Türk devletine bağlı Suriye Milli Ordusu (SMO), Suriye’deki iç savaş sürecinde Türkiye’nin desteğiyle kurulmuş silahlı bir gruptur. SMO’nun, başlangıçta Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adıyla Esad liderliğindeki BAAS rejimini devirmek amacıyla kurulduğu ileri sürüldü ancak 2019 yılında Türkiye özerk yönetim bölgelerine açık bir şekilde saldırmaya başladığı sırada, artık doğrudan kendilerine bağlı olduğunu gizleme gereği duymadan yeniden yapılandırılarak, SMO adı altında faaliyet göstermeye başladı.
SMO, 2017 yılından itibaren Türkiye’nin doğrudan ve açık bir şekilde yönlendirmesiyle ileri sürülen sözde ‘Esad rejimi karşıtlığından’ kopartılarak yeniden örgütlendirilmiştir. ÖSO’nun çatısı altındaki grupların birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Türkiye’nin örgütlediği SMO, ‘’Suriye’deki Beşar Esad rejimini devirmeyi amaçlıyor’’ söylemi altında, aslında bölgede işgalci pozisyonda olan ve yayılmacı tarzda saldırgan politikalar izleyen Türk devletinin demokratik özerk yönetim bölgelerine karşı askeri operasyonlar yürütmek amacıyla kullanılmak için derlenmiş terörist bir yapılanmayı ifade ediyor. Komutası tamamen Türkiye’nin kontrolü altında olan bu terörist grup doğrudan TSK tarafından koordine ediliyor ve eğitiliyor.
SMO, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim bölgelerine düzenlediği askeri saldırılarda aktif bir şekilde rol oynatılmıştır.
Fırat Kalkanı Harekâtı (2016-2017) adıyla başlatılan ilk saldırı, demokratik özerk yönetimin DAIŞ terör saldırıları ve tehdidi karşısında Efrîn’deki halkın güvenliğini sağlamak amacıyla açmak istediği ve Derîk’ten Efrîn’e uzanan savunma ve insani koridoru engellemek için başlatılan bir saldırıydı. Sonuç itibariyle TC ve SMO, Cerablus ve El-Bab bölgelerini kontrol altına alarak son derece ahlaki suçların ve insan hakları ihlallerinin yaşanmasının öncülüğünü yaptı. Bu anlamıyla Suriye’de teröre yeni bir alan açılarak DAIŞ’ten sonra sahadaki istikrarı ortadan kaldıran yeni bir yapılanmaya saha açılmış oldu.
Zeytin Dalı Harekâtı (2018) adıyla başlatılan ikinci saldırıda yine SMO, Efrîn’i işgal etmek için açık bir şekilde Ankara’nın komutasında hareket etti. Efrîn operasyonu alandaki sosyolojik, kültürel ve etnik yapının ortadan kaldırılması temelinde geliştirildi. Geçen işgal sürecinde Efrîn’in demografik yapısının değiştirilmesi temelinde yerli halk yerlerinden göç ettirildi, bölgedeki tarihi doku yok edildi, birçok katliam gerçekleştirildi; kadın kaçırmaları ve tecavüzler, fidye karşılığında rehin almalar, canice gerçekleştirilen yargısız infazlar yapıldı, ekolojiye büyük bir zarar verildi.
Barış Pınarı Harekâtı (2019) adıyla gerçekleştirilen üçüncü saldırıyla SMO, işgalci ve soykırımcı TC’nin yayılmacı saldırıları temelinde, Suriye’nin kuzeydoğusunda yaşayan Kürtlerin kontrolündeki bölgeleri ele geçirmek için kullanıldı. Serêkaniyê ve Girî Spî’yi işgal ederek işledikleri büyük katliamlar, talan, yağma ve masum halka karşı işledikleri savaş suçları ile uluslararası kamuoyunun gündemine girdi.
Saldırılar bununla bitmedi. İngiltere, ABD ve İsrail’in uluslararası bir konsensüs temelinde Şam rejimine dönük HTŞ eliyle başlattığı ve Esad rejiminin tasfiyesiyle sonuçlanan Suriye’nin yeniden dizayn edilmesi planı çerçevesinde oluşan boşluktan yararlanarak, bölgede işgalci konumunda bulunan TC, yine SMO eliyle başta Til Rifat ve Şehba’ya ve devamında Minbiç’e dönük yeni bir işgal saldırısı başlattı. TC’nin askeri teknik, hava ve istihbarat desteği ile SMO’nun bu saldırısı karşısında Minbîç Askeri Meclisi’nin Tişrîn Barajı ve Qaraqozak köprüsü çevresinde gösterdiği askeri performans ve savaş kabiliyeti, SMO’da ciddi bir kırılma yaşanmasına yol açtı. Bu arada yeni işgal ettiği alanlardan dehşet verici savaş suçları kamuoyuna yansımaya devam etti.
SMO, mevcut durumda Türkiye’nin işgali altındaki Suriye topraklarında faaliyet yürütmeye devam ediyor. Bölgelerde asayiş sağlama adı altında sayısız insan hakları ihlalleri ve yerel halka karşı zorbalık yaptığına dair çok sayıda rapor medyaya yansımaya devam ediyor.
TC’NİN KOMUTASINDA SMO’NUN İŞLEDİĞİ SUÇLAR
İnsan Hakları İhlalleri: SMO, işgal ettiği alanlarda gerçekleştirdiği ekolojik tahribatın yanı sıra yargısız infaz, işkence, yağma, zorla göç ettirme ve sivillere yönelik şiddet gibi işlediği ciddi suçlarla gündem olmaya devam ediyor. Uluslararası kuruluşlar bu konudaki raporları sıkça dile getirmesine rağmen TC ile olan çıkar ilişkilerinden dolayı uluslararası alanda TC’ye ve çetelerine karşı net ve radikal bir tutum gösterilmemektedir.
Kürt Karşıtı Politikalar: SMO’nun faaliyetleri, özellikle Kürtlerin kontrolündeki bölgelerde demografik değişim yaratmaya dayanmaktadır.
DAIŞ ve El-Nusra Bağlantıları: SMO’ya katılan grupların terörist olarak tanımlanan DAIŞ ve El Nusra gibi güçlerden derlenmesinin yanı sıra aslen Suriyeli olmayan ve terör suçlusu oldukları bilinen birçok gruptan oluştuğu biliniyor. Şu an bile TC’nin işgal ettiği alanlarda DAIŞ terör örgütünde üst düzeyde görevler aldığı belgelenmiş birçok terör suçlusu yine SMO’da üst düzeyde görevlerini sürdürmektedirler.
İŞGALCİ TC İLE İLİŞKİSİ
SMO, Türkiye’nin Suriye’deki stratejik hedeflerini gerçekleştirmek için kullandığı terörist bir güç olarak işlev görmektedir. Türkiye, SMO’ya finansal, lojistik ve askeri destek sağlamaktadır. Ayrıca SMO, Türkiye’nin ‘’güvenli bölge’’ adı altında özerk yönetim bölgelerini ortadan kaldırma ve Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmaya dayanan yayılmacı planlarında kullandığı bir yapı olmaktadır.
Günümüzde SMO, Efrîn, Cerablus, El-Bab ve Minbiç gibi bölgelerde faaliyet göstermektedir. Ancak bu bölgelerde halkın güvenliği ve refahı yerine istikrarsızlık ve insan hakları ihlalleri yaygın bir sorun olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin SMO’yu kullanarak Ortadoğu’daki etkisini artırmada bir araç olarak kullandığı bilinmektedir. Bu nedenle uluslararası demokratik kamuoyu nezdinde meşruiyeti olmayan bir güç olarak nitelendirilmektedir. Ancak bölge çıkarlarını tüm ahlaki ve vicdani ölçülerin önünde tutan batılı hegomonik güçler ve çıkarlarına hizmet etmesi nedeniyle BM, işlediği terör suçlarına genellikle göz yummakta ve terör listesine alınmamaktadırlar.
Suriye Milli Ordusu (SMO), Suriye iç savaşının seyrinde, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını koruması ve Demokratik Özerk Yönetimin tasfiyesi için kullanılan bir terör örgütü olarak, DAIŞ’in isim değiştirmiş halini ifade ediyor. Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile yaşanan çelişkileri, bu yapının iç dinamiklerini ve çatışma sahasındaki rolünü daha da karmaşık hale getirmiştir.
HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam), El-Nusra Cephesi’nin bir devamı olarak, Suriye’nin İdlib bölgesinde etkin bir güç iken, yine SMO ve HTŞ’nin, Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde farklı çıkarları temsil etmelerinden ötürü zaman zaman çatışma ve gerilimler yaşadıkları bilinmektedir
HTŞ o süreçte radikal çizgisiyle, açık bir şekilde radikal İslamcı bir gündeme sahipti ve kendisini “cihad” hareketi olarak tanımlamaktaydı. Buna karşın SMO, daha seküler veya ılımlı bir imaj çizmeye çalışsa da bu iddia genellikle gerçeğin örtbas edilmesi anlamını içeriyordu.
O süreçlerde Türkiye, bir yandan HTŞ ile doğrudan çatışmaktan kaçınırken diğer yandan SMO’yu destekliyordu. Ancak bu iki yapı arasındaki çıkar çatışmaları Türkiye’nin kontrolünü zorlaştırıyordu.
HTŞ, İdlib gibi bölgelerde hâkim olduğu süreçlerde, SMO Türkiye’nin güdümünde daha geniş bir alan kontrolü sağlamanın çabası içerisinde bulunmuştu. Bu durum, iki grup arasında sınır bölgelerinde çatışmalara yol açmıştı.
O süreçlerde Türkiye’nin SMO’yu desteklemesi, HTŞ için bir tehdit olarak algılanırken HTŞ, SMO’nun askeri varlığını kendi etkisini zayıflatacak bir unsur olarak görüyordu.
Bazı durumlarda, SMO ve HTŞ arasında taktiksel işbirlikleri olmuşsa da bu işbirlikleri geçici ve kırılgan yapıda olmuştur. Günümüzde de HTŞ ile SMO arasındaki taktiksel ilişkiler devam etmektedir. Uluslararası kamuoyu nezdinde ciddi bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya bulunan HTŞ, doğrudan saldıramadığı Kuzey ve Doğu Suriye’deki özerk yönetim alanlarına SMO’yu sürmekte, bu saldırılara örtülü bir şekilde arka çıkmaktadır. Ancak bu durum her iki grup arasında derin bir güven sorunun yaşandığı gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.
Diğer yandan SMO’nun DAIŞ kalıntıları ve HTŞ gibi radikal gruplarla ilişkileri, uluslararası toplumda endişelere neden olmuştur. Kısa vadede Türkiye’nin SMO’ya desteği, SMO’nun Suriye’nin kuzeyindeki belirli alanlarda askeri kontrolü sağlamasına yarasa da bu durum bölgede kalıcı bir istikrar sağlamanın tersine daha da içinden çıkılmaz sorunlara yol açmıştır. Uzun vadede DAIŞ’ten ayrılan unsurların SMO içerisinde varlığını gizlemesi, gerçekte bu yapının özünü ifade etmektedir. HTŞ ile devam eden çelişkileri ise, Suriye’nin kuzeyinde ve Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerde uzun vadeli istikrarsızlık yaratma riskini daha da arttırmaktadır.
SMO, Türkiye’nin Suriye’deki vekil gücü olarak önemli bir rol oynasa da iç yapısındaki karmaşıklıklar ve radikal gruplarla olan doğrudan bağlantıları, bu yapıyı son derece güvensiz kılmaktadır. Aynı zamanda, HTŞ ile yaşanan çatışmalar ve çelişkiler, SMO’nun yalnızca askeri değil, siyasi ve ideolojik olarak da kırılgan bir yapı olduğunu göstermektedir. SMO’nun gelecekteki rolü, Türkiye’nin bu yapı üzerindeki kontrolünü ne kadar sürdürebileceği ve uluslararası baskılara nasıl yanıt vereceğiyle doğrudan bağlantılıdır.
Diğer yandan Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) Aralık 2024’te Şam’ı kontrol altına alması, Suriye’deki güç dengelerini köklü bir şekilde değiştirmiştir. Bu gelişme, Türkiye’nin komuta ettiği Suriye Milli Ordusu (SMO) ve Türkiye’nin bölgedeki stratejileri üzerinde önemli etkiler yaratacaktır.
HTŞ’NİN ŞAM’I KONTROLÜNE ALMASI VE ESAD REJİMİNİN SONU
HTŞ, 27 Kasım 2024’te başlattığı saldırılar sonucunda Halep, Hama ve Humus’un kontrolünü ele geçirmiş ve 8 Aralık 2024’te başkent Şam’da da hakimiyet sağlamıştır. Bu süreçte, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak bu durum gerek Suriye açısından gerekse de uluslararası, bölgesel ve yerel güçler ve komşu devletler açısından da son derece karmaşık ve belirsizliklerle yüklü yeni bir dönemin başlangıcı da olmuştur.
SMO’NUN KONUMU VE İŞGALCİ TC’NİN STRATEJİSİ
HTŞ’nin hızlı ilerleyişi sırasında, SMO unsurları Suriye’nin kuzey sınırlarında kalmış ve doğrudan Şam’a yönelik operasyonlara katılmamıştır. SMO, özellikle Özerk Yönetim kontrolündeki bölgelerde, Tel Rıfat ve Menbiç gibi stratejik noktalarda saldırılar düzenlemiştir. Bu durum, Türkiye’nin önceliğinin Özerk Yönetim’in etkisini kırmak ve özerk yönetim bölgelerini ortadan kaldırmak olduğunu göstermektedir. Bu durum Ankara’nın SMO’yu Esad rejimine karşı destekleyerek Suriye’nin geleceğini ve istikrarını amaçlamadığının en açık ifadesi olurken, SMO’nun da aslında Suriyeli bir güç olmadığını ortaya koymaktadır.
İŞGALCİ TC’NİN ULUSLARARASI ÇETE TRANSFERİ
Tarih boyunca her yere asker göndererek övünen işgalci TC devleti bugün de asker göndermeye ek olarak çete yolluyor. Libya’dan İdlib’e, Rojava’dan Başur Kürdistan’a, Afganistan ve Pakistan’dan Avrupa ve Azerbaycan’a kadar uluslararası alandan SADAT eli ve MİT direktifleriyle transfer edilen binlerce çetenin kimliği belgelendi.
SADAT bünyesinde örgütlendirilen ve uluslararası operasyonlarda kullanılan yabancı uyrukluların büyük bir bölümü Orta Asya ve Kafkasyalı El Kaid ve DAİŞ çeteleridir. Bu kişiler Afganistan, Çeçenistan, Tacikistan, Kazakistan, Azerbaycan ve Rusya’dan devşirilip Türkiye üzerinden Suriye ve Irak’a gönderilen DAİŞ, El Nusra, Ahrar u Şam, Sultan Murat Tugayları isimleri verilen çete gruplarında savaştırılıyor. SADAT faaliyetleri kapsamında 2015 yılında Rusya’da Irak ve Suriye’deki savaşa katıldığı için 889 kişiye soruşturma açılırken, bunların % 25’i SADAT irtibatlı olduğu ortaya çıkmıştı.
HTŞ VE SMO ARASINDAKİ İLİŞKİLER
HTŞ’nin Şam’ı kontrol altına almasıyla birlikte, SMO’nun gelecekteki rolü ve HTŞ ile ilişkisi belirsizlik kazanmıştır. Geçmişte iki grup arasında çatışmalar yaşanmış olsa da, Halep saldırısı sırasında iş birliği yapmışlardır. Ancak, HTŞ’nin yeni dönemde iç siyasetin en etkili unsuru haline gelmesi, Ankara’nın komutası altında hareket eden SMO çete grupları ile HTŞ arasındaki çelişkilerin daha da artmasına yol açmaktadır. Bu da SMO’nun Suriye’nin istikrarını bozma tehdidi şeklinde HTŞ’ye karşı kullanılan bir koza dönüşmesini beraberinde getirmiştir.
İŞGALCİ TC’NİN BÖLGEDEKİ ROLÜ VE HTŞ İLE İLİŞKİSİ
HTŞ, meşruiyet kazanmak ve uluslararası tanınırlık elde etmek için Türkiye ile ilişkiler geliştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin Şam’la diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmesi, HTŞ’nin tanınma arayışına hizmet edebilir. Ancak, tamamen Türkiye’nin kontrolünde olan SMO ve özerk yönetim bölgelerine karşı yürüttüğü politikalar, HTŞ ile ilişkilerinde dengeyi korumasını zorlaştırmaktadır.
HTŞ’nin meşruiyet kazanma arayışlarını TC ile sıcak bir ilişki içinde olduğu izlenimine dayandırması, bir anlamda pusulasını şaşırması anlamına gelecektedir. Önce MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın, ardından da Türk Diş İşleri Bakanı Hakan Fidan’ın Şam’ı ziyaretleri ve Colani ile samimi ilişkiler içinde oldukları yönünde oluşturmaya çalıştıkları algı, daha çok HTŞ’yi ve Colani’yi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme arzusu taşıdığı açıktır. Bir yandan Türk medyası ve kimi Türk yetkilileri HTŞ’yi desteklediklerini ancak HTŞ’nin Şam’ı kontrol etmesiyle sonuçlanan harekatıyla bir ilişkilerinin olmadığını söylerken, diğer yandan Türk yetkililerinin Şam ziyareti ve medyaya servis ettikleri samimi pozlar adeta (Beğensek de beğenmesek de) ideolojik bir temele dayanan HTŞ ve lideri Colani’yi istedikleri biçimde yönlendiriyorlarmış gibi bir izlenim yaratmayı amaçlamaktadır. Bu anlamda devlet içinden çelişkili sesler çıkmaya devam etmektedir. Yaratmaya çalıştıkları havanın, aslında Colani ve HTŞ’ye hakaret anlamı taşıdığı açıktır. TC’nin temel amacı SMO eliyle Kuzey ve Doğu Suriye’deki özerk yönetim bölgeleri karşısında elde edemediği başarıyı, HTŞ’yi bu bölgelerin üzerine sürerek elde etmeyi içeriyor. Bu durum yeni bir Suriye inşa etme iddiası içinde olan Colanî liderliğindeki HTŞ’nin, Suriye’yi geçmişe oranla daha istikrarsız bir duruma sokmasından başka bir sonuç vermeyecek, dahası Suriye’nin parçalanmasına hizmet edecektir.. Bu Colanî’nin daha işin başında kaybetmesiyle sonuçlanacak bir çılgınlık olacaktır. Tabi gelişmelerin nasıl seyredeceğini atılacak pratik adımlar gösterecektir. Ancak Colani’nin şu ana kadar gerek Ankara’nın bölge istikrarına zarar veren işgalci konumuna gerek se de Ankara komutasındaki SMO’ya ilişkin -Suriye’de istikrarı baltalamasına rağmen- lehte veya aleyhte herhangi bir açıklamada bulunmaması, inşa edilmesi hedeflenen yeni Suriye konusunda kamuoyunu oldukça endişelendirmektedir.
Dolayısıyla HTŞ’nin meşruiyet kazanma konusundaki arayışını Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim bölgeleriyle doğru ilişkiler geliştirmesine dayandırması daha anlamlı sonuçlar doğuracaktır. On üç yıldır bölgede uygulanan yönetim modeli yeni Suriye’nin inşasında önemli bir deneyimi ifade etmektedir. Bu model bölgenin sosyal ve kültürel yapısına en uygun model olma özelliğine sahiptir.
HTŞ’nin Şam’ı kontrol altına alması, Suriye’deki demokratik özerk bölgeler açısından çok katmanlı ve karmaşık sonuçlar doğurabilir. Demokratik özerk bölgeler, özellikle Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (Rojava), Suriye’de radikal grupların ve merkezi yönetimlerin baskısına rağmen demokratik bir alternatif sunan bir model olarak dikkat çekmektedir. HTŞ’nin yükselişi, bu modelin geleceğini doğrudan etkileyebilecek birkaç önemli dinamik yaratmaktadır:
1.Güç Dengelerindeki Değişim
– HTŞ’nin Radikal İdeolojisi: HTŞ, İslamcı ve otoriter bir yönetim anlayışını benimseyen bir yapı olarak, özde demokratik özerklik fikrine temelden karşıdır. Şam’da sağladığı hâkimiyetle birlikte, demokratik özerk bölgeleri tehdit eden bir güç haline gelebilir.
-Merkezi Yönetimin Çöküşü: Beşar Esad rejiminin sonu, Özerk Bölgelerin bağımsız hareket etme kabiliyetini artırabilir. Ancak HTŞ’nin güneyden baskı yapması, özerk yönetimin askeri ve siyasi savunma ihtiyacını daha da artıracaktır.
2.Türkiye ve HTŞ’nin Yakınlaşmasının Etkisi
– Türkiye’nin Politikası: Türkiye’nin HTŞ ile ilişkiler geliştirmesi ve SMO üzerinden destek sunması, demokratik özerk bölgeler için ek bir tehdit anlamına gelmektedir. Türkiye, zaten özerk yönetim bölgelerini ortadan kaldırmayı iç ve dış politikalarının esası haline getirmiş bulunuyor ve HTŞ’nin Şam üzerindeki gücü, Türkiye’nin bu bölgeler üzerindeki baskısını artırabilir.
– Kuzey ve Doğu Suriye’deki Çatışma Riski: HTŞ ve SMO’nun birleşik bir cephe oluşturarak Rojava’ya saldırması olasılığı artabilir. Bu durum, bölgedeki halkı yeni bir savaş riskiyle karşı karşıya bırakabilir.
3.Uluslararası Destek ve Meşruiyet
– Demokratik Özerk Yönetimin Konumu: HTŞ’nin radikal geçmişi, uluslararası toplumun dikkatini tekrar Suriye’ye çekmektedir. Demokratik özerk yönetimin, seküler ve çoğulcu yapısı nedeniyle Batılı ülkelerden daha fazla destek görmesi olasılıklar dahilindedir. Ancak bu destek, gelişmesi olası Türkiye ve HTŞ ittifakı nedeniyle sınırlı kalabilir.
-HTŞ’nin Meşruiyet Arayışı: HTŞ, uluslararası arenada meşruiyet kazanmak için daha ılımlı bir imaj sergilemeye özen gösteriyor. Bu temelde demokratik özerk bölgeleri uluslararası düzeyde izole etmeye çalışabilir.
4.Rojava’nın Savunma ve Siyasi Stratejisi
– Askeri Hazırlık: Rojava, HTŞ’nin kontrol alanlarını genişletmesi durumunda savunma önlemlerini arttırmak durumundadır. QSD/YPG/YPJ gibi askeri güçlerin daha geniş bir cephede mücadele etmesi gerekebilir.
-Siyasi Diplomasi: Demokratik özerk yönetim, bölgesel ittifaklar kurarak uluslararası meşruiyetini perçinlemeye çalışacaktır. Bu kapsamda başta Arap ülkeleri ve toplumu olmak üzere uluslararası demokratik kamuoyu, yine Rusya, ABD ve AB ile ilişkiler kritik öneme sahiptir.
5.İç Dinamikler ve Halkın Direnişi
-Demografik Değişim Tehdidi: HTŞ’nin kontrol ettiği bölgelerde yürüttüğü uygulamalar, demokratik özerk bölgelerin demografik yapısını bozma girişimlerini artırabilir. Örneğin, zorunlu göç ve Araplaştırma politikaları gündeme gelebilir.
– Halkın Direnişi: Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye halkı, geçmişte DAIŞ ve Türkiye kontrolündeki gruplara karşı etkili bir direniş sergilemiştir. HTŞ’nin tehdidi karşısında da benzer bir toplumsal direniş geliştirileceği açıktır.
SONUÇ
HTŞ’nin Şam’ı kontrol altına alması, demokratik özerk bölgeler için hem riskler hem de fırsatlar yaratmaktadır. Özerk yönetim, Türkiye’nin artan baskısına karşı hem askeri hem de diplomatik olarak hazırlıklı olmak zorundadır. Ancak bu süreç, aynı zamanda Rojava’nın uluslararası alanda tanınması için bir fırsat da doğurabilir. Bölgedeki denklemin, uluslararası güçlerin ve halkın direnişinin şekillendirdiği bir mücadele sahnesine dönüşmesi beklenmektedir.
Mansur ADALI