Uygarlık tarihi, erkek tahakkümü üzerine kuruludur ama aynı zamanda tarihte anaerkil bir dönemin yaşandığını kabul eden pek çok tez vardır. Buna göre tarih öncesi olarak ifade edilen çağlarda insanların yüz yıllarca anaerkil toplumsal bir sistem içinde eşitlikçi bir toplum yapısıyla yaşadığını bilmekteyiz. Unutturulmaya çalışılan bu geçmişin etkileri görmezden gelinmektedir. Anaerkillik, kadının üstün olduğu bir süreç anlamına gelmez, Anaerkillik tam aksine toplumsallaşmayı yaratan bir süreci ifade etmektedir. Günümüzde insanlık ataerkil düzenin “köleci toplum yapısının” inceltilmiş hali olan kapitalizmde yaşıyor. Kapitalizmin en önemli sacayağı olan ulus devletin ataerkillikle hep erkek üstünlüğünü organize etmek istemesi, kadının da buna karşı duracağını düşünerek, iktidarını kaybetme korkusuyla kadınla ilgili her kavrama cinsiyetçi yaklaşmaktadır. Bu korkuyla tecavüz ve şiddetin artırılması gerekliliğini duyan faşizm, tarihin kaybolacağına inanmak istemektedir.
Bu zihniyet çerçevesindeki AKP ve MHP faşist bloğunun kadın düşmanı uygulamalarına bir kez daha şahitlik ediyoruz. Türkiye’de politik İslamcı faşist AKP ve MHP iktidarı bir gece yarısı cumhurbaşkanı kararı ile İstanbul sözleşmesini feshettiğini bildirirken, açıktan tecavüzcülerin önündeki engelleri kaldırdığını duyurdu. Ancak İstanbul Sözleşmesi, sadece egemenlerin imzası ile ortaya çıkan bir sözleşme değildir. Nasıl ki bir anda imzalanmadı ise aynı şekilde bir gece yarısı iptal edilmesi de tüm Türkiye kadınlarının kabulleneceği bir durum değildir. Kadın mücadelesi, kadın gücü bu sözleşmeye imza attırdı. Yine milyonlarca kadın iradesini, karara karşı sessiz kalmayıp, direnişlerini sokaklarda devam ettirdiğini görmekteyiz. Sözleşmenin feshedilmesi köle kadın yaklaşımlarını bir kültür haline getirmeye çalışan faşizmin gereğidir. Sözleşmenin iptal edilmesi kadınların erkek şiddetine kurban olmasının yolunu açtı. Milyonlarca kadının, taciz tecavüzden dolayı hayatlarının kararmasına olanak tanıdı. Kadınlar için, her yer suç mahalli, her alan şiddet yeri oldu. Bunun sorumlusu ataerkil faşist diktatörlüktür, bunun sorumlusu faşist Erdoğan-Bahçeli iktidarıdır. Ve tabi ki kadının bunlara karşı söyleyecek sözü olacaktır.
Türkiye’de tüm kapitalist sistemde olduğu gibi ezilen sınıflar, uluslar olduğu gibi, ezilen cins de yaratılmıştır ve ona çok kötü bir dünya dayatılmak istenmektedir. Özgürlüğü ve eşitliği temsil eden kadına öncellikle yönelen faşizm, kadının dünyasındaki güzellikleri göz ardı ederken, ona aşağılık bir yaşamı reva görmektedir. Getirilen ölçüler, zalimlerin, kadın düşmanlarının, kadını nesne olarak görenlerin ölçüleridir. Tüm alanları kadın rengiyle boyayan direnişe tahammül edemeyen erkek egemen zihniyet yaşanan taciz, tecavüz, katliamları örtbas edebilmek için tekel zihniyetle yönetmek istediği kadın tiplemeleriyle alternatif oluşturmak istemektedir. En başta İmam Hatip kız liseleri iken bugün kadın üniversiteleriyle oluşturulmak istenen köle kadın tiplemeleridir. Bugüne kadar fabrikalarda çalışan onca emekçi kadınların varlık-yoklukları belli olmadığı halde bugün reklamlarda özgür olduklarını göstermek istemeleri kadını kendine göre biçimlendirme isteğinin yansımasıdır. İşsizlikten dolayı intihar eden, aile içi krizlerin sonucu katledilen kadınları, sokaklarda dilendirilen çocukların gözleri önünde yüzlerce defa bıçaklanıp öldürülen anneleri, evlenmeye zorlanan ve boşanmak isteyince defalarca tecavüze edilip katledilen kadınları görüp de arsızca “Adaletin en güzelini biz yaratırız” diyen faşizme nasıl sessiz kalınabilinir? Köle kadın ve köle toplum olmadan devlet zihniyeti, faşizmi ayakta kalamazken, bu gerçekliğin farkında olan boyun eğmeyen kadınlar faşizmin erimesini sağlamaktadır. Hak- adalet peşinde mücadele eden kadınlara alay edercesine “Saygınlık göstergesi olarak Ankara Sözleşmesini oluşturalım” diyen Erdoğan diktatörüne sessiz kalınmadığı ve kalınmayacağını her yerin kadın rengi ve eylemiyle donanacağını vurgulamak yanlış olmayacaktır.
21. yüzyıla kadın direnişi ve mücadelesinin damgasını vuracağı daha şimdiden netleşmiştir. Bu direnişe öncülük eden Kürt kadınları Ortadoğu başta olmak üzere tüm dünyaya yaymak istedikleri özgürlük, adalet ve eşitlik arayışlarıyla kapitalizmin korkusu, egemen erkek zihniyetini kâbusu olmaktadır. Faşist Erdoğan kâbusu olan Kürt Kadınlarını neredeyse her gün zindana atarak sindireceğini sanmaktadır. Oysa Kürt Kadınları soykırımcı ataerkil faşizme direnişin öncüsü olmaya devam edecektir. Kürt kadınının haksızlığa karşı boyun eğmeyişi, direnişi ve özgürlük için verdiği sözünden dönmediği bilinmelidir.
Öte yandan sözde kendini hak ve adaletin temel temsilcisi olarak adlandıran Fransa’da çıkarılan bir yasada “cinsel ilişki rıza yaşının 15 olması” ifadesi yer almaktadır. Yaşam haklarına tecavüz edilmesine sessiz kalan ve tecavüz kültürünü yaymak isteyen bu zihniyete hayret etmemek gerekir. Tüm cilasına karşı erkek egemen bakış açısı kapitalizmin tam ortasında yer almaktadır ve dünyanın her yerinde bu şekildedir. Ve bu bakış açısına sahip olanlar sadece Türkiye’de değil tüm dünyada kadından korkmaktadır. Bu korkunun asıl sebebini anlamak ve bilmek gerekir. Kadınların kararlılığını, cesaretini, eşitlik ve özgürlük tutkusunu hakaretlerle, cinsiyetçi söylem ve yaklaşımlarla dize getireceklerini zanneden faşistlerin boşa uğraştıklarını bilmeleri gerekir. Çünkü “Bedenimizle, kimliğimizle, varlığımızla, rengimizle erkek egemenliğinin karşısında dimdik duruyoruz.” diyen kadınlar hem Türkiye’de hem de dünyada ataerkil zihniyetle mücadeleye bir an olsun ara vermeyeceklerdir. Her gün, her an bilincine, yüreğine, bedenine tecavüz edilen, emeği gasp edilen, bir bütün varlığı sömürülen kadınlar, umudundan asla vazgeçmeyecektir ve sonuna kadar onursal duruşla direnerek alanlarda mücadelelerini devam ettirecektir.
Asrin SİMORK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi