23 Mayıs 2013 Perşembe Saat 00:07
Savunmamın temel tezi, Avrupa uygarlık sisteminin, geleneksel hegemonik sistemlerin kapitalizm temelinde dönüşüme uğramış devamı niteliğinde olduğuna ilişkindir. Mezopotamya kökenli beş bin yıllık merkezî uygarlık sisteminin son beş yüz yılı, Avrupa coğrafyasına dayalı bazı öncü güçler tarafından kurtuluş ve saldırı stratejisi temelinde yeni bir dünya-sisteme dönüştürülmüştür. Uygarlık sistemlerinin hepsinde geçerli olan temel özellikler Avrupa modernitesi için de geçerlidir. Birincisi, rekabet ve hegemonya ikincisi, merkez-çevre üçüncüsü, konjonktürel ve yapısal bunalım süreleridir. Yine her uygarlık sisteminde içerilmiş olarak yaşayan hegemonik güçlerle demokratik-eşitlikçi güçler Avrupa modernitesi için de geçerlidir. Temel çelişki bu iki güç arasında olup, her gücün kendi içinde de tali çelişkileri tarih boyunca var olagelmiştir. Aralarındaki mücadeleden genellikle hegemonik güçler başarıyla çıkmışlardır.
Kapitalizm ilk defa Avrupa uygarlığında (modernitesinde) dünya-sistem haline gelmiştir. Bu güce ticaret, finans ve sanayi üzerine tekel kurarak, ulus-devlet tarzını örgütleyerek ve endüstriyalizmi süreklileştirerek erişmiştir. Merkezî uygarlık olabilmeyi ağırlıklı olarak Ortadoğu’dan ikame ederek, tali düzeyde de Çin, Hindistan, Amerika ve Afrika’yı sömürgeleştirerek ve bağımlı kılarak başarmıştır. Avrupa modernitesinin dayandığı üçlü sacayağı, varlık nedeni oldukları toplumsal sorunları çözme yeteneklerini iyice kaybetmiştir.
Modernitenin esas dayanağı olan kapitalizmin kendisi kriz nedenidir. Azami kâr kanununu esas aldığı için, toplum ve çevrenin temel ihtiyaçlarını ve ekolojisini göz ardı ederek işlediğinden hiçbir zaman krizden kurtulamaz. Aşırı üretim ve kıtlık hep iç içedir. Modernitede ulus-devlet olarak yeniden şekillenen iktidar, kendisini toplum aleyhine azami çoğaltmayı faşizme kadar tırmandırarak, sistemi süreklilik kazanan bir iç ve dış savaş rejimine dönüştürür.
Sürekli kriz hali ancak sürekli savaş haliyle sürdürülebilir. Avrupa modernitesinin bağrında geliştirilen sanayi devrimi, sadece ilk iki sacayağını besleyerek krizin daha derinlik ve yoğunluk kazanmasını sağlar. Mahşerin üç atlısı gibi çalışan sistem, doğuşunda filozof Hobbes tarafından dillendirilen “İnsan insanın kurdudur yargısına yol açtı. Çöküş sürecinde ise birilerinin kurdu olmaktan çıkıp, kendi yavrularını yemekten başka çaresi kalmayan kurtlar haline geldi. Ahlâkî ve politik toplum ile çevrenin tüketilişi ancak böyle yorumlanabilir. Günümüz finans kapital krizi, modernitenin yapısal krizinin en belirgin yüzeye vurmuş halidir. ABD kaynaklı olması, başta AB olmak üzere her alanda hızla küreselleşmesi, modernitenin dünya-sistem olmayı tamamladığını kanıtlar.
Dünya-sistemde yaşanan sadece finans krizi değildir kapitalizmin yapısal krizinden daha fazlasını ifade eder. Söz konusu olan beş bin yıllık uygarlık krizidir. Finans alanında yansıması, nasıl toplumsal gerçeklerden kopmuş ve anlamını yitirmiş bir sanal dünyanın oluştuğunu gösterir. Tarihin hiçbir döneminde sanal kılınmış bir soygun sistemi bu büyüklükte (600 trilyon Dolar tahmin ediliyor) inşa edilmemiştir. Bu gerçeklik ancak uygarlık sisteminin tarihsel ve güncel büyüklüğü ortamında oluşabilir. Günümüz krizinde özgün olan üç katmanlı yapısıdır. Genelde beş bin yıllık merkezî uygarlık ile özelde beş yüz yıllık kapitalist uygarlık, konjonktürel olan finansal kriz somutunda iç içe ve yapısal olarak yaşamaktadır.
Bu kriz somutunda bazı güçlerin durumu şöyle özetlenebilir:
a- Amerika Birleşik Devletleri: ABD, sistemin hegemonik gücü olarak, yapısal krizden kendini restore etmiş olarak çıkma yeteneğini gösterebilecektir. Ama bu çıkış kendisini hiçbir zaman 20. yüzyıldaki hegemonik gücüne eriştiremeyecektir. Hegemonyasını başta AB ve Japonya olmak üzere daha fazla güçle eskisinden daha fazla oranda paylaşarak sürdürmeye çalışacaktır. ABD hegemonyası sadece Britanya İmparatorluğu’nun bir devamı ve İngiltere’nin stratejik müttefiki olarak kalmamak, aynı zamanda onun demokratik geleneğini de devam ettirmek durumundadır. ABD gücünü sadece hegemonik unsurlardan değil, çok sayıda ve farklılık arz eden demokratik gelenekli grupların gücünden de almaktadır. Denilebilir ki, ABD, merkezî uygarlık sisteminin maddi ve manevi kültür birikimini başarıyla temsil ettiğinden ötürü hegemondur. Dolayısıyla kendini restore etme olanakları fazladır. Krizden yeni bir yapıyla çıkma şansı mevcut güç mevzilenmesiyle olası görünmemektedir. Restorasyon döneminde hegemonik savunmaya ağırlık verecektir. Mevziî saldırılar dışında topyekûn bir saldırıyı sürdürme yeteneğinde değildir.
b- Avrupa Birliği: AB ülkeleri merkezî uygarlık sistemindeki kapitalist dönüşümün sahipleri olarak ağırlıklarını sür-dürmeye devam edeceklerdir. ABD’nin stratejik müttefikliğini sürdüreceklerdir. Fakat esas restorasyonu, hatta reformasyonu AB ülkeleri yapmak durumundadır. Kapitalizmi, ulus devletçiliği ve endüstriyalizmi en çok reforme edecek güçler bu ülkelerde ortaya çıkacaktır. Çünkü modernitenin beş yüz yıllık tarihi bu ülkeler grubunda derinliğine yaşandı. Hastalık neredeyse orada tedavi edileceğinden ötürü bu böyledir. AB’nin kendisi zaten her üç sacayağında da reform ihtiyacından kaynaklanmıştır ve onun ürünüdür. AB somutunda kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizm sınırlı da olsa sosyalizm, de-mokrasi ve çevrecilik lehine reformdan geçirilecektir. Atılmakta olan adımlar giderek hızlanacaktır. AB tüm iletişim dünya-sında en çok bilen ve duyan güç olarak, bu reformlar olmadan modernitesini eskisi gibi sürdüremeyeceğinin farkındadır. Zaten yaşadığı son beş yüz yıllık modernite deneyimi kendisi için son derece öğreticidir. O halde ABD’nin restorasyonla, AB’nin de reformasyonla sistemik krizden birlikte çıkış yapmaları güçlü olasılıktır. AB’den de yeni bir sistem çıkışı beklemek gerçekçi değildir. Yeni sistem konusunda yeni bilim ve felsefi çıkışta vazgeçilmez öğretici bir merkez rolünü oynayabilir. Fakat yeni sistemin olası güç ve hareketlerinde sınırlı rolde kalıp, başat rol oynayamayacaktır.
c- Japonya: ABD hegemonyasının Doğu Asya’daki birincil müttefiki Japonya, yapısal krizden en çok etkilenen güç ko-numundadır. Restorasyon ve reformasyon yapmakta en çok zorlanan güçtür. Son derece tutucu özelliklere sahiptir. ABD’nin her koşulda müttefiki olmaya devam edecektir. Güney Kore, küçük Japonya rolünü devam ettirecektir.
d- Çin: Doğu Asya’nın eski uygarlık merkezlerinden birine sahip olan Çin, liberalizm ve reel sosyalizm senteziyle özgün bir kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizm deneyimini yaşamaya çalışıyor. Avrupa merkezli moderniteden çok farklı bir oluşum sağlaması beklenemez. Tersine, onun Almancı biçimi (Prusyalı) diyebileceğimiz en gerici türünde yetkinleşmeye çalışacaktır. İdea edildiği gibi, yeni bir hegemonik güç merkezi olarak ABD’nin yerini tutması beklenemez. Giderek liberal-leşme denen sınırlı bir kapitalist reformu yaşaması beklenebilir. Ulus-devletçiliği ve endüstriyalizmi katı biçimde yaşamaya devam edecektir. Başka türlü kapitalist kalkınmayı sürdüremez. Demokratik-sosyalist bir dönüşüm olasılık olarak gündeme girebilir. Bu olasılığı daha çok kapitalizmin yapısal krizi derinleştiğinde öngörmek gerekir. Vietnam ve Kuzey Kore’yi küçük bir Çin olarak değerlendirmek mümkündür.
e- Hindistan, Rusya ve Brezilya: Hindistan, Rusya ve Brezilya gibi hegemonik sistemle tam bütünleşmemiş, ama ba-ğımsız bir hegemonik merkez olmayı da başaramamış ülkelerin uzun vadede bu konumlarını aşabilmeleri zor bir olasılıktır. Esasta kapitalist moderniteyi yaşamaktadırlar. Çin gibi yetkinleşmeye çalışmaları en güçlü olasılıktır. Özgün ve yeni bir sistem oluşturma yetenekleri yoktur. Nitekim reel sosyalizmde bunu deneyen Rusya’nın yetmiş yıl sonraki konumu, kapitalist modernite olmaktan öteye sonuç vermedi. Hindistan’da demokratik gelenekler daha çok öne çıkabilir. Brezilya’nın kaderi Güney Amerika’nın demokratik çıkışına bağlanabilir.
f- Güney Amerika: Güney Amerika yapısal kriz döneminde kendine özgü demokratik çıkışlar yapabilmektedir. Fakat bu ülkelerde güçlü oligarşik yapıların mevcudiyeti, bu yönlü gelişmeleri ciddi olarak engelleyebilir, hatta tersine çevirebilir. Üstelik burada demokratik çıkışın teorik ve pratik zemini fazla gelişmiş değildir. ABD hegemonyasına en çok direnebilecek ülkeler topluluğu olmakla birlikte, özgün demokratik-sosyalist bir sistem tutturmaları zor görünmektedir. Küba’nın genelleştirilmesi ABD ile bir savaşı gerektirebilir ki, kendi başlarına buna güç getirmeleri zayıf bir olasılıktır. Zayıflık, de-mokratik güçlerin öncülük düzeyindeki küçük burjuva zaaflarından kaynaklanmaktadır. Yine de Güney Amerika demokratik-sosyalist sistem arayışında en idealli güçlerle canlı bir laboratuar görünümündedir.
g- Afrika: Afrika’nın kendi adına söz söyleyebilme gücü halen oldukça sınırlıdır. Klasik sömürgecilikten ve kabilecilikten çıkış sürecini yaşamaktadır. Kaderi dünyanın kaderine, hangi tanrı veya halkçı güç hükmediyorsa ona bağlı olarak geli-şebilecek gibidir. Güney Amerika kadar bir sosyal laboratuar deneyimi yaşaması beklenemez. Umut vaat eden bir ana gibi değerlendirmek daha uygun olacaktır.
h- Ortadoğu: Ortadoğu’yu bir ülkeler topluluğu olarak değil, bir kadim kültür bölgesi gibi değerlendirmek daha anlamlı sonuçlar verebilir. Ne de olsa Doğu kültürünün orijinal ve temsili gücüdür. Daha doğrusu zeminidir. Merkezî uygarlığın dört bin beş yüz yıllık hegemonik gücüdür. Neolitik çağın on bin yıllık sahibidir. Avrupa’nın tüm maddi ve manevi kültür birikimlerini kendisinden aldığı bir uygarlığa bağımlı hale gelse bile, böylesi bir tarihin kolayca tükenmesi beklenemez. Avru-pa modernitesi son iki yüz yıldır Ortadoğu’ya yüklenmektedir. Avrupa kendi modernitesini dünyanın tümüne kabul ettirme başarısını göstermiştir. Günümüzde de çok canlı yaşandığı gibi, Ortadoğu’da benzer bir başarıya tam ulaştığı söylenemez. Avrupa, karşısında çok güçlü direnişçi devletler olduğu için zorlanmıyor. Böyle güçler olsaydı iş kolaylaşırdı. Direnen ve yenilmeyen, daha çok görünmesi zor kültür geleneğidir. Bölge kültürünün çağdaş temsilcisi geçinenler isteseler de, bu kültür Avrupa kültürüne dünyanın diğer bölgelerinde rastlandığı türden teslim olmayı reddediyor. Reddediş temsil gücünden ziyade, geleneklerin gücünden ileri gelmektedir. Fakat bu gelenek ne radikal İslam ne de reel sosyalizm olarak ifade buluyor. Ayrıca modernitenin kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizmi de gelenekle kaynaşma ve bütünleşme yeteneğinde değildir. Yaşanan tipik bir kaotik durumdur.
Tarihte ilk defa Büyük İskender’le Doğu-Batı sentezi yaşandı. Bunun beş yüz yıllık bir geleneği başarıyla temsil ettiği söylenebilir. Helenistik gelenek başarılı bir kültür olarak kendinden sonraki tüm uygarlıkları etkiledi. Musevi, Hıristiyan, İslam ve Hint kültüründe büyük izler bıraktı. Batı modernitesinin temel hamuru olmasını bildi.
Haçlı Seferleri (1100-1400) denilen dönemde, Avrupa (İskender hamlesi, özünde Grek kent kültürüyle Balkan kabile kültürünün gücüne dayanır) olarak Batı’nın krallıklar ve prensliklerin yükselişe geçtiği çağın gücü olarak Ortadoğu’ya yük-lendiğinde aynı başarıyı göstermesi beklenemezdi. Çünkü arkasındaki dünya, maddi ve manevi kültür olarak Ortadoğu’dan her bakımdan geriydi. Ancak kendisi için çok gerekli olanlar temelinde bu kültürel değerleri alabilirdi. Bunu da başarıyla becerdi ve kendi uygarlığını bu ikame kültürle yoğurarak yükseltti.
Batının Ortadoğu’ya yönelik son iki yüz yıllık saldırısı (Napolyon başlatmıştı, Britanya geliştirdi, ABD sürdürüyor) halen devam ediyor. Bu saldırı özellikle günümüzde Afganistan’dan Fas’a, Kafkasya’dan Orta Afrika’ya kadar birçok bölgede sıcak ve soğuk savaşlar halinde sürdürülüyor. Yaşanan, sistemin en zayıf halidir. Daha doğrusu, Batı modernitesinin en zayıf halkası geleneksel Ortadoğu’dur. Üçlü sacayağı son iki yüzyılda oturtulmaya çalışıldı, fakat bu çabalar kaosu derinleştirmekten öteye rol oynayamadı.
İster radikal ister ılımlı olanlar olsunlar, İslam cilalı modernite işbirlikçileri yeni kaotik durumun adeta tuzu biberi ol-dular. Ne İslam olarak ne de başka biçimde sistem olma kapasiteleri vardır. Bölgede anarşiden, kaostan öte durumlar ya-şanmasına rağmen, başarılı çıkışların devreye girdiği pek söylenemez. Söylenebilecek olan, kaotik durumun sürekli kaynadığı-dır. Her kaynama yeni alaşım ve bileşimler oluşturma değerindedir. Bu kaynamadan doğacak olasılıklardan biri özgün bir Doğu-Batı sentezi olabilir. Ne Doğu’nun kendi eski uygarlık türlerinden birini yeniden canlandırması mümkündür, ne de Batı’nın kendi modernitesini tek taraflı enjekte etmesi söz konusu olabilir. Oluşacak sentezin özgünlüğünü, bilimsel yapıların ve örgütsel hareketlerin toplumsal sorunlara yanıt olma yeteneği belirleyecektir.
Tarafların birbirlerini inkâr ederek çıkış yapmaları en zayıf olasılıktır. Yeni çıkışların Batı bilimi oryantalizmiyle sağla-namayacağı yeterince açığa çıkmıştır. Doğu’nun toplumsal doğasının bilimi ise sadece öncülerini bekliyor. Arzulanan çıkış bu bilimin üretimi, örgütlenmesi, hareketlenmesi ve toplumsallaşmasıyla gerçekleşebilir. Bundan sonraki bölüm bu çıkış olasılığını değerlendirecektir.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info