Faşist TC devleti Ocak 2018 tarihinde Efrin’e soykırım saldırılarını başlattığı andan itibaren bu bölgede işlemedik insanlık suçu bırakmayarak işgalciliğin özünü tüm herkese gösterdi. Kendisine bağlı çetelerin daha ilk andan tavuk hırsızlığı ile başlattığı yağma, işkence, fidye için insan kaçırma, demografinin değiştirilmesi için zorla göçertmeye kadar neredeyse kronikleşen bir barbarlık hali ortaya çıkardı. İnsanların evlerini, arsalarını gasp etmek yetmezmiş gibi çetelerin yol kontrol noktaları soygun yerleri haline getirildi. Öyle ki aradan geçen iki buçuk yıla karşın bu uygulamaların örneğini sergilemediği bir ay bile geçmedi. Bu satırların yazıldığı gün dahi haber kanalları Efrin’de bir yurttaşın ulu orta işkenceye tabi tutulup, soyulduğunu duyuruyordu.
Türk devleti ve çetelerinin Efrin’deki suçlarının tam dökümünü yapmak mümkün değilse bile binlerce yurttaşın işkenceye uğradığı, sebepsiz yere tutuklandığı ve fidye almak için kaçırıldığını ifade edebiliriz. Soykırımcı, sömürgeci, işgalcilerin saldırılarının yol açtığı manevi kaybı ise aktarabilmek mümkün değil. Gerçekten bu amaca yönelik çalışmalar yürüten uluslararası insan hakları kuruluşların yanında Kürtlere karşı işlenen suçlarda sessiz kalmaları neredeyse standart hale gelmiş bazı kuruluşları bile Efrin’deki suçları sürekli vurguluyor. Bu açıdan Efrin’de Türk işgalciliğinin hayâsız pratiklerinin üstü kapalı kalmadı. Zaten Kürt halkını göçertmeyi de hedefleyen bu pratikleri gizlemeden ziyade kör göze parmak bir şekilde bir vahşet sergilendi, sergileniyor. Fakat sınırsız vahşetin boyutu aynı zamanda işgalci Türk devletinin farklı özel savaş politikalarına başvurmasına yol açtı.
Efrin’de son alınan bilgiler Türk işgalcilerinin üç koldan bir propaganda ve algı yaratma faaliyetine giriştiğini gösteriyor. İlki ENKS yerine Suriye Muhalefet koalisyonuna dâhil etmeye çalıştığı Bağımsız Kürt Hareketi adlı çete örgütlenmesinden kişilerinde yer aldığı yerel meclisleri aktif hale getirmektir. Bir araya gelen bu tiplerin ne “Kürt” ne “Bağımsız” ne de “Hareket” olmadığını anlamak çok güç değil. Efrin ile ilişkilerinin de olmadığını vurgulamak gerekir. Kendi halkının katili olan bu şahısların insan kimliğine bile sahip olup olmadığı tartışılır. “Bağımsızlığı” ise MİT koridorlarında şekillenen örgüt yapısı ve yaşamlarının yegâne gerekçesi olan paraların yer aldığı Türk devleti mühürlü listelerinden ibarettir. Yine kendi manasız varlıklarından başka bir şey düşünmeyen bu insan müsveddelerinin bir araya gelmesine “Hareket” denmeyeceği de açıktır. Kukla bile olmayan bu kişiler ve Ebû Cehil ne kadar Müslümansa o kadar Müslüman olan paralı çetelerin silahsız uzantılarından oluşan meclisleri halka hizmet götüreceklerini iddia ederek toplantılar yapmaktadır. Yaşama hakkının bile olmadığı bu ortamda ne hizmetler yapabilecekleri az çok bellidir. Fakat bu şekilde sanki sivil kurumlar varmış izlenimi doğurmaya çalışmakta ve Efrinlilerde sahte umutlar yeşertmeyi amaçlamaktadırlar. İşgalin Türk askerleri ve çetelerde somutlaşan görüntüsü saklanmak istenmektedir. Sanki bu vahşet bitmiş, sivil bir yönetim varmış gibi bir izlenimini oluşturmak istemektedir.
İkincisi Türk istihbaratçılarının öncülüğünde yürütülen propaganda hamlesidir. Bunlar yardakçılarıyla beraber toplumu yanıltmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Türk devletinin Kürt halkına düşman olmadığı, Kürt ve Türk’ün devletin egemenliği altında beraber eşit bir yaşam sürdüğü, bunu Efrin’e de taşımak istediği gibi aklı kemale ermiş herkesin gülüp geçeceği söylemleri oldukça ince bir şekilde halka empoze etmeye çalışmaktadırlar. Peki, işlenen bunca suç? Bu sivri zekâlıların buna da bir cevabı var. Güya, Türk devleti Efrin’de işlenen suçların farkında fakat bunlar çetelerin başıbozukluğundan kaynaklanmaktadır ve bu çeteleri kontrol altına almak için Türk devleti herşeyi yapacakmış. Halkın güvenliği için her şey yapılacakmış. Çeteler ayrı, Türk devleti ayrıymış. Zaten kısa süre içinde tüm çeteler Efrin’de çıkarılacakmış. Bu sözleri birde Kürtçe konuşan subay(kendine de Cemal diyormuş bu zat) tarafından söylenenince halkın bu yalanları yutacağını zannediyorlar. Tabi iddialarını göstermelik adımlarla desteklemeyi unutmuyorlar. Efrin’de çete sayısını azaltarak, çetelerden tek farkı üniformalarının farkı olan kendi askerler ve jandarma sayısını artırıyorlar. Çeteleri Libya gibi başka ülkelerde kendi adına savaşmaya gönderebilirler fakat Efrin’de kalanlar zihniyet ve pratikleri ile gidenler arasında hiçbir fark yoktur.
Diğer taraftan Efrin’de halk üzerinde estirdikleri tutuklama terörü var. Binlerce insanı sudan sebeplerle tutuklayıp işkence uygulamak Türk devletinin Efrin’i Kürtsüzleştirme politikalarının ayaklarından biriydi. Üçüncü nokta olarak kendi yaptıkları bu hareketi hafifleteceklerini iddia etmeye başlamışlar. Cüzi bir para cezası karşılığında sözde mahkemeleri insanları özgürlüğüne kavuşturacakmışlar. Halk içinde bunu yayıyorlar. İşgal edenler onlar değilmiş gibi af çıkaracaklarını da söylemişler. Hiçbir hukuk kuralına uymayarak zindanları doldurduktan sonra şimdi üstüne para alarak insanları affedecekmişler. Halkın elinde kalmış birkaç kuruşa bile bu şekilde göz diken bir sömürgeci devlet gerçeği var. Bunu da bir lütuf olarak sunmayı da ihmal etmiyorlar.
Türk devleti bu adımlarla klasik “havuç-sopa” ikiliği ile Efrin’de kalan halkı etkilemek istiyor. Kürt halkının genelinde oldukça gelişkin olan Efrin hassasiyetini aşındırmak ta bu politikadaki amaçlarından biri. Ayrıca Efrin’deki vahşetin uluslararası alanda bir nebze gündemden düşürmeye çalışıyor. Öte yandan halka işkence etmeyi bırakacaklarını söylemeleri tamamen kandırmacadır. Bunu sadece her gün yaşanan olaylardan anlamıyoruz. Bakurê Kürdistan’da bile faşist uygulamaları ve zoruyla kendini halka ancak kabul ettirebilen ve onunla işbirliği yapan Kürt kesimleri bile dışlayacak kadar Kürt düşmanı olan bu devlet Efrin’de yumuşak politika izleyemez. Ancak böyle sahte bir görüntü çizebilir. Çetelerden kendilerini ayırma çabaları ile kimi kandırabilirler ki? Biri tavuk çalarken diğeri zeytin çalıyor. Herhangi bir çete ile paralı Türk askerleri arasında da pratik olarak da hiçbir fark yok. Türk işgalciliği Efrin’deki tüm suçlardan birebir sorumludur. Bu ahlaki olarak bu şekilde olduğu gibi uluslararası hukuka göre de bu şekildedir. Ve bu suçların hesabı yükselen direnişle soruluyor ve tam anlamıyla da mutlaka sorulacaktır.
Arî Tufan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi