Tüm dünyada yaşana kaos ve kriz anlamak için öncelikle tarafları bilmek gerekir. Daha sonra mevcut savaşa sebep olan krizlere ilişkin önerilen çözüm yollarını.
Önerilen veya vaad edilen çözüm yollarından da taraflara erişebilmek gayet tabi mümkün. Basit bir metot kullanılır ve bunda sonuca gidilir. Mevcut kriz ekonomik kriz olarak değerlendiriliyor. Durumun sadece bundan ibaret olmadığı, 3. Dünya savaşının diğer dünya savaşları gibi ekonominin el değiştirmesi temelli gelişmediği açık. Daha fazla kâr etmeye yorumlanan kültürel saldırıların temelinde daha fazla kazanç elde etme uğraşı olduğu sanılıyor ya da öyle yorumlanıyor-yansıtılıyor. Tam bu noktada en tepeye bakmak gerekir. En tepedekilerin, daha fazla kâr etmeye ihtiyacı var mı? Gibi bir soruya verilecek cevap, kısa biçimiyle hemen her insanda “hayır” olur. Ki zaten ekonomik kriz bu savaşta toplumların uyutulması için kullanılan bir araçtır. Amaç, köklü bir kültürel, yaşamsal değişimi yaratmaktır. Köklü kültürel ve yaşamsal değişim en tepedekinin amacıysa, o halde en zenginler en tepedekiler olmuyor. En zenginler, en tepedekinin hizmetkârı olmaktadır. En tepedeki de sistemin kendisidir. Kapitalist sistem, zaferini ilan edebilmek ve sonsuz hükmünü sürdürebilmek hayaliyle bu savaşa ihtiyaç duyuyor. Karşıt bir güç olmalı ki savaş olabilsin. Burada da şu gerçeklikle karşılaşıyoruz; Devrim güçleri de bu savaşta söz sahibidir.
Sistemin yaşadığı tıkanma kendi içinde de toplumda da büyük bir enerji birikmesine yol açtı. 2011’de bu tıkanma zaten fiiliyatta yıllardır süren 3. Dünya savaşının fitilini kendi etnik kökeninden olan Araplar’ında aralarında olduğu birçok ülkenin etkisiyle Suriye’de ateşlendi. Fiili savaş, Suriye’de ete kemiğe büründü. Sistemde yaşanan tıkanmaya karşı ortaya çıkan tepkiler burada karşılık buldu ve toplum büyük ölçüde sistemi yıkmaya ayaklandı. Bu ayaklanmayı yanlış kanalize etmeye çalışan güçlerin çıkardığı kargaşa da savaşın çok taraflı görünmesine yol açtı. Bu savaşta rol alan güçlerin farklı farklı hedefleri var gibi görünse de temelde krizi kendi çıkarları lehine döndürme fırsatı olarak değerlendirdiler. Henüz bir bütünen kendi başına güç olmayı başaramamış toplumu da kendi emel ve hedefleri için maddi destek veya fiziki ve psikolojik baskı ile yalnışa sürüklediler.
Her kafadan bir ses çıktı desek, Suriye savaşının son durumu için çok abes kaçmaz. Tabi kargaşa ortamında genel tabloya doğru bakmayı bilen herkes, mevcut olan savaşın Çin-Rusya-İran 3’lüsünün krizi Dünyanın ekonomik merkezini Batı’dan Doğu’ya kaydırmaya ve sistem olarak kapitalist modernitede eksik olan “baş” olarak yerleşmeye uğraştığını,(Türk Devletinin de bu 3’lünün hedefini kendisi açısından dizayn etmeye ve bu temelde politika yürüttüğünü) ABD Avrupa ülkelerinin büyük ölçüde sahibi oldukları bu sistemi koruyabilmek ve kendi deyimleriyle sonsuzluğa eriştirmek için şimdilik sadece ortadoğuda denendiğini gördüğümüz devletleri daha küçük devletçikler olarak yeniden dizayn etmeye uğraştığını ve, Önder Apo’nun yol haritasını belirlediği, PKK’nin pratize ettiği toplumların kültürel, ahlaki, insani ölçüleri gibi diğer iki sistem arayışçılarının kökünden yok etmek istediği değerleri esas alarak oturtmaya çalıştığı ve devrim sözcüğünün gerçek karşılığı olan sömürü ve ezmeye dayalı sistemi reddeden Demokratik Modernite paradigmasının tarafları arasında yürütülen bir savaş olduğunu görür.
Bu açıdan her gücün bu savaşı yürüttüğü kendi merkezi olurken, temel olarak aynı sisteme hizmet eden kapitalist güçlerin de bu süreci yönetebilmek adına merkez olarak belirlediği bir ülkede vardır. Karşı devrim faaliyetlerinin organize edildiği saha Türk Devleti sahasıydı. Uzunca bir sürede bu böyle kaldı fakat PKK’nin Türk Devletine karşı yürüttüğü mücadele bu ülkeyi herhangi bir sisteme bırakalım merkez olmayı, karakolluk görevi bile yapamayacağı duruma getirdi. Buda karşı devrim güçleri açısından önemli bir boşluk olmaktaydı ki, kapitalistlerin ön gördüğü geleceğin en rahat pratiğe dökülebileceği ülke olan “Katar” bu boşluğu doldurmaya talip oldu. Bu son dönemlerde Kuzey Doğu Suriye ve Rojava’ya yönelik özel ilgilerinin geçtiğimiz 10 yıllık savaş süreci boyunca hiç olmadığı kadar gün yüzüne çıkışı, Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimine karşı gelişen saldırganlıkta nicel ve nitel artışa da sebep oldu. Daha önceden Türk Devleti ile olan ilişkileri aracılığıyla Kürtler, Kürdistanlılar ve Altın Hilal cehennemindeki tüm hakkaniyet ve ahlak talepkârlarına karşı yürütülen savaşa dolaylı yoldan askeri katılımı olsa da, görünen o ki gelinen aşamada Katar’ın bu rolü yetersiz kabul edilmiş. Veyahutta Katar bu rolü kendisine yetersiz görmüş olmalı ki, Karşı Devrim çalışmalarının örgütlendiği merkez konumuna yerleşti.
Karşı Devrim’in Siyasi İskeleti Katar’da Oluşturuluyor
Kuzey Doğu Suriye ve Rojava özgününde pratiğe geçirilen Önder APO paradigması karşıtları da bir araya toplanmaya başladı. Sırasıyla gerçekleştirilen askeri saldırılar, psikolojik baskı (ağırlıkta korkutma ve maddiyat teklifi) ve açlıkla terbiye etme yöntemleri Demokratik güçler üzerinde etki yaratamazken farklı arayışlar gelişti.
Kuzey Doğu Suriye’de işbirlikçi kesim taraflarından oluşturulmuş olan sözde Barış ve Özgürlük Cephesi, Türk Devleti ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emrilikleri, Katar tarafından desteklenen çete grupları, Kürdistan Demokrat Parti (KDP) katılımıyla ve Suriye tarafından da reddedilmeyen Katar’da gerçekleştirilen toplantı bu arayışların hız kazandığının göstergesi oldu. Barış ve Özgürlük Cephesi (Cepha Azadi û Aşitiyê CAA) adlı işbirlikçi yapının liderliğini yapan Ahmet El Cerba daha öncesinde de Katar Dış İlişkiler Bakanı ile görüşmeleri gerçekleşmişti. CAA ile Katar Dış İlişkiler Bakanlığı arasındaki görüşmelere aracılık yapanın direkt Barzani ailesi olduğu gibi ciddi bir iddia da mevzu bahis.
Gerçekleştirilen bu görüşmelerin amacının Özerk Yönetim’e alternatif bir siyasi iskelet oluşturabilmek ve bu iskeleti toplum içinde hakim kılarak alabildiğine güçsüz duruma düşürerek devrimi boğmak olduğuda açık.
Kısaca Türkiye-Katar
Dünya bu iki ülkeyi Suriye’de DAİŞ dahil tüm çete gruplarını finanse etmekle biliyor. Türk Devleti’nin kendi sınırları dışında askeri üssünün bulunduğu birkaç ülkeden biri Katar. Ancak oradaki konumunu yabancı bir güç gibi değerlendirmek yanlış olur. Çünkü; hava sahasını kullanması yasak. Bu da Türk Devleti’ni Katar’da yerel bir kara gücü konumuna getiriyor.
Toplumun başına bela olmuş tüm kan emici güçlerin oluşumu, bir araya getirilmesi ve silah sahibi olmasında bu ülkelerin payı büyük. DAİŞ adıyla bir araya gelen El Kaide çetelerinden ve İhvan Kardeşler, El-Nusra, Özgür Suriye Ordusu, Ahrar El-Şam ve diğer tüm çete grupları Doha’da kurulan masada kararlaştırılıp sahaya sürüldü. Halep’te bir dönem gündeme taşınan Geçici Hükümet bu iki ülkenin projesiydi. Karar Katar’da pratik Gaziantep’te gerçekleştirilmişti. Bunca yılın sonunda Türk Devleti’nin halen savaş kabiliyeti gösterebiliyor olmasında Katar’ın ekonomik desteği büyük. Ekonomi günümüz dünyasında belirleyici rol üstlenebiliyorken de Katar’ın bu savaşta sadece yatırımcı olarak görünmesi acemilik olur. Türk Devleti-Katar bir vücudun 2 ayrı parçası gibi hareket ediyor. Son dönemlerde öne çıkışı ile Katar’ın temsil ettiği yön, Türk Devleti’ni geride bırakıyor. Değişen dengelerin yanında paranın bu ilişkileri ayakta tutmaya yeteceği veya önemi artan Katar tarafından ilişkilerin ne kadar sürdürüleceği, bir diğer deyimle; Katar’ın “çökmüş bir Türk Devletiyle aynı vücudu paylaşmaya devam edeceği” belirsiz.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
Fırat ALİ