka dahil olması, tarafsız bir konuma gelmesi bile TC için sonuçları kısa vadede görülecek kadar hızlı bir yıkım anlamına gelir. Ekonomik buhranın derinleştiği, Türk lirasının sürekli değer kaybettiği bu dönemde Katar’ın desteğini yitirmesi baş aşağı gidişi sert bir çakılmaya dönüştürür. Hatırı sayılır rakamlara dönen dış borcun faizlerin taksitlerini bile çoğunlukla bu devletten gelen sıcak para ile ödeyen Türk devleti bu musluğun kapanmasıyla biçare duruma düşecektir. Ve olasılık düşük olsa bile böyle bir ihtimalde ortaya çıkacak durumlara karşın ön görülü olmak zorunludur. Arap devletleri bunu sağlayabilirse sadece kendilerine yönelmiş TC saldırısını kırmakla kalmayacak, aynı zamanda Katar’ın da belli bir çizgiye gelmesine yol açacaktır. Neredeyse tüm Arap devletlerinin bir yandan araçsallaştırdığı diğer yandan onlar için ciddi bir problem olan cihadist grupların da etkinliği ciddi oranda azalacaktır.
Yasin Kılıçkaya
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi