28 Temmuz 2010 Çarşamba Saat 07:03
Ruanda sokaklarında, Hutular’ın Tutsiler’e karşı başlattığı saldırılar toplu cinayetlere dönüştüğünde, konunun muhatabı Batı’lı devletler ve onlara bağlı (NGO’lar) kuruluşlar, bu ülkede yaşananın, “adını” koymaya çalışıyorlardı. Sözkonusu kuruluşların üzerinde tartıştıkları, Ruanda’da yaşananların, “katliam, soykırım, etnik temizlik, jenosit v.s” olup olmadığıydı.
Ancak bu tartışmalar sürerken bu küçük Afrika ülkesinde birkaç ay içerisinde bir milyona yakın insan öldürüldü. Adı ne olursa olsun bu insanlık trajedisi karşısında, “modern, medeni dünya” sessiz kaldı. O nedenle, bugün Kürt sorununun çözümünü, “birlikte yaşamak zorunda mıyız”, “Kürtler ayrılırsa üçüncü sınıf bir ülke olur” söylemiyle gerçek mecrasından uzaklaştıran yaklaşımlar, hızla sürüklenme tehlikesi olan durumu perdeliyor. İş o ki, sorunun gerçek adı bir milyon sivil ölmeden konulabilsin. Sorunun doğru tarifi her zaman çözüme bir adım daha yaklaştırır.
Bir süredir, başta Batı illeri olmak üzere Kürt halkına karşı sistemli bir biçimde yürütülen fiili saldırıların, bugün açık linç girişimlerine dönüştüğü görülüyor. Bir yandan, AKP Hükümeti eliyle yürütülen, “Açılım” politikalarıyla Kürt iradesini manipüle etmeye çalışan sivil-askeri bürokrasi, öte yandan da Habur girişi gibi barışçıl Kürt yaklaşımlarını, Türk milliyetçiliğinin azgınlaştırılmasında malzeme olarak kullandı.
İnegöl’de, gözaltına alınan Kürt gençlerini linç etmek üzere ilçe emniyet müdürlüğü önünde toplanan ırkçı güruhun, resmi polis araçlarını yakacak cesareti göstermesinin ardındaki dayanağın dikkatle irdelenmesi gerekir. Haklı olsa dahi hiçbir hak arayışı gerekçesiyle resmi güvenlik güçleri ile karşı karşıya gelmemeye özen gösteren, geldiğinde de istiklal marşı söyleyerek “eylemini” tamamlayan Türk milliyetçilerinin birden polis araçlarını ateşe verecek cesarete kavuşmaları dikkat çekicidir. Yine bu gruba destek amacıyla çok kısa bir sürede Bursa’dan yola çıkarak ilçeye gelen Alperen Ocakları üyeleri bu linç girişiminin önceden planlı ve ne denli örgütlü olduğunun bir kanıtıdır.
SON 4 YILDA 50 LİNÇ GİRİŞİMİ
İnegöl’de örgütlenen linç girişimi, Kürtlere yönelik ilk girişim de değil. Başta, Batı illeri olmak üzere, son dört yıl içerisinde Kürtlere yönelik elliye yakın linç girişimi yaşanmasına karşın, egemen Türk basını bu olaylara “haber değeri” biçmemekte. Haber değeri gördüğünde ise, İnegöl örneğinde de olduğu gibi, “Doğulu vatandaşların başlattığı kavga” başlıkları ile Kürtleri hedef gösterir bir üslubu kullanmaktadır. Haberleri ile Kürtleri ırkçı saldırıların hedefi haline getiren Türk basını, bu saldırıları ise, “öfkeli halkın tepkileri” olarak tanımlayıp meşrulaştırmaktadır. Burada resmi devlet görevlisi vali, kaymakam gibi devlet erkanının da bu saldırganları, “bir grup sarhoş vatan severin hassasiyeti” biçimindeki kılıf uydurmaları da saldırganları cesaretlendirmenin resmi yoludur.
Seksen yıllık cumhuriyet tarihi boyunca, en belirgini 6-7 Eylül olayları olmak üzere birçok faşist saldırının örgütlenmesinde devlet görevlilerini, hatta bugün siyaset yapan bazı kadroların görev aldığı artık bir sır değildir. Yakın uzak geçmişimizde yaşanan, Maraş Katliamı, 1 Mayıs 1979 katliamının da devlet güçlerinin denetim ve kontrolünde sivil faşist güçlerin kullanılması yoluyla yapıldığı da belgelidir. Tüm bu saldırılar özünde etnik temizlik dürtüsü barındırmaktadır.
MARAŞ VE RUANDA’DAKİ RADYO MESAJLARI
Maraş Katliamı’nda saldırıların başlaması mesajının iletilmesinde radyo, Ruanda’daki aktör radyodan yıllar önce kullanılmıştır. Maraş’ta, sivil faşistlerin saldırıları, TRT Radyosu’nun Ankara Haber Merkezi’nde çalışan Muammer Yaşar Bostancı’nın, yerel muhabirden gelen haberi değiştirerek, “Komünistler camilere saldırdı” şeklinde vermesiyle başlamıştır. Geçmiş tecrübeler göz önüne alındığında, ne yazık ki bugün yaşananların çok daha acı sonuçlara gebe olabileceği endişesi belirmektedir.
Özellikle, iktidardaki AKP milletvekillerinin Kürt sorunu konusundaki ikiyüzlü yaklaşımları, bir etnik temizlik hazırlığını çağrıştırmakta. Cemil Çiçek’in, Kürtler’i hala asimile edemedikleri söylemesi ile Vahit Erdem’in seçmenlerine, “Kürtler her şeyi ele geçirdi, böyle giderse Türkler azınlıkta kalacak harekete geçin” tahrikinin kısa sürede, Kürtler’in ticarethanelerine yönelik fiili saldırıya dönüşmüş olması karşı karşıya olunan tehlikeyi gözler önüne sermesi bakımdan çok önemli görünüyor.
Etnik temizlik kavramı uluslararası literatürde, “etnik olarak homojen olan bir yerleşim birimini, içinde yaşayanlar açısında, işkence, zorunlu göç, özel ve kültürel mülklerinin imhası, yağma ve cinsel şiddet yoluyla yaşanamayacak hale getirme” olarak tarif ediliyor.
SİSTEMLİ ‘KÜRTSÜZLEŞTİRME’ POLİTİKASI
Bugün, Dörtyol’da yaşayan Kürtler ilçe merkezindeki evlerini boşaltarak, “güvenli bölge” olarak gördükleri Kürt mahallesine sığınmak zorunda kaldı. Yine, İnegöl’de yaşayan Kürtler, can güvenliklerinin olmadığını, iş yerlerinin talan edildiğini, evlerinin ise kuşatma altında olduğunu belirterek artık bu ilçede yaşama şanslarının kalmadığını söylüyorlar. Maraş Katliamı sırasında önceden işaretlenen evlere düzenlenen saldırılarda yüzlerce insanın katledildiği hatırlanırsa, bugün “vatansever” ve “hain-bölücülüğün” ayrıştırıcısı bayrak asma “ritüelini” yerine getirmeyenler Maraş’ta katledilenlerle aynı akıbeti yaşamakla tehlikesiyle yüz yüzeler. Nitekim, Dörtyol’da, sadece Kürtler değil bu ölçülere uymayan demokrat Türklerde saldırıya uğruyor.
Bu ilçelerde Kürtler’in maruz kaldıkları saldırı karşısında ortak tavır alarak dayanışma içinde davranmamaları durumunda ciddi can kayıplarının yaşanacağı da kesindir. Kürtler’in örgütlü yapısı bu dozdaki saldırılarda can kaybını önleyebilir. Ancak daha kapsamlı saldırılar karşısında Kürtler korumasız dorumdadır.
Dün, savaş gerekçesiyle, boşaltılan köylerden yaşanan zorunlu göç sonucu ortak yaşam alanı haline gelen Batı illeri, bugün sistemli bir biçimde ‘Kürtsüzleştirme’ politikasına tabi tutulmaktadır. İzmir Kadifekale’de yaşayan yoğun Kürt nüfusu, Kentsel dönüşüm adı altında evlerinden çıkartılarak şehir dışındaki TOKİ binalarına göçe zorlanıyor. Ülkenin merkez politikasından dışlanmak istenen Kürtler yaşadıkları şehir merkezlerinden de periferilere sürülüyor.
Kimse unutmamalı ki, etnik kimliklere dayalı sorunların da, etnik temizliğe varan saldırganlıkların da kaynağı ulus devlet belasıdır. Her ne kadar demokratik olmaya çalışsa da kuruluşu ile birlikte yok etmeye yeltendiği diğer kimlikler karşısında, çoğunluk tiranlığına dönüşen ulus devletler demokrasilerini de geliştiremiyorlar.
AKP UÇURUMA GÖTÜRÜYOR
AKP Hükümeti’nin gerilla cenazelerine yapılan işkenceler konusunda BDP’nin uyarılarına kulak asmaması ırkçı, faşist saldırganlığın işaret fişeği oldu.
Seksen yıllık cumhuriyetten kaynaklı tüm sorunları sekiz yıllık iktidarının son çeyreğinde, ele aldığı algısı yaratmaya çalışan AKP, sırf kendi iktidarının skor tabelasını doldurmak endişesiyle ülkeyi uçurumun kıyısına sürüklüyor. “Kürt açılımı” diyerek çıktığı yolda, kendi yarattığı sorunları gidermeyi açılım olarak dayatan AKP’nin, Kürt sorunu karşısında takındığı, yarım yamalak ve pragmatist demokrat kimliği sorunları daha da çatışmalı bir zemine sürükledi.
Bugünkü yaşanan iç savaş potansiyelli durumun nedenini salt Kürt Özgürlük Hareketinin silahlı mücadelesine bağlamak, resmi devlet ideolojisinin bugüne kadar yaptığı gibi bundan sonra da çıkabilecek bütün sorunların ‘hazır’ gerekçesini kurumsallaştırmak olacaktır.
Kürdistan gerçekliğine, batılıların Ruanda’ya baktığı mesafeden bakarak tarif aramak yarının telafisi mümkün olmayan sonuçlarına yataklık edebilir.
Erdem Can
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info