24 Aralık 2009 Perşembe Saat 15:35
Tokat eylemini değerlendiren KCK Yürütme Konseyi üyesi ve Halk Savunma
Merkezi Başkanı Duran Kalkan, “Bu eylem mücadelenin bir parçası olarak
ortaya çıkmıştır. Lâftan anlamayanlara kendi anladıkları dilden mesaj
verilmiştir. Bu bir uyarıdır, mesajdır. Ondan öteye herhangi bir şey
yoktur dedi.
Dün birinci bölümünü yayınladığımız mülakatın
devamında Duran Kalkan, Tokat eylemine ilişkin önemli değerlendirmeler
yaparken, ABD ile Türkiye arasındaki yeni dönem ilişkileri, AKP
hükümetinin açılım adı altında yürüttüğü politikalar, bazı Türk
aydınların tavrı ve tıkanan sürecin nasıl aşılacağına dair çarpıcı
tespitlerde bulundu. ABD’nin pragmatist olduğu ve soruna gerçekçi
yaklaştığını belirten Kalkan, Türkiye’nin de ABD’den daha çok askeri
destek istediğine dikkat çekti.
Kalkan, “ABD ile ittifak
yapmak yerine Önder Apo ile diyalog içine girilsin, DTP ile diyalog
içinde olunsun, dedik. Biz de PKK olarak diyaloga hazır olduğumuzu hep
söyledik. Fakat dikkat edilirse AKP hükümeti ‘Kürt açılımı’,
‘Demokratik açılım’ yapıyoruz diyor, ama bunu Kürtlerle görüşmüyor
diye kaydetti.
PKK’siz sorunun çözülmeyeceğinin altını çizen
Kalkan, “Eğer Türkiye demokratik olacaksa ve Kürt sorunu demokratik
siyasi çözüme kavuşacaksa, bunu açığa çıkartan, temsil eden, siyasi
çözümü geliştiren yegane gücün PKK olduğu görülmeli ve PKK böyle ele
alınmalıdır. PKK siyaset dışına itilirse ne Türkiye’nin demokratik
siyaseti olabilir, ne de Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü
geliştirilebilinir.
PKK’nin demokratik siyaset yapmasına izin
verilsin, o zaman PKK siyaseti silahla yapmaz, silahı siyaset dışına
iter. Kesinlikle kendini silahsız bir siyasi mücadele içine çeker. Buna
açıktır mesajını verdi.
PKK’nin sadece silah değil, siyasi
bir hareket olduğunun altını çizen Kalkan, tıkanan sürecin önünün
açılması için AKP’nin yapması gerekenleri de dört madde halinde
sıraladı.
İşte mülakatın devamı:
OBAMA İLE ERDOĞAN ARASINDA TAM BİR MÜTABAKAT YOK
*Türk
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 5 Kasım 2007 tarihinde Bush ile
görüşme ve son olarak Obama ile görüşmesi arasında ne gibi temel
farklar var. Erdoğan, 5 Kasım sürecini teyit ettiklerini ve PKK’ye
karşı mücadelenin süreceğini söylemişti. Amerika’dan verilen mesajları
nasıl yorumluyorsunuz?
-5 Kasım 2007’de Bush-Erdoğan
görüşmesiyle Hareketimize karşı kapsamlı bir imha ve tasfiye plânı
hazırlanıp, uygulamaya konduğunu biliyoruz. Bu plânlı saldırı önce
askeri saldırı olarak sürdü. Fakat Zap operasyonunun boşa
çıkartılmasıyla bu plan kırıldı. Ardından bu, Önder Apo üzerinde baskı
olarak sürdü. Önderlik ve halk direnişiyle bu saldırılar kırıldı. En
son 29 Mart yerel seçimlerde referandumun Kürt halkı tarafından
kazanılmasıyla bu plan tümden yenilgiye uğratıldı. 5 Kasım 2007 planı
bozuldu, boşa çıkartıldı. 7 Aralık’ta yeniden Erdoğan-Obama görüşmesi
oldu. AKP hükümeti, iki yıl öncesine benzer bir anlaşma yapılması için
çalıştı, çalışıyor. Bunu teyit ettiklerini de söylüyorlar. Fakat bunun
ne kadar yenilik arz ettiği ve yenilikçi olduğu tartışma götürür. Evet,
aralarında bir ittifak olmuştur. Türkiye ABD’nin Afganistan, İran ve
Irak politikalarına destek veriyor. Dolayısıyla ABD de Türkiye’nin
PKK’ye karşı mücadeleyi desteklediğini açıkladığını açıklamış
bulunuyor, buna destek de verecek. Fakat bu destek hangi düzeyde
olacak? En fazla 2007-2008 yıllarında olduğu gibi olabilir. Ona karşı
da zaten PKK mücadele etmiş ve o ittifaka dayalı saldırı planı
yenilgiye uğratılmıştır. Dolayısıyla bunun Türkiye için yeni bir şey
olmadığı, çok ciddi bir kazanç getirmediği ortadadır. Bu noktada bazı
görüş ayrılıkları da var. Her ne kadar “PKK ortak düşman dır yaklaşımı
yeniden teyit edildi dense de, ortak düşmana karşı mücadele
yöntemlerinde farklılıklar gözleniyor. Türkiye ABD’den daha çok askeri
destek istiyor. ABD ise sorunun askeri yollarla çözümünden çok,
ekonomik, siyasi boyutlarını öne çıkartıyor. Dolayısıyla daha gerçekçi
ve kapsamlı bir yaklaşımı var. Aslında tam bir mutabakat içinde
olamadıkları anlaşılıyor. Bunu yapılan açıklamalarda gördük. Birçok
gözlemci böyle değerlendirdi.
ABD GERÇEKÇİ YAKLAŞIYOR
Dikkat
edilirse, ABD ile Türkiye arasında görüş farklılıkları vardır. Bu görüş
faklılıklarının ortaya çıkmasının bir nedeni ABD’nin gerçekçi
olmasıdır. Yani Türkiye’nin istediği yöntemlerle PKK’ye karşı yürütülen
mücadelede başarı elde edilemedi. Başarısız kalmış yöntemleri
tekrarlamak istemiyor ABD. Bu konuda ABD yönetimi pragmatisttir.
Gerçekçi yaklaşıyor. Sonuç alıcı yöntemler bulunmasını istiyor. Bunu da
Türkiye yönetimi bulamıyor. Çünkü inkâr-imha zihniyeti ve politikasında
değişiklik yapamıyor. Körce böyle bir duruma saplanıp kalmış durumda.
Adım atamıyor, kendisinde değişiklik yapamıyor. Dolayısıyla yeni
politikalar ve yöntemler üretme şansına sahip değil. Bu da PKK’ye karşı
mücadeleyi daraltıyor. ABD ve Avrupa’yı da başarıya ikna edemiyor.
Kendi çıkarları için var olduğu kadarıyla destek veriyorlar, ama bu
güçler Türkiye’nin başarılı olacağına inanmıyorlar. Diğer yandan
Türkiye de ABD’ye yeterince destek veremedi. İran’a karşı mücadelede
ABD’nin istediği desteği mevcut Türkiye yönetimi veremiyor. Çünkü tam
destek verebilmesi için İran ile karşı karşıya gelmesi gerekli. Belli
ölçüde bir destek vermiş, fakat bu İran’ın öfke ve tepkisini de
taşıyor, dolayısıyla daha ileri gidemiyor. Türk ordusu Afganistan’da ne
kadar savaşa katılacak belli değil. Kısaca Türkiye ABD’nin isteklerini
karşılayacak durumda da değil. ABD de bu durumdan rahatsız ve endişeli.
Şimdi hepsinin umudu KDP yönetimine kalmış bulunuyor. Onun için
başlayan üçlü zirveye umut bağlıyorlar. Güya ABD baskı yapacak,
dolayısıyla da güney Kürdistan yönetimi PKK’ye karşı mücadele edecek.
AKP hükümetinin umudu ve hesabı budur. Yani PKK’ye karşı mücadeleyi
KDP’ye ihale etmek istiyor. KDP’liler bunu yapamayacaklarını, bu konuda
başarılı olamadıklarını zaten söylediler. Dolayısıyla yeni bir şey
yoktur.
GERİLLA ALANLARI VE MAXMUR’U TASFİYEYİ UMUT EDİYOR
Aslında
Türkiye biraz taviz vererek, biraz da ABD üzerinde baskı kurarak, Irak
ve Güney Kürdistan yönetimini zorlayıp, bir biçimde Medya Savunma
Alanlarını ve Mexmûr’u tasfiye etmeyi umut ediyor. Fakat bunu
yapabilmesi için demokratik açılımlar yapması, Kürt sorununun çözümü
yönünde adımlar atması gerekli. Mexmûr halkı geri dönüş ilkelerini
açıkladı. Ona göre Türkiye yönetiminin de politika oluşturması lazım.
Yoksa bu insanları zorla Türkiye’ye götüremez. Bu insanlar bilinçsiz
insanlar değiller, keyfi gelmediler. Mücadele ederek, bir şeyleri
reddedip, bir şeyleri arayarak Mexmûr’a geldiler ve bu konumları hala
devam ediyor. Öte yandan, Medya Savunma Alanları yirmi yıldır oluşmuş
bölgelerdir. Burada PKK örgütlüdür, bir sistem oluşmuştur, bir denge
ortaya çıkmış durumdadır. Bunun değiştirilmesi için yeni ve sağlam
politik planlar gerekli. Kürt sorununun siyasi çözümü yönünde adımların
atılması lazım. Türkiye yönetimi bu adımları atamıyor. Böyle olunca da
sorun sadece PKK’nin örgüt ve gerilla varlığının Medya Savunma
Alanlarından çıkartılmasından öteye, başta Güney Kürdistan yönetimi
olmak üzere dört parçadaki Kürt örgütlerini ve toplumunu ikna etmeyi de
gerekli kılıyor, içeriyor. Bu sorun herkesin sorunudur. PKK’nin Medya
Savunma Alanlarındaki gerilla üstlenmesi dört parçadaki Kürt toplumunun
güvenliğini, Kürt sorununun dört parçadaki siyasi çözümünü
ilgilendiriyor. Dolayısıyla öyle Hewlêr’de konsolosluk açmakla, biraz
ekonomik taviz vermekle, ABD üzerinden baskı yapmakla çözümlenecek bir
husus değil. Güney Kürdistan yönetimi ne korkutulabilir ne de kısmi
tavizlerle satın alınabilir. Tam tersine, onların da kendilerine göre
siyasi stratejileri var. Kürt sorununun birçok alanda kısmi çözümünü
istiyorlar ki, kendi güvenlikleri sağlanmış olsun. Türkiye yönetimi
bunu yaparsa etkili olabilir. Bunu yapmadıkça, Güney Kürdistan
yönetiminden de PKK’yi zorla Medya Savunma Alanlarından çıkartacak,
PKK’ye karşı savaş yapacak bir tutum içine girmelerini sağlatamaz. Bu
çabalar boştur.
ABD TÜRKİYE’Yİ İRAN VE AFGANİSTAN’DA KULLANMAK İÇİN PKK’YE KARŞI İSTEDİĞİNİ VEREBİLİR
Dolayısıyla
son Obama-Erdoğan görüşmesinin iki yıl önceki görüşmeden farklılıkları
vardır. O zaman gerçekten de iki devletin de planları birbirine
yakındı, ortaklaştırılmıştı. PKK’yi imha ve tasfiye etmek üzere askeri,
ideolojik ve siyasi boyutları olan planlı bir saldırı yürüttüler. Fakat
bunların hepsi boşa çıktı. ABD bunları görüyor. PKK’ye karşı bunu aşan
yeni bir plan oluşturulmuş değil. Türkiye aynı şeyi devam ettirmek
üzere kendisine askeri destek verilmesini, KDP ve YNK’nin PKK’ye karşı
savaşa sokulmasını istiyor. ABD’nin bu konuda rol oynamasını istiyor.
ABD ise bu istemi gerçekçi ve sonuç alıcı görmüyor. ABD aynı düzeyde
istendiği için destek verse de, Türkiye’nin başarılı olacağına inançlı
değildir. Onun için ABD Başkanı Obama Ahmet Türk ile görüştü. Yeni
politikalar içine girmenin gereğini gördü ve ABD o tür adımlar attı.
Türkiye’den de kuvvetli bir biçimde böyle adımlar atılmasını istiyor.
Ama Erdoğan, sahte bir biçimde on beş dakika Ahmet Türk ile görüştü.
Ardından DTP’yi de kapattı. Ahmet Türk’e beş yıl siyaset yasak getirdi.
Milletvekilliğini mahkeme kararıyla düşürdü. Türkiye’nin bu
politikasıyla ABD’nin izlediği politikanın aynı olmadığı ortadadır.
Dolayısıyla da bir farklılık vardır. Çok ayrıntılarını bilmesek de bunu
görüyoruz. ABD Washington’da DTP’ye temsilcilik açmak istiyordu. Bunun
için her türlü adımları attılar. Türkiye DTP’yi kapattı. ABD’nin
politikalarına karşıttır bu adım. Bu açıkça görülebilir bir durumdur.
Biz zaten bu görüşmeden çok hayırlı bir sonuç beklemiyorduk. Bunu ilan
da etmiştik. Fakat Türkiye yönetiminin, AKP’nin yansıttığı gibi, iki
yıl öncekine benzer çok kapsamlı bir ittifak yaptıkları da çok gerçekçi
görünmüyor. Nitekim Tayip Erdoğan ABD’den ayrıldıktan sonra Türkiye’nin
Washington büyükelçisi de istifa etti. Demek ki çok iyi bir görüşme
olmamıştır. Bırakalım Türkiye yönetiminin ABD ile çok güçlü bir ittifak
yapmış olmasını, Türk hükümetinin dışişlerinin kendi arasında bir görüş
birliği bile söz konusu değil. Kendi aralarında bile birlik
yaratamıyorlar. Kendi arasında bir birlik yapamamış bir hükümetin
ABD’den büyük destek aldığını, güçlü ittifaklar yaptığını söylemesi çok
gerçekçi ve anlamlı değildir. Kaldı ki, ABD şimdiye kadar olduğu gibi
Türkiye’yi Afganistan ve İran’da kullanabilmek için PKK’ye karşı
istediği destekleri verebilir. Biz bunu da dikkate alıyoruz. Buna göre
de kendimizi hazırlıyoruz, hazırlamış durumda bulunuyoruz da. Geçen
süreçte bu temelde gelişen saldırılara karşı direndik, bunları boşa
çıkardık. Bir tecrübemiz ve gücümüz oluştu. AKP hükümeti yeniden aynı
şeyleri tekrarlamaya kalkarsa, elbette onları rahatlıkla boşa
çıkarabilecek güce sahibiz. Eğer Türkiye bunu tekrarlamak isterse
sadece zaman kaybeder ve zaman kaybetmek çözümsüzlüğü derinleştirir.
Türkiye bundan da zarar görür.
ABD İLE İTTİFAK YERİNE ÖCALAN VE DTP İLE DİYALOGA GİRİLSİN
Biz
hareket olarak böyle olmasını istemedik. Tersine, ABD ile ittifak
yapmak yerine Önder Apo ile diyalog içine girilsin, DTP ile diyalog
içinde olunsun, dedik. Biz de PKK olarak diyaloga hazır olduğumuzu hep
söyledik. Fakat dikkat edilirse AKP hükümeti “Kürt açılımı ,
“Demokratik açılım yapıyoruz diyor, ama bunu Kürtlerle görüşmüyor,
Türkiye’nin demokratik çevreleriyle, muhalefetle görüşmüyor. Bunu
ABD’yle, Avrupa’yla, Güney Kürdistan, Irak, Suriye ve İran ile
görüşüyor, ama muhataplarıyla görüşmüyor. Dolayısıyla açığa çıkıyor ki,
AKP’nin Kürt açılımı Kürtsüzdür. Demokratik açılımı muhalefetsizdir. Bu
bir açılım değil, tasfiye planıdır. Böyle olmasını elbette istemedik.
Biz tek taraflı çatışmasızlık politikası izleyerek, demokratik
siyasetin önünü açtık. Türkiye yönetimine de diyalog ve birlikte
demokratik siyasi çözümü geliştirme çağrısı yaptık. Önder Apo Yol
Haritası hazırlayıp sundu. Barış gruplarının Türkiye’ye dönüşü
gerçekleşti. Fakat Türkiye yönetimi bunları dikkate almak ve sorunu
muhataplarıyla çözmek yerine, dış güçlerle ittifak yaparak Kürt
Özgürlük Hareketini ve halkını ezmek üzere yeni bir saldırı yürütmeyi
tercih etti. Bu saldırılar da halkın direnişiyle kırılmıştır. Bunu ABD
de görüyor. Dolayısıyla AKP’nin izlediği politikaların başarılı
olacağına inandıklarını sanmıyoruz.
ÇÖZÜM KÜRT ULUSAL KONFERANSI TEMELİNDE OLMALI
Aynı
durum Güney Kürdistan yönetimi açısından da geçerlidir. Biz güney
Kürdistan yönetiminin çok duyarlı ve dikkatli olacağı inancındayız.
Çünkü gerçekleri onlar da gördüler. Türkiye yönetimi ne söylerse
söylesin, Kürt gençlerinin Amed’de, Bulanık’ta polis kurşunlarıyla
nasıl katlettiklerini gözleriyle gördüler. DTP’nin nasıl kapatıldığını,
kendisini barışa adamış Ahmet Türk gibi bir siyasetçinin nasıl
milletvekilliğinden mahkeme kararıyla düşürüldüğünü gördüler. Hepsi
Ahmet Türk’ü tanıyorlar, görüşmüşlerdir. Dolayısıyla AKP hükümetinin
vekillerinin söyleyeceği yalanlara aldanacak konumda değillerdir.
Önderlik ve parti olarak Kürt tarafının Kuzeyde izlediği politikaları
Güney Kürdistan yönetimi de çok iyi biliyor. Önder Apo ve PKK’nin
barışçıl ve demokratik siyasi çözümden yana olduğunu çok iyi
biliyorlar. Bu bakımdan da Güney Kürdistan yönetimi de elbette duyarlı
ve dikkatli davranacaktır. Kürt sorununun barışçıl ve siyasi çözümünün
gerçekleşmesi çizgisinde hareket edeceklerdir. Elbette Güney Kürdistan
yönetimi ABD ve Türkiye’nin baskılarına boyun eğmemelidir. Bu konuda
dikkatli ve duyarlı davranmalıdır. Özellikle Kürt aydınları, bütün
siyasi partiler, herkes duyarlı olmalı, dikkatli davranmalıdır.
Kesinlikle oyuna gelinilmemelidir. Gün duyarlı, dikkatli, birlik
içinde olma ve oyuna gelmeme günüdür. Biz çözüm için Kürt ulusal
konferansının toplanmasını istedik. Güney Kürdistan yönetimi de bunu
kabul etti. Eğer AKP gerçekten yeni şeylerin gelişmesini istiyorsa Kürt
Ulusal Konferansı’nın toplanmasına razı olmalıdır. Dolayısıyla da Güney
Kürdistan yönetimi, Kürt ulusal konferansının toplanması siyaseti
temelinde ABD ve Türkiye’den gelen baskıları karşılayabilir. Eğer bir
çözüm olacaksa konferans temelinde olmasını sağlatabilir. Dolayısıyla
ön açıcılığın Kürt Ulusal Konferansı ile olmasını sağlatabilir.
TOKAT GİBİ BİR ÇOK OLAY OLABİLİRDİ
*Tokat
eyleminden sonra çeşitli iddialar ve komplo teorileri gündeme geldi.
Gerilla neden bu eylemi yaptı? Bu eylemi nasıl okumak lazım? Benzer
eylemler olur mu?
-Tokat’ta bir gerilla grubumuzun
geliştirdiği eylem üzerine de çok spekülatif değerlendirmeler
yapılıyor. Provokasyon deniliyor, komplo teorileri üretiliyor. Kimisi
PKK’nin süreci sabote etmek istediğine yorumluyor, kimisi PKK bunu
yapmamış diyor. Bunlar anlamsız ve boş değerlendirmelerdir. Kimse Tokat
eylemini yaşanan siyasi süreçten, gelişmelerden kopuk ele alamaz.
Eylemin gerçekleştiği dönem ortadadır. Önder Apo’ya, Kürt halkına en
ağır işkence ve imhanın dayatıldığı bir süreçtir. Önder Apo ölüm
çukuruna konmuş ve imha sürecine alınmıştır. Kürt gençleri, insanları
sokakta kurşunlanıyor. Amed’de Aydın Erdem isimli genç kurşunlanmış,
onlarca yaralı oluyordu. Polis DTP mitinglerini engelliyor, Kürtlere
karşı linç girişimleri tezgahlıyor, gençleri sokaklarda kurşunluyordu.
DTP’nin kapatılması gündeme getirilmişti. Demokratik siyasetin önü
tümden tıkatılıyordu. Oysa ki PKK 13 Nisan’da tek taraflı çatışmasızlık
kararını ilan etti. Tek taraflı çatışmasızlık politikasıyla Kürt
sorununa barışçıl-siyasi çözümün önünün açılmasını sağlamıştı. Bu yönlü
adımlar bekliyordu. Kürt tarafı, PKK böyle bir çözüm arayışı
içindeyken, ona tekrar çok tehlikeli bir biçimde Önderliği, halkı
hedefleyen yeni bir imha saldırısının dayatılması elbette ki yeni
yaklaşımları gerekli kıldı. Herkesi öfkelendirdi, tepkilendirdi.
Barışçıl-siyasi çözümün olacağına dair Türkiye toplumunda, Kürt
halkında önemli bir umut yeşermişti, kanaat oluşmuştu, beklenti
gelişmişti, herkesin istemi o yönlüydü. Böyle bir beklenti yaşanırken,
yeniden bir imha saldırısının Önderliğe ve halka dayatılması büyük bir
öfke ve tepki yarattı, kırılma ortaya çıkardı. AKP’nin hile ve oyun
içinde olması halkta, bütün hareketimizde, dört parçada ve
yurtdışındaki örgütlerimizde gerçekten ölçülemez ve önü alınamaz bir
öfkeye yol açtı. Esas olarak da Önderliğe ve halkımıza dönük bu
saldırılar en çok gerillada tepkiye yol açtı, büyük bir öfke ve tepki
içine çekti. Öyle ki her taraftan bize baskılar geldi. Fedai eylem
önerileri en üst düzeye çıktı. Herkes harekete geçmeye yöneldi.
Yönetimimiz üzerinde çok ağır bir baskı oluşturdu. Biz gerçekten de
gerilla yapımızı bir sistem ve düzen içerisinde tutabilmek için çok
yoğun çaba harcadık. Genç arkadaşlarımızı biraz daha ölçülü ve planlı
yaklaşım içine çekebilmek için yönetim olarak zorlu bir çalışma
yürüttük. Bunu herkesin bilmesi gerekli. Tokat eylemi gibi birçok olay
olabilirdi. Birçoğunun önünü aldık. Biraz daha planlı yaklaşılmasını
sağladık. Bazı yerlerde de olaylar oldu. Sadece Tokat’ta olmadı.
Mardin’de, Beşiri’de oldu, Zagros’ta oldu. Birçok yerde irili-ufaklı
çatışmalar yaşandı. Tokat’taki de bunun bir parçasıdır, tamamen böyle
bir süreçle bağlantılıdır. Herkes bunu böyle okumalı ve anlamalı.
ÖCALAN’A SALDIRI OLURSA KÜRT GERİLLASINI KİMSE TUTAMAZ
Şunu
herkes bilsin ki, Önder Apo ve Kürt halkına saldırı olursa Kürt
gerillasını ve Kürt gençliğini kimse tutamaz. Bu saldırılar cevapsız
kalmaz. Gerillanın buna gücü ve hazırlığı var. Tokat’ta bir eylem
yapabilmek, gerillanın hangi güçte olduğunu gösteriyor. Aslında bu bir
uyarıdır. Anlamak ve gerçekleri görebilmek isteyenler için somut bir
mesajdır. Öyle ucuz yaklaşımlardan herkes uzak dursun, vazgeçsin.
Bazıları, “PKK zayıflığı nedeniyle, çırpınış halinde olduğu için
Tokat’ta eylem yapmış diye değerlendirme yapıyor. Çırpınan, ölüm
döşeğinde olan Tokat gibi bir yerde eylem yapabilir mi? Kürdistan’ı da
aşıyor, Türkiye’ye gidiyor. Eylem yapılan yer MHP’nin en güçlü olduğu
yerdir. Orada bile eylem yapabildiğine göre gerillanın mevcut durumda
ne kadar güçlü ve yaygın bir mevzilenmeye sahip olduğu ortaya çıkıyor.
Bunu herkes görmelidir.
TOKAT EYLEMİ, LAFTAN ANLAMAYANLARA UYARI MESAJIDIR
Kimse
kendini kandırmasın. Bu bir tehdit değildir, bir gerçeğin ifadesidir.
Bazıları, PKK’ye katılımı durdurduk. Tokat’ta da can çekişmekte olduğu
için böyle bir şeye başvurdu diyorlar. Ne alakası var? Katılım
dursaydı gerilla nasıl Tokat’a kadar giderdi? Can çekişiyor olsaydı
Tokat gibi bir yerde nasıl eylem yapabilirdi? Demek ki bu tür söylemler
doğru değildir. Böyle düşünceler çok maksatlıdır. Kendini kandırmaya,
toplumu aldatmaya dönüktür. Biz buradan öneriyoruz Türkiye’nin aydını,
siyasetçisi, düşünürü kendini kandırmaktan da, Türkiye toplumunu
aldatmaya çalışmaktan da vazgeçsin, gerçekleri görsün, serin kanlı
olsun, gerçekleri teslim etsin, buna uygun davransın. Doğru olan budur.
Bu bakımdan bu tür olaylar öyle provokasyon ve komplo teorileriyle izah
edilemez. Tamamen siyasi sürece bağlıdır. O siyasi sürecin bir gereği
olarak öne çıkmıştır. Önder Apo’ya ve Kürt halkına saldırılar oldukça
meşru savunma çizgisi temelinde bu tür savunma her zaman olur. Şunu
herkes bilsin: Önder Apo’ya uzanan eller kırılır, Kürt halkına vuran
eller kırılır. Hareketimizin bunu yapacak güç vardır. Bu tür saldırılar
cevapsız kalmaz. Bu bakımdan tabi ki Tokat eylemi öyle boş, süreçten
kopuk olmamıştır. Peki, böyle bir eylem olmayacak da ne olacaktı?
Önderlik imha edilecek, halk katledilecek, DTP kapatılacak,
milletvekillerine siyaset yasağı getirilecek ama gerilla buna seyirci
mi kalacak? Gençlik sessiz mi kalacak? Kalmadı. Kürt gençliği sokakta
polisle o kadar çatışmaya girdi. Polise karşı silah olarak sadece
taşları olan ve bunlarla karşı koyan Kürt gençliği yanında, bir de
elinde silahı olan, askeri eğitim görmüş, daha da mevzilenmiş olan
gerillanın neler yapabileceğini bir düşünün. O daha fazlasını
yapabilirdi. Nitekim yapmak istiyordu da. Yönetim olarak biz bunu en
aza çekmeye, daraltmaya çalıştık. Herkes böyle bilsin, böyle anlasın.
Bu eylem mücadelenin bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Lâftan
anlamayanlara kendi anladıkları dilden mesaj verilmiştir. Bu bir
uyarıdır, mesajdır. Ondan öteye herhangi bir şey yoktur. Umarız herkes
böyle görür, böyle anlar, böyle değerlendirir. Bu tutumun daha doğru
olacağını, olayın daha gerçekçi anlaşılmasına yol açacağını ve bu
temelde daha doğru sonuçların çıkartılacağını düşünüyoruz. Herkesi de
böyle değerlendirmeye davet ediyoruz.
Benzer durumlar olur mu,
olmaz mı? Biz buna bir şey diyemeyiz. Bu bizim isteğimizle olmuyor. Bu
tür olaylar tamamen AKP hükümetinin ve Türk devletinin politikaları
sonucunda ortaya çıkıyor, onlara karşı gelişiyor. AKP hükümeti ve
Türkiye yönetimi Önder Apo, Kürt halkı ve gençliğine dönük imha
saldırıları yürütür, operasyonlar ve polis saldırıları olursa, sokakta
Kürt kadınları ve gençleri kurşunlanırsa, elbette Kürt halkı meşru
savunmasını yapar, Kürt gerillası halkı ve Önderliği savunur. Bunu
herkesin bilmesi lazım. Eğer böyle olmazsa, gerillaya, halka ve
Önderliğe dönük ordunun ve polisin saldırıları gerçekleşmezse böyle
eylemler olmaz. Nitekim operasyonlar olmadığı zaman olmuyor. Örneğin,
biz 13 Nisan’dan itibaren çatışmasızlık politikası izledik. Ama ondan
önce, seçim sürecinde böyle bir politikamız yoktu. Fakat Türk ordusu
operasyon yapmadı, polis DTP’nin mitinglerine saldırmadı, engel
koymadı, linç girişimleri olmadı. O zaman herhangi bir gerilla eylemi
olmadı. Gençliğin sokakta çatışmaları olmadı. Ama Önder Apo’ya, DTP ve
Kürt halkına dönük imha saldırıları, polis ve asker operasyonları
gündeme gelince, elbette ki gençlik sokakta da direndi, cezaevinde de,
dağda da direndi. Bu, Hareketimizin ortaya çıkardığı bir direniş
gerçeğidir. Bu tür saldırılar oldukça, onlar karşısında meşru savunma
stratejisi temelinde direniş her zaman olur. Bunu herkesin böyle
bilmesi gerekiyor.
DEMOKRATİK ADIMLARI HERKESTEN ÇOK KÜRTLER DESTEKLİYOR
*Türk
aydınları AKP siyasetini “demokrasi mücadelesi olarak sunup, Kürtlerin
neden bu safta yer almadığını sorguluyor? Sizce bir “AKP demokrasi
mücadelesi nden söz etmek mümkün mü?
-AKP’nin demokratik
adımlar atma durumunu herkesten çok Kürtler destekliyor. Bu konuda
taahhütte bulunmuş durumdalar. Atılacak her adımı karşılıksız
destekleyeceklerini Önder Apo da, PKK de, DTP de deklere etmiş
bulunuyor. Nitekim destek de verdiler. Kürtler 29 Mart yerel seçimleri
ardından, AKP hiçbir demokratik adım atmadan, bu seçim sonuçlarının
demokratik siyasetin işlemesi için, sorunların demokratik siyaset
temelinde çözümü için imkan verebilir diye düşünerek, tek taraflı
çatışmasızlık politikası izlediler. Demokratik dönüşümün önünü bu
biçimde açtılar. Daha AKP böyle bir adım atmamışken, böylesi bir adıma
karşılıksız olarak destek vereceklerini ortaya koydular. AKP açılımdan
söz ettiğinde, “Kürt açılımı , “Demokratik açılım dediğinde, CHP ve
MHP AKP’ye saldırırken, DTP her türlü demokratik adıma destek olacağını
peşinen taahhüt etti, kamuoyu önünde açıkladı. Bu yönlü atılan adımlara
destek de verdi.
Kim demiş Kürtler demokrasi mücadelesine
katılmıyorlar? Türkiye’deki gerçek demokratik tutumu PKK temsil ediyor.
PKK’nin otuz yıllık mücadelesi Türkiye’nin demokrasi mücadelesidir.
Mahir’lerin, Deniz’lerin, İbrahim’lerin başlattığı demokrasi
mücadelesinin Kürdistan’da otuz yıldır devam etmesidir. Deniz Gezmiş’in
idam sehpasında, Mahir Çayan’ın kurşun altında, İbrahim Kaypakkaya’nın
işkence altında söylediği, sahiplendiği demokratik Türkiye
mücadelesinin sürdürülmesidir. Bunu kim inkâr edebilir? PKK gerçeği
budur ve Kürtler özgürlük mücadelesini PKK öncülüğünde yürütüyorlar.
Dolayısıyla bütün Kürtlerin yürüttüğü özgürlük mücadelesinin hepsi
Türkiye’nin demokrasisini temsil ediyor. Aynı zamanda demokratik
Türkiye mücadelesi oluyor. Kim ki Kürtlerin demokrasi mücadelesi içinde
olmadığını söyler, hatta ona katılmadığını ifade etmeye çalışırsa,
bilinsin ki bunlar gerçek dışıdır, boş laftır, yalandır. Bunların
gerçekle ne alakası var? Bu tür sözlerle kim kimi kandırabileceğini
zannediyor? Hiç kimse tarih bilincinden yoksun değil, belleği körelmiş
değildir. Herkes geçmişte neyin yaşandı ve şimdi yaşananların ne anlama
geldiğini anlayacak, bilecek durumda. Kimse bu konuda kendisini
kandırmasın.
AKP’NİNKİ DEMİREL DEMOKRATLIĞI
Fakat
demokrasi konusunda AKP ne yaptı? AKP demokrasisi diye bir şey var mı
ortada? AKP’nin sözde demokratlığını bazı arkadaşlarımız “AKP kendine
demokrat olma olarak tanımladı. AKP’ninki demokratik bir tutum değil,
kendisine demokrattır. Biz buna Demirel demokratlığı da diyebiliriz.
Yani kendisi için demokrattır, kendisi için demokratik hakları istiyor.
Parti kapatılmamasını AKP kendisi için istedi. DTP’nin kapatılmasının
önünü açtı, göz yumdu, engellemedi, karşı çıkmadı. AKP kendisinin
iktidara gelmesini istiyor, ama başkasının iktidara gelebileceğini
aklından bile geçirmek istemiyor. Neredeyse diktatörlük kuracak. Sözde
Kürt sorununun çözümünden, Kürt açılımından söz ediyor, ama Kürtlerle
diyalog kurmuyor. Amerika ile Avrupa ile konuşuyor. Sözde demokratik
açılım yaptığını söylüyor, ama muhalefetle konuşmuyor. CHP’yle,
MHP’yle, herkesle kavgalıdır. AKP’nin içinde bulunduğu durum açıktır.
Bunun demokrasi ile ne alakası var. Muhalefetsiz demokrasi olur mu?
Kürtsüz Kürt sorunu çözülür mü? Kürtsüz Türkiye demokrasisi olabilir
mi? Fakat AKP demokrasisi denen şey böyle gelişiyor. Tayip Erdoğan’ın
tutumu, bir yandan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in izlediği
politikaya, gösterdiği tutuma benziyor. Bunu herkes görüyor ve anlıyor.
İşin gerçeği budur. AKP yenilikten, ilericilikten, demokratlıktan,
değişimcilikten söz etti. Ama bunların hep sözünü etti, içini
doldurmadı. Boş laf olarak kaldı. AKP laf ediyor, lafta her şeyi
söylüyor. Fiiliyatta ise hiçbir şey yapmıyor. iktidarı ele geçirmiş,
ondan sonra demokrasinin lafını ediyor ama 12 Eylül rejimini de
sürdürüyor. Ülkeyi sekiz yıldır 12 Eylül Anayasa’sıyla en gerici,
faşist yasalarla yürütüyor. Bu yasaların hiçbirisini değiştirmedi,
değiştirmek için hiçbir adım atamadı. Her şeyi dile getirdi, ama hiçbir
şeyi de yapmadı. Söz söyleyerek, aslında milleti uyutmaya, sorunları
erteletmeye çalışıyor.
AKP SEKİZ YILDIR NERDE?
Aslında
Türkiye’de var olan sorunların çözümü kendisini yakıcı bir biçimde
dayatıyor. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü, Türkiye’nin
demokratikleşmesi, 12 Eylül rejiminin aşılması kendini dayatıyor.
Bunların yapılması gerekli. Bunu herkes görüyor. AKP söylüyor, ama
yapmıyor. Sanki söyleyip yapmayarak bu dayatmaları boşa çıkartıyor. AKP
sanki özel savaşın freni gibidir. Gericiliğin, şovenizmin, despotizmin
freni gibi hareket ediyor. Bu konuda oldukça aldatıcıdır. Sözde en
ilericiymiş gibi görünüyor. Abdülhamit gibi “kurtlarla birlikte ulumak
politikasını yürütüyor. Solcuyla solcu, İslamcıyla İslamcı, demokratla
demokrat, milliyetçiyle milliyetçilik yapıyor. Ama bunların hiçbirisini
yapmıyor. Sözde hepsini söylüyor, gerçekte ise hiçbir şeyi yapmıyor.
Dikkat edilirse AKP ortada kaldı. Herkesten koptu ve kendi başınadır.
Çünkü hiçbir şeyi yapmadığı için artık yalnızlık içinde kaldı. Foyası
meydana çıktı. Bir tutarsızlık var burada. Eğer gerçekten çok bilinçli,
planlı bir özel savaş gücü olma durumu yoksa, izlediği siyaset
tutarsız, ikiyüzlü, bukalemun gibi bir duruşu temsil ediyor. Şimdiye
kadar hep, acaba bir şeyler yapmak istiyor da gücü yetmiyor mu, diye
değerlendirmeye, anlamaya çalıştık. Birçok çevre de böyle yaklaştı. Ve
gelinen noktada artık bu durumun aşılması gerekiyor. Çünkü güçlü bir
potansiyel var. Aslında demokratikleşmenin önü çok kapalı değil.
Demokratik siyaset daha etkili işletilebilir. Fakat dikkat edilirse AKP
bunların hiçbirisini yapmadı, yapmıyor. Sanki bu konuda bilinçli
davranıyor. Yapmak istiyorum da gücüm yetmiyor diyerek, kendisini
acındırıyor. Sanki böyle engelleniyormuş gibi göstermeye çalışıyor.
Bunların çok gerçekçi olmadığı artık ortadadır. Dolayısıyla AKP’nin
sözüne, yalanına artık kimse inanmaz. Gerçekten bir şeyler yapacaksa
bir gün bile gecikmeden yapmalıdır. Yapmadığı müddetçe de artık bu
laflara kimse inanmıyor, inanmamalıdır. AKP’nin, bu faşist, gerici
düzeni yalan laflarla daha fazla uzun ömürlü kılmasına izin
verilmemeli. Zaten kimsenin bu konuda artık sabrı kalmadı. İşçiler de,
Kürtler de ayakta. Eğer AKP demokrasi önünde bir oyun ve bir engelse,
artık herkes gerçekleri görüp birleşerek bu oyunu bozmalı, bu engeli
aşmalıdır. AKP’nin demokrasi mücadelesini verdiğini söyleyen çevrelere
ben bunu söylüyorum. Gerçekten demokrasi mücadelesi veriyorduysa bunu
sekiz yıldır verseydi. Bunu yapmadığına göre, yalan söylüyor.
Dolayısıyla bu kişiler gerçek demokrat iseler, o zaman AKP’nin
demokrasi önünde engel olma durumunu da görsünler, eleştirsinler. Bu
engeli aşmak için el birliği halinde mücadele etmeye katılsınlar. Doğru
tutum, demokratik tutum ve yaklaşım bunu içerir
PKK DIŞINDA DEMOKRATİK BİR SİYASET YOKTUR
*Barış
ve demokrasi iddiasıyla bazı aydın ve gazeteciler, Kürt sorununu ele
alırken bir direniş hareketi olarak PKK ve evrensel hukuk kurallarına
göre bir işgalci durumundaki Türk ordusunu aynı koşullarda
değerlendirip PKK’nin siyaset dışında durmasını istemesini gerçekçi
buluyor musunuz?
-PKK bir siyasi harekettir. Dolayısıyla
PKK’nin siyaset dışı kalmasını istemek doğru bulunamaz. PKK Kürt
sorununu açığa çıkardı. Kürt gerçeğini tanımladı. Kürt sorununun
demokratik siyasi çözümünün önünü açtı. Şimdi de barışçıl ve siyasi
çözümü ifade eden bir strateji izliyor. Önder Apo’nun on beş yıldır
izlediği strateji budur. PKK de Önder Apo’nun tanımladığı ve yürüttüğü
bu stratejiye bağlı olarak bir mücadele yürütüyor. Diğer yandan,
Türkiye gerçeklerini açığa çıkardı. Türkiye siyasetini ayakları üzerine
dikti, karanlık durumları aydınlattı. Dolayısıyla Türkiye’de de
demokratik siyasetin temel parçalarından biri durumundadır. Türkiye’nin
gerçek bir demokrasiye kavuşması siyasetini izliyor. Bu nedenle PKK’yi
yok etmek demek, Türkiye’de demokrasiyi ve Kürdistan’da da Kürt
gerçeğini yok etmek demektir. Türkiye’de despotik bir rejim istemek,
Kürtler üzerindeki inkar ve imha siyasetini başarıya götürmeye
çalışmak, soykırımı tamamlamak istemek demektir. Bunun başka anlamı
yoktur. Eğer Türkiye demokratik olacaksa ve Kürt sorunu demokratik
siyasi çözüme kavuşacaksa, bunu açığa çıkartan, temsil eden, siyasi
çözümü geliştiren yegane gücün PKK olduğu görülmeli ve PKK böyle ele
alınmalıdır. PKK siyaset dışına itilirse ne Türkiye’nin demokratik
siyaseti olabilir, ne de Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü
geliştirilebilinir. Bunu böyle görmek ve anlamak lazım. PKK bu konuda
kendini yeniledi, değiştirdi, dönüştürdü. Felsefik olarak, ideolojik
olarak yeniledi, programını, stratejisini değiştirdi. Örgütsel olarak
kendisini yeniden yapılandırdı. Türkiye’nin demokratik siyasetine, Kürt
sorununun demokratik siyasi çözümüne uygun, bunu esas alan, buna
öncülük eden, bunu yürüten bir hareket haline geldi. Bu gerçeği herkes
görmeli. Dolayısıyla da PKK’nin dışında bir demokratik siyaset yoktur.
Kimse PKK’yi demokratik siyasete karşı bir güçmüş gibi kimse görmemeli,
göstermemelidir.
SİYASET YAPMASINA İZİN VERİLİRSE PKK SİYASETİ SİLAHLA YAPMAZ
Bu
noktada Türk ordusuyla neyi kıyaslıyorlar, bilemiyoruz. Türk ordusu
siyasete çok müdahale ediyor. Siyasi bir güç değildir. Siyasetin
emrinde olması gereken bir güçtür. Devlet var, meclis var, partiler
var, siyaset yapan kurumlar var. Ordu siyaset gücü değildir. Olsa olsa
güvenlik gücü olabilir. Oysa mevcut Genelkurmay siyaset yapıyor, bir
partiden daha fazla siyaset yapıyor. Aslında siyaseti ordu yürütmek
istiyor. Gerçek bir siyasi parti gibi davranmak istiyor. Böyle olmaz.
Ordunun kendi görevine çekilmesi lazım. Görev alanıyla sınırlı hale
gelmesi gerekiyor. Siyaset üzerinde askeri vesayetin kalkması için
devletin militarizmden kurtulması, demokratik siyasetin işleyebilmesi
için ordunun kendi alanına çekilip, siyasetin meclis ve partiler
tarafından yürütülür hale gelmesi gerekir. Bunun da halk tarafından
belirlenmesi gerekiyor. Meclis ve partiler üzerinde vesayet kurarak,
halkın iradesini ipotek altına almamak gerekli. Ordu bunu yapıyor.
Çatışma ve gerginlik yaratarak, var olan savaş durumundan da
yararlanarak, bunu sürdürmek istiyor. Eğer Ordu ile PKK’nin durumu
silahın siyasetin dışına itilmesi anlamında benzeştiriliyorsa bu
olabilir PKK de bunu istiyor. Yani demokratik siyasetin önü açılsın,
diyalogla sorunların barışçıl-demokratik çözümü gerçekleştirilsin,
PKK’nin demokratik siyaset yapmasına izin verilsin, o zaman PKK
siyaseti silahla yapmaz, silahı siyaset dışına iter. Kesinlikle kendini
silahsız bir siyasi mücadele içine çeker. Buna açıktır. Bu anlamda eğer
demokratik siyasetin gelişmesi için Türk ordusunun siyaset dışına, yani
kendi alanına çekilmesi değerlendirilirken aynı zamanda PKK’nin de
silahla siyaset yapmaktan uzak durması, vazgeçilmesi belirtiliyorsa, bu
doğrudur ve biz buna hazırız, açığız da. PKK silahlı bir örgüt olarak
doğmadı, kurulmadı. Bir ideolojik grup olarak doğdu, siyasi parti oldu.
Daha sonra başka bir çare kalmadığı için, 12 Eylül darbesi olduğu için
silaha başvurdu. Türkiye devlet siyasetini ordu silahla yönettiği için,
başka türlü siyaset yapma, siyasi mücadele yürütme imkanı kalmadığı
için, PKK de silahla siyasi mücadele yürütmek, direnmek zorunda kaldı.
Eğer bu koşullar değişirse, ordu siyaset üzerindeki denetimini, gücünü
değiştirirse, bundan geri çekilir, Türkiye’de demokratik siyasi
yapılanma gerçekleşirse, PKK silahla siyaset yürütmez.
PKK SİLAH DIŞINDA, SİYASİ BİR HAREKETTİR
Zaten
son on yılda uzun süre hep tek yanlı ateşkes içinde oldu. Şimdi
demokratik siyaset için herkesi ortak hareket etmeye, silahı siyasetten
kaldırarak demokratik siyaseti işler kılmaya çağırıyor. Buna açık ve
hazır olduğunu belirtiyor. Bu anlamda eğer silahın siyasetin dışına
çekilmesi anlamında değerlendiriliyorsa, PKK zaten buna açıktır.
PKK’nin hepsi silah değildir. Silah dışında, bir siyasi harekettir. Bu
bakımdan PKK ile ordu aynı değildir. Ama ordunun siyasete hükmetmesi
karşılığında PKK de silaha başvurarak siyaset yapmak zorunda kalmıştır.
Bu durum değiştiğinde PKK de silahlı olmaktan, silahla siyaset
yapmaktan vazgeçer. Silah sadece güvenlik alanıyla sınırlı kalır.
Siyaset tümüyle demokratik bir çerçevede yürütülür. PKK böyle bir
siyasi güç olmaya açıktır, hazırdır. Kürt sorununun demokratik çözümü
ve Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde böyle bir siyasetin oluşması
istemektedir. Çağırısı bu temeldedir. Bu yönlü her türlü diyaloga ve
ortak çalışmaya da açıktır. Onun dışında kimse PKK’yi sadece dar bir
silahlı güçmüş gibi göstermemelidir. Önderliği var, bir sürü siyasi
kurumu, halk gücü var. Bütün meydanlarda yüz binlerce insan “PKK
halktır, halk burada diyor. PKK büyük bir halk hareketi, bir siyasi
harekettir. Silahlı gücü onun dar bir parçasıdır. Eğer demokratik
siyaset gerçekleşirse o silahlı gücü güvenlik alanına aktararak,
kendini demokratik siyasi bir hareket olarak siyasi mücadele içerisinde
tutar. Buna açıktır, yapısı buna uygundur. Herkes de bunu böyle
bilmelidir.
ESAS GERGİNLİK YARATAN BAŞBAKANDIR
*İçişleri
Bakanı Beşir Atalay, TBMM’de kısa ve orta vade olarak gündeme getirilen
çalışmalara hız vereceklerini belirterek “Ayrımcılıkla Mücadele
Kurulu nun oluşturulması, İnsan Hakları Kurulu yasasının Meclis’e
gönderilmesi konusunda çalışmalar yaptıklarını belirti. Ayrıca İnsan
Hakları Kurulu ile ilgili tasarı çalışmasının tamamlandığını ve Kamu
Düzeni ve Müsteşarlığı çalışmalarını hızlandırılacağını söyledi.
Hükümetin bu yeni çalışmaları sürece bir ivme kazandırabilir mi? Bu
konuda neler söylemek istersiniz?
-Hem mecliste,
hem meclis dışında, bu süreçte sorumlu koordine bakan Beşir Atalay’ın
yapılacaklara dair bazı açıklamaları oluyor. Bunun adına proje de
diyor. Bu temelde şimdiye kadar söylem olarak ele aldıkları açılımı bir
projeye dönüştürmeye de çalışıyorlar. Onun adını da “Milli birlik ve
kardeşlik projesi koyuyorlar. Fakat mevcut proje dedikleri şeyler çok
içerikli ve tutarlı değildir. Yapılacaklar diye belirttikleri şeyler
zaten yapılmış olanlardır. Öyle bir yeniliği yoktur. Çok fazla bir
içeriği de yoktur. Dikkat edilirse şimdiye kadar bunların çoğu yapılmış
ama sorunu çözmemiştir. Yeterli bir demokratikleşme ve bu temelde Kürt
sorununun çözümü yönünde kalıcı adımlar atma sağlanamamıştır. Mevcut
durumuyla da aslında hem söylenenler yeni değil, hem de söylenenlerin
yapılmasının sürece bir ivme kazandırması, bir yenilik yaratması
kesinlikle mümkün değil. AKP eğer süreci böyle götüreceğini sanıyorsa
yanılıyor. Belki birkaç ay daha ömrünü uzatabilir, ama ondan sonra
yalanı ortaya çıkar, başarısız kalır, devrilir gider. Türkiye’yi de
tehlikeler içine sokar, kendisini de bitirir. Artık kimse ona inanmaz
hale gelir. Bu bakımdan Beşir Atalay’ın açılım olarak söyledikleri
sözlerin açılım getirecek bir değeri yok. Ayrımcılıkla mücadele benzeri
şeyler tümüyle bazı idari tedbirleri içeren yaklaşımlardır. Yani kim
nedir, içeriği nedir, kime karşı nasıl mücadele edecek, o da belli
değil. AKP propaganda yapıyor. Bir yandan MHP’ye, bir yandan CHP’ye,
bir yandan DTP’ye saldırarak, süreci şimdiye kadar getirdi. Bundan
sonra böyle götüremez.
Dikkat edilirse bu tutum gerginlik
yaratıyor. AKP herkesi gerginlik yaratmakla suçluyor, ama esas olarak
gerginlik yaratan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisidir, üslubudur,
politikasıdır. AKP gerginlik politikası izliyor. Gerginliğe dayanarak,
hiçbir şey yapmayıp, boş söz söyleme temelinde süreci buraya kadar
getirdiler. Ama artık bundan sonra götüremezler. İçişleri Bakanı’nın
sözde müsteşarlık, ayrımcılıkla mücadele kuruluyla ilgili söylediği
şeyler içi boş, göz boyamaya dönük sözlerdir. Bunlarla ne yapacak?
Hiçbir şey yapılamaz. Bu, aslında projesizliğin, boş söylem içine
olmanın verdiği bir sonuç oluyor. Bu biçimiyle güya “projeli olduk
diyerek, yeniden bir süre daha kamuoyunu aldatmak istiyorlar, ama
kimseyi aldatamadılar. Bu biçimde kesinlikle olmaz. AKP eğer böyle
süreci yürüteceğini ve iktidarını uzun ömürlü kılacağını sanıyorsa
büyük yanılgı içindedir. Biz derhal ve hızla bundan vazgeçilmesini
tavsiye ederiz. Kendi iktidarı için de, Türkiye’nin geleceği için de bu
kesinlikle gereklidir. Bu tür boş, ürkek, korkak, içi boş laf eden
tutumlardan derhal vazgeçilmelidir. Tayip Erdoğan da, AKP’nin tüm
yöneticileri de daha ciddî, gerçekçi, cesur ve demokratik olmalı. Daha
güçlü ve kapsamlı bir yaklaşım gösterebilmelidir. Her şeyden önce
Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik çözüm
gerçeğini iyi tanımlamalı ve ortaya koymalı, onun önündeki engellere
karşı daha tutarlı mücadele etmeli, milliyetçiliğe, şovenizme karşı
sağlam bir tutum almalı, Kürt gerçeğini, Kürt sorununu doğru ortaya
koymalıdır. Kendisi Kürt sorunu dedi, ama bu sorunu da çözmüyor. Şimdi
de Avrupa’dan, Amerika’dan, Güney Kürdistan’dan destek alacağını
sanıyor. Söylemezler mi adama, “söylediğin sözlerin içini doldur,
gereğini yap diye. AKP halen, yapmam, sadece söylemde kalırım ve bu
güçleri kandırırım sanıyor. Ama bu kadar da olmaz. Yalancının mumu
yatsıya kadar yanarmış. İçeriyi ve dışarıyı bir, iki, üç aldat, ama
bunun bir sınırı vardır. AKP artık bu sınıra gelmiştir.
BİZİM DE SABRIMIZ KALMADI
DTP’nin
kapatılması aslında böyle bir sınırdı. AKP şimdiye kadar süreci iyi
yönetemedi, yürütemedi, tersinden yürüttü. Önder Apo “arabayı atın
önüne koştu dedi. Ciddi yöntem hataları yaptı. En son da yapılması
gerekenleri en öne koyan bir yöntem izledi. Dolayısıyla araç yürümedi,
tökezledi. Hatta neredeyse devrilme tehlikesi yaşadı. Türkiye
siyasetinin geçtiğimiz günlerde, haftalarda nasıl bir sarsıntı yaşadığı
ortadadır. Buna AKP’nin süreci yönetme tarzı, yöntemi yol açtı. Şimdi
de hala aynı şeyi sürdüreceğini sanıyor. Bu söylemler kesinlikle buna
dönüktür. İçeriksizdir. Kimse buna aldanmamalıdır. Biz de bunu dikkatle
izliyoruz, değerlendiriyoruz. Öyle çok beklentili değiliz artık. Fakat
demokratik siyasi sürecin önünün açılması için her türlü çabayı
yürüteceğiz. Öyle PKK’nin engel oluşturduğu, sabote ettiği görüşleri
yanlıştır. Tetikteyiz, ama öyle farklı bir mücadelemiz yoktur. Fakat
ertelemeye, oyalamaya, aldatmaya da asla fırsat vermeyeceğiz. Artık
toplumun beklemeye sabrı kalmadı. Bizim de sabrımız kalmadı. Herkes
AKP’den gerçekten ne yapacaksa yapmasını istiyor, bekliyor. Marifeti ne
ise, gerçek yüzü ne ise ortaya koysun. Gücü var, imkanı var. Bunu şimdi
yapamazsa hiçbir zaman yapamaz. Dolayısıyla artık aldatmaktan, beklenti
içinde tutmaktan, boş propaganda etmekten vazgeçerek, ne istiyorsa, ne
yapacaksa yapmalı ve herkesi de bu beklentiden kurtarmalıdır. Bunun
için de sorunları daha doğru, daha ciddi, daha gerçekçi ele alması
lazım. Daha demokratik ve daha yöntemli bir yaklaşım içinde olması
gerekir. Şu haliyle yapılanlar kesinlikle öyle değildir. Kimse kendini
aldatmamalı, demokratik güçler el birliği ederek, gerçeği iyi görerek,
güçlü bir demokrasi hareketini örgütlemeye çalışmalı. AKP’den beklenti
içinde olmak yerine demokratik çözümü yaratacak bir demokrasi
hareketini örgütlemeye çalışmak gerekiyor. Türkiye’nin demokratik
güçleri, solcuları, aydınları, kadın hareketleri, işçi hareketleri,
Aleviler, bütün demokratik güçler bu gerçeği görüp, el birliği yaparak,
gerçekten de Türkiye’ye gerçek demokrasiyi getirecek bir siyasi
demokratik hareket örgütlemek için birleşmeli, çaba harcamalıdır.
Doğrusu budur, gerekli olan da budur. AKP’den beklenti büyük bir
yanılgıdır. AKP’nin ne olduğu ve neler yapmak istediği sekiz yıllı
süreçte net açığa çıkmıştır. Dolayısıyla daha fazla aldanmaya,
beklemeye gerek var mı? Bir şey yapmayandan, bir şey yapabilir diye
ummak doğru mudur? Değildir. O zaman beklememek, tam tersine çareyi
kendinden yaratmak lazım. Tüm demokratik güçler bunu yapabilmeliler.
İşçi hareketleri, sendikalar, kadın hareketleri, feminist hareketler,
gençlik hareketleri, yine Alevî hareketleri bütün, demokratik sol kurum
ve kuruluşlar bu gerçeği iyi görmeliler. Artık bir araya gelerek,
AKP’nin yapmadığını, Türkiye’nin ise ihtiyaç duyduğunu yapan güç haline
kendilerini getirmeliler. Doğru olan yapılması, gereken kesinlikle
budur.
AKP HÜKÜMETİNDEN ARTIK FAZLA BİR ŞEY BEKLEMİYORUZ
*Yaşanan tıkanıklığın aşılması için hükümetten kısa vadede ne tür adımlar bekliyorsunuz?
-Biz
gerçekte AKP hükümetinden artık fazla bir şey beklemiyoruz.
Beklenmesini de doğru bulmuyoruz. Artık öyle fazla yapacak bir şeyinin
kalmadığını görüyor ve söylüyoruz. AKP’den beklenti içinde olmanın
doğru olmadığını, demokratik bir tutum olmadığını söylüyoruz. Tersine,
beklemek yerine, demokratik güçler birleşerek kendilerini çözüm ve çare
haline getirmelidirler diyoruz. Bu bakımdan da yaşanan siyasi
tıkanıklığın aşılmasının birinci şartını, demokratik güçlerin bu
durumu, bu gerçekleri doğru değerlendirerek Türkiye’nin önünü açacak,
demokratik siyasete işlerlik kazandıracak bir siyasi hareket
örgütlemelerinin gerektiğini belirtiyoruz. Bu bir çatı partisi ya da
bir ittifak partisi mi olur, bunu bilemeyiz, ama bütün güçleri içine
alan en geniş bir siyasi demokratik hareketi yaratmak lazım. Böyle bir
demokratik siyasi birliği oluşturmak gerekir. Türkiye’de demokratik
siyasete böylesi bir hareket işlerlik kazandırabilir. Tıkanıklığın
önünü adım adım bu açabilir. Türkiye’yi ihtiyaç duyduğu demokratik
dönüşüme böyle bir hareket uğratabilir. Bu hayati önem arz ediyor.
Tarih artık böyle bir hareketin sürece müdahale etmesini dayatır hale
gelmiş, zorunlu kılar hale gelmiştir. Öncelikle herkes bunu görmelidir.
Bu bakımdan bütün demokratik güçlere, sol güçlere, sendikalara, kadın
hareketlerine, Alevîlere çağrı yapıyoruz: Gelin Kürt halkıyla birleşin!
Demokrasi bileşenlerini ortak bir demokratik harekette birleştirerek
Türkiye’nin geleceğine yön veren, Türkiye’nin önünü de açan bir siyasi
demokratik hareket yaratılsın diyoruz. Bu işin başka çaresi yoktur.
Bunu yapamayanın tarih karşısında vebali kalır, borçlu kalır. Tarih
bunu yapmayanları suçlayacaktır. Herkes bunu böyle bilmelidir.
Dolayısıyla da tarihi bir sorumlulukla hareket ederek, sürecin istediği
siyasi çözümü kendinde üretecek bir tutum ve politikanın sahibi
olmalıdır. Birinci ve öncelik taşıyan husus budur.
ÖNCELİKLE OPERASYONLAR DURMALI, TUTUKLAMALARA SON VERİLMELİ
Tıkanıklığın
aşılması konusunda AKP hükümetinin yapması gerekenler açısından ele
alınırsa, öncelikli olarak operasyonlar durdurulmalıdır. Ordu ve polis
operasyonları, halk üzerindeki baskı, DTP’lilerin tutuklanması
durdurulmalı, tutuklular bırakılmalıdır. Bu duruma son verilmeli.
Mevcut saldırılar sürdükçe hangi siyasi süreçten, açılımdan söz
edilebilir. Bu apaçık bir savaştır, saldırıdır. Baskı ve işkence
hareketidir. Bunu başka türlü kimse gösteremez. Bu bakımdan da AKP’nin
gerçekten “demokratik siyasete işlerlik kazandıracağım diyorsa,
yapması gereken birinci husus: Bütün bu saldırıları, operasyonları
durdurmasıdır. Hem de derhal durdurması gerekiyor. Tutuklanmış, işkence
görmüş herkesi serbest bırakmak gerekir. Diğer yandan temel bir neden,
İmralı işkence sistemine artık son verilmelidir. Bir-iki pencere açmak,
koşulları kısmi değiştirmek yetmez. Önder Apo’nun sağlık koşullarının
düzeltileceği, güvenli yaşayacağı, barış ve demokrasi mücadelesine
katılacağı bir konuma ulaştırılması lazım. Kısaca mevcut diyalogsuzluğa
son vermek gerekiyor. ABD, Avrupa, Irak, Güney Kürdistan yönetimi ile
görüşme yerine Kuzeydeki Kürtlerle, PKK’yle, kapatılan DTP’lilerle,
Barış ve Demokrasi Partisiyle, diğer demokratik sol partilerle,
demokratik güçlerle görüşmek gerekiyor. Açılımı buraya yapmak lazım.Bu
noktada da gerekli olan ama bir türlü açılamayan diyalogun önü
açılmalı. Sorunları muhataplarıyla çözmek için girişimci ve ön açıcı
olmak gerekir. Kürt sorununun muhatabının da özgürlük mücadelesini
yürüten güçlerin olduğu açıktır. Önderlik, partimiz, demokratik siyasi
güçler bu konuda çözüm güçleridirler. Kürt halkı çözüm gücüdür. Önder
Apo bir sürü muhatap ileri sürdü. Bu gerçek muhataplarla ilişkilenmek
gerekiyor.
AKP’NİN ATMASI GEREKEN DÖRT ADIM
Kısaca AKP
açısından bir Önder Apo’nun koşullarının düzeltilmesi, sağlıklı yaşar
ve çalışabilir hale getirilmesi gerekir. İki, Kürt sorununun çözümü
başta Önder Apo olmak üzere muhataplarıyla diyalog içinde ele alarak
yürütülmelidir. Üç, operasyonlar, polis ve asker saldırıları derhal
durdurulmalıdır. Dört, bu süreçte tutuklanıp, işkence görmüş olanlar
derhal serbest bırakılmalıdır. Bunlar yapılırsa, yani Önder Apo ve halk
üzerindeki baskılar sona erer, ortam normalleştirilir ve bir de sorunu
çözmek için muhataplarıyla diyalog kurma, uzlaşı aramanın önü açılırsa,
işte o zaman demokratik siyasete işlerlik kazandırılmış olur. Mevcut
tıkanıklığın önü açılmış olur. Bütün sorunların çözümü için
muhataplarıyla görüşülüp, çözüm aranmalıdır. Alevilerle, işçilerle,
kadınlarla görüşüldüğü gibi, Kürt sorununun çözümü açısından da Kürt
halkının iradesini temsil eden güçlerle görüşülerek çözüm arama
sürecine girilirse, işte o zaman tıkanıklık aşılabilir, demokratik
siyasete işlerlik kazandırılır, siyasi açılım süreci gelişir. Çatışma
yerine sorunların siyasetle çözülmesinin önü açılır ve siyaset kendini
bir çözüm gücü haline getirebilir.
Navenda Lêkolînên Stratejîk a Kurdistanê
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info