PKK Merkez Komitesi Üyesi Hêlîn Ümit, CPT’nin İmralı ile ilgili yaptığı açıklamayı, Türk Adalet Bakanlığı’nın buna yanıtını ve İmralı soykırım sistemini; Çiller iktidarının 6 Mayıs 1996’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik imha saldırısını, 31 Mart yerel seçimlerinden sonra gelişen tartışma ve görüşmeleri, Erdoğan-Irak görüşmesi üzerinden Ortadoğu’nun siyaset kodlarını, yanı sıra idam edilişlerinin 52’nci yıl dönümü vesilesiyle Deniz Gezmişlerin mücadelesini Medya Haber TV’ye değerlendirdi.
Hêlîn Ümit’in İmralı Tecrid Sistemine yönelik değerlendirmelerini sizler için derledik.
Öncelikle tarihi İmralı direnişini yürüten ve eşsiz bir duruş sergileyen Önderliğimizi sevgiyle selamlıyorum. İmralı işkence sistemini anlamak, dünya sistemini anlamak açısından da çok önemli bir gerçekliği ifade ediyor. Geride bıraktığımız yaklaşık 15-20 günlük süre içerisinde İmralı eksenli tartışmalar gündeme girdi. Hem CPT’nin açıklamaları, ardından Adalet Bakanlığı’nın bundan güç alarak yaptığı açıklamalar oldu. Hem Önder Apo’ya dönük politikalar açısından hem de beraberindeki dört arkadaş açısından da gelişmeler vardı. Veysi Aktaş arkadaşın infaz süresi tamamlanmıştı. Gerekçesi bildirilmeden bir yıl daha infazının yakıldığı, yani bir yıl sonraya ertelendiği minvalinde açıklamalar oldu. Bunların hepsi belli bir amaç, belli bir planlama çerçevesinde gelişiyor.
İMRALI SOYKIRIM SİSTEMİYLE ASLINDA TÜRK DEVLETİ DE ESİR ALINMIŞTIR
Biz hep şunu söyledik; İmralı politikaları aslında sadece İmralı’yı bağlayan politikalar değil, başta Kürt halkı olmak üzere bölge politikalarını şekillendiren, aslında esas mücadele alanı. Uluslararası küresel sistemin İmralı sistemini inşa ederken hedeflediklerine odaklanmamız gerekiyor. Niye? Çünkü herkes biliyor ki, Türk devletinin ‘99’daki Uluslararası Komplo’yu geliştirecek gücü yoktu. Propaganda olarak öne çıkarmış olsalar da bunu aklı başında olan herkes biliyor. Uluslararası güçlerin desteği olmasa, uluslararası bir operasyon olmasa, bugün Önder Apo İmralı’da rehine statüsünde olmayacaktı. Mücadele çok daha başka bir aşamaya gelecekti, gelişmeler başka yönde olacaktı. Tüm bunların önünü almak için böyle bir komplo, uluslararası güçler tarafından geliştirildi ve İmralı, bu güçler tarafından kuruldu. Türkiye’nin rolü gerçekten gardiyanlıktan öte bir rol değildir. Türk devleti, uluslararası güçlerin kurduğu bu soykırım sisteminin nöbetini tutuyor.
Daha derin bir bakış açısıyla bakanlar şunu görüyorlar; İmralı soykırım sistemiyle aslında Türk devleti de esir alınmıştır. Esir belki çok bir uç değerlendirme olabilir ama uluslararası güçler, İmralı soykırım sistemi üzerinden Türk ulus devletini de kontrol altında tutuyor. Dikkat edin, Kürt halkının özgürlük ve varlık savaşımını ona dayalı olarak bitirmek istiyorlar. Yani İmralı’daki mücadeleyi sonuçlandırarak bitirmek istiyorlar. Türkiye’ye hep yeşil ışık yakarak hep umut veriyorlar. Siz savaşa, saldırıya devam edin, diyorlar. O sistemi ayakta tutan böyle bir gerçeklik var.
ÖNDERLİK ULUSLARARASI SİSTEMİN YALANLARINI DEŞİFRE MÜCADELESİ VERİYOR
Bahsettiğimiz CPT, AİHM gibi kurumlar sadece bunları gizleme kurumları değil. Mesela Önderliğimizin savunmaları var. Önderliğimiz, ‘99’da esir edildikten sonra biliyorsunuz, Demokratik Cumhuriyet Savunması başta olmak üzere, Atina Savunması, ardından Bir Halkı Savunmak, sonra beş ciltlik savunmayla; paradigma değişimi ve demokratik sosyalizme yeni bir ufuk kazandıran savunmalarla birlikte bir açılım yaptı. Aslında komployu bu savunmalarıyla boşa çıkardı. Ve bu savunmaların hemen hemen hepsinin girişinde AİHM’e yazdığı mektuplar var. AİHM’e, CPT’ye hitabı var.
Mücadele eden bir halk, mücadele eden bir güç olarak, bir parti olarak, bir ideolojik yapı olarak biz kendimizi kandıramayız. Avrupa demokrasisinden bizim beklentimiz yok. Bunun aslında Avrupa halklarının yüzyıllara dayanan mücadelelerini kontrol altına almak için kurulan bir sistem olduğunu biliyoruz biz. Önderliğimiz de bunu biliyor. Önderliğimiz işte AİHM’e başvuruda bulunurken, CPT’yi bir muhatap olarak görürken aslında uluslararası sistemin yalanını deşifre etmek için bir mücadele yürütüyor. Çünkü bu yalan deşifre olmadan ne oluyor? Sanki her şey belli bir adalet, belli bir eşitlik, belli bir özgürlük normuna göre yürüyormuş gibi bir hava esiyor. Niye? Çünkü dünya kriterlerinde halkların, toplumların kabul ettiği bazı yasalar var. İşte bunların başına da böyle kurumları geçirmişler. AİHM sözde dünya çapında etkisi olan bir kurum. CPT, tutukluların cezaevindeki durumlarını devlet üstü, ulus üstü olarak denetlediğini iddia eden bir kurum. İşte İmralı gerçekliğinde her iki kurum da suç üstü yakalanmış oldu.
Şu andaki açıklamaları bir itiraf gibidir. Mevcut durumda topu birbirlerine atarak bunu yapıyorlar. Çünkü gerçekten çok ağır ve kabul edilemez bir durum var. İmralı’da hem ‘99’da CPT yetkililerinin verdiği sözlerin hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan hususların ihlali pratikleşiyor.
AİHM VE CPT SERMAYE ÇIKARLARINI YARATMAK İÇİN ORTAYA ÇIKAN KURUMLARDIR
Avrupa’daki bu sözde kurumlar, ayıbı örten asma yaprağı işlevini görüyor. Aslında kapitalist sömürü sisteminin sermaye çıkarlarını savunmak için yaratılmış kurumlardır. Şimdi bunu da aşan bir rol oynuyorlar, meşruluk kazandırıyorlar. Bunu nereden anlıyoruz?
Hemen bu tartışmaların akabinde ne oldu? Türkiye’de Adalet Bakanlığı açıklama yaptı. Dedi ki, İmralı’da hak ihlali yoktur, mutlak iletişimsizlik durumu yoktur. İmralı’da hem Önder Apo için hem de beraberindeki dört arkadaş için dediler ki bütün haklarından yararlanıyorlar.
İnsan ne diyeceğini şaşırıyor. El insaf! Zaten CPT biraz utangaçça da olsa durumu ifade etti. Dedi ki özel bir durumdur, özel bir yerdir dedi İmralı. Yani diğer zindanlarla, diğer yerlerle karşılaştırılamaz. Aslında bunu ilk kez bu düzeyde kabul ediyorlar. Çünkü hukuk alanında eşitlik yasası var ya. Buna vurulduğunda böyle durumlar kabul edilemez. Birçok dava, diğer davalar için örnek teşkil eder. Ama söz konusu Önder Apo, İmralı, aslında Kürt halkının özgürlük ve varlık savaşımı, mücadelesi olunca o özel durum, özel yasalar hayata geçiriliyor. Bizim bilmediğimiz bir durum değil. Fakat burada önemli olan Avrupa halklarının bu durumu görmesidir. Bu çok önemli. Çünkü bu, bizi kandırdıkları bir durum değildir. Biz buna kanmıyoruz. Biz bu durumu biliyoruz, deşifre etmeye çalışıyoruz dikkat ederseniz. Deşifre etmek için bir mücadele yürütüyor Kürt halkı. Gece gündüz demeden o Avrupa sokaklarında kar kış demeden nöbet tutuyor, eylem yapıyor. Niye? Çünkü sadece Avrupa devletlerine değil Avrupa halkına bir şey anlatmaya çalışıyor.
Avrupa halklarının, demokrasi güçlerinin gerçekten bu durumu görerek mücadeleyi yükseltmesi lazım. Çünkü bu aslında bir insanlık ayıbı ama özelde de işte Avrupa demokrasisi, Avrupa uygarlığı denilen, sözde insanlığa umut iddiasında olan, insan hakları anlamında bir kriter ortaya koyduğunu düşünen bir coğrafyanın ayıbı oluyor. Bu anlamıyla mücadeleyi o alanda daha fazla yükseltmek lazım.
Eğer bugün CPT AİHM’i suçlayacak noktaya gelmişse, bunda başta Avrupalı dostlar, enternasyonal yoldaşlar, arkadaşlar, duyarlı insanlık, demokrasi güçleri, feministler, anarşistler, yani kapitalist sistem dışında bir dünya arayan, bir dünya yaratmak isteyen, alternatif çıkışları aramak isteyen insanların yürüttüğü son birkaç yıllık mücadelenin çok önemli etkisi vardır. Yine halkımızın, Kürt halkının ve dostlarının aralıksız, bıkmadan, yılmadan, kararlıca sürdürdüğü direniş vardır. O bu noktaya getirmiştir. Bu anlamıyla bunu o alanda sürdürmek lazım.
Türkiye’de ise gerçekten bir hukuk garabeti var. Hani yalana alışanlar ya da yalanla işini yapanlara insan ne söyleyeceğini şaşırır ya, bu da öyle bir şey. AKP iktidarı yalan ve komployu temel bir siyaset yöntemi olarak 22-23 yıldır devrede tutuyor. İmralı sisteminin kendisi bir komplo sistemi, komploya dayalı bir sistem. Genelde de Kürt halkına yönelik yürütülen savaş, komplocu bir sistem. Başka türlü olması mümkün değil. Çünkü ortada bir halkın meşru varlık mücadelesi var. Eğer sen buna karşı bir savaş yürüteceksen, inkar edeceksen, soykırım yürüteceksen, bunun yalana ve komploya dayanması doğası gereğidir.
‘YAPTIK, OLDU’ ANLAYIŞINA PABUÇ BIRAKILMAMALI
Bizim Türk Devleti’nin bu yalanını daha fazla deşifre etmemiz lazım. Bu anlamıyla başta Bakurê Kurdistan’daki halkımız, gençler, kadınlar olmak üzere kesinlikle “ben yaptım oldu, ben söyledim oldu” düzenini kabul etmemesi lazım. Açıklamalara bakılırsa, Önder Apo telefon hakkını kullanabiliyor, fax hakkını kullanabiliyor, ailesiyle görüşme hakkını kullanabiliyor, avukatlarıyla görüşme hakkını kullanabiliyor. Dünya ailem biliyor ki, bu Kürt halkına yapılan bir hakarettir. Kürt halkının aklıyla, iradesiyle oynamaktır. Senin gözünün içine baka baka ezer geçerim senin iradeni, demeye getiriyor.
Bakurê Kurdistan’da Kürt toplumu buna daha güçlü tepkiler verebilmelidir. Bu bağlamda Asrın Hukuk Bürosu, o çerçevede çalışan avukatların da hukuki mücadeleyi daha iyi yürütmeleri lazım. Niye? Çünkü kendi sorumlu oldukları insanlar hakkında böyle bir şey söyleniyor. Fakat belgesi nerededir? Madem orada Önderlik ve arkadaşlar haklarından yararlanıyorlar, hani nerededir belgeleri? Bunun peşine düşmek lazım. Biz yaptık oldu yaklaşımına öyle pabuç bırakmamak gerekir.
Tam bir hukuksuzluk örneği var. Türkiye’de hukukun, adaletin durumunu anlamak için de İmralı’ya bakmak yeterlidir. Veysi Aktaş açısından da benzer bir gelişme oldu. İnfazı yakılıyor, gerekçesi avukatlarına ulaştırılmıyor. Bu duruma itiraz edilmemiş deniyor. Herhangi bir şey tebliğ edilmediği, iletilmediği için elbette itiraz yok. Böyle çok ucube, orta çağ uygulamaları var. Orta çağ iktidarlarının bile bu derece keyfilikle yürütmediği bir sistem var Türkiye’de. Türkiye toplumu bunun çok az bir kısmını görüyor. Kürtler üzerinde, Kürt halkının özgürlük güçleri ve mücadele yürüten kesimler üzerine yürütülenler çok az yansıtılıyor. Bunu herkesin böyle bilmesi lazım.
CPT, AİHM, Türkiye’deki durum… Bunların hepsi birbirini tamamlıyor. Uluslararası sistem, Uluslararası Komplo dediğimiz olay bu. O yüzden başta halkımız, direnişe geçmek isteyen dostlar olmak üzere herkese Uluslararası Komplo’yu bu çerçeveden yeniden anlamaya, yeniden okumaya, savunmaları anlamaya, bu sistemi doğru çözümlemeye çağırıyorum. İmralı işkence sistemi yıkılmadan ne dünya demokrasisinde gelişme sağlanabilir, ne bölge ve Türkiye’de demokratik gelişme sağlanabilir. Bu kadar nettir. Biraz diyalektik düşünenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Önder Apo ve Önder Apo şahsında Kürt halkına, özgürlük hareketine, küresel kapitalist sistemin geliştirmeye çalıştığı komplolar yalnızca İmralı’daki tecrit ve soykırım sistemiyle ele alınamaz.