Hikâyeye göre Atina krallarından birisi Pers İmparatorluğuna karşı büyük bir savaşa hazırlanır. Ancak savaşı kazanabileceğine dair kendi içinde inanç taşımadığı için Delphoi tapınağındaki kahinlere danışmaya karar verir. Delphoi tapınağı tanrı Apollon adına kurulan bir kehanet mabedidir. İnsanlar eski Yunan’daki Delphoi kehanet mabedine gidip kahinler aracılığıyla tanrıdan kendileri hakkındaki hakikati dinledikleri bir yerdir.
Eski Yunan krallarından birisi de Pers İmparatorluğuyla yürüteceği savaş hakkında kahinler aracılığıyla tanrıdan hakikati dinlemek için mabede gider ve kâhin Pythia’ya bu savaşa girerse kazanıp kazanamayacağını sorar. Kâhin tanrıya kralın bu sorusunu sunduktan sonra geri gelip krala tanrının cevabını bildirir. Kâhin Pythia, “eğer bu savaşa girersen büyük bir güç yenilecektir!” diyerek her zaman ki gibi gizemli kehanetini bildirmiş olur. Eski Yunan kralı “büyük bir güç” tanımlamasına bakınca Pers İmparatorluğunun kastedildiğini anlar ve hemen orduyu hazırlar. Perslerle savaşa girişen Eski Yunan kralı savaşı kaybeder ve elinde kalan onlarca askeriyle geri dönmek zorunda kalır.
Hikâyenin esas bölümü buradan sonra başlamaktadır. Kral savaştan döndükten sonra Delphoi tapınağına karşı olan öfkesini kusmak için tekrar tapınağa gider ve “siz savaşı kazanacağımı bildirdiniz, ancak ben ordumun hepsini kaybettim, artık güçsüz bir kralım. Neden bana böylesi yanlış bir kehanette bulundunuz?” der. Kâhin Pythia ise büyük bir soğukkanlılıkla, “biz sana büyük bir güç kaybedecek dedik, senin kazanacağını ya da kaybedeceğini değil!” diyerek gizemli kehanetlerinde kendilerinin hakikati bildirdiklerini, ancak kendisinin kendisine göre anladığını ve hemen bir yargıya varıp savaş karar aldığını” belirtir.
Bu hikâyeden de anlaşılacağı gibi Tayyip Erdoğan ve hempaları Delphoi tapınağına başvurmuş gibi “büyük bir gücün(kendilerinin) kaybedeceğini” öngörmeden, kendi gerçeğini yadsıyarak her gün Kürt Özgürlük Hareketine ve gerillalarına karşı türlü saldırılar geliştirmektedir. Aslında Türk soykırımcı-sömürgeci Tayyip Erdoğan devletini “büyük bir güç” olarak tanımlamak biraz abestir, ancak var olan realiteyi ortaya koymak açısından önemli bir benzetmedir. Tayyip Erdoğan devleti kendisini sürekli “büyük bir güç” diye pohpohlayarak bunu hem topluma hem de uluslararası kamuoyuna yutturmak için böylesi ifadelendirmelere başvurmaktadır. Yazının başında böylesi bir hikâyeyi işlememizin temel nedeni budur. Yoksa Tayyip Erdoğan devleti büyük bir güç olmadığı gibi işin aslına uygun deyim ise, “yenilen pehlivan güreşe doymaz” deyimidir. Çünkü soykırımcı-işgalci Türk devleti aldığı her yenilgiye karşı yeni yenilgilere ufuk açmaktan geri durmamaktadır. Bu yazının esas amacı soykırımcı-sömürgeci Türk devletinin 10 Şubat’ta başlattığı ve 4 gün sürdürebildiği Gare işgal saldırısında aldığı yenilgiyi işlemektir.
Elbette bizler Kürdistan Özgürlük gerillaları olarak Türk devletinin neyine güvenerek bu saldırıya kalktığını bilemiyoruz, ancak aslolan gerçeği biraz irdelersek bu saldırı ve işgal girişimi bizlere Türk devletinin kendinden başka Sokrates tanımadığını anımsatmaktadır. Türk devleti gibi soykırımcı-insanlık düşmanı bir devleti “Sokrates” gibi bir filozun ulviyetine vurgu yapan bir deyimle ifadelendirdiğim için herkesin affına sığınıyorum. Ancak “teşbihte kusur olmaz” derler. Biraz da bu nedenle bu teşbihe başvurduk dersek yerinde olur sanırım. Türk devlet geleneğinin egosunun büyüklüğünü dile getirebilecek bir matematik formülü ya da terim aramak beyhude bir çırpınıştır. Çünkü kendi egosu içinde boğulduğunu ve bunun Türk devletini büyük bir tükenişe sürüklediğini geliştirdiği saldırılarda aldığı hezimetlerde görmekteyiz.
Tayyip Erdoğan Kürt Özgürlük Hareketi karşısında kazanabileceğini acaba kimlerden dinlemektedir. Bu “bilginler ya da alimler” kimlerdir acaba? Ya da bu kehanetleri Tayyip Erdoğan’ın kendisi mi uydurmaktadır? Çünkü Tayyip Erdoğan’ın ya da “bu bilginlerin” bulundukları kehanet Delphoi Tapınağında kehanetlerde bulunan kahinlerin gizemli ifadelendirmesini andırmaktadır. Öte yandan Delphoi tapınağı insanlara hakikati dile getirmekle yükümlü olan bir tapınaktı, Tayyip Erdoğan veya kılavuzların ki ise tersini bildirmekle yükümlü olan bir gerçekliğe tekabül etmektedir. Burada göz ardı edilmemesi gereken husus Tayyip Erdoğan ya da kılavuzlarının bu yalan kehanetleri biraz da inanarak bildirmekte oldukları hususudur. Çünkü uydurdukları bu yalanlara rağmen hala bu tür kehanetlerde bulunma pişkinliğinde bulunmaktadırlar. Kendilerinin bile inanmadığı bir yalana toplumu veya savaşan güçlerini inandıramayacaklarını iyi bilmektedirler. George Orwell bunu “Çiftdüşün” kavramsallaştırmasıyla tanımlar. Çiftdüşün George Orwell’in tanımıyla “insanın iki çelişik düşünceyi aynı anda kabullenmesidir. Parti aydını, anılarının hangi yönde değiştirilmesi gerektiğini bilir; bu nedenle gerçekle oynadığını da bilir. Çiftdüşün yöntemiyle, gerçeğin zedelenmediğine kendini inandırır. Bu işlem bilinçli yapılmalıdır, yoksa kesinliğini yitirir; ama aynı zamanda bilinçsiz de olmalıdır, yoksa bir düzenbazlık ve dolayısıyla bir suçluluk duygusu uyandırır.”
Tayyip Erdoğan gibi insanlık dışı bir diktatörün artık işgal saldırılarında aldığı hezimetlerin haddi hesabı yok denilebilir. Çünkü kendisinin mi yoksa kılavuzlarının mı bu kehanetleri uydurdukları artık anlaşılamaz bir duruma gelmiştir. Daha da önemlisi aldıkları Gare hezimetine rağmen bunu gizlemek için özel-psikolojik savaşı geliştirmekten geri durmamaktalar. Tayyip Erdoğan’ın kan emici generalleri yaptıkları açıklamalarda, “artık rahat hissetmeyecekler” gibi söylemlerle “işte istediğimiz zaman böylesi işgal girişimlerini istediğimiz her yerde yapabiliriz” imajını doğurarak bu hezimeti gizlemeye, bunun da ötesinde o “büyük güç” maskesini cilalamaya çalışmaktadırlar. Ancak göz ardı ettikleri gerçeklik Kürt Özgürlük Hareketinin gücü ve gerçekliğidir. Bugün gelinen aşamada dünyanın en profesyonel gerilla hareketi haline gelmiş olan HPG güçleri devrimci savaş taktiklerini geliştirmede yaratıcılıklarını her savaş ve çatışma alanında birçok kez ortaya koymuştur. Türk Devletinin dayandığı tekniği defalarca boşa çıkarma ustalığı göstermekle kalmamış, Türk devletinin savaşan gücünün inançtan, iradeden yoksun bir çete yapılanması olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Buna rağmen Türk sömürgeci-soykırımcı devleti kendine has o kibirli özgüveniyle kendi yenilgisini gizleme maharetinden yoksun olmasına karşın özel-psikolojik savaşla sonuç alacağını ummaktadır.
Türk sömürgeci-soykırımcı devletinin özel-psikolojik savaştan bu denli beslenmesindeki amaç yalnızca hezimetini gizlemeye çalışmasıyla da izah edilemez. Planladıkları işgal girişiminin boşa çıkarılması, yaptıkları bombalamayla öldürdükleri rehin asker-polisleri aslında canlı kurtararak kamuoyunda “kahramanlarımızı kurtardık” atmosferini oluşturup zevahiri kurtarmak istemesi, bu olmayınca da kendilerinin deyimiyle “sivillerimiz katledildi” yalanıyla itibarını kurtarmak istemesini belli başlı nedenler arasında sıralayabiliriz. Öte yandan kendi-polislerini öldürmeleri yetmediği gibi, “siviller” olarak tanımlaması da bu gerçeği tüm çıplaklığıyla göz önüne sermektedir.
Gare işgal girişimiyle bir kez daha açığa çıkmıştır ki Tayyip Erdoğan’a bu ölçülemez derecede büyük-içi boş egoyu ve özgüveni kazandıran güçlerden birisi de Güney Kürdistan Yönetimini gasp etmiş olan Kürt düşmanı Barzani yönetiminin bu saldırılara birebir öncülük yapmasıdır. “Kürdün Kürdü öldürmek için” ya da “kardeş katli” gibi tanımlamalar artık yerinde olmayan ifadelendirmelerdir. Çünkü Barzani yönetiminin kendi çıkarları için Kürtlüğü hiç benimsememiş ve uzunca bir zamandır “Kürt” sıfatını terk eden bir kesim olduğunu artık her kes bilmektedir. Buna rağmen Barzani yönetimine herhangi bir sıfatla hitap etmek bile zordur. Zira kendilerini ne Kürt olarak görmekteler ne de farklı bir sıfatı benimsemektedirler. Kürt halkının kendilerine taktığı, “işbirlikçi-ihanetçi” sıfatı taşıdıkları gerçekliği artık bir bütün dile getirmeye yetmemektedir. Bizce aslolan tanım Barzani yönetiminin “Kürt Düşmanı” olduğu tanımıdır. Bu nedenle yapılan tüm işgal girişimlerinin ardındaki gerçeğe bakarken Barzanilerin oynadıkları rolü de görmek gerekmektedir. Belki de Tayyip Erdoğan’ın kehanette bulunan “bilginlerinden” birisi de onlardır. PKK ve Kürt düşmanlığı ile iktidar ve çıkarlarını ayakta tutacaklarını umarak Kürdistan’ı ve özgür Kürt’ü düşmana peşkeş çekmek, düşmanla birlikte bu Kürt’e saldırmak biraz da Kürt düşmanlığı aklının ürünü olsa gerek!
Buna karşı Kürt halkı KCK’nin de yaptığı açıklama gereğince bu zaferi bir bayram havasında kutlamalı ve Kürdistan Özgürlük Hareketine olan güvenini bir kez daha ortaya koymalıdır. Bununla Türk özel savaş devletinin bu kirli-psikolojik politikalarının bilincinde olduğunu ve ortada duran gerçeğin Türk devletinin hezimeti olduğunu her alanda haykırmalıdır. Aksi taktirde Tayyip Erdoğan ve hempalarının içinde taşıdıkları bu Kürt ve Kürdistan düşmanlığına bir son vermek imkansızdır. Tayyip Erdoğan’ın Kürt düşmanlığına karşı geliştirilecek en büyük duruş Kürdistan Özgürlük hareketinin elde ettiği zaferleri kutlamak, yeni zaferlerin gelişmesi için mücadele alanlarına çıkmaktır.
MASİRO CAMİNO (KÜRDİSTAN ÖZGÜRLÜK HAREKETİ GERİLLASI)
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi