HABER MERKEZİ- Dünyanın birçok bölgesinde çıkan savaş ve çatışmalarda toprak ile birlikte kadınların bedeni de bir fetih alanı olarak görülüyor. Tarihte savaşlarda kadınlara dönük daha özel kıyımlar yapılıyor. Çok acımasız bir şekilde toplu tecavüze maruz bırakılmalarından tutalım, köle ve cariyeler olarak haremlere kapatılmalarına, pazarlarda satılmalarına kadar; hatırlandıkça insanlığın en büyük utancı sayılacak uygulamayla karşı karşıya kalıyorlar. Ulus ve halklardan önce kadınlar üzerinde denenen bu saldırı yöntemleri, öncelikle sömürgeci ve emperyalist devletler tarafından gerçekleştirildi. Günümüzde de ulus devletin fetihçi zihniyetiyle hareket eden İşgalci Türk devleti ve çeteleri tarafından deneniyor. Efrin’de 2018 yılında başlatılan işgal saldırılarında katledilen ve kaçırılan kadınların sayısı binleri aşmış durumda. 2019 yılında Efrîn’de 40 kadın katledildi. 128 Kadın yaralandı. 60 çocuğa cinsel istismarda bulunuldu. Bu kadınlardan 5’i intihar ederken, 270’i de kaçırıldı. 2020 yılında gerçekleştirdiği suçlar da “35 kadın kaçırıldı. Aralarında engelli ve çocukların da olduğu 67 kadına tecavüz edildi. 35’i çocuk, 32’si kadın 96 kişi, işgalci Türk devleti ve çeteleri tarafından döşenen mayınlar nedeniyle sakatlandı. Yaşları küçük olan 5 kız çocuğu silah zoruyla çetelerle evlendirildi. Efrîn başta olmak üzere tüm işgal alanlarında 18 yaş altındaki kız çocuklarına çetelerle evlenme dayatılıyor, onların ikinci, üçüncü yâda dördüncü eşi olma dayatılıyor. Özerk yönetim döneminde yasak olan çok eşlilik işgalciler tarafından teşvik ediliyor yâda topluma dayatılıyor.
Çete Yapılanması Olan İşgalci Türk Devleti Tarihten Bu Yana Hırsızlık Karakterinden Ödün Vermiyor
Uygarlığın en ilk eylemi ve karakteri hırsızlıktır. Kadından, doğadan, insandan, emeğinden çaldı, çaldıklarını kendisi için kullandı, değerlerini çaldığı kesimleri de bu değerlerin kendisine ait olduğuna inandırdı. Kırk defa söylenmiş yalanın doğrunun yerine geçmesi gibi hem çaldı, hem benimdir dedi, hem de çaldığı insanların gözüne baka baka o yalanı onlara da kabul ettirdi. Uygarlık yine aynı rolde, aynı amaçla hareket etmektedir. Tıpkı şuan da İşgalci Türk devleti hırsızlık karakterinden ödün vermediği gibi Kürdistan topraklarını hiçbir ahlaki değer taşımayan kirli yöntemlerle işgal etmeye çalışıyor. Bu kirli yöntemlerinden biride halende Rojava Kürdistan’ın Efrin bölgesinde uyguluyor. Binlerce Kürt halkı katledildiği kadar göçe de zorladı. Bu savaşta sömürülen topraklar kadar kadın emeği ve bedeni de sömürüldü ve halende sömürülüyor ve katlediliyor. Bu yöntemle Rojava Kürdistan’ı böylelikle teslim alınmak, boyun eğdirilmek ve kullanım için kıvama konulmak isteniyor.
Rojava Devrimi sonrası alanda gerçekleştirilmek istenen toplumsal, zihinsel ve kültürel devrimin önünün alınması temelinde de her türlü kirli uygulama devreye konulmuştur. Bunlardan biride Efrin Kürt soykırımı, Türk devleti ve çeteleri tarafından 20 Ocak 2018’de savaş suçu hareketi başlatıldı. Bu soykırım hareketi, bugüne kadar Kürdistan’ın değişik bölgelerinde 1919-1920 (Koçgiri), 1925 (Diyarbakır ve yöresinde), Sason’da, Zilan’da gerçekleşen Kürt soykırım hareketlerinin bir devamının olduğunu söyleyebiliriz. Çete yapılanması olan işgalci Türk devleti tarafından Efrinde başlatmış olduğu türkleştirme politikası ve kültürel asimilasyonu yanı sıra kadın katliamları kadın kırımı denilecek sayısını aştı. Kürt kadınlara yönelik cinayet, tehcir, işkence , tecavüz, kaçırma, çetelerin ve Türkmenlerin yerleştirilmesi ve kürt kadınların onlar için köle olarak kullanmaları sayısız savaş suçları 4 yıldır durmaksızın devam ediyor.
İşgalci Türk Devletinin Osmanlıdan Bu Yana Sömürü Pratikleri
Tarihe geri dönüş yaptığımızda 1930 yılının Temmuz ayında Ferik Salih Omurtak komutasındaki 9. Kolordu tarafından Üçüncü Ağrı Harekatı’nın başlatılmadan önce Van ilinin Erciş ilçesinde yer alan Zilan Deresi’ne sığınan kürtlere yönelik insanlık suçunu aşan bir kırım gerçekleştirildi. Burada bizzat Ağrı isyanında da yer alan Kürt yazar Hesen Hişyar Serdî’nin açıklamasına göre ; Ademan, Sipkan, Zilan ve Hesenan aşiretlerden oluşan 18 köyden 47.000 bin insan katledildi .Bunun 5.000 bini sadece kadındır.
Munzur Suyu Kan Gölüne Döndü
Bir diğer yapılan ve halende akıldan ve tarihten silinmeyen Dersim Kürt soykırımı ve katliamıdır. Dinî ve etnik azınlıkların Türkleştirilmesi sürecinde otoriteyi sağlamlaştırmak amacıyla TBMM 1164 sayılı ve 25 Haziran 1927 tarihli kanunu çıkardı. Bu kanuna göre kurulan umumi müfettişliklerin geniş yönetsel, askerî ve yargısal yetkileri vardı. Bu yüzden İsmet İnönü tarafından Kürt halkının ve kürt kadınlarının Türkleştirmek için 4 Mayıs1937’de, büyük bir asimilasyonun yaşatıldığı bir savaş suçu işlenildi. Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan’ın Başbakanlığa yazdığı yazının 2. maddesinde şu yazı geçmektedir: ‘’ Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim. Askerler tarafından mağaralarda saklanan binlerce kadın, çocuk ve yaşlılar gaz bombalarıyla dışarı çıkarılıp ve onları üst üste yığıp üzerlerine gaz yağı döküp canlı canlı yakıyorlardı. Dersim’de gebe kadınların karınları deşildi. Kürt kızları alınıp batıya götürülüp bürokrat ailelere hizmetçi olarak verildiler. Binlerce kadın askerlerin tecavüzüne uğramamak için kendilerini Munzur suyunun akıntılarına bıraktılar. Munzur suyu kan göletine dönüştürüldü. Resmi kayıtlara göre Dersim’de 13 bin Kürt katledildi. Gayri resmi yerel kaynaklara göre ise 70 bin Kürt katledildi. Bunun yarısını oluşturanlar ise kadınlar oldu. Bura da büyük bir kürt kadın nesli kayboldu. Yaşayanlar ise hem zihinsel hem de kültürel asimilasyonlardan geçirildiler. İsmet İnönü Dersim asimilasyonun da ilk araç olarakta kadını kullandı.Çünkü gelenekselleşmiş kadın , köleleştirilmiş toplum demektir. Özgürlük eğilimi önce kadının baltalanması üzerinden geliştirilmiştir.
Dersim katliamının devamı olan DAİŞ’in Şengal saldırısı ve kız çocuklarına el koyma yaklaşımlarına ilişkin Önderlik; “İŞİD’in kız çocuklarına el koyma yaklaşımlarını ilk duyduğumda aklıma Dersim katliamında el konulan ve subay ailelerine verilen Kürt kız çocukları geldi. Yöntem aynıydı”demişti. Dolayısıyla Önderlik, başından beri DAİŞ olgusunu AKP’nin yarattığı faşist Sünni cephenin vurucu gücü olarak değerlendirmiş ve kurgulanıp pratikleştirilmesinde de Türk özel savaş rejiminin belirleyici bir rolünün olduğunu belirtmişti. Yani burada da akıl almaz savaş suçu işlenildi. IŞİD’in 2014’te Irak’ın Musul kenti yakınlarındaki Şengal bölgesine ve Ezidi yerleşim yerlerine düzenlediği saldırılarda binlerce kişi öldürüldü, 7 binden fazla kadın ve çocuk esir alındı. Kaçırılan kadınlara her türlü işkence yapıldı ve tecavüz edildi. Kadın ve çocuklar köle pazarlarında satıldı. 3 bin 548 kadın kaçırıldı ve halende kurtarılmayı bekliyorlar.
Neden Sömürülen Cins Hep Kadın Oluyor
Doğada beslenme ve savunma amaçlı saldırı, avcılık faaliyetinde olduğu gibi keyfi ve düşmanca bir tutumdan öteye açlık, kendini koruma , yaşamını sürdürme amaçlıdır. Oysa ki savaş, katliam gibi olgular doğa ya da toplumun varlık biçiminin bir parçası olarak değil, tarihin belli bir döneminden sonra ortaya çıkar. İktidar ve devletin gelişimi ile birlikte bu durum tersine döner. Sömürü, şiddet ve zora dayalı yönetme temel yöntem haline gelir. İlk toplu mezarlar ve kitlesel katliam izlerine tam da buna denk gelen M.Ö 3000’lerden sonra rastlanması, M.Ö 2700 yılında Sümerlerle Akadlar arasında yapılan savaş tarihteki ilk savaş olarak kayıtlara geçiyor. Şiddetin erkek egemenliği ve iktidarın ortaya çıkışı ile bağı ekseninde baktığımızda kadına yönelik şiddetin köklerinin oldukça eskilere dayanıyor. Çünkü erkeklerin egemenlik sağladığı zemin kadın varlığı ve onun yarattığı tüm değerler olduğundan kadınların tarihteki ilk sömürgeler olarak şiddetin sistematik üzerinde uygulandığı ilk grup olduğu ortaya çıkıyor. Bu açıdan ilk savaş suçun sömürülen ve kölelileştirilen kadınlar olduğunu söylemek mümkündür. Yapılan araştırmalarda Sümer tabletlerinde kadın-köle anlamına gelen ‘geme’ sözcüğü kadın cinsel organını gösteren bir sembol ve dağ sembolü ile ifade edilmiştir. Köle kadının dağlı kadını ifade eden sembolle gösterilmesi Yukarı Mezopotamya’nın özgür dağlı toplumların kadınları, Aşağı Mezopotamya’da yani şehir devletine köle olarak götürülüyor.
Bu açıdan kadına yönelik şiddetin bir savaşı sonuçları yarattığı bir zamanda bu şiddetin ideolojik dayanaklarını tanımlamak daha fazla önem taşımaktadır.
Tarihte ilk karşı devrim, ilk ezilen ve sömürülen cins olan kadına karşı komplo ile gerçekleştirilmiştir. Kadın bu anlamda özel savaşın kuralsız, hileli ve kurnaz erkek aklının ilk kurbanı oluyor. Kadına karşı geliştirilen özel savaş, tarihten günümüze kadar sinsilik, kandırma, kurnazlık, kadın sistemini kabul eder gibi görünme ancak alttan alta güç ittifakları örgütleme, gasp, talan, tecavüz ve köleleştirme ile iç içe geçen yöntemlerle geliştiriyor. Bu nedenle erkek aklının kötülüğe, ahlaksızlığa ve güç tekeline eğilim hikâyesi, tarihin buna nasıl evirildiği ve erkekte kökleşen kişilik özelliklerinin nasıl oluştuğu kadına yapılanlardan anlayabiliriz. Osmanlı devletiyle başlayan ve faşist Türk devletiyle devam eden asimilasyon, kaçırma , öldürme ,taciz ,tecavüz ,kimliksizleştirme, öz değerlerinden kopartmak gibi yöntemlerle kadına karşı özel savaş ilanını geliştiriyor. Faşist Türk devletinin Dersim’de , Zilan’da ve bugün Efrin’de Şengal’de gerçekleştirilen savaş suçu sonucunda milyonlarca kadın katledildi, kaçırıldı ve işkencelere maruz bırakıldı.
Leyla ÊGİT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi