Türk devletinin İmralı tecridi üzerinden pazarlık yapmaya çalışmasına tepki gösteren Karasu, “Önderlik üzerinden bize şantaj yapılıyor. Bu şantaj reddedildi. Bu PKK’nin tutumudur, Apoculuğun tutumudur, Önderliğin tutumudur, halkımızın tutumudur. Bu, Türk devletinin sıkıştığını da gösteriyor. Daha çok sıkıştıracağız” dedi.
İşgal saldırılarına ve ihanete daha güçlü tepki gösterilmesi gerektiğini söyleyen Karasu, KDP’nin tepkisizlikten güç aldığını belirtti; “KDP’nin yaptığı tam bir alçaklıktır, kimse buna sessiz, tutumsuz kalmamalı” diye konuştu.
‘TÜRK DEVLETİ SIKIŞTIĞI İÇİN ŞANTAJ YAPIYOR’
Halkların Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik mutlak iletişimsizlik devam ediyor. Geçtiğimiz hafta KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat önemli bir açıklamada bulundu. Tecride karşı mücadelede bu bilgi nasıl bir anlam ifade ediyor?
Besê arkadaşın açıkladığı bilgi önemliydi. Bu bilgi bize ulaştığında gerçekten öfke duyduk. Türk devletinin bu hareketi ve Önder Apo’yu tanımadığı bir daha anlaşıldı. Öte yandan Türk devletinin bir şantaj devleti olduğu bir daha görüldü. Aslında bir şantaj yapmaktır. Önderlik üzerinden bize şantaj yapılıyor. ‘Görüştürebiliriz ailesiyle, avukatıyla ama şunlar şunlar yapılırsa’ diye. Yani bu açıkça görüştürme yaptırmayacağız, demektir.
Görüştürme yaptırmayacaklarının açık ifadesidir. Çünkü onlar böyle bir teklifte bulunuyor. Bu teklifin tabii ki büyük ihtimalle kabul edilmeyeceğini biliyorlar. Yani Hareketi tanımıyorlar derken, aslında Hareketi tanıyorlar ama Harekete böyle bir teklif yapmanın ahlaksızlık olduğunu belirtmek için öyle söylüyorum. Tabii ki bu teklif, bu şantaj Hareketimiz tarafından reddedildi. Bu PKK’nin tutumudur, Apoculuğun tutumudur, Önderliğin tutumudur, halkımızın tutumudur. 50 yıldır büyük bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren, onurlu bir mücadele veren bir halkın, bir önderliğin, bir Hareketin böyle bir şantajı reddedeceği açıktır.
Ancak şu var, niye böyle bir teklifte bulunuyorlar, böyle bir yaklaşım gösteriyorlar? Aslında onlar da zorlanıyor. Daha önce dedik ya, CPT zorlanıyor, açıklamalar yapmak zorunda kalıyor. Türk devleti de zorlanıyor. Zorlandığı için bu defa böyle görüştürebiliriz ama şunlar yapılmalı. Ya da aslında biz görüştüreceğiz ama görüşme önünde engel olan PKK’dir. Aslında bir de böyle bir maksadı, böyle bir amacı var. Yani biz aslında görüştürebilecektik ailesiyle, avukatlarıyla ama PKK reddetti deyip böyle kendine göre bir algı yaratmaya çalışıyor. Tabii bunlar boş yaklaşımlardır. Bu halkın, dünyadaki dostların, Hareketimizin Önderlik konusunda ne düzeyde hassas olduğunu biliyor.
En hassas olduğumuz konu, Önderliktir. Şunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Tarihte hiçbir halk, hiçbir hareket Önderliğini bu düzeyde sahiplenmemiştir. Gerçekten önderliğimizi sahiplenme düzeyi halkımızın da çok yüksek oldu. Tabii ki bu yüksekliği yaratan da şehitlerimizin, fedailerimizin Önderliğe bağlılığıydı.
CPT DE ZORLANIYOR
Hareketimiz de elli yıldır bu Önderliğe büyük bir bağlılıkla mücadele yürütüyor. Hareketimiz, Önderlik esaret altına aldıktan sonra da Önderliğimize karşı büyük bağlılık gösterdi. Onun çizgisinde yürüdü. Bu konuda en ufak bir tereddüt göstermedi. Evet, Önderliğimiz yakalandıktan sonra içimizden çıkan tasfiyeciler, ‘Önderliğin çizgisini bırakalım’ dayatmalarında bulundular. Ama buna karşı da hareketimiz tutum koydu. Onu da kabul etmedi. Ve bugüne kadar Önderliğimizi en yüksek düzeyde sahiplendik. Bu nedenle CPT böyle zorlanma yaşıyor, Türk devleti zorlanma yaşıyor. Tabii ki bu yaklaşımı Hareketimiz hemen reddetti, reddettik. Bunu kabul edemeyeceğimizi belirttik. Yani bir yönüyle de bizi mi yokluyorlar acaba? Bizde böyle bir zayıflık mı var? Yani insan böyle bir sorgulama bile yapabilir. Bu yönüyle tabii ki Hareketimiz bunu reddetti. Besê arkadaş açıkça tutumumuzu ortaya koydu. Bu tutumumuz devam edecektir. Önderliğimizin avukatlarla, ailelerle görüşmesi için, yani tecridin kalkması, Önder Apo’nun özgürlüğünün gerçekleşmesi için mücadele yürüteceğiz. Bu mücadele büyüyerek devam edecektir. Mutlaka Önderliğimizle avukatların, ailelerin görüşmesi sağlanacak. Sadece görüşmesi sağlanmayacak, Önderliğimizin özgürlüğünün yolu da açılacaktır. Bunu herkesin bilmesi gerekiyor.
Tabii ki mücadelemiz karşısında CPT de zorlanıyor, Türk devleti de zorlanıyor. Bu konuda Birleşmiş Milletler’le ilgili kurumları toplantı yaptı. Türk devleti, Avrupa’da Önderliğimizin tecrübesiyle ilgili yapılan toplantıda inkarcılık yaptı. ‘Bizde tecrit yok’ dedi. İşte bazı yasaklar olduğunu, daha doğrusu disiplin cezalarına dayanarak yasak olduğunu belirtti. Bu tabii bir demagojidir. Böyle bir şey olmadığını bütün dünya biliyor. Halkımız biliyor, herkes biliyor. Nedir ki önderlik bu kadar disiplin cezası alıyor? Ne yapıyor Önderlik orada? Önderliğimizi tanıyoruz. Önderliğimizin yaklaşımının ne olacağını biliyoruz. Öyle disiplin cezası alacak herhangi bir yaklaşım içinde olmaz.
Tabii ki onlar açısından Önderlik kendilerine göre en büyük düşmandır. Kürt halkının özgürlük mücadelesini başlatandır. Kürt halkını eğitendir. Bugüne kadar mücadelenin sürmesini sağlayandır. Buna öfke duyuyorlar. Verdikleri ceza bunadır. Onun için derler ya kaşın üzerinde göz var, yani disiplin cezası. Aslında hiçbir gerekçe yoktu. Uyduruyorlar; kağıt üzerinde disiplin cezası diyorlar, görüştürmüyorlar. Bu kesinlikle böyledir.
Buna karşı mücadelemiz sürüyor, sürecek. İşte Türk devletinin Avrupa’daki o toplantıda açıklamaları gülünçtü. Gerçekten kimse de inanmadı. Zaten inanmadığı için oradaki heyetler Türk heyetine sorular soruyorlar. Öte yandan oraya giden heyetlerin hepsi özel savaşçıdır. Onların hiçbirisi hukuk, adalet, o tür şeyleri dikkat alacak insanlar değildir. İşte Tevkif Evleri Genel Müdür Yardımcısı oradaymış. Tevkif Evleri Genel Müdür Yardımcıları genellikle özel savaşın adamıdır, devletin adamıdır. O devletin talimatıyla cezaevlerini idare ediyorlar. Cezaevleri bir de böyle idare ediliyor. Öyle Adalet Bakanlığı’nın bilmem şu kurumu bu kurumu değil. Evet, Adalet Bakanlığı’na bağlı ama orada özel bir ekip vardır, onlar yürütürler. Böyle bir durum var.
İşte Önderliğimiz 26 yıldır esaret altında. Geçen gün Önderliğimizin ilk avukatlarından Ercan Kanar bir değerlendirme yapıyordu. Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması gerekir, diyordu. Ağırlaştırılmış müebbet hapis hukuksuzdur. Bu yasanın Önder Apo esaret altına alındıktan sonra çıktığını, bu nedenle hukukçuların deyimiyle kanunlar makable şümul olmaz. Yani kanunlar geriye yürümez, diyerek geçersiz olduğunu söylüyordu o kanunun. Çünkü Önder Apo esaret altına alındığı zaman kanunlar neyse onlar uygulanır. Onun dışında kanunlar uygulanamaz, dedi. Türkiye Önder Apo söz konusu olduğunda tek kişilik yasalar, tek kişilik yönetmelikler çıkıyor. Tek kişilik tutum… Yani bütün uygulamalar Önder Apo’ya yöneliktir. Önder Apo’ya yönelik hiçbir uygulamanın yasayla, anayasayla, tüzükle alakası yoktur. Devlet politikasının, Kürt düşmanlığının, Önder Apo düşmanlığının uğradığı politikalardır. Biz Türk devletinin bu politikalarına karşı mücadeleyi sürdüreceğiz.
Evet sıkıştılar. Daha da sıkıştıracağız. Mücadelemizi her yerde sürdüreceğiz. Bizim için Önder Apo’yu özgürleştirme mücadelesiyle Kürt halkının özgürleşme mücadelesi iç içe geçmiştir. Bu yönüyle de bu mücadeleyi daha da yükselteceğiz. Besê arkadaşın dediği gibi bugünkü düzeyin daha da yukarısına çıkaracağız. Halkımız da çıkaracak. Mutlaka Önder Apo’yu özgürleştireceğiz. Halkımıza da tarihe de sözümüz böyledir.
’14 TEMMUZ DİRENİŞİ YENİ BİR KÜRT KİŞİLİĞİ VE YAŞAM FELSEFESİ YARATTI’
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu eyleminin yıl dönümünü yaşıyoruz. Bu eylemi yaşayanlardan biri olarak 14 Temmuz Direnişi bugünümüze ne kattı?
İlk önce 14 Temmuz şehitleri Hayri, Kemal, Akif ve Ali şahsında tüm zindan şehitlerini ve devrim şehitlerini minnetle ve saygıyla anıyorum. Yine Zap’ta katledilen 33 insanımızı minnetle ve saygıyla anıyorum. 1979 yılında şehit düşen ilk kadrolarımızdan Salih Kandal’ı da burada minnetle ve saygıyla anıyorum. Yine 2015 20 Temmuz’da katledilen 33 düş yolcusunu minnetle ve saygıyla anıyorum. Bu sosyalist gençlerin mücadelesi, mücadelemizde yaşayacaktır. Onların anılarını özgür Kurdistan, demokratik Türkiye, demokratik Orta Doğu’da mutlaka gerçekleştireceğiz.
14 Temmuz direnişi tabii ki tarihimiz açısından önemli bir direniştir. Abbas arkadaş programında şöyle dedi; bu direniş olmasaydı ne olurdu? Hangi olumsuzluklar olurdu? Bunu düşünerek 14 Temmuz’u değerlendirmek gerekir, dedi. Gerçekten böyle değerlendirmek çok çok önemli. 14 Temmuz’da Kurdistan’da büyük bir zulüm vardı. Hareketimiz yurt dışına çekilmişti. Önemli bir darbe yemişti. Önder Apo hareketi toparlamaya çalışıyordu. Zindanda yüzden fazla itirafçı çıkmıştı. Esat Oktay açıkça, herkesi itirafçılaştıracağım, diyordu. Öyle ki, zindandakileri dışarıya çıkamayacak hale getireceğini söylüyordu. Böyle bir ortamda, Kurdistan halkı açısından da zor dönemde, mücadelemiz açısından zor bir dönemin yaşandığı, zindanda zor bir dönemin yaşandığı dönemde 14 Temmuz’un gerçekleşmesi birçok şeyi tersine çevirmiştir. Düşman büyük bir olumsuzluk, yıkım yaratmak isterken 14 Temmuz direnişiyle hem zindanda bunu tersine çevirmiş, hem hareketin mücadelesine büyük bir katkı sunmuş, hem de halkımızın Kurdistan’ın özgürlüğüne, bağımsızlığına inancına artırmıştır. Bu çok çok önemliydi.
Gerçekten 14 Temmuz çok şey kattı Kürt halkına. Kürt halkı için şu gerekliydi: Kürt halkının yaşamı daraltılmış, baskıyla mücadele edemez hale getirilmiş, ürkütülmüş, korkutulmuş, sindirilmiş bir gerçeklik vardı. 14 Temmuz, bütün bunlara karşı bir cevap oldu. 14 Temmuz, yeni Kürt kişiliğinin yaratılmasında, yeni Kürt toplumunun yaratılmasında, mücadele anlayışının, yaşam felsefesinin yaratılmasında belirleyici rol oynamıştır. Bir toplum için en önemli şey, yaşam felsefesinin, mücadele felsefesinin doğru olmasıdır. Yaşam ölçülerinin yüksek olmasıdır. Mücadele ölçülerinin yüksek olmasıdır. Bir halk ancak böyle özgür olabilir, böyle demokratikleşebilir, böyle ülkesine sahip olabilir, kimliğine sahip olabilir. Bu yönüyle 14 Temmuz direnişinin yarattığı en büyük sonuç, uzun yıllar, on yıllar, yüz yıllar sürecek sonucu yaşam ve mücadele felsefesini yaratmasıdır. Yeni bir yaşam felsefesi, yeni bir mücadele felsefesini Kürt toplumunun önüne koymasıdır. Bu çok çok önemlidir.
Evet, 14 Temmuz mücadelemize büyük güç kattı. Mücadelemizin gelişmesinde büyük bir rol oynadı. Bunlar açık, bunları biliyoruz. Ama en önemlisi, tabii onlarla da bağlantılı, onların da parçası, o mücadeleyi de güçlü hale gelmesini sağlayan esas etken, yaşam ve mücadele felsefesinin oluşturulmasıdır. Bunun ölçülerinin yüksek tutulmasıdır. Bu aslında Önder Apo’nun yaşam ve mücadele felsefesidir.
Önder Apo ilk günden itibaren Apocu gruba bu mücadele felsefesini, bu yaşam felsefesini yedirmeye çalıştı. Bunu Apocu grubun, PKK’nin yaşam ve mücadele felsefesi haline getirmeye çalıştı. Bütün söylemleri, bütün yaşamı, bütün değerlendirmeleri buna yönelikti. İşte 14 Temmuz direnişçileri bunun çok somut örneğini, somut ölçülerini ortaya koyarak bu yaşam ve mücadele felsefesinin ne olduğunu kendi yaşamlarıyla, kendi gerçekleriyle, kendi tutumlarını ortaya koyarak Kürt tarihinde çok önemli bir dönüm noktası ortaya çıkardılar. Şu çok önemlidir: Kemal, “Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” dedi. “Uğruna ölünmeyecek yaşamı ben yaşam olarak kabul etmiyorum” dedi. Bir yaşam olacaksa uğruna ölünmeli. Uğruna ölünecek bir yaşam olmalı. Yoksa böyle bir yaşam için mücadele etmeli. Böyle bir yaşam için varlığını ortaya koymalı. Bu çok çok önemlidir. Kemal uğruna ölünecek bir yaşam yaratmak için yaşamını ortaya koydu, mücadele etti. Yani Kemal’deki yaşam sevgisi çok yüksekti. Yaşamı uğruna ölünecek kadar seviyorum demek, yaşam ölçüsünün, yaşam sevgisinin, yaşam coşkusunun en yüksek halidir. Bu çok önemlidir.
‘EN ZOR KOŞULLARDA KAZANILACAĞINI GÖSTERDİLER’
Yaşama böyle anlam katmak, PKK’nin yaşamını böyle oluşturmak, Kürt halkına yaşamın bu olduğunu göstermek çok çok önemlidir. Bu büyük bir kazanımdır yani. Yine mücadele felsefesi. Çok çok önemli. Onu ortaya koydular. Yani ne dediler? En zor koşullarda bile mücadele edip kazanılabilir. Bu çok önemlidir.
Hele Kurdistan gibi mücadelenin çok zor olduğu bir coğrafyada, çok zor olduğu bir ortamda böyle bir yaşam felsefesinin yani zor koşullarda mücadele edip kazanma felsefesinin ortaya konulması da Kurdistan halkı açısından, Kürt insanı açısından, Kürt tarihi açısından büyük kazanımdır. Bunlar en büyük kazanımlardır. Bu kazanımlar bizi zafere götürecek. Bu kazanımlar Kürt halkının özgürlüğünü gerçekleştirecek. Bu yönüyle 14 Temmuz’u değerlendirirken bu gerçekten yaşam ve mücadele felsefesini çok iyi anlamak, anlatmak, kavratmak gerekir. 14 Temmuz direnişçilerinin yaşam ve mücadele felsefesi anlatıldığında, kavratıldığında toplumun ruhu, düşüncesi, gençlerin, kadınların ruhu, düşüncesi haline getirildiğinde o halkın mücadelesini kimse durduramaz. O mücadele mutlaka başarılara ulaşır. Zaten 50 yıldır, 14 Temmuz’dan bu yana 40 yıldır mücadele kesintisiz sürüyorsa, her türlü saldırıya rağmen ayaktaysa, bunu yaratan, bunun böyle olmasını sağlayan kesinlikle 14 Temmuz direnişçiliği, onun yarattığı yaşam ve mücadele felsefesidir.
14 Temmuz vesilesiyle tabii çok değerlendirme yapılabilir. 14 Temmuz’un birçok boyutu ortaya koyulabilir. Ve gerçekten de birçok etkisi olmuştur. Ama bunun özellikle vurgulanması gerekir. Anlaşılması gerekir. Bu anlaşılmazsa diğer anlatımlar derinlik kazanmaz, geçici olur. Tam amacına ulaşmaz. İşte Hayri, ‘mezarıma borçlu’ yazın” dedi. Hem de bu ülke için, bu halk için her şeyini veren bir insan söylüyor. Hayri’de yurtseverlik çok derindi. Böyle Kürt yurtseverliğinin en derin halini yaşayan bir arkadaşımızdı. Hayri’nin bu yönünü biliyoruz. Çok iyi tanıyoruz. Zaten o yurtseverlik, o derin yurtseverlik tutkusu tabii ki Hayri’yi böyle bir eylem yapmaya götürmüştür.
İŞGAL SALDIRILARI: DÜNYADA BÖYLE BİR DİRENİŞ ÖRNEĞİ YOK
3 Temmuz’da faşist Türk ordusu KDP işbirliği ile Metîna-Zap hattında kapsamlı yeni bir işgal saldırısı başlattı. Özgürlük savaşçıları bu saldırıya sizin de belirttiğiniz şekilde 14 Temmuz ruhuyla geçit vermiyor. Bu son kapsamlı saldırı için neler söylenebilir?
Kapsamlı bir saldırı var. Bu saldırıya karşı da kahramanca bir direniş var. Ben bu direnişte kahramanca direnenin şehit düşen, tarihin en büyük fedakârlığını, direncini ortaya koyan genç kadın ve erkek yoldaşlarımı saygıyla ve minnetle anıyorum. Gerçekten onlar bize her türlü morali, coşkuyu, heyecanı veriyorlar. İnancı pekiştiriyorlar. Bu çok önemli. Genç yoldaşlarımız Kürt halkının özgürlüğüne geleceğinin inancını pekiştiriyor. Böyle gençleri olan, böyle fedaileri olan bir halk mutlaka özgür ve demokratik yaşama kavuşur.
Şunu söyleyebilirim. Tarihte böyle kahramanlıklar yoktur. Çok zordur. Şöyle değil. Bir kişi bir gün, iki günlük çatışma içinde, mücadele içinde kahramanlık gösterebilir. Zorluğa katlanabilir. O anlık tutumlardır. Bu arkadaşlarımızın ise yıllarca her gün başlarına dünyanın bombası yağıyor. Zehirli gazlarla saldırılıyor. Termobarik bombalarla saldırılıyor. Her türlü silah kullanılıyor. Ama buna karşı bu genç arkadaşlar büyük bir coşkuyla mücadele ediyorlar, direniyorlar, meydan okuyorlar. O zor koşullarda zılgıt çalarak düşmanın üzerine gidiyorlar. Çok önemlidir.
Bunun anlaşılması, hissedilmesi lazım. Bu arkadaşlar hangi zorlukta direniyorlar? Hangi imkânsızlıkta direniyorlar? Bunun görülmesi lazım. Bütün Kürt halkı görmeli. Dünyada böyle direnen fedailer olmamıştır. Tabii ki birçok ülkede, birçok yerde fedai direnişler olmuştur, fedakârlıklar yapılmıştır, büyük kahramanlıklar gösterilmiştir. Fakat gerçekten özellikle son üç yıldır bu genç arkadaşlarımızın tünellerde, tünellere dayanarak hareketli birlikler temelinde, düşmana karşı savaşmaları çok önemli. Gurur verici. Tüm Kürt halkı böyle evlatları olduğu için gurur duymalı. Bunları hissetmeli. Bu arkadaşlarımız, bu gençler, Kürt halkının ölçülerini yükseltiyor. Vatanı, kimliğini sahiplenme ölçülerini yükseltiyor. Özgürlüğü, demokrasiyi sahiplenme ölçülerini yükseltiyor. Böyle bir gerçeklik yaratıyorlar. Bu çok önemli. Bunu gençler yapıyor, Kürt gençleri yapıyor. Beş yıldır zaten Türk devletinin büyük saldırısı var. İlk önce Xakurkê’ye saldırdı, sonra Heftanîn’e saldırdı. Garê’ye saldırdı. Garê’de güya esirleri kurtaracaklardı. Büyük bir bozgun yaşadılar. Sonra Avaşîn, Zap, Metîna, bütün Behdînan alanına saldırdılar.
‘KDP İHANETİN ZİRVESİNDE, TAM BİR ALÇAKLIK İÇİNDE’
Üç yıldır saldırıyorlar. Türk devleti bütün imkânlarıyla saldırıyor ama buna karşı da yoldaşlarımız direniyor. Zorluk demiyor, açlık demiyor, susuzluk demiyor. Türk devletinin elinde her türlü silah var. Ama bizim arkadaşlar ellerindeki sınırlı silahlarla düşmana kök söktürüyorlar.
Tabii 3 Temmuz’dan bu yana mücadele yeni bir boyuta ulaştı. Diyorlar ya kilidi kapatacağız. Dedikleri şudur: KDP’yi tam içine kattık. KDP’nin hakim olduğu şehirler şu anda artık Türk devletinin etkisinde. Aslında bir yönüyle bu saldırı, KDP’nin saldırısıdır. Evet, Türk askerleri saldırıyor ama bunu böyle anlamak lazım. Gelinen aşamada KDP’nin bir saldırısı olarak anlamak lazım. Yani “kilidi kapatacağız” derken, “KDP’yi tümüyle ihanetin zirvesine çıkardık, her yönüyle kullanıyoruz” anlamına geliyor. Dediklerini böyle anlamak lazım. Nitekim Bamernê, Amediyê, Dêrelûk, Şeladizê… Yani güney tarafı, buralar tamamen KDP’nin hakim olduğu şehirlerdi. Şimdi bu şehirlerde Türk devleti hakim. Oradan KDP’yle birlikte gerillayı kuşatmış bulunuyorlar. Bu, KDP’yle birlikte yapılan bir kuşatmadır. Önceden kuşatma, biraz Türk devletinin kuşatmasıydı. KDP’nin desteğiyle, KDP tam destek veriyordu. Ama şimdi kuşatma içinde KDP de var. Türk devleti KDP ile birlikte kuşatıyor. Çünkü Dêrelûk’tan, Amediyê’den, Şeladizê’den kuşatılıyor. Bu açıdan tabii ki bu yönüyle yeni bir süreçtir. Buna karşı da arkadaşlar direniyorlar. Türk devleti Girê Bahar’a indirme yapmak istiyor. Oraya mümkün değildi, başka türlü gidemezlerdi. Başka türlü orayı hedefleyemezlerdi. Ancak işte KDP’yi de tümüyle bu kuşatmanın içine alınca tabii ki Girê Bahar’ı da şimdi hedeflemiş bulunuyorlar. Çünkü orayı biliyoruz, çok sarptır, öyle ilerleyemezlerdi yani. Ancak tam bir kuşatma, KDP’nin de içine aldığı bir kuşatmayla bazı sonuçlar alabilirdi. Şimdi zaten o yapılıyor. İşte haberlerde çıkıyor. İşte KDP’nin olduğu yerde barajdan oralara yol yapmaya çalışıyorlar.
Tabii şu da var. Aslında KDP’nin bu yaptıkları gerçekten alçaklık. Bazı yerler vardı. Aslında arkadaşlar hiçbir biçimde KDP’lileri oraya koymayabilirlerdi. KDP’liler ne yapsa da giremezdi yani. Ama arkadaşlar işte KDP de Kürt’tür diyerek bazı yakın yerlere yerleşmesine izin verdiler. İşte Dêrelûk’tan, o Zap kenarı var, orada karakol kurmalarına izin verildi. Diğer tarafta Amediyê tarafına da izin verildi. Şimdi yani Hareketin, gerillanın, HPG’nin bu yaklaşımı, şimdi HPG’ye, gerillaya karşı kullanılıyor KDP tarafından. Durumu böyle anlamak lazım. Buna karşı direniş sürecek, mücadele sürecek. Öyle Türk devletinin istediği gibi sonuç alması mümkün değil. Yani bu yönüyle mücadele sonuna kadar sürdürülecektir.
Bu son saldırılarla önceki saldırılar arasındaki farka değindiniz. Yine KDP’nin bu saldırıda nasıl bir rol oynadığına da dikkat çektiniz. Bu son saldırıda ayrıca Irak hükümetinin de ciddi rolünün olduğu, özellikle sessizliğinin olduğu görülüyor. Özellikle KDP’nin bu işgallerdeki rolü Kürt kamuoyunda nasıl anlaşılmalı?
KDP, bu işgallerde birinci derecede rol oynuyor. Şu anda evet, Irak da bu işin içine girmiştir. Irak’ı bu işin içine sokan KDP’dir. Irak girmek istemiyordu aslında. KDP de Türkiye’ye dayanarak Irak’a şantaj yapıyor. Bu nedenle Irak da hem Türkiye’nin baskısı hem KDP’nin şantajıyla bu saldırı planı içine girmiştir. Belki çok açıktan değil ama onayladı, kabul etti. Bunu KDP yapıyor. KDP, Irak’ı katmayı da yeterli görmüyor; YNK’yi de katmak istiyor. YNK üzerinde baskı kuruyor.
KDP İÇİN 2-3 ŞEHİRDE İKTİDAR OLMAK YETERLİDİR
Aslında Türk devleti, KDP, yine bazı uluslararası güçler, ABD, Avrupa’da bazı devletler aslında bir plan uyguluyorlar. Güya Hareketi teslim alacaklar, ezecekler. Ondan sonra Irak’ta bir yerde mülteci haline getirecekler. KDP yapmış ya İran örgütlerini. Aslında böyle bir planları da var. Irak’ın bu saldırıya dahil olması, KDP, arkasında işte ABD’nin, Avrupa’da bazı güçlerin olması böyle bir planın da olduğunu gösteriyor. Bunun merkezinde KDP var. KDP, Irak üzerinde baskı yapıyor. Besê arkadaşın dediği gibi Türkiye adına da lobi yapıyor. Türkiye nasıl PKK’yi terörist ilan etmiş, PKK’yi dünyadan dışlamak istiyorsa, aynısını KDP yapıyor. Ve KDP, bütün bu güçleri üzerimize sürerek Özgürlük Mücadelemizi ezmeyi, tasfiye etmeyi hedefliyor. Çünkü KDP kendisi dışında bir Kürt tanımıyor. Bunu herkes görmeli. KDP için 2-3 şehirde iktidar olmak yeterdir. Bunun için bütün Kurdistan’ı feda etmiştir. Bütün Kurdistan’ı soykırımcılara peşkeş çekmektedir. Doktor Şivan’ı minnetle, saygıyla anıyorum. Doktor Şivan, 1960’larda dünyanın her tarafında ulusal kurtuluş hareketleri var; o Kuzey Kurdistan’ı da geliştirmek istiyor. Dersimli Bir Kürt, doktor. KDP’yi Kürt sanarak, işte bize yardımcı olur diyerek gidiyor Başûrê Kurdistan’a. Orada güya Türkiye’ye karşı örgüt kuracak, ordu kuracak, silahlı güç kuracak. Tabii gidiyor, niyeti böyle olunca biraz çaba da gösteriyor. Irak, Türkiye sınırındaki köylerle, aşiretlerle ilişki kuruyor. Türkiye bunun farkına varıyor. KDP’yi uyarıyor. Diyor, onu etkisizleştireceksiniz. Ve KDP tasfiye ediyor. İsmail Beşikçi bile Doktor Şivan’ın katledilmesinin Türkiye’nin isteğiyle KDP tarafından yapıldığını söylüyor. Böyle bir şey var, böyle bir siyasi güç var. Doğu Kurdistan’da da birçok siyasi önderi böyle katletmiş. Bu bakımdan KDP gerçeğinin doğru anlaşılması lazım. Şöyle değil yani. İşte PKK ile KDP arasında anlaşılmazlık var. Öyle bir şey yok. KDP aslında 15 Ağustos’u da engellemek istemiştir, kontrol altına almak istemiştir. PKK’yi aslında kontrol altına almak istemiştir. Sonradan 15 Ağustos olunca büyük öfke duymuştur. Çünkü KDP, Türkiye’de bir Kürt mücadelesinin başlamaması için Türk devletine söz vermiştir.
Bunu tarih uzunluğunda anlatmak istemiyorum. 1960’larda, ’70’lerde, Türkiye NATO ülkesidir. İran, ABD’ye, Avrupa’ya bağlı bir ülkedir. Jandarmasıdır Orta Doğu’nun Türkiye’yle birlikte. Onlar göz yummuştur. KDP’yi desteklemişlerdir. Ama tabii ki NATO’nun jandarması olan önemli bir güç, Türkiye’de bir Kürt hareketinin, mücadelesinin gelişmesini tabii ki istemezler. NATO ülkesinin zayıflamasını istemezler. İşte KDP o ortamda, 1960’lı yıllarda Doktor Şivan bir mücadele geliştirmek istiyor; önüne geçmiştir. Böyle bir güçtür. Yani bu yönüyle KDP’nin birkaç şehirde iktidar olma dışında bir şeyi yoktur. Taviz verirsem, şöyle yaparsam belki yaşarım diyor. Yani öyle kendini yaşatmaya çalışıyor. Sanıyor ki Türkiye kendisini yaşatacak böyle yaparsa. Böyle yaparsa Türkiye kendisinin birkaç şehirde hakim olmasına göz yumacak. Ya da uluslararası güçler destek verecek. KDP gerçekten çok geri bir güç yani. Artık tarih karşısında geride kalmıştır. Diyor ki, ben Abdullah Öcalan gibi, PKK gibi bir siyasi, bir ideolojik gücün karşısında duramam, diyor. Benim ideolojim, siyasetin duramaz, diyor. Onun için PKK, Kürt düşmanlığı yapıyor. KDP’nin bu kadar PKK düşmanlığı yapması, Önder Apo düşmanlığı yapmasının nedeni budur.
KDP, işte devlet kuracağım, dedi. Toplumu böyle etkilemeye çalışıyor. Kürtleri böyle aldatmaya çalışıyor. Öyle yaparsam belki o zaman Kürtler PKK’nin kontrolünden, etkisinden çıkar. Aslında o bağımsızlık referandumunu da bunun için yaptı. Ne oldu? Başûrê Kurdistan’ın yüzde 40’ını kaybetti. Bunun hesabını vermesi gerekiyor. Aslında Önderlik daha ilk günden KDP’ye, YNK’ye çağrı yaptı; ‘Irak’ın demokratikleşmesinde rol oynayın’ diye. KDP öyle yapacağına, Türkiye’ye dayanıp Irak’a şantaj yaptı. Güya Irak’tan bilmem ne koparacak. Irak’ın demokratikleşmesi için Irak’la böyle şey etseydi, o yüzde 40’ı da kaybetmeyecekti. Oralar da Kürtlerin etkisinde olacaktı. Hatta bütün Irak’ın demokratikleşmeye ihtiyacı var, böyle bir ülke Kürtlerin etkisine girecekti. Ama tabii KDP, ortaya çıkan bazı imkânlar, kazanımlar denen veya askeri ve siyasi hakimiyeti denilen yerin yüzde 40’ını kaybetti.
KDP TEPKİSİZLİKTEN CESARET ALIYOR’
Bu işgal saldırısına ve derin işbirlikçiliğe karşı tepkiler her geçen gün artıyor. Bu tepkilerin büyümesinin ve daha etkili hale gelmesinin Kurdistan’ın özgürlüğü, geleceği açısından önemi nedir?
En başta şunu söyleyeyim. Böyle olmaz. KDP’nin yaptığı bir ihanet. Bu normalleşiyor. Bu çok kötüdür. Kürt tarihi için, Kürt toplumu için en tehlikeli durum bunun normalleşmesi, sıradanlaşmasıdır. Bir ağacın kurdu gibi yurtseverliği tüketir, yurtseverliği yer, mücadeleyi zayıflatır. Kürt’ün ulusal duygularını yıpratır, zayıflatır. Kürtler büyük mücadele vererek bu kadar fedakârlık yapıyor. Mücadele ölçülerinin yaşam ve mücadele felsefesi yükseliyor. Ama KDP’nin yaptıkları bunları yıpratıyor, zayıflatıyor, tırpanlıyor, kemiriyor. Bu çok tehlikeli. Kürt’ün duygusunu bozuyor. Ulusal reflekslerini bozuyor, zayıflatıyor. Bunun gelecekte hangi sonuçları doğuracağını bütün Kürtler düşünmeli.
Bu bakımdan herkes tutumunu açık, net koymalı. Özellikle aydınlar, sanatçılar, bunlar tutum koymalı. KDP, tutum zayıflığından bu kadar işbirlikçilik yapıyor, ihanete bu kadar batıyor. KDP’ye karşı tutum koymayanlar da biraz bundan sorumludur. Böyle olabilir mi? Bu kadar işbirlikçilik, bu kadar ihanet olacak; buna tutum konulmayacak. O zaman KDP de yapar yani. Diyor, bazıları beni böyle görebilir ama bazıları da beni böyle görmüyor diyor yani. Kendi ihanetini gerekçelendiriyor. Bu bakımdan daha açık, net tutum konulması lazım. Bunun önüne ancak böyle geçilir. Kürt halkının önüne geçme gücü var. Aslında KDP’nin tabanı da rahatsız. Ama aydınlar, sanatçılar bir genel tutum koyamadığı için onlar da çok fazla tepki gösteremiyorlar. Çünkü tepki gösterdiğinde bastırıyorlar. Onlarla sınırlı kalıyor. Hewlêr’de de tepki konulmalı, Süleymaniye’de, Ranya’da, Bakurê Kurdistan’da, Rojhilat’ta da tepki konulmalı. Evet, Rojava koyuyor. Rojava, KDP’ye karşı, KDP’nin ihanetine karşı tutumunu açık koyuyor. Bu konuda en net açık tutumu koyan gerçekten de Rojava’dır. Çünkü KDP, Rojava’ya da düşmanlık yapıyor. Efrîn, Serêkaniyê’nin işgal edilmesinde de KDP’nin sorumluluğu var. Bu bakımdan bu durumu durdurmak için hem halkın her yerde KDP’ye karşı tutum koyması lazım; Bakur’da, Avrupa’da, Başûr’da, Rojava’da… Ama bunun yanında aydınlar, sanatçılar, diğer Kürt örgütleri, Kürt grupları… Gerçekten diğer Kürt gruplarının yaklaşımına bakıyorsun, onların ölçülerinin ne kadar zayıf olduğunu görüyorsun. Bu gerçekten herkes için kötü bir durum. Bu durumdan o partilerin de çıkması gerekiyor.
‘KÜRT HALKINA SAVAŞ HERKESE KARŞI SAVAŞTIR’
Kürtlere karşı bugün yoğunlaştırılan topyekûn tasfiye saldırıları özellikle 24 Temmuz 2015 tarihinde başladı ve 10. yılına giriyoruz. Bu 10 yıllık kesintisiz savaş ve sizlerin direnişi Kürt halkına, dostlarına ve özellikle de düşmanlarına neyi gösterdi?
Bu 10 yıllık savaş, aslında Önderliğin üzerinde 5 Nisan’da başlayan ağır tecritle başladı. Oradan başlatmak lazım; 5 Nisan’dan. Ve 5 Nisan’dan itibaren AKP iktidarı kendini ayakta tutmak için DAİŞ’le ittifak yaptı. Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için DAİŞ’le ittifak yaptı. 7 Haziran seçim öncesi Amed’deki bombaların patlaması, Suruç Katliamında 33 düş yolcusunun katledilmesi, Ankara Gar’da 110 civarında insanın katledilmesi, yüzlercesinin yaralanması… Yine başka yerdeki DAİŞ katliamları, işte Antep’te bir düğünü bastılar, Kürt düğününde katlettiler. AKP iktidarı böylelikle Kürt mücadelesini, Kürt halkının mücadelesini zayıflatmak istedi. Ürkütmek, korkutmak, sindirmek istedi. Sadece Kürtlere karşı değil, demokrasi güçlerine karşı da savaş açtı.
Bu on yılda öğrenilecek en önemli şeylerden biri, Kürtlere karşı savaşın aynı zamanda demokrasi güçlerine karşı savaş olduğudur. Kürtlere karşı savaş başladığı an, demokrasi güçlerine karşı da savaş başlar. Bunu gördük. Zaten işte 24 Temmuz’da onlarca uçakla saldırı başlattılar. Savaş öyle başladı ya. Zaten Davutoğlu demedi mi, bir yıl önce hazırlandık. Ondan önce Çöktürme Planı var. Milli Güvenlik Kurulu kararları var. Önder Apo önünü almak istedi aslında. Dolmabahçe Mutabakatı öyle ortaya çıktı. İşte onunla önünü almak istedi ama devlet, Erdoğan’la ittifak yaptı ayakta kalmak için. DAİŞ’le ittifak yaptı, MHP’yle ittifak yaptı. İşte Ergenekon davasında yargılanan askerlerin bir kısmını bırakarak onlarla ittifak yaptı. Böylelikle mücadelemize karşı bir savaş başlattı. Demokrasi güçlerine karşı savaş başladı.
Burada şunu görmek lazım. Kürtlere yönelik savaş, herkesin gerçek yüzünü ortaya koydu. AKP nedir, MHP nedir, Türk devleti nedir? Türk devletinin Kürtlere yaklaşımı nedir? Bunu ortaya koydu. Bu yönüyle önemli bir Kürt bilinçlenmesinin gerçekleşmesini sağladı. Yine Türkiye’de çarpık bir demokrasi anlayışı vardı. Türkiye’deki o çarpık demokrasi anlayışının doğru demokrasi anlayışı haline gelmesinde bu on yıllık saldırının epey katkısı oldu. Demokrasi güçleri anladı ki Kürtlere saldırı, demokrasi güçlerine saldırıdır. Kürt sorunu çözülmeden demokrasi gerçekleşmez. Çünkü Kürtler yararlanmasın diye demokrasi güçlerine saldırılıyor. Demokrasi düşmanlığı yapılıyor. Demokrasi düşmanının nedeni, Kürtler yararlanmasın diyedir. Çünkü demokrasi olursa Kürtler yararlanır tabii. Bu önemli bir bilinç yarattı.
Öte yandan biz Üçüncü Dünya Savaşı’nın uzun süredir başladığını söylüyoruz. Öyle Üçüncü Dünya Savaşı başladı, başlayacak değil; başlamıştır, sürüyor. Ama 3. Dünya Savaşı, 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı’ndaki bir parametreyle anlaşılırsa tabii ki yanlış değerlendirilir. 3. Dünya Savaşı, dünyanın ekonomik, siyasi, toplumsal koşullarına uygun biçimde, ona dayanarak gelişiyor. Yeni dünya gerçeğinin Üçüncü Dünya Savaş biçimi, işte günümüzdeki gibidir. Bundan Türk devleti yaralanmak istedi. Güya bunu yaşayacak, Kürtleri ezecek, Rojava devletini bastıracak. Misak-ı Milli sınırlarına ulaşacağım, diyor. Evet, Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmak istiyor. Aslında Misak-ı Milli’nin kabul edildiği Sivas Kongresi sırasında Kürt inkârcılığı yok. Türk devleti, Kürt inkârcılığını aslında Lozan’da, İngilizlerin dayatmasıyla, Misak-ı Milli’den, yani Kerkûk ve Musul’un Irak’a bırakılması karşılığında Kürt soykırımını bunlara kabul ettirdi. İngiltere’ye, Fransa’ya… Yani Musul ve Kerkûk’ün bırakılması karşılığında Kürtleri soykırıma uğratma şeyini elde etti. Şimdi diyor, 100 yıldır o zaman yapamadık, şimdi koşullar var. Şimdi Musul, Kerkûk’e ulaşmak istiyor. Bunu açık söylüyor yani. Devlet Bahçeli açık söyledi. AKP, Erdoğan ‘Irak’ta yaptığımız yanlışlığı Rojava’da yapmayacağız’ dedi. Ne demektir yani? Bir yanlışlık yaptık, düzelteceğiz. Yani Irak’taki yanlışlığı. Bunlar ortaya çıktı, yani bu politikalar görüldü. Bu yönüyle dünyada da herkesin gerçeğinin ne olduğu anlaşıldı. Aslında Kürt savaşı öyle bir savaş ki, Türkiye’de kimin ne mal olduğunu ortaya koyuyor. Orta Doğu’da kimin ne ayarda olduğunu ortaya koyuyor. Dünyada kimin ne zihniyette, ne ayarda olduğunu koyuyor. Öyle Kürt mücadelesinin böyle bir özelliği var. Bu on yılda bunu da gördük.
Bu yönüyle bu on yıllık süreç, tabii ki bizim için büyük mücadele oldu. Baskılar oldu, zulüm oldu. Türkiye’de faşizm kurumsallaştı ama buna karşı da halkımız bir mücadele içine girdi. Aslında Türk devleti gerçeğini derinliğine gördü. Aslında 2013-2014 döneminde biraz böyle sanki kolay yollardan çözülür gibi bir anlayış topluma kadar sirayet etmişti. Böyle bazı yanılgılar ortaya çıkmıştı. O günden bugüne yapılan saldırılar, aslında Türk devlet gerçeğini, zihniyetini ortaya koydu. Bu yönüyle de bu on yıllık süreçte bütün saldırılara rağmen ayakta kalmamız, gelecekte büyük başarı elde edeceğimizin sonucudur. Böyle saldırılar karşısında direnenler büyük başarıları elde ederler. Böyle büyük saldırı karşısında sonuç alamayanlar sonunda çökerler. Şu anda aslında Türk devleti saldırılardan sonuç alamamıştır. Biz ise bütün saldırılar karşısında direnmişiz. Bu, gelecekte bizim açımızdan önemli kazanımlar ortaya çıkaracak. Türk devleti açısından da hesapların boşa çıktığı bir süreç olacaktır.
‘ROJAVA DEVRİMİ ÖNDERLİK DEVRİMİDİR’
19 Temmuz 2012’de gerçekleşen Rojava Devrimi’nin yıl dönümünü yaşıyoruz. Bu devrim büyük bedeller ödenerek 12. yılını doldurdu. Rojava Devrimi Orta Doğu ve dünya insanları açısından nasıl bir rol oynuyor?
Rojava Devrimi’ni 19 Temmuz’dan bugüne ayakta tutan on binlerce şehidi minnetle, saygıyla anıyorum. On binlerce gazimizi de selamlıyorum. Gerçekten Rojava Devrimi büyük bir devrim oldu. Çok önemli bir devrimdir. Gelecekte bunun önemi daha da anlaşılacak. Bir söz var. Fuat arkadaş her zaman belirtiyor; o mahiler ki derya içinde yüzerler, deryayı bilmezler. Şimdi Rojava Devrimi’nin büyüklüğünü, Rojava Devrimi’ni gerçekleştirenler, içinde olanlar bile yeterince kavramamış durumdadır. Bu daha da kavranacaktır. Tabii ki Rojava Devrimi bir önderlik devrimidir. Bunun herkes tarafından görülmesi gerekiyor. 20 yıl Önderlik burada mücadele etti. Rojava halkını eğitti, Kürtleri eğitti. Yeni bir zihniyet, yeni bir yaşam, yeni bir mücadele felsefesi ortaya çıkardı. Bu nedenle, bu yeni yaşam ve mücadele felsefesi, yeni Kürt kişiliği sonucu binlerce Kürt genci, kadın ve erkeğiyle gerilla saflarına koştu. O da toplumu etkiledi. Yani şunu söylemek istiyorum; Önderliğin çabaları olmasaydı, Rojava Devrimi olmazdı. Rojava Devrimi, Önderliğin yarattığı halk gerçeği üzerinde şekillenmiştir. Bu gerçeğin görülmesi gerekiyor. Öyle Suriye krizinden dolayı hemen gerçekleşmezdi. Önderliğin yarattığı zemini herkes bilmeli.
Tabii Rojava Devrimi, bizim açımızdan da, insanlık açısından da Önderliğin düşüncelerinin pratikleşme imkânı bulduğu bir alandır. Evet, bir teori ortaya koyarsın, bir ideoloji ortaya koyarsın. Bunun propagandasını yaparsın. Bu önemli tabii, etkiler. Ama bunun ne kadar doğru, iyi, gerçekçi olduğu, gerçekten insanlık açısından topluma yararlı olduğu ya da Kürt halkı için yararlı olduğunu nerede göreceksin? Pratiğinde göreceksin. Bu bakımdan Rojava Devrimi, Önder Apo’nun düşüncelerinin, duygularının, felsefesinin, paradigmasının pratikleşmesi açısından çok önemli bir uygulama alanıdır. Şunu söyleyebiliriz. Önderliğin düşünceleri, paradigmaları tam uygulanıyor mu? Hala yetersizlikler var., tam uygulanmıyor ama uygulandığı kadarıyla bile toplumu değiştirmiştir, dünyayı etkilemiştir. İşte kadın devrimi, demokratik ulus anlayışı, iktidarcı olmayan zihniyet… Bunlar çok önemli. Kuşkusuz Rojava’da hâlâ iktidarcı zihniyet var ama fakat Önderliğin paradigması onu törpülüyor. İktidarı hedeflemeyen bir devrim ortaya çıkıyor, bir yaşam, bir yönetim biçimi ortaya çıkıyor. Öyle istese de Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de bir yönetim halkın üzerinde şey olamaz yani. Devlet gibi yaşayamaz. Çünkü bu paradigmayla eğitilen halk var. Paradigmayla şekillenen bir Rojava Devrimi var. Bu bakımdan Rojava Devrimi gerçekten çok önemli. Hele özellikle de Orta Doğu’da böyle bir devrimin gerçekleşmesi… Büyük bir aydınlanma ifade ediyor. Orta Doğu, Rönansans’ın reformunu gerçekleştiriyor. Orta Doğu’daki birçok tabuyu kırıyor, dar milliyetçilik anlayışını kırıyor, bu fanatik dincilik anlayışını kırıyor. Bütün dinlerin bir arada yaşaması, bütün halkların bir arada yaşaması gerçeği ortaya çıkıyor. Bu çok önemli. Halkların, dinlerin, inançların, farklı kültürlerin bir arada yaşamasını sağlama anlayışının Orta Doğu’da kökleşmesi çok önemli. Yine kadının özgürleşmesi çok önemli. Devletler, iktidarlar kadın üzerine dayanarak iktidarlarını geliştirmişler. Bu bakımdan ilk devletin ortaya çıktığı, ilk sorunun ortaya çıktığı coğrafyada ister istemez tabii kadın üzerindeki egemenlik de katmerleşiyor. İlk burada şekillenmiş. Bu bakımdan kadın devrimi onu da alt üst ediyor. Orada da büyük bir devrimci gelişme yaratıyor. Bu bakımdan Rojava Devrimi gerçekten çok önemli.
Toplum değişmiş, etkiliyor. Yeni zihniyet ortaya çıkarıyor. Rojava’da bunu görüyoruz. Eksiğiyle, yetersizliğiyle olsa da tabii ki bir topluma ait, yani toplum üzerinde zulüm, baskı kurmak isteyen böyle bir iktidar gücü yok. Evet, biraz iktidarcı anlayışlar var, o tür yaklaşımlar var ama yine de orada bilinçlenmiş toplum, demokratik toplum, kadın özgürlüğüne dair toplum, kadınların orada önemli bir etkisi var. Bu çok önemlidir. Bu her şeyi değiştirir. Kadın özgürlüğünün böyle bir gücü var. Diğer özgürlük alanlarına benzemiyor. Diğer demokratikleşme alanlarına benzemiyor. Kadın özgürlüğü, kadın demokratikleşmesi bütün yaşamı, her alanı etkiliyor, değiştiriyor. Bu bakımdan önemli değiştirici güç. Onu da zaten görüyoruz. Dünya bundan etkileniyor. Şunu söyleyebilirim. Tabii Önderlik paradigması değiştirdi. Ama Rojava Devrimi de buna büyük etkide bulundu. Dünyada kadın özgürlük çizgisi hareketi, diyelim son 10 yılda, 20 yılda yeni bir aşamaya ulaştı. Eğer Önderlik paradigması olmasaydı, bunun Rojava’daki böyle somut pratikleşmesi olmasaydı, kadın özgürlük hareketinin bu kadar hızlı gelişmesi gerçekleşmezdi. Şu anda dünyada böyle kadın hareketi çok yoğun, ivmeli bir mücadele çizgisi ortaya koyuyor. Giderek toplumları daha fazla her yerde etkilemeye çalışıyor. Bunda tabii Rojava Devrimi’nin etkisi de var. Bu yönüyle tabii ki Rojava Devrimi’ni güçlü sahiplenmek lazım. Önderlik paradigmasıyla şekillendirmek lazım. Tabii bunun da en başta düşmanları da var. Türk devleti düşman. Buna büyük bir direnme hazırlığı olması lazım. Savaş hazırlığı olması lazım.
Önderlik daha ilk dönemlerde, ‘savaş hazırlığında olacaklar’ dedi. Hatta binalar, yüksek şeyler yapıyorlar deyince, ‘nedir bunlar’, dedi. ‘Savaşa hazırlanın. Bütün her şeyinizi savaşa göre şekillendirin’ dedi. Bunun yapılması gerekiyor. Toplumun böyle bir mücadeleye hazırlanması gerekiyor. Rojava Devrimi ancak topluma dayanarak, topluma dayanan bir mücadeleyle ayakta tutulabilir. Sadece YPG savaşacak, YPJ savaşacak, QSD savaşacak, öyle olmaz yani. Bunu aşan bir mücadele ve direniş çizgisinin ortaya konulması gerekir.
Önemlidir. 12 yıl çok uzun bir zaman. Düşünün, Mahabat Cumhuriyeti 6 aydı. Şimdi bu, 24 tane 6 ay geçti. Tabii bu, toplumda büyük bir değişiklik, büyük bir gelişme yarattı. Toplum özgürlüğün tadını da aldı. Kendi kimliğiyle, kültürlü yaşamanın tadını da aldı. Bu bakımdan her türlü saldırıya karşı direnerek Rojava Devrimi’ni koruyacaktır.
‘ERDOĞAN’IN ESAD’LA GÖRÜŞME İSTEĞİ BAŞARISIZLIĞIN İTİRAFIDIR’
Rojava Devrimi’nin ciddi düşmanlarının olduğuna değindiniz. En tehlikelisinin de Türk devleti olduğuna her zaman dikkat çekmiştiniz. AKP-MHP faşizminin Rojava’ya yönelik işgal saldırıları halen devam ederken Erdoğan-Esad görüşmesi bir daha gündeme girmiş durumda. Kuzey ve Doğu Suriye işgal tehditleriyle faşist şef Erdoğan’ın Esad’la tekrar görüşme talebinde bulunmasını nasıl bağlantılandırmak gerekiyor?
Gerçekten gülünç, ibretlik bir şey. Erdoğan, Suriye’de kriz çıkınca hemen müdahale etti. Suriye’de devletin, yani rejimin, Esad hükümetinin yıkılması, yerine kendisiyle ilişkideki İhvan-ı Müslim bir hükümet olmasını hedefledi. Bunun için hemen her türlü şeyle Suriye’ye müdahale etti. Suriye’deki iç savaşı bu kadar derinleştirdi. Suriye devletinin bu kadar hızlı hemen yıkılmasını istemesinin bir nedeni de, Kürtler yararlanmasın, kendilerine bağlı bir devlet oluşsun, o Kürtleri de ezsin diyeydi. Böylelikle iki amacına birden ulaşacaktı. Suriye’deki iç savaşın derinleşmesi, işte İdlib’in işgal edilmesi, Efrîn’dir, Serêkaniyê, Bab, Cerablus, her tarafı Türk devleti yaptı. Türk devleti yıkmak, ortadan kaldırmak istiyordu. Kendine bağlı bir iktidar olmasını istiyordu. Bu bakımdan her türlü düşmanlığı yaptı. Ve şimdi kalkmış, hiç bunları yapmamış, Suriye’yi yıkmamış, büyük bir yıkımı gerçekleştirmemiş, en büyük düşmanlığı yapmamış, Esad’a her gün küfür etmemiş gibi… Şimdi diyor, ben Esad’la görüşebilirim. Niye? Politikası başarısız oldu. Sonuç alamadı. Sonuç alamadığı için bunu söylüyor. Bu aslında Suriye politikasının başarısız olduğunun itirafıdır. Bu kesin. Böyle itiraf ediyor. Diyor, ‘yine kardeş olabiliriz’. Bir ara Esad Türkiye’ye geldi. O eşiyle, Esad’ın eşi Esma’yla resimler verdiler. Ondan sonra Avrupa’da Schengen var ya; ‘Avrupa’nın Schengen’i varsa bizim de Şamgenimiz var’ dedi. Yani neredeyse Avrupa Birliği gibi Suriye ile Türkiye birleşecekti. Sonra ne oldu? Böyle oldu. Esad, Erdoğan gerçeğini biliyor. Türk devleti gerçeğini biliyor. Gerçekten Türk devletinin politikasında ahlak yok, vicdan yok, hiçbir şey yoktur. Kendi çıkarı söz konusu olduğunda her şey teferruattır. Öyle de söylüyorlar. Vicdan da teferruattır, ahlak da teferruattır. Kardeşlik, her şey teferruattır. Din, iman da teferruattır. Zaten Erdoğan’ın dini, imanı yok, dinsiz bir adamdır. Hiçbir ahlaki değeri yoktur yani. İktidar dışında başka bir şeyi yok. Böyle bir adam. Esad bunu biliyor. Yani bilebilecek durumdadır.
Şimdi Erdoğan bunu niçin yapıyor? Esad’la görüşeyim, Kürtleri ezeyim, Kürtleri tasfiye edeyim Esad’la birlikte. Onun planı, esas hedefi bu. Ama şu var. Esad’ın babasının bir Kürt politikası vardı. Kürtler, Suriye’de kriz çıktıktan sonra Suriye’yle savaşmadılar. Suriye’yle hiçbir savaş yürütmediler. Evet, kendi bulundukları yere hakim oldular. Çünkü hakim olmasalardı, El-Nusra hakim olacaktı her yere. DAİŞ hakim olacaktı. El-Nusra’nın, DAİŞ’in hakim olduğu bir yerde de Suriye devleti mi kalırdı ortada? Beşar Esad mı kalırdı? Onun için Besê arkadaş dedi ya, rejimin hayatta kalmasını Kürtler sağladı. Evet Kürtler sağladı. Eğer Kurdistan’a, Rojava’ya, Kuzey ve Doğu Suriye’ye Kürtler hakim olmasaydı ortada Suriye rejimi, Hafız Esad yönetimi, Baas falan kalmazdı. Bu gerçeği bilmiyor mu Beşar Esad? Biliyor. Şimdiye kadar Kürtlerle herhangi bir savaş yürütmediler. Kavga etmediler yani. Kürtler hakim oldukları zamanda bile askerleri aldılar, evinize gidebilirsiniz, dediler. Herkes; memurlar, askerler evlerine gittiler.
Evet, gerçek böyle. Şimdi baba Esad’ın bir Kürt politikası var. Beşar Esad Kürtlere düşmanlık yaparak ne kazanacak yani? Kaybeder. Suriye devleti Kürtlere düşmanlık yaptığı zaman kaybetmiş demektir. Kürtlere düşmanlık yaptığı zaman, Erdoğan işte o zaman amacına ulaşır. Savaşla ulaşmadığı amacına öyle ulaşır. Ortada Suriye, Beşar iktidarı, Baas kalamaz. Açık yani.
Bu yönüyle Suriye rejiminin iyi düşünmesi lazım. Kürtlerle sorunlarını ulaşarak, tartışarak, görüşerek çözmeleri gerekir. Zaten böyle görüşüyorlar da. Bizim bildiğimiz Suriye rejimiyle Kürtler sık sık görüşüyor. Hatta 12 yıldır. Hiçbir zaman bu ilişki, görüşme eksik olmamış. Suriye yönetimindekiler Beşar’la da görüşmüşler, Beşar’ın yardımcıları da görüşmüşler. Ama tabii şimdiye kadar herhangi bir çözüm bulunamamış. Ama görüşüyorlar. Sürekli görüşme imkanları var. Şu anda öyle çok ciddi bir düşmanlık, birbirine karşı düşmanca şey yok. Zaman zaman Suriye rejiminde propaganda amaçlı, işte bu duruma gelmemizin nedeni işte Amerika’dır, işte Kürtler Amerika’yı getirmiş gibi gerçekçi olmayan, sadece propaganda amacı, Kürtleri suçlamaya yönelik bazı söylemlerde bulunuyorlar. Ama bunların gerçekçi olmadığını onlar da biliyor. Kürtlerin yaklaşımını onlar da biliyor. Bu bakımdan biz Suriye rejimine, Beşar Esad’a, onun yönetimine tavsiyemiz, PKK olarak Önder Apo ile Hafız Esad’ın yıllarca dostluk yaptığı bir hareketin temsilcileri olarak Kürtlerle sorunlarını uzlaşma içinde çözmesini istiyoruz. Tabii Kürt yönetimi de böyle yaklaşmalı. Kürt yönetimi de sorunlarını Suriye ile çözmeli. Bunu derken tek taraflı değil; hem Suriye rejimi çözüm konusunda adımlar atmalı hem de Kürt yönetimi de, oradaki Kürt tarafı da, Kuzey Doğu Suriye’deki yönetim, Araplar, Süryaniler de bir çözüm yaklaşımıyla rejime gitmeliler. Ama eskisi gibi olmaz yani. Kürtler temel haklarını istiyorlar. Kimliklerinin tanınmasını istiyorlar. Dillerinin, kültürünün tanınmasını, ana dilde eğitim istiyorlar. Yerel demokrasiden, yani kendi bulundukları yerleri kendilerinin yönetmesini istiyorlar. Bu yönüyle karşılıklı tartışmalarla sonuca varabilirler. Bu yönüyle Suriye için çözüm Türkiye ile anlaşma değil. Evet, Türkiye ile görüşebilirler. Türkiye çıkmalı, öyle diyor, çıksın diyor. Türkiye’ye çıksın diyor, Türkler de şunu diyor, ön şart. Yahu ne ön şartı? Sen işgal etmişsin. Yani bu ön şart olur mu? Sen işgal etmişsin, çıkacaksın! Bir kere görüşmelerin başlaması demek, çıkılması gerektiğini ortaya koymak demektir. Ben çıkacağım demektir yani. O zaman niye görüşüyorsun? Bu bakımdan Beşar Esad’ın Türk devletine çık demesi, bırak demesi doğru bir tutumdur. Böyle ön şart falan değildir. En makul, en doğal, en uluslararası hukuka göre hakkıdır. Bunu söyler. Türk devleti bir yerde bir şey olduğu zaman kıyamet koparıyor. Kendisi gitmiş, işgal etmiş. Çık diyorlar, yok diyor. Ön şartmış. Tabii çıkması gerekiyor. Çıkmadan nasıl anlaşma olacak? Anlaşılıyor ki, Türk devleti o işgalini de pazarlık şeyi yapmaya çalışıyor. Yine şantaj. Şantajcı devlet yani. Gerçekten Türk devleti şantajcı devlet. Avrupa’ya, ABD’ye, Rusya’ya şantaj yapıyor. Irak’a, herkese, Araplara şantaj… Ama şöyledir; şantaj politikası bir gün duvara çarpar ve çok büyük kaybederler. Bu bakımdan ben öyle Esat-Erdoğan görüşmesinin hemen sonuçlanacağını ya da Esad’ın Kürt düşmanı temelinde Türkiye ile anlaşacağını düşünmüyorum. Daha doğrusu düşünmek istemiyoruz. Biz Beşar Esad’ın sağduyulu davranarak Kürtlerle sorunlarını demokratik temelde çözeceğine inanıyoruz.