09 Kasım 2017 Perşembe Saat 05:17
Tarih sosyoloji ile
birlikte bu gerçekliği anlamlandıran derinliği oluşturur. İnsan eylemlerinin
toplumsal boyutu tarih ve sosyoloji birlikteliğiyle bu beş boyutlu uzamda
zamansal bir yolculuğun içinde her an bir biçimde karşımıza çıkabilir. Bu
tarihin tekrarı anlamına gelmez. Belki tarihe kök salmış bir anlayışın bir
başka zaman diliminde başka bir toplumsallıkta dışa vurumudur. Daha doğru bir
deyimle, tarihin tekerrürü olarak algılanan şey toplumsal yaşam içinde oluşmuş
anlayışların sosyal yaşam ilişkileri içinde aynı temel üzerinde ancak farklı
zamanlarda ve o zamanların şartlarına göre kendilerini yeniden yapılandırıp
güncellik kazanmalarından başka bir şey değildir.
Yazıya böyle bir giriş yapma zorunluluğu duymamızın sebebi
2012 yılının sonundan itibaren Suriye coğrafyasında, özelliklede Rojava
Kürdistan’ında yaşanan gelişmelerin 90’lı yıllarda benimde yakından tanığı
olduğum eski Yugoslavya Federasyonu sonrasında yaşanan gelişmelerle oldukça
benzerlik gösteriyor olmasından kaynaklıdır. Hiç şüphesiz *Tarih tekerrürden
ibarettir* şeklinde ağızlara sakız olmuş
bir yanlışlığa düşmemek adına bu tür girişi yapmak zorunludur. Son dönemde
genelde Suriye özelde Rojava Kürdistanında yaşanan gelişmelerin benzerliği ise
bölgedeki hegemonik anlayışa sahip Ulus-Devletlerden biri olan Türkiye’nin
Rojava Kürdistanında gerçekleşen devrime yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Yakın
geçmişte dağılan Yugoslavya Federasyonundan sonra ortaya çıkan boşlukta patlak
veren Sırp-Boşnak çatışmasından rol çalmak isteyen sözde İslam Ülkelerinin
müdahalesinin Bosna Hersek’i ne hale getirdiğini yaşayanlardan biri olarak, bu
günde Suriye’ye karşı Türkiye’nin ve bölgedeki diğer Ulus Devletlerin tavrını
çözümlemek zor olmasa gerekir. Bu açıdan bakıldığında ortaya çıkan durumun bir
*aynılık* değil fakat büyük ölçüde benzerlikler taşıyan gelişmeler olduğunu
söylemek mümkündür.
90’lı yıllarda Balkanlarda yaşanan Boşnak –Sırp savaşından
hatırlarda kalanları biraz tazelemek gerekirse dönemin Avrupa’sının İslamo
fobisinin yine bu günkü gibi tavan yaptığı bir zaman diliminden bahsetmek
yerinde olacaktır. Reel Sosyalizmin kalesi olan SSCB’nin perestroyka ilanından
sonra çözülen bütün Doğu Bloku ülkeleri gibi Yugoslavya’nın da çözülüyor olması
İslam dinini kendi iktidarlarının payandası olarak kullanan Radikal İslamcı
Devletleri olduğu kadar *,Kızıl Tehlikeye karşı yeşil kuşak* projesinde NATO
Gladyosu tarafından kendisine görev verilerek ılımlı İslam’ın bölgedeki
devletçi yüzü rolü biçilen Türkiye’ye bu konumundan dolayı daha ağır bir
sorumluluk yüklenmişti. O günde tıpkı bu gün olduğu gibi Türkiye’de merkez sağ
olduğunu iddia eden kapitalist politikaların emir eri olmuş bir ANAP hükümeti ve
başında da bu günkü T.C. faşizminin
Diktatörü olan Erdoğan’ın her fırsatta örnek aldığını dile getirdiği Turgut
Özal bulunmaktaydı. Özcesi Türkiye’de siyasi konjonktür genel hatlarıyla bu
günküne çok benzer sularda seyir etmekteydi. Her kapitalist idare anlayışında
yer alan egemen tarih yazımından kaynaklı toplumsal hamasetin körüklenmesi
böyle anlar için vazgeçilmez bir taktik öneme sahiptir. O dönemde tıpkı bu
günlerde olduğu gibi hemen bütün TV kanallarından ve iktidarın nimetlerinden
sebeplenen bütün basın yayın organlarından duyulan tek ses *Neslin Baban Ceddin
Deden* makamındaki hezeyanlardan başka bir şey değildi. İslami kesimin en
ümmetçi geçinenlerinin bile argümanları Bosna Hersek’te kurulacak bir *İslam
Cumhuriyetini* İran’a ya da Afganistan’a bağlamaktan öte gitmiyordu. Her
nedense normal zamanlar birbirlerinin canına düşecek kadar zıtlaşan Milliyetçi
ve Ümmetçi anlayışlar söz konusu iktidar ve devlet olduğunda o zamanda tıpkı bu
günkü gibi can ciğer kuzu sarması kesilivermişlerdi. Örnek vermek gerekirse, O
günlerde Bosna –Hersek’teki savaşa milis gücü göndermek için Ülkücü
Bozkurtların örgütlemesi olduğu gibi ülkücülükten dönme olduklarını
söyleyerek *Yeryüzü* dergisi çevresinde
örgütlenen İslamcı grubunda kendi örgütlemesi vardı. Müslüman Genç,
Malatyalılar, Tohum, Pınar Tevhit, Hizbi Kontra vb. gruplar kendi iç
örgütlemeleri üzerinden Bosna Savaşına eleman gönderir iken bir yandan da bu
grupların her biri bu savaşın meydana getirdiği ekonomik yükün sözde
hafifletilmesi adına kendi cemaatlerinden yardım kampanyaları vasıtasıyla
oldukça yüklü yardımlar topluyorlardı. Ciddi miktarının hiçbir zaman maksadına
ulaşmadığına bizzat şahitlik edebileceğim bu yardımlar üzerinden kendini
yaşatan cemaat liderlerinin ve grup sorumlularının isimlerini yazmaya kalksak
bu yazı en az birkaç sayfa boş yere uzayacaktır. Hem ayrıca fotoğrafın bütününü
gördüğümüzde bu yolsuzlukların halklarının kaderlerini etkileyecek büyük
organizasyonların yanında çok küçük kalacağı gerçeğini de vurgulamak
gerekmektedir. Hiç şüphesiz saf, temiz mütedeyyin insanları bu biçimde
kandırarak onların dişlerinden tırnaklarından, sofralarından arttırarak kutsal
bir görev bilinciyle yaptıkları bu yardımları argo tabiriyle *iç etmek* hafife
alınacak, görmezden gelinecek bir şey değildir. Fakat o günlerde de bu yönlü
feryatlarımız muhatapları tarafından *fitnecilik* *provakasyon* vb. ithamlara
maruz kalarak, iktidarcı İslam anlayışının kedinin pisliğini örtme refleksinin
savunma mekanizması olan *kol kırılır, yen içinde kalır* anlayışının bastırdığı kakafoni de kaybolup
gitmişti. Bu günkü AKP’nin ve onun Genel Başkanının ayakkabı kutularıyla
taşıyarak bitiremediği meşhur amca Mustafa’nın aklaması için kendine yeğeni
Bilal tarafından teslim edilen paracıkları afiyetle yeme anlayışı bu zihniyetin
daha o günlerde ortaya koyduğu bu tür pratiklerde kendini göstermekteydi.
Daiş’e tırlarla tonlarca mühimmat ve çuvallarca para taşıyan Türkiye menşeli
sözde insani yardım kuruluşlarının da ortaya çıkması ne hikmetse hep bu
zamanlara rastlamaktadır. O günlerde
Türkiye’de sürekli kaşınarak her fırsatta kanatılan damar bir zamanlar
Osmanlı’nın Balkanlara hâkim olduğu ve Bosna Hersek topraklarının baba yadigârı
emanet eski vatan toprakları olduğu damarıydı. Buna birde Bosna –Hersek
halkının Müslüman Türk Halkı olduğu yalanı eklenerek ortaya konulmuş yalancı
dolma bu acı sosla süslenmek suretiyle servis ediliyordu. Hiç şüphesiz Boşnak
halkının Müslüman olduğu doğruydu ama Türk oluşları konusunda ciddi bir yanılgı
ya da saptırma yaşanmaktaydı. Çünkü bu
gün Boşnak diye tanımlanan halk aslında İslam’ı seçmeleriyle Sırp etnisitesi
tarafından dışlanarak kendilerinden uzaklaştırılmış köken itibarıyla Sırp olan
gruplardan başka bir şey değildi. Türkçe konuşmaları ise Osmanlı’nın din adına
uyguladığı asimilasyon politikalarının doğal sonucuydu. Hiç şüphesiz Osmanlının
Balkanlarda *Akıncılar* adıyla uç karakollara yerleştirdiği tebaası vardı.
Fakat bunlarda genellikle Arnavutlardan ve Balkan asıllı devşirmelerden oluşan
bir azınlığı teşkil etmekteydiler. Osmanlının, özellikle yeniçeri ocağının
devşirme politikası bilinen bir şeydir. Roma Lejyonlarından esinlenilmiş bu
uygulamayı burada izaha kalkmak malumu ilam etmekten öteye geçmeyecektir. Asıl
önemli olan o dönemde izlenen bu propaganda politikasının altında yatan anlayıştır. Osmanlının, Osmanlılaştırma politikalarıyla
bile izah edilemeyen bu anlayışın altında yatan gerçeklik ancak *İttihat ve
Terakki* nin 1908 sonrası faşist Ulus-Devlet politikaları ve *Yüce Turan*
*Kızıl Elma* ülküsü adı altında vizyona konan Devlet-İktidar- Sermaye üçlüsünün
oluşturduğu yeşil faşizm ile izah edilebilir. Bu günün AKP politikalarının bu
anlayışın devamı olduğundan aklı başında hiç kimsenin şüphesi yoktur. Belki
konuya az çok vakıf olanlar tarafından hayret edilecek husus yukarıda isimlerini
saydığımız ümmetçi geçinen cemaatlerin nasıl böyle bir anlayışa itiraz etmeden
bu oyunun bir parçası olmaya razı oldukları hususudur. Bu cemaatlerden her biri
o dönemde Bosna’da tabiri caizse kendi Ekümenikliklerini oluşturarak, Bosna’nın
felakete uğramış biçare halkı üzerinden kendi iktidar alanlarını genişleterek
kendi cemaatlerine saygınlık ve maddi imkân kapısı oluşturmaktan başka bir şey
yapmadılar. Bosna-Hersek içinde İslam adına işledikleri fecaatleri de bütün bu
olup biten adına zavallı Bosnalının ödemek zorunda kaldığı katma değer vergisi
olarak değerlendirip tarihin tozlu raflarına kaldırdıklarını zannettiler. Kaç
Bosnalı ailenin kızının Türkiye’ye getirilme vadiyle *Muta* nikahı adı altında
geçici olarak nikahlandırılıp yüzüstü bırakıldığını acaba “kahraman Bosna
Mücahitleri açıklamak isterler mi? Yine savaş ihtiyaçları bahane edilerek kaç
Bosnalı ailenin kefen paralarının bu cemaatlere aktarıldığını o günlerde
kurulan ve bu günlerde MİT’in Rojava ve Başur şubesi olarak çalışmakta olan o insani
yardım kuruluşundan bir yetkili bütün insani cesaretini toparlayarak itiraf
etmek ister mi? Bu sorular bu minvalde oldukça uzatılabilir ama mesele yukarıda
değinmeye çalıştığımız gibi fotoğrafın büyüğüne bakarak bataklığın merkezini
görmekse o zaman bütün bu Türkiyeli Radikal İslamcı Cemaatlerin bu gün AKP
hükümetinin Ve TC’nin bu günkü diktatörü olan Recep Tayyip Erdoğan iktidarının
arka bahçelerinde çöplendiklerini görmemiz gerekmektedir. Dini,
iktidarcı-devletçi anlayışın payandası olarak gören ve hatta din üzerinden
iktidar ve devlet hedefleyen anlayışların kaçınılmaz olarak varacağı durak işte
bu duraktır. Oysa biz biliyoruz ki, din ve inanç alanı devletlerin değil
toplumların kendi bağırlarında oluşturdukları ahlaki yapıdan süzülen
kutsallıklar alanıdır. Topluma ait olan kutsallıklara devlet ve iktidar el
attığında böylesi bir kirlenmenin yaşanması kaçınılmazdır. Onun içindir ki
80’li ve 90’lı yılların İslamcı grup ve cemaatlerinin bu gün AKP sinin arka
bahçesinde çöp toplayarak yaşamlarını idame ettirmeye çalışmaları anlaşılır bir
durumdur. Bu arada bir parantez açarak adaletsizlik etmeden tanıdığımız birçok
samimi insanın Bosna ve benzeri savaşlara ihlasla katılarak canlarını feda
etmiş olduklarını belirmek zorundayız. Bu insanlar hiç bir karşılık beklemeksizin
ve maddi her türlü hesabın dışında yeryüzünün mazlumlarını savunmak adına
canlarını feda etmişlerdir. Tarih bu tür insanları her zaman saygıyla yâd
edecektir. Bizim sözümüz tamda bu noktada bu insanların döktüğü kanı bile bir
ticaret metası haline getirenleredir. Onlar kendilerini iyi bilirler.
Sağlıklarında bulundukları mekânlardan adeta döverek kovdukları insanların
Bosna da toprağa düşmelerinden sonra Osman’ın kanlı gömleğini Şam’da kendi
iktidarlarını pekiştirmek için sokaklarda dolaştıran Muavviye zihniyetli
olanlara aittir bizim sözümüz.
Sonuç olarak, dün Bosna’da yaşananlarla bu gün Suriye’de ve
Rojava ’da yaşananların benzerliği meselesi aslında devletçi, iktidarcı
anlayışın kendi doğasından kaynaklanmaktadır. Bu gün AKP iktidarının önceleri
Daeş’e el altından verdiği destekten tutalım sonrasında El Nusra gibi unsurları
sınırları içinde kurduğu mülteci kamplarında MİT nezaretinde eğiterek Rojava
‘da Kürt Halkının öncülük ettiği halkların devrimini boğmaya yönelik beyhude
çabası, oluşturduğu adına Sultan Murat denen uyduruk çete güçlerini
örgütleyerek halkların kazanımlarına darbe vurma gayreti, son olarak bütün bu
uyduruk çete güçleriyle İdlib’e müdahalesi ve nihayet Afrin’i hedef alan
sözleri ve planları Erdoğan’ın hep aynı hastalıklı iktidarcı ruh halinden
kaynaklanan hezeyanlardan öte bir şey ifade etmemektedir. Bütün politikası Kürt
halkına düşmanlık ve Kürt karşıtlığı üzerinde inşa edilmiş bu faşist diktatörün
ipini ellerinde bulunduran kaynaklar herhalde daha bir süre için o ipi çekmek
istememektedirler. Ama şu iyi bilinmelidir ki, bu gelinen noktada Kürt Halkı ve
bölgenin demokratik güçleri kanları canları pahasına elde ettikleri kazanımları
hiçbir şart altında kimseye teslim edecek değildirler. Hele karşılarındaki bu
Kasımpaşa kolpacısının her fırsatta sıktığı palavlara herkesin karnı toktur.
Erdoğan’ın ipinin kimin elinde olduğu ve ne zaman çekeceği Kürt Özgürlük
mücadelesini zerrece ilgilendirmemektedir. Kürt Özgürlük Mücadelesinin
kırmızıçizgisi önderliğinin sağlığı, güvenliği ve özgürlüğüdür. Bu günlerde
Erdoğan ve ekibinin Kürt halkında ve bütün demokrasi güçlerinde oluşturmaya
çalıştığı algı ve özel savaş taktiği kendileri için çok tehlikeli sonuçlar
doğurur. Nasıl denir hani eceli gelmişken
cami duvarına bile ulaşması mümkün olmayabilir.
Kemal Amedî
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html
0
21
TR
KO
:” ”
:””
” “,” ”