04 Mart 2016 Cuma Saat 14:42
En çok da gelecekten kaygı duyuluyor.
Bazen çok muğlak, soyut anlamlar yüklenen gelecek sözcüğü,
kimi olağanüstü durumlarda insan yaşamının en temel gayesi, uğraşı ve kaygısı
haline gelebiliyor
Yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz büyük acılar, kıyımlar
içimizi acıtıyor toplumda büyük kaygı ve korkuya neden oluyor.
En çok da gelecekten kaygı duyuluyor.
‘Bundan sonra ne olacak, nereye sürükleniyoruz, durumlar
daha ne kadar kötü olabilir’ sorusu Türkiye’de ve Kürdistan’da yaşayan hemen
hemen herkesin aklında, yüreğinde ve dilinde yankılanıyor.
Bir korku hali, sinmişlik hali, kendini çaresiz hissetme
durumu yaşanıyor.
Bu kendiliğinden yaşanan, yaşamın doğal akışı içinde gelişen
bir sorgulama veya gelecek kaygısı değildir.
Bunu yaratmak isteyenler var. Topluma yaydıkları sinmişlik
ve çaresizlik halinden kendileri için güç toplayan bir iktidar var.
Bu kaygı ve korkuların yaygın olarak yaşanmasının nedeni de
budur.
Aslında Saray ve AKP iktidarı ile devlet erkanı, yaşadıkları
patolojik korkuyu tüm topluma yayarak kendi korkularını biraz da olsa
frenlemeye ve kendilerini güçlü göstererek ‘caydırıcı’ olmaya çalışıyor
Yani ‘bana dokunmayın, karışmayın, eleştirmeyin, direnmeyin,
yoksa yanarsınız, hepinizi yakarım’ diyor.
Bu söylediğini de maalesef en vahşi yöntemlerle uyguluyor.
En ufak bir eleştiri geliştireni bile topun ağzına dikip
süründürüyor.
Çünkü en küçük bir eleştiri, dokunma ve direnme bile, Saray
ve AKP iktidarının koltuğunu sarsıyor, güçsüzlüğünü ortaya çıkarıyor.
Bunu gizlemek için kuyruğunu dik tutarak her önüne gelene
saldırıyor.
Kuşkusuz bu çok tehlikeli bir durumun yaşandığını gösterir.
Yok olmanın, iktidarını kaybetmenin paniği içinde, patolojik
bir çılgınlıkla her şeyi yapabilecek bir akılsızlıktan söz ediyoruz.
Kürdistan illerinde hak, özgürlük ve eşitlik talep eden
halka canice saldırması, kendini ve halkını korumak isteyen gençlerin ölü
bedenlerine bile işkence etmesi, bundandır.
Ben iktidarda kalayım, kimse benden hesap sormasın,
ilişmesin de ne olursa olsun yaklaşımındadır.
Her ne kadar bunu bir vatan savunması, devletin bekası veya
egemenlik hakkı olarak lanse etse de yaptığı ve halen de sürdürdüğü bu
katliamların ülkeyi böleceği, devleti bir daha geri dön-e-memek üzere
Kürdistan’dan tümden silecek bir muhtevada olduğu görülüyor.
Ve bu, bizzat Tayyip Erdoğan önderliğindeki faşist iktidar
tarafından bilinçli olarak geliştirilmektedir.
Tayyip Erdoğan önderliğindeki faşist iktidar, şuan ki
Türkiye sınırlarının çok daha küçük bir toprak parçasında dahi olsa, iktidarını
sürdürmek istiyor.
Yani küçük olsun, ama benim olsun, diyor.
Madem ben her yerde hakimiyetimi tam olarak
geliştiremiyorum,
Madem toplumun tümünü biat ettiremiyorum,
Madem içte ve dışta iktidarıma kem gözlerle bakanlar var o
zaman ben de biat ettirdiklerimle, hakimiyet sağladığım toprak parçasında küçük
ama yüzde yüz bana bağlı bir iktidar adası kurarım, diyor.
Ve bunu milyonlarca insanın onayı olmadan, gıyabında
uyguluyor.
Şaşırtıcı bir biçimde savaşı kaybeden ve Berlin’deki
karargahında sıkışan Hitler’in ruh haline ne kadar da benziyor değil mi?
“Benim olmayacaksa, bana biat etmeyecekse her şey ve her kes
ölsün, yok olsun…!
Kuşkusuz kendileri yok oldu, ama arkalarında çok büyük bir
trajedi ve kara leke bırakarak…
Tayyip Erdoğan da kendisi için böyle bir sonu hayal ediyor
olabilir,
Ama bizler, yani Kürdistan ve Türkiye toplumu tüm insanlık,
bu hayalin içinde olmak ve bu sonu yaşamak istemiyoruz.
Ve bu son yaşanmadan, kendisini devlet olarak
kurumsallaştırmış olan bu patolojik ruh halinin kendisiyle birlikte bizi de yok
etmesini beklemeden bir şeyler yapmak gerekir!
Bugün yapılanların yeterli olmadığı ortada,
Sistemiçi legal, parlamenter, sivil toplumcu bir yöntemle
geliştirilen refleksler bu tepetaklak gidişatı durdurmaya yetmez.
Kuşkusuz bunlar değerlidir, bir anlam ifade etmektedir
Ancak daha başka şeylerin de olması şarttır.
Bu açıdan çok ses getiren, tartışılan, toplumda karşılık
bulduğu kadar faşist iktidar bloğunun hışmına da uğrayan bilim ve düşün
insanlarının değerli bildirisinin yeterince doğru değerlendirilemediği kanısındayım.
Bu vicdani karşı koyuşun çok daha güçlü dinamiklere sahip
olduğunu düşünüyorum.
Her ne kadar faşist iktidarın yaptığı mevcut katliamlara bir
karşı koyuş ve “Dur çığlığı niteliğinde olsa da, ondan da ötesi ve önemlisi
ortak gelecek çağrısı olarak ele alınmalıdır.
Bu çağrı, bu çığlık kendini ete kemiğe büründürmeli ve
inşacı olmalıdır
Ortak geleceği inşa etmenin başlangıcı ve öncüsü olarak
görülmelidir
Er veya geç, öyle veya böyle bu patolojik ruh hali ve faşist
iktidar mutlaka yenilecektir,
Ama ortak geleceği inşa etmek ayrı bir şeydir.
Eğer tedbir alınmaz ve durdurulamazsa, geriye kalan bölünmüş
ve enkaza çevrilmiş toplumsal gerçeklik üzerinden ortak geleceği inşa etmek çok
ama çok zordur
Bu nedenle yapılması gereken toplumsal barışın ve mücadele
birliğinin yaratılmasıdır.
Barış ve demokrasi bloğu tartışmaları bu açıdan değerlidir.
Bu tartışmalar sistem içileştirilerek devletten talep eden
bir pozisyonda tutulmadan karşıtlaştıran, kutuplaştıran söylemin eleştirisi
üzerinden kapsayıcılığını tüm toplumu hedefleyerek geliştirmesi gerekir.
Devleti ve onu elinde tutan faşist Saray iktidarını değil,
doğrudan toplumu, toplumsal kesimleri muhatap almalı ve hitap etmelidir.
Söyleyen değil, uygulayan olmalıdır.
Topluma çağrı yapan değil, onu örgütleyen ve direnişe
geçiren olmalıdır.
Ulusal veya uluslararası mahkemelere başvurarak, hukuki
kanalları izleyerek sonuç alınamadığını artık anlamak ve bunun yerine adaletin
zemini olarak toplumsal vicdanı görmek gerekir.
Bir yerlerden kurtarıcı gelmeyecek,
Kimse bizim adımıza mücadele yürütmeyecek, bizi bu
kuşatmadan çıkarmayacaktır.
Faşist iktidar, toplumdan yükselen çağrılara kulak
kabartmayacak
Zalim kendiliğinden zulmüne son vermeyecektir…
Toplum ancak kendi öz gücüne dayanır, bedeller vermeyi göze
alır ve en önemlisi de kendine güvenerek mücadele ederse, bu deli gömleğini
yırtabilir
Çünkü vekalet savaşı toplumların değil, egemenlerin
başvurduğu bir yöntemdir
Toplumlar ancak ortak mücadele birliğiyle bu zulme karşı
durabilir ve geleceğine sahip çıkabilir.
Yani toplumsal kesimler “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz
için demedikçe, sadece kendisine yönelen saldırılar karşısında değil, tüm
saldırılar karşısında dik bir duruş sergileyip direnişe geçmedikçe tek başına
bir kurtuluşun olamayacağını görmeli ve ona göre pozisyonunu almalıdır.
Düşmanımız ortaktır o zaman mücadelemiz de ortaklaşmalıdır.
Ancak o zaman kendi geleceğimizi kendi ellerimizle inşa
edebiliriz
Alîşêr Pîran
Kürdistan Stratejik
Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com –
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
:” ”